Sosyalist ile radikal

MURAT BELGE

October 6, 2015

Sosyalist Hero Didar Şensoy’un cenazesi, 05.09.1987
Arşiv: İbrahim Eren
Didar Şensoy’un cenazesi, 05.09.1987
Arşiv: İbrahim Eren
Geçen hafta “radikal” ve “sosyalist” ayrımı üzerine bir tema başlatmıştım: Bu hafta, kişisel bir girişle sürdürmek istiyorum. “Kişisel” olan şu: Hayatının bir döneminde sosyalist olmayı seçmiş, ama düşüncesi de radikalizme açık bir insanın, özellikle de şu dönemde duyduğu tedirginlik.

Türkiye muhafazakâr ideolojilerin genellikle yaygın ve egemen olduğu bir toplumdur. Bundan bir hayli önce bir yazımda da değindiğim gibi, geleneksel muhafazakâr eğilimlerin yanısıra, politik düzeyde ve devlet katında güçlü bir korporatist tutum da vardır. Böyle bir ideolojik yapılanma içinde, radikal düşünceler bir yana, yeni düşüncelerin bile telaffuz edilmesinin belirli güçlükleri olması doğaldır. Bunun için, örneğin “eşcinseller parti kuracakmış” dendiği zaman yer yerinden oynar ve statükonun sözcüleri hakaret dolu sözlerle bunu protesto eder. “Bazı insanlar komün halinde yaşıyormuş” denince toplum ahlâkının fahri bekçiliğini üstlenmiş gazeteler konuyu parmaklarına dolar, savcılar harekete geçer. Bunun için belediye başkanları “çıplaktır” diye heykelleri kaldırtır vb.

Yerleşik ve egemen muhafazakârlığın karşısında yer alan güçler de, bu muhafazakârlığın en azından önemli bir kısmına savaş açmayı düşünmezler. Bazıları, bunun politik anlamda puan kaybettireceğinden çekindiği için; bazılarıysa aslında o muhafazakârlığı kendileri de paylaştığı için. Halkın geniş kesimlerinin birtakım nedenlerle uzun zamandan beri benimsediği muhafazakâr ideolojilerin yanında, bir de devlet düzeyinden topluma empoze edilmiş “tabu“lar vardır ki, tanımları gereği bunlar hakkında eleştirel bir söz söylemek yasaktır. Sözkonusu sol güçler, bu tabular karşısında da sessizdir. Gene, kısmen başlarına dert almak istemedikleri için, kısmen de o tabuları yerleştiren anlayışı kendileri de benimsedikleri için.

Dünyada bilinen en eski muhalif akımlar, örneğin Anarşizm, Türkiye’de hiçbir zaman varolmamıştır. Devletin iletişim organlarında, belirli zamanlarda, sabah akşam “anarşistler şunu yaptı, bunu yaptı” diye kafa şişirilse de (“beyin yıkama”nın Türkçesi), aslında hiçbir zaman Türkiye’de “anarşist” görülmemiştir. Benzer biçimde, bazı solcular birbirlerini “nihilist” diye suçlamışlardır, ama bu toplumda nihilist de olmamıştır. Tamamen bunun dışında bir örneğe bakarsak, Türkiye’de “radikal İslamcı” sözü sık sık geçer; ama, sözgelişi sanayileşmeye ve teknolojiye karşı koyma anlamında radikal bir İslamcı ancak son yıllarda, tek tük görünür oldu. “Radikal Turancı” bile, faşist hareketin kitleselliği içinde, yok (bu deyimden, dünyadaki bütün Türklerin ortak devletini kurmayı açıkça telaffuz edenleri anlatmak istiyorum).

Öyle görünüyor ki, halkın geniş kesimlerinin benimsediği muhafazakârlık ve devletin empoze ettiği ideolojik sınırlamalar, herhangi bir düşünce akımının kendi çerçevesi içinde taşıyabileceği radikalizme izin vermiyor ve taraflar da, özellikle kitle politikasının arenasına çıktıkları ölçüde, bu sınırları zorlamıyorlar.

