SALT'a Bakış: Bir Kültür Kurumunda Tutum ve Özen

MERİÇ ÖNER

SALT Araştırma ve Programlar DİREKTÖRÜ

6 Nisan 2020

Samdakays008 SALT Galata’dan görünüm, 2016
Fotoğraf: Mustafa Hazneci (SALT)
SALT Galata’dan görünüm, 2016
Fotoğraf: Mustafa Hazneci (SALT)
06.04.2020 - Dünya çapında bir salgının zorladığı koşullarda kurumların işleyişinde mecburi değişikliklere gidilirken bunların kamuya olası yararları ve dijital âlemde yer edinme adabı tartışmaya açılıyor. İlgi ve birikimini bu konulara yoğunlaştıran SALT’ın olağan dışı bir zamana denk gelen dokuzuncu kuruluş yıl dönümünde, kurumun amaç ve üretimlerine dair Ağustos 2019 tarihli bir değerlendirmeyi ilk kez burada, ilk yazıldığı hâliyle sunuyoruz.

Kurum
SALT, 2011 yılında İstanbul’daki iki yapısında hizmet vermeye başladı. Araştırma ve program üretimine dayalı temelleri, sanat, mimarlık ve tasarım pratikleriyle sosyal ve ekonomik tarih incelemelerine vâkıf bir ekibin tarifiydi. Uygulamada, ilgili disiplinlerin bağımsız birer uzmanlık alanı olarak yerleşmesindense birbirinin bilgisini dönüştüren kaynaklar hâlinde çalışmasına önem verildi. Bu tutumla meydana gelen araştırma, sergi, yayın, web ve dijitalleştirme projeleri; söyleşi, konferans, gösterim ve atölye gibi kamu programları sayesinde hâlihazırdaki kültür çeşitliliğini görünür ve tartışılır kıldı. SALT’ın prensipte büyük değer atfettiği merakı öğrenme imkânına, anlatma arzusunu nitelikli üretime yönlendirme becerisi, her bir yeni içerik sayesinde pekişti. Kullanıcılar ile birebir ilişkinin sürdüğü sekiz yıllık deneyim, bir kurumun sağlıklı yaşlanmasında karşılıklı öğrenme ve tartışmaya açık bir zeminin elzem olduğunu kanıtladı. Bu koşullarda SALT’ın kullanıcılarına neyi sunduğunu, niye ve nasıl sunduğuyla beraber düşünmek ve konuşmak yerinde olacak.

Alışkanlıklar
Kültür kurumlarında yerleşik bir kamu tahayyülü var. Buna göre kamu, çoğunlukla yaş ve meslek grupları gibi profiller tanımlayarak yapılacak işleri birtakım hedeflere oturtmaya yarayan soyut bir kavramı andırıyor. Bir yanda, kurum tarafından üretilen içeriğin gerçek kişilerle buluştuğu ana dair bir izlenimi barındırıyor, bu doğru. Öte yanda, giderek daha demode kalan bir yaklaşımla, içeriği kitlelerce tüketileceği garanti bir başka şeye tercüme etmeye ve etkisini niceliğe dökmeye bahane olarak kullanılıyor. Oysa herkese açık olan sunumların, sözde hedefleri aşan ortamlara aracılık ettiğini akılda tutmak lazım. Çünkü içinde yürüdüğünüz bir serginin, sonunda soru yöneltebildiğiniz bir konuşmanın, bir salonda yüzlerce kişi ile beraber oturup izlediğiniz bir filmin etkisi, onu gerçekleştirenler kadar ona kısa süreli katılanların müdahaleleriyle şekillenir.

O hâlde kamunun, kültür kurumu görevlilerinin tariflerine göre başarı ölçümlemesinde sayıya dökülecek bir kalabalık olmadığı aşikâr. Günümüzde bu kitlenin gerçekte kim olduğu, müzeler ve sanat kurumları tarafından uluslararası düzlemde tartışılıyor. Bazı yerde terminolojiden başlayarak alışkanlıkların kırıldığını gözlemlemek dahi mümkün. Eski günlerin sorgusuz sualsiz “ziyaretçi”si yerini zaman içerisinde dikkati daha keskin, ilgisi daha yüksekmiş intibası veren “izleyici”ye bıraktı. Kurumların çatısı altındaki ortamlar çeşitlendikçe kullanılan tanımlar da keskinleşti; çok sayıda kişinin ortak çalışmasına dayalı atölyeler “katılımcı”ları, bireysel üretime olanak sağlayan imkânlar “kullanıcı”ları ile anılır oldu. En nihayetinde bu meseleye kafa yoran kimi kurumlar, temel ilgi alanları dâhilinde iş birliği hâlinde oldukları diğer kişi, kurum ve benzeri unsurları “bileşenler” olarak adlandırarak ilişkilerdeki karşılıklı sorumluluğu resmen ilân etti.

