Yenilikçi Sanat Arayışında Bir "Serbest Kürsü": Yeditepe Dergisi (1950-1960)

Büşra Sokur

15 Mart 2024

Kapak Gorseli Korolas Bedri Rahmi Eyuboglu Yeditepe Dergisi 15 Ocak 1951 Say16 Bedri Rahmi Eyüboğlu, “Körolası”, <i>Yeditepe Dergisi</i>, Sayı: 16, 15 Ocak 1951
Bedri Rahmi Eyüboğlu, “Körolası”, Yeditepe Dergisi, Sayı: 16, 15 Ocak 1951
2023 yılında Salt Araştırma Fonları’yla desteklenen araştırmasını kaleme alan Büşra Sokur, “Yeditepe Dergisi”nin ilk on yılı (1950-1960) odağında dönemin ressam-edebiyatçı birliktelikleri ile kolektif düşünce ortamını değerlendirdi.

İlk sayısı 1 Nisan 1950’de yayımlanan Yeditepe Dergisi, boyutları, sayfa sayısı, tasarımı ve yayın aralığı değişkenlik göstermiş olmakla birlikte 1974-1979 yıllarında verdiği ara hariç 1984’e kadar yayın hayatına devam eder ve toplam 454 sayıya ulaşır. Hüsamettin Bozok’un kurucusu olduğu dergi, çok sayıda edebiyat eserinin ilk baskısını yapan Yeditepe Yayınları ve Yeditepe Şiir Armağanı ile birlikte Türkiye’de edebiyat ve sanat dünyasının gelişiminde etkin ve belirleyici bir rol oynar.

1950’ler

Derginin faaliyete geçtiği 1950’li yıllar, hem dünyada hem de Türkiye’de sosyal ve siyasi değişimlerin yoğun olduğu bir dönemdir. Türkiye’de savaş sonrasında çok partili hayata geçilmiş; 14 Mayıs 1950’de yapılan seçimler sonucunda Cumhuriyet Halk Partisi, Cumhuriyet’in ilanından beri süregelen iktidarını Demokrat Parti’ye devretmiştir. DP iktidarının 1950’lere damga vuran politikalarının, toplumsal ve kültürel yaşamı etkileyen önemli sonuçları olmuştur. Halkevlerinin kapatılması, basını sıkı kontrol altına alan ve basın suçlarına yönelik cezaları yükselten Basın Kanunu’nun yürürlüğe girmesi, 6-7 Eylül 1955’te başta Rumlar olmak üzere azınlıklara yönelik yağma olaylarının yaşanması bunlardan sadece birkaçıdır.

Bununla birlikte, savaş sonrası biçimlenen “özgür” dünyaya eklemlenme eğilimi de Türkiye’de toplumsal ve kültürel bir karşılık bulmaktadır. 1950’ye kadar devletin etkin rol oynadığı sanat ve kültür ortamında da kaçınılmaz değişimler söz konusu olmuş; Demokrat Parti iktidarı döneminde devletin sanat ortamındaki etkinliği azalmaya başlamıştır. Devlet-sanat ilişkisindeki bu değişimin yanı sıra Avrupa ve ABD’de yaygınlaşan yenilikçi sanat anlayışlarının da etkisiyle, Türkiye’de sanatta bireyselleşme eğilimi ve yenilikçi yaklaşımların filizlendiği bir ortam baş gösterir. Resimde non-figüratif soyut yaklaşımın ilk örneklerini gördüğümüz 1950’li yılların ortalarında, edebiyat alanında İkinci Yeni şiiri ortaya çıkar. Her iki disiplinde de anlatım olanakları açısından birtakım benzerlikler söz konusudur: Anlatımdan ziyade çağrışıma dayanan bir yaklaşım ile biçimsel kalıpların dışına çıkma ve bireysellik arayışı.

Elbette yenilikçi sanat anlayışında siyasi ve toplumsal olaylar kadar süregelen bir sanat geleneğinin de etkisi vardır. Birinci Dünya Savaşı öncesinde Kübizm dış dünyaya bağlı gerçekliği, resimsel bir gerçeklik doğrultusunda figür/nesne ve mekân bütünlüğünün parçalanmasını öngören bir yaklaşımla yeniden ele alır. Dış dünyaya bağlı gerçeklikle büyük ölçüde bağlarını koparan non-figüratif resim dili öne çıkar. Bu dönemde gelişen tüm yenilikçi sanat yaklaşımları, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra biçimlenen “özgür” dünyada yeni bir heyecan yaratarak olgunlaşır ve bir senteze uğrar. Resim sanatında non-figüratif soyut anlayış, edebiyatta ise sürrealizm ile bireyselliği ön plana çıkaran varoluşçuluk yaygınlaşmaya başlar.