Radikalizmle en fazla haşır neşir olması gereken “sol”da, iki ana gövde var. Türk sosyal-demokratları, sanki zaten radikal olan her şeyin yanlışlığını kanıtlamak üzere varoluyorlar. “Ben solcuyum, ama sosyal-demokratım” demek, Türkiye’de “Merak etmeyin, hiçbir ciddi konuda önemli bir sorun çıkarmayacağım” anlamına geliyor, neredeyse. Buna karşılık, Türkiye’nin sosyalist-komünistlerinin radikalliği de, daha çok, devletin onlara yüklediği bir nitelik. Çünkü daha uygar devlet ideolojilerinin olduğu daha uygar toplumlarda, sosyalist-komünistler, toplumsal kavrayış çerçevesinde çok daha radikal görüşler savunarak aynı zamanda legal biçimde varolabiliyorlar.

Türkiye’nin sosyalistleri ise, bu çerçevede, Türkiye’nin devletine radikal ve ters giden düşünceleri savunmakla birlikte, evrensel bir anlamda “radikal” olmadılar. Bunu şöyle bir anlamda söylüyorum: Sözgelişi, Avrupa’da olduğu gibi bir gün Türkiye’de de, bir 1 Mayıs yürüyüşünde solcu eşcinsellerin yürümesini içine sindirebilen çok az “devrimci” vardır. Devrimciler, toplumun en özgürlükçü üniversitesinde, sevişen üyelerinin elele yürümesini yasaklamak üzere bildiriler çıkarabilmişlerdir. Bunların radikalizmle de pek fazla ilgisi yok, üstelik!

“Hayatının bir döneminde sosyalizmi seçmiş bir insan” derken, sosyalizmin kitlelerle organik bir ilişki kurması gerektiğini düşünüyorum. Türkiye gibi bir ülkede bu gerek, birçok olmadık önyargı, davranış, değer karşısında saygılı ve sabırlı olmayı zorunlu kılıyor. Şüphesiz, kitleyle organikleşmenin çok önemli bir parçası da, kitleyi göreneğin gözlüğünden gitgide ayırmayı içeriyor. Ama hem sosyalist olarak, yaşanan hayatın vazgeçilmez bir parçası olmak, hem de aykırı ve uç aslında doğru bir düşünceyi aciliyetle savunmak, bana oldukça güç görünüyor. Bunun sonuçları da pek sevimli değil, ama yaygın olarak yaşandığını biliyorum.

Ayrıca, her şeye rağmen, Türkiye’de sosyalist olmak, aykırı olmanın başlangıcı. Gene devletin koyduğu kural uyarınca, aykırı olma potansiyeli taşıyan hemen herkes önce sosyalizmi seçerek bu aykırılığını dile getiriyor; hayatın o alanında bir yer alıyor; aslında kendini bir başka yerde tanımlama ihtiyacı duyanlar bu duraktan geçerek o yere doğru gidiyor; ama şimdiye kadar o yerde bir ciddi hareket çıktığını görmedik.

Onun için, diyorum ki, bu toplumda bir radikal parti kurulması bayağı iyi olurdu (siyasi hayatımızda RP rümuzu, Refah Partisi anlamına geliyor). Böyle bir partiyle, benim anlayışıma göre, sosyalistlerin son derece dostça bir ilişki kurması gerekirdi. Fazla mı karamsarım, ya da bu özel dönemin biçimlerini kafamda fazlasıyla mı heyulâlaştırdım, bilemiyorum; ama hem sosyalist, hem de gerçekten radikal olmak, gerçekleşmesi çok güç bir olay gibi görünüyor bana. Onun için, radikal bir odak, önemli bir işlevi yüklenecektir sanıyorum.

Engeli de, 12 Eylül mirası yasal çerçeve değildir, radikalizm için de, sosyalizm için de. Kendisi hukuka uymayan bir yasal çerçeve, bence, tam anlamıyla “kâğıttan kaplan”dır. Yeter ki, sosyalist ya da radikal düşünceler, toplumun kendisinde yankı bulsun.

- - -


Murat Belge’nin bu yazısı, Yeni Gündem dergisinin 04-10.08.1986 tarihli 22. sayısında yayımlanmıştı.

Yazının orijinaline sadık kalınmıştır.
Share