Jan Dibbets

(1941, Weert doğumlu; Amsterdam ve Toskana’da yaşıyor ve çalışıyor.)

Jan Dibbets, 1960’larda, sanatsal üretimin yeniden değerlendirildiği son derece önemli ve etkili bir dönemde tanınmaya başlandı. Aslında ressamlık eğitimi almış olan Dibbets, 1960’ların sonlarında fotoğrafa yönelerek, gerçeklik algısı ile mekân ve yapıların tasvirleriyle oynadığı işler üretti. Optiğin kavramsal değişkenleriyle yaptığı denemeler sonucunda sıklıkla, yanılsama ve gerçekliğin doğasını irdeleyen oldukça paradoksal fotoğraflar elde etti.

1967 yılında manzara üzerine çalışan çağdaşlarıyla kurduğu bağlantılar, sanatçıyı Hollanda’nın açık alanlarında heykelsi müdahaleler üretmeye sevk etti. Dibbets’nin üretimine yeni bir anlam ve tını kazandıran mimariyle çalışma kararı, gerek konularını gerekse de işlerinin algı kapasitesini genişletti. Sanatçının hareket, ışık ve zaman arasındaki ilişkiye yönelik derin ilgisi ise, üretiminin bir diğer önemli boyutunu oluşturur. Dibbets, 1970’ler boyunca, zaman kavramının ışığın hareketi olarak görünür kılındığı bir dizi iş üretmiştir.

Dibbets, fotoğrafı analitik bir araç olarak kullanarak, görsel olguyu anlamanın yeni yollarını geliştirdi. Örneğin, 1976 yılında Amsterdam’daki stüdyosunun çevresindeki kapı ve otomobilleri fotoğrafladığı Colorstudy C1, C2, C3, C4 [Renk çalışması C1,
C2, C3, C4] adlı serisinde, nesnelerin yüzeylerine odaklanmıştır. Dibbets, fotoğraflarının konusunu gizlemez; ancak belli
belirsiz göstergeler, bir kapının ana hatları ya da pencereden bir kesit gibi içeriğe ilişkin ipuçları sunan ayrıntılar verir. Modern yaşamın her yerinde görülen insan üretimi yapıları kullanması, sanatçının üretim ve teknolojiye ilgisine işaret eder. Dibbets,
bu gündelik yapıları birer kişisel deneyim nesnesine dönüştürür. Yakından bakıldığında, yansıtma ve tona uygunluk bakımından eşsiz nitelikteki malzemeleri dünyaya dair başka bir perspektif sunar. İzleyici, renk alanlarında yansıyan imgelere kir ve toz gibi aykırılıkların karıştığını görebilir. Dibbets, fotoğrafladığı yansımaların çoğunun ne olduğunu bilmeyen izleyiciyi bakmaya, tahmin yürütmeye ve uzun süre bakarsa sanki kendi yansımasını görebilecekmiş gibi yorumlamaya davet eder. İzleyiciyi kendi gibi görmeye çağırarak, yanılsama ve gerçeklik arasındaki ikili karşıtlık durumuyla oynar. Bu sayede işler, uzak, anlaşılmaz ve çok memnuniyet verici bir rengin olası tesadüflerini cisimleştirerek, bir görüntünün radikal bir soyutlamasına dönüşür.
PAYLAŞ
TAKVİME EKLE