Muğlak kamu kavramının altına yerleşip muhtemelen çok kısa süreler içerisinde sürekli yenilenecekmiş gibi duran bu tarifler, kurumlarda pratik edilen gerçek karşılaşmalara dayandığı için değerli. Üstelik son aşamalardaki değişimle kuruma temas edenlere dair terminoloji, fiziksel mekândan bağımsızlaşmayı kuvvetli bir ihtimal olarak vurguluyor. Sabit bir yapıdaki tamamlanmış sunuma ziyaretçi kabul eden ile ham veya yorumlanmış çok odaklı içeriklere kullanıcı bekleyen arasındaki fark takdir edilecektir, ki kurumların kendilerine biçtikleri rol açısından bariz bir ayrım söz konusu. Kritik dönüşümlerin yaşandığı şimdiki zamanda, kültürün incelenmesinde ezbere dayanmayan yeni öneriler sunmayı önemseyen SALT, bilinçli bir tercihle ikinci gruba giriyor.

Yerler
SALT’tan söz ederken anlamında yöre ve mekânı aynı anda kapsaması bakımından yerden, hatta birçok yerden konuşmak gerek. İlk olarak içinde bulunduğumuz coğrafyaları ele alalım. SALT’ın İstanbul’daki başlangıcı, kendinden önce gelen ve oluşum sürecinde bütünüyle SALT’a intikal eden kurumların –Osmanlı Bankası Arşiv ve Araştırma Merkezi (1997-2010), Platform Garanti Güncel Sanat Merkezi (2001-2007) ve Garanti Galeri (2003-2008)– birikimiyle örtüşerek şehrin yakın dönem kültürel mirasına işaret ediyordu. Söz konusu miras, 2000’lerde aktif olan üç kurumun güncel üretimlerinin yanı sıra, şehri 19. yüzyılın ortalarından 20. yüzyıl sonlarına sosyal ve ekonomik ilişki ağlarında incelemeye yarayan türlü arşivlerin toplamına denk geliyor. Kurumun yeri böyle bir genişlikte hayal edildiğinde, üst satırlarda geçen coğrafya tanımının neden çoğul olarak vurgulandığını anlatmak da kolaylaşacaktır.

Buna göre SALT, İstanbul’u kendine konu edinerek onu nesneleştirmez ya da faaliyetlerine yalnızca bir arka plan olarak varsayıp tüketmez. Şehir, şimdiki zamanda hayatın geçtiği asıl yer olması sebebiyle geçmişe veya geleceğe dair merak ve üretimin tetikleyicisidir. Ancak yerin ayrıştırıcı bir özelliği yoktur. Aksine SALT, mercek altına aldığı çeşitli konu ve bilgi alanlarını, aslen zihinsel yakınlıklara dayanarak Türkiye ve ötesindeki yakın ve uzak coğrafyadan araştırmacı, sanatçı, akademisyen, tasarımcı ve teknoloji uzmanlarının katkılarıyla ayrıntılandırır. Aynı şekilde, 2013 yılından beri SALT tarafından sürdürülen Ankara’daki çalışmalar da çok yönlü birikimleri başkentin bünyesinde tartışmaya açmayı önemser.