Türkiye’de bir yandan savaş sonrası Batı dünyasıyla özellikle Paris üzerinden bağlantı kurulan sanatsal gelişmeler, diğer yandan köy yaşamına odaklanan bir sanatsal dil her iki alanda da karşılığını bulur. Figür/nesne ve mekân bütünlüğünün parçalanması, soyut dil, rastlantısallık, anlamdan bağımsız çağrışımcı tutum, bilinçaltının önem kazandığı sanat anlayışı yenilikçi yaklaşımlar olarak temsil edilir ve her zaman yeniye açık olan Yeditepe Dergisi‘nde haber, eleştiri, tartışma yazılarının odağında yer alır. Diğer taraftan Mahmut Makal’ın 1950’de yayımlanan Bizim Köy adlı romanı da büyük yankı uyandırmış; köy yaşamı ve sorunlarını anlatan resimleriyle dikkat çeken İbrahim Balaban’ın 1953 yılındaki ilk sergisi Yeditepe Dergisi de dâhil olmak üzere pek çok yayın organında beğeniyle karşılanmıştır.

Yeditepe Dergisi‘nin Dönem İçindeki Konumu

İstanbul’un merkezinde yer aldığı Türkiye sanat ortamında Yeditepe Dergisi, ismini de şekillendiren yedi farklı sanat alanının birlikteliğine dikkat çeker. Edebiyat öncelikli olmakla birlikte dergide tiyatro, müzik, opera ve bale, sinema, heykel, resim gibi sanat disiplinleri üzerine haber, eleştiri, tartışma, yorum, çeviri, röportaj, şiir, öykü, desen ve karikatürlere yer verilir. Hüsamettin Bozok’un çok yönlü kimliği bu anlamda belirleyicidir ve bu çeşitliliğin bir sonucu olarak dergi bünyesindeki yazar sayısı oldukça fazladır.

Tasarımlarıyla derginin vazgeçilmez isimlerinden Agop Arad, dönemin en önemli kalemlerinden Fikret Adil, fotoğrafçı kimliğiyle bilinen ancak dergiye senelerce yurt dışı mektuplarıyla katkı sağlayan Lüfti Özkök, derginin daimî isimleri arasında sıralanabilir. Resim ve edebiyat odağında öne çıkan Bedri Rahmi Eyüboğlu, İlhan Berk, Metin Eloğlu gibi ressam/şair ya da şair/ressamlar, Nurullah Berk, Cemal Tollu, Nuri İyem gibi resim üzerine yazan sanatçılar, Fikret Adil, Memet Fuat, Ahmet Köksal gibi eleştirmenler ile Behçet Necatigil, Oktay Rifat, Orhan Kemal, Turgut Uyar, Cemal Süreya, Edip Cansever, Can Yücel gibi şair ve öykücüler Yeditepe’nin dünyasına dâhil olmuş isimlerden bazılarıdır.

Dergi, gerek siyasetten uzaklığı gerekse belirli bir kesime hitap etmesi üzerinden zaman zaman eleştirilere maruz kalır. Kurucu Hüsamettin Bozok, bu eleştirileri de dergide yayımlar ve derginin bir sonraki sayısında eleştirileri yanıtlar. Yeditepe Dergisi‘nin halka rağmen bir elit gazetesi değil, halk için bir elit gazete olduğunu ifade eden Bozok, dergiyi şöyle tanımlar: “Bizlerin halka inmediğimizi, halkın anlamadığı acayip şiirler, resimler bastığımızı, İstanbul’un merkez ittihaz ederek belli başlı bir elit zümresine hitap ettiğimizi yazıyorsunuz. İlk önce bir prensip kararı üzerine anlaşmalıyız. ‘Yeditepe’ az okumuş[a] hitap eden, popüler bir gazete değildir. Aydın kişileri kendine okuyucu etmek isteyen, onların zevklerini okşayarak ruh seviyelerini yükseltmek hedefini güden bir gazetedir. Ancak burada çok hassas bir noktaya gelmiş bulunuyoruz. Gazetemiz kara cahil veya az okur yazar halkı doğrudan doğruya aydınlatmak hedefini güden bir gazete değildir.”1