Şimdi de yerin, SALT’ın biçimlenmesinde keskin belirleyiciliği olduğu hâllere gelelim. Öncelikle ilki konut, ikincisi Osmanlı Bankası Genel Merkezi olarak 19. yüzyılda inşa edilen SALT Beyoğlu ve SALT Galata yapıları, kullanıcıları ağırlamak için bütünüyle yenilendi. Bu dönüşümler, hayli karmaşık mimari işler olmanın yanı sıra, özünde işlevlerin tarifi ve iki yapıdaki konumlanması bakımından kurumun niyetlerinin hayat bulduğu süreçlerdir. Buna göre; yaya trafiği yoğun İstiklal Caddesi’nde yer alan SALT Beyoğlu, sergi, konuşma, gösterim ve atölye gibi içeriklerle kurumun üretiminin kamuya sunulduğu mekândır. Bankalar Caddesi’nde çeşitli programlara uygun özelleşmiş mekânları ve Osmanlı Bankası Müzesi’ni barındıran SALT Galata’nın merkezindeyse arşiv ve yayın koleksiyonlarını bir araya getiren SALT Araştırma mevcuttur. Görsel pratikler, yapılı çevre, sosyal yaşam ve ekonomik tarih konuları ağırlıklı 100.000 yayınlık ihtisas kütüphanesi, Türkiye’de söz konusu alanlarda yerel ve uluslararası koleksiyonlara sahip halk kütüphanelerinin yokluğunu telafi eder. Osmanlı Bankası’nın tarihî gişelerinin yerini alan ve herkese açık olan kütüphane mekânı, yüksek lisans ve doktora öğrencileri ile akademisyenler ve bağımsız araştırmacıların kayıtlı giriş yapabildiği SALT Araştırma Ferit F. Şahenk Salonu ile tamamlanır. Türkiye ve ilişkili coğrafyalardan “Sanat”, “Mimarlık ve Tasarım”, “Kent, Toplum ve Ekonomi” başlıkları altında derlenen arşiv, 19. yüzyıl ortalarından 20. yüzyıl sonlarına uzanan döneme ait belleğin muhafaza edilmesi için işleyen bir araçtır.

Arşiv, ola ki zihinde durağan bir belge birikintisi çağrıştırıyorsa konuya hemen buradan devam edelim. Zira günümüz imkânlarında muhafaza etmek, tozlu raflarda bekletilen dosya yığınlarına bakıcılık yapmak anlamına gelmiyor. Çok sayıda kişi ve kurumun, özel veya resmî üretimleriyle ağırlandığı bir çevre kurmaya, onu dolaysız kullanıma açmaya ve daha da önemlisi geliştirerek sürdürmeye işaret ediyor. Burada bir yanda, yığınla fotoğraf, kartpostal, eskiz, plan, mimari çizim, harita, mektup, yazışma, davetiye, gazete kupürü, broşür ve benzeri dokümanın uzmanlar tarafından dijitalleştirilerek kayıt altına alındığı bir çalışmadan söz ediyoruz; diğer yanda, tümünün bir arayüz üzerinden erişime açıldığı çevrimiçi bir mekândan… Mevcut durumda 1.8 milyon belgeyi barındıran archives.saltresearch.org, yeni nesil bir kültür kurumunun web ortamında kullanıcı lehine nitelikli yer kaplamasına sağlıklı bir örnektir.

Kaynaklar
SALT, ulaşabildiği kaynakları dolaşımı kısıtlı tekil nesneler –örneğin sanat eserleri– yerine e-yayınlar ve arşiv koleksiyonları gibi kaynaklara dönüştürmeyi yeğleyen bir kurum. Üretimindeki çeşitlilik sebebiyle bunu tek amaç olarak savunmak yerinde olmaz. Ancak, bu ilke, başkalarının kullanımına her an doğrudan dâhil olma potansiyeli dolayısıyla “kalıcı” tabir edebileceklerimiz ile mekâna ve zamana bağlı olmasından ötürü “geçici” işler arasında sıkı bir denetleme mekanizmasını devreye alıyor.

Elbette bir kültür kurumunun işleyişinde, girdi ve çıktılarında kaynak olarak anılabilecekler muhtelif. SALT Araştırma’daki çevrimiçi arşiv koleksiyonlarının kapsam, önem ve niyetini aktarmışken bu çeşitliliği ve günümüz imkânlarını da onlar üzerinden değerlendirelim. Süregelen belge derleme, düzenleme ve incelemeye açma işi, her şeyden önce bir başvuru kaynağı yaratımıdır. Dijital içeriklere özgü çok sayıda ardışık adımdan oluşan süreçte türlü araç ve sistemlerden faydalanılıyor. Belgelerin izlendiği ortama dair kararlarda en belirleyici kriterler, kullanıcıya kolaylık ve çoklu olanak sağlamak. İçeriğin bireysel çalışmalar için Creative Commons lisansı kapsamında bedelsiz sunulduğu arşiv için yakın zamanda açık kaynak kodlu DSpace altyapısı üzerine geliştirilen yazılımda odak, etkin kullanıcı deneyimi yaratmaktı. İnteraktif arama ve görüntüleme şartlarını çoğaltan yeni arayüz, belgeler arasındaki ilişkileri belirginleştirerek disiplinler ve koleksiyonlar arası çapraz okumaları mümkün kılacak hâle geldi. Kurumun gereksinimleri doğrultusunda özelleştirmeleri içeren çalışmada kavramsal çerçeve ve tasarımın yanı sıra, yazılım ve veri taşıma işlerinin tümü SALT ekibi tarafından gerçekleştirildi. Bunun bir tercihle birlikte, ticari olarak sunulan yazılımların gelişim hızı ve özelleşme kapasitesi ile ücretlendirme politikalarında arasındaki orantısızlığa dayandığını belirtmek mümkün.

Meşakkatli arşiv çalışmasının kapsamlı şekilde örneklendirdiği üzere; 21. yüzyılda araştırmaya atıfta bulunan bir kültür kurumunda inceleme konusu olan disiplinlerin ötesine, bilgi teknolojilerine kadar varan uzmanlıklara ihtiyaç duyuluyor. Sosyal medya platformlarındaki aktivitelerinden program duyurularının bulunduğu web sitelerine, kültür kurumları dijital dünyanın gündelik üreticileri konumunda bulunuyor. Kamuya karşı sorumlulukları ve söz konusu tekrarlı etkinlikleri bağlamında, kaynakların tüketimi ve üretimi arasındaki gerilime dikkati çekmek lazım. Yüksek tempolu gündem akışında bir konum sağlamaya çalışan kurumlar, çağın baskın medyasına içerik sağlayıcı durumuna geldi. İlk etapta aktif oldukları sayısız platformu dönüştürme potansiyelinden çok, biteviye sundukları içeriklerle söz konusu mecraları konvansiyonel duyuru alanlarına çevirmekle ilgilendiler. Ardından, bireysel deneyimlerin kitlesel pazarlama için araçsallaştırması fikrine adapte olarak kullanıcılarını buna yönelttiler. Nihayetinde, hazır servislerden faydalanmanın kuralı, onları yöneten şirketlerin ticari kaygıları ve devletlerin hukuki regülasyonları arasında sık sık değişen yayın algoritmalarına hızla uyum göstermeye dönüştü.

SALT, özünde görselliğin egemen olduğu bu anlık etkileşim ortamları için sarf edilen mesaiyi “geçici” olmaktan çıkarmak üzere yayın politikasında, arşiv aracılığıyla başta Türkiye Cumhuriyeti ve Osmanlı İmparatorluğu tarihinden toplum, mimarlık ve sanat araştırmaları kapsamında özgünlük içeren kesitleri görünür kılacak bir tavrı benimsedi. Böyle bir uygulamanın, kurumun karşılıklı öğrenme vurgusuna doğrudan yanıt verdiğini örneklendirmek ne mutlu ki mümkün. Geçtiğimiz sene sosyal medya platformunda paylaşılan, Girit Vakıfları koleksiyonundan bir belgenin künyesi Antakya’dan bir takipçi sayesinde düzeltildi. Osmanlı Türkçesi el yazısı metni adaya dair bir veri ışığında yorumlayan takipçi, bilgisini cömertçe sunarak esasta bu içerikten faydalanan araştırmacılara katkıda bulundu. Bu anı, SALT Araştırma’da bulunan ve orijinali çok sayıda dilde yazılı içeriğin tasniflenmesinde gereken uzmanlıkların yalnızca kurum bünyesinden karşılanamayacağı durumlara da işaret ediyor. O hâlde kaynakları çoğaltmanın akıllı yollarına bakmalıyız.

Ortaklıklar
Öğrenmeyi sürdürebilmenin ön koşulu, bildiklerinizin sınırlılığına fikren açık olmak. SALT özelinde bütün üretimle özdeş olan bu yaklaşım, sabit tanışıklıklardan ziyade, öğrenme merakı temelinde her an tazelenen bir ilişkiler ağı tarif ediyor. İlk adımda ekip bünyesindeki çoklu bilgi alanı ve tecrübeden beslenerek meydana çıkan sorular, dışarıdan kişi, inisiyatif ve kurumların konuyla ilgili dağarcığını bünyesine katarak yeni çıktılara dönüşüyor.