Ancak bu konuya ayrı bir parantez açmakta fayda var; dergi İstanbul odaklı olduğu ve belirli bir zümreye hitap ettiği konusunda eleştirilse de aksi yöndeki çabaları Bozok’un, derginin özellikle taşrada yaşayan edebiyat öğretmenlerine ulaştırılması konusundaki hassasiyetinde ya da dergide yayımlanan bazı yazılarda gözlemleyebiliyoruz. Örneğin 1 Haziran 1956 tarihli 108. sayı itibarıyla, yurdun dört bucağında çıkan kültür ve sanat yayınlarından söz açan bir köşeye yer verilir. “Dergiler” başlıklı bu köşede, bir dönem Galatarasay Lisesi’nde edebiyat öğretmeni olan Tahir Alangu’nun yazılarını ve ele alınan dergilerin kurucularına önerilerini görmek mümkün.

İstanbul fikir ve sanat merkezi olma özelliğini sürdürse de, taşrada politika gazetelerinden başka hiçbir basılı yayının çıkarılmadığı ücra köşelerden gelen sanat dergilerinin varlığı, Cumhuriyet’in sanat ve kültürü coğrafyanın her yerine ve toplumun her kesimine yayma ideolojisinin getirisi olan Köy Enstitüleri ile Halkevleri’nin yarattığı dinamiklerin bir yansıması olarak değerlendirilebilir.

1950’li Yıllarda Resim ve Edebiyat Birlikteliği Üzerine

Dönemin öne çıkan gelişmelerinden biri de özellikle İstanbul merkezli bir grup düşünce insanının birlikteliğidir. Büyük ölçüde ressam ve edebiyatçı dostluklarının oluşturduğu bu birlikteliğin yansımaları Yeditepe Dergisi‘nde görülebilir. Dergi, pek çok ressama, yazara, şaire alan açmış; gününün sanatını desteklemiştir. Maya Sanat Galerisi ve Küçük Galeri ile gerçekleştirilen iş birlikleri bu bağlamda kayda değer bir örnektir. Küçük Galeri, Yeditepe Dergisi‘ne önemli katkılar sağlayan ressam Fethi Karakaş’ın açmış olduğu bir sanat galerisidir. Dergide haber ve reklamını görebileceğimiz bu galeri, aynı zamanda Yeditepe Dergisi ile yayınlarının temin edilebileceği bir mekân olarak dikkat çeker. Maya Sanat Galerisi’nde gerçekleşen hemen hemen tüm sergilere dair yazıları da Yeditepe’de görmek mümkündür. Ayrıca galerinin sahibi Adalet Cimcoz, uzun yıllar dergi bünyesinde özellikle tiyatro ağırlıklı birçok yazı yayımlar.

Resim ve edebiyat alanından isimlerin birbiriyle kurdukları bu ilişki ağı, paylaşılan ortak mekân ve mecraların haricinde üretilen kolektif işlerle de dönemi tanımlamada ayrı bir öneme sahiptir. Özellikle Yeditepe Yayınları tarafından çıkarılan kitaplarda yoğun olarak karşılaşılan kitap resimleme, şiirde de kullanılır. Dergi bünyesinde yayımlanan çoğu şiirin, kimi zaman şairin kendisi tarafından, kimi zaman da başka bir ressam tarafından resmedildiğini görmek mümkün. Yine bu dönemde yapılan ve günümüzde pek de örneğine rastlamadığımız resimli şiir sergileri bu ilişki bağlamında önemlidir. Nevzat Üstün ve Sabri Altınel’in şiirlerini görselleştiren İvi Stangali, şiir resimlemede önemli figürlerdendir. Behçet Necatigil’in Yeditepe Yayınları’ndan çıkan şiir kitabı Evler, Fethi Karakaş tarafından resimlenmiş ve sergisi Küçük Galeri’de açılmıştır. Karakaş’ın başta Fransız Konsolosluğu olmak üzere farklı mekânlarda birçok şiirli resim sergisi açtığı görülür.