Burada bir parantez açıp birkaç moda kavramı mercek altına almak iyi olacak. Sonuç üründen başlayarak takvimler belirleyen ve yönetim şemaları tasarlayan aşırı akılcı planlamanın gerçekle örtüşmediğine topluca şahitlik edildiği bir dönemdeyiz. Sürecin önemine vurgu yapan, onun çevik bir şekilde yönetilmesine değer atfeden yapısal adımlar idrak ediliyor. Söz konusu SALT gibi, bugünden geçmişe veya geleceğe yönelen soruları meseleleştiren bir kurum olduğunda, yakından takip edilecek kriterlerin başında fiziksel veya ideolojik bir sonuca odaklanmama kararı geliyor. Nihai ürünlere bakarak örneklersek; herhangi bir sergi fikrinin kapsamlı bir araştırmayı var etmesindense, kurum bünyesinde seslendirilen bir soru kapsamlı bir araştırma üzerinden bir sergiyi, bir yayın, bir konuşma ve/veya gösterim programını var ediyor. Buradaki hassasiyet planlamaya değil, merakın normal akışına ayak uyduracak bir esnekliğe dayanmayı gerektiriyor. Çünkü soruşturan bir kültür kurumu, ürün pahasına hareket etmek durumundadır. Sürecin kıymetinin yükseltilmesiyse, sonucun niteliğinden ödün vermeyi meşru kılmaz. Haftalık, aylık, yıllık terminlere karşın kararlılıkla sürdürülen bu tutum, kurumun kapasitesine, reflekslerine ve ısrarcı olduğu esas kaliteye sırtını vererek risk almasıdır. Mevcut vakalar, neticesi olağan rotasıyla beliren çok sayıda projeyi içerir.

Son birkaç paragraf, kültür kurumlarının olağan sistemlerin takipçisi olmaktan başka türlü konumlanmasındaki hayatiyete işaret etti. Bilgi ve uygulama alanlarında hemen el altındakinin ötesinde öneriler geliştirme niyeti, her daim soruşturma ve öğrenme kapasitesini artırma ihtimaliyle kesişiyor. Refik Anadol’un SALT bünyesindeki arşive yeni bir bakış açısıyla yaklaştığı Arşiv Rüyası (SALT Galata, 2017) işi, bunun belirgin ve bilinen bir örneği. Bu medya enstalasyonunda, o tarihte SALT Araştırma’da dijital erişimde olan 1.700.000’i aşkın belge, özelliklerine göre makine zekâsıyla sınıflandırılıyor ve yüksek işlemci gücüne sahip yapay zekâ ve makine öğrenimi algoritmalarıyla görsel bir okumaya tabi tutuluyordu. Arşivdeki verinin, fiziksel veya çevrimiçi dünyadaki algımız dışında kalan nitelik ve ilişkilerine vâkıf olabilmenin yollarını sorgulayan kurum ile sanatçı arasındaki bu sohbet, Anadol’un Google Artists and Machine Intelligence [Google Sanatçılar ve Makine Zekâsı] programındaki misafirliği döneminde gelişerek oradaki benzersiz olanakların katkısıyla sergideki sunumla sonuçlandı.

Arşiv Rüyası, büyükçe veri setlerinin makine zekâsıyla görselleştirilerek sanat ürününe dönüştürüldüğü sayısız örnekten sadece biriydi. Ancak, etkisi bakımından ele alındığında, yeni nesil bir gösteriye bürünen yüzeyin ötesinde, SALT’ın mevcut arşivleme pratiklerine yönelik sorgulamasında kapılar aralayan bir öneriydi aynı zamanda. İçeriğin kullanıcı etkileşimiyle birbirinden farklı konfigürasyonlarda mekânsallaştığı enstalasyon, belgeler arasındaki beklenmedik ilişkileri görünür kılmasıyla verinin asıl düzenleyicisi olan arşiv ekibinin dahi bilgisini pekiştirecek becerideydi zira.

Çok ortaklı bu deneyin ufuk açıcı teklifleri ile kullanım kolaylığına dair bilinç, kurumun temel meselesi olan nitelikli araştırmalara kaynak oluşturma uğraşıyla birleşerek yeni süreçlere vesile oluyor. SALT ve Kadir Has Üniversitesi’nin, karşılıklı öğrenmeyi teşvik eden iş birliği protokolü kapsamında başlattığı İstanbul Ansiklopedisi Arşivi çalışması bunların başında sayılmalı. Üç yıla yayılacak ortaklıkta, tarihçi ve romancı Reşad Ekrem Koçu’nun (1905-1975) İstanbul Ansiklopedisi‘nin basılı ciltleri ve yarım kalmış yayına dair binlerce muhtelif belge, dijital ortama aktarılarak erişime açılacak.

Koçu’nun, İstanbul’un “muazzam kütüğü”nü oluşturmak üzere 1944’te başladığı ve 1973’e dek sürdürdüğü çalışmada, sokaklardan mimari yapılara, mühim ya da alelade şahıslardan şehrin âdetlerine, tarihî olaylardan şehir efsanelerine nice konu ele alınır. Dönemin değerli tarihçi, edebiyatçı, akademisyen ve sanatçılarının katkıda bulunduğu İstanbul Ansiklopedisi, ancak G harfine kadar basılabilmiş, geri kalanına ait belgeler ise hep bir merak konusu olmuştur. Kadir Has Üniversitesi’nin 2018’de devraldığı, 30.000’in üzerinde belgeden oluşan İstanbul Ansiklopedisi Arşivi, Koçu’nun gelecek ciltler için derlediği malzeme ile şahsi kütüphanesinden 1460 yayını içeriyor. SALT’ın katılımıyla geliştirilen proje kapsamında içerik, her iki kurumdaki mevcut arşiv yazılımlarından bağımsız özel bir arayüzde çevrimiçi erişime sunulacak. Uzun soluklu bir ortaklıkta farklı bilgi birikimlerinin birleşmesi sayesinde, çok çeşitli disiplinlerden araştırmacıların yanı sıra tüm İstanbul düşkünlerinin işine yarayacak kapsamlı bir kaynak kullanıma açılacak. Araştırmanın hayati bir yönü, güncel dijital teknolojilerin yalnızca görselleştirme değil, tasnifleme işinde de kullanılmasına yönelik alıştırmalara odaklanıyor. Digilogue’un desteğiyle sürdürülen araştırma kısmı, İstanbul Ansiklopedisi odağında irdelenen bu mesele üzerinden çok katılımlı yapıların etkin kılınmasını sağlıyor. Özgün projede, alanlarında yetkin ekiplerce ortaya konan değer kadar çok disiplinli bilgi transferlerine vurgu yapmak gerekli. Arşiv Rüyası‘ndan edinilen deneyimin, içeriğin kurumlar adına ileri bir öğrenme aracı olarak hayal edilmesini mümkün kıldığını söylemek mümkün pekâlâ.

Tutum ve Özen
Sekiz yılı aşan varoluşunun genel eğilimler ile tekil vakalar arasında bahsedildiği bu yazıda, SALT’ın özenli, tutarlı, ilkeli ve bir o kadar da kıvrak, deneysel ve değişime açık yapısına ışık tutmak amaçlandı. Fiziksel ve dijital mekânlardaki bütün içerik ve olanakların ücretsiz olarak sunulduğu SALT, bugün genç kuşağın giderek daha yoğun olarak kullandığı bir altyapı kurumu ve başvuru merkezi konumunda bulunuyor. Bu mekânlar, aynı zamanda, Türkiye’nin parçası olduğu coğrafyalar ile uzandığı geçmiş ve geleceklere dair çoklu anlatılara muhtelif biçimlerde aracılık ediyor. Ancak, burada kritik olan husus, söz konusu üretimin muğlak ve uzak bir kamu temsiliyetinde değerlendirilmediği, gerçek hayatta samimiyetle işlediği, işlendiği bir yer kurmaktır. Tutumun ve özenin belirleyiciliği en çok bu bağlamda keskinleşiyor. Nitelikli süreçlerin araştırma ve sorgulamaya dayandığı bir ortamda yapıcı münazaralara olanak tanıyan, kapsayıcı bir zemin sağlamak; kullanıcıları katılım, eleştirellik ve etkileşime teşvik ederek karşılıklı sohbetleri çoğaltmak işin aslını oluşturuyor.
PAYLAŞ