Gorsel 2 Metin Eloğlu, “Horozdan Korkan Oğlan”, <i>Yeditepe Dergisi</i>, Sayı: Yeni Seri 1, 1-15 Nisan 195
Metin Eloğlu, “Horozdan Korkan Oğlan”, Yeditepe Dergisi, Sayı: Yeni Seri 1, 1-15 Nisan 195


“Serbest Kürsü”

Derginin, dönemin düşünce insanları için özgür bir ifade alanı oluşturmasını Hüsamettin Bozok şu sözlerle anlatır: “Yeditepe hiçbir zaman okul olmadı ama yüzü Batı’ya dönük, yenilikçi, avangard bir sanattan yana oldu. Serbest bir kürsü gibiydi. Üç beş kişi sayabilirsiniz Yeditepe’de imzasına rastlanmayan. İkinci Yeni’nin ağırlık merkezi de Yeditepe’ydi.”2 Derginin “serbest kürsü” misyonunu yerine getirmiş olması, sanatın farklı disiplinlerindeki gelişmelerin ve tartışmaların izini sürme imkânı da tanır. Derginin yarattığı özgür alana dâhil olan isimler bu çok yönlü ve disiplinlerarası yayın kimliğinden beslenmiş; gelişimine katkıda bulunmuştur. Örneğin Bedri Rahmi Eyüboğlu, bir sayıda şair kimliğiyle yer alırken takip eden sayıda “Çıplak Modeller Üzerine” başlıklı yazısıyla Akademi’de yaşanan canlı model tartışmalarının nabzını tutar, başka bir sayıda ise çizimleriyle yer alır. Nurullah Berk’in, soyut sanat tartışmaları ve desen anlayışı üzerine yoğunlaşan yazılarının yanı sıra farklı sayılarda eskiz ve resimleriyle de yer almış olması dergideki rolünün çeşitliliğini ortaya koyar. Derginin uzun süreli yayın hayatının eşlikçisi olan Metin Eloğlu da gerek şiirleriyle gerekse dönemin non-figüratif sanat tartışmalarına dair eleştiri yazıları ve mahlas kullanarak yazdığı sergi eleştirileriyle katkıda bulunur.

Bahsi geçen yıllarda iki farklı sanat disiplininde; resimde ve edebiyatta, yeni anlayışların kayda değer bir temsiliyet ve etki alanı yarattığı söylenebilir. Resimde güçlü bir soyutlama ve non-figüratif yaklaşım, şiirde ise İkinci Yeni’nin çağrışımcı ve biçim bozmacı dili, farklı tartışmaları beraberinde getirir. Tartışma içeriklerinin belirli noktalarda birleştiğini, belirli noktalarda ayrıştığını; genel olarak da biri yazınsal, diğeri görsel iki sanat disiplininin farklı anlatım biçimlerinden kaynaklanan temel ayrımlara odaklandığını gözlemlemek mümkün.

Yeditepe Dergisi‘nin çok sesliliği, yenilikçi sanatı merkeze alan tartışmalardan örneklerle daha anlaşılır kılınabilir. Bu tartışmalarda öncelikle, yenilikçi sanatı savunanlar ile karşı duranları ayırmak ve örnekleri bu anlamda çeşitlendirmekte fayda var. Örneğin tartışmaların odağında olan isimlerden Oktay Rifat, “Yeni Şiir Görüntüleri” başlıklı yazısında yenilikçi sanatı şiir ve resim ilişkisi üzerinden ele alarak her iki sanatın ortaklıklarından bahseder. Başlangıçta resmin de şiirin de gerçeği kopya ettiğini, ancak zamanla değişerek başka gerçeklikler kurduklarını ifade eder ve bunu Mehmet Akif’in dizelerinden yola çıkarak örneklendirir:

Vapur yanaştı mı
Çoktan
Demek ki köprüdeyiz
Aman şu yolcular insin
Fakat bilir misiniz?
Yadırgıyor insan o eski tekneleri

Bu dizelerle gözümüzün önünde canlanan görüntünün tıpkı bir fotoğraf gibi olduğunu ifade eden Oktay Rifat, “ha Şevket Dağ’ın resmi ha Mehmet Akif’in şiiri” diyerek şiirle resim arasında bir ortaklık kurar. Orhan Veli ile Bedri Rahmi’yi yan yana getirerek, “birinin elinde kilimleri, ötekinin elinde halkın deyimleri, görüntüleri var. […] Bana kalırsa yeni şiir görüntüsü, tıpkı yeni resim görüntüsü gibi gerçeği yeniden kurma, başka bir deyimle yeni bir sanat gerçeği kurma çabasından doğuyor, bugünün sanatı artık tasvirci değil terkipçidir”3 yorumunu yapar. Bu sayede sanatı daha iyi anladığımızı ve sanatın yeni anlamlarla zenginleştiğini belirterek şiir ve resimdeki yeni yaklaşımları destekler. İlhan Berk de sanatın yenileşme arayışıyla yaşadığı dönüşümleri destekleyen isimlerdendir. Yeni şiirin bir ağızdan koro gibi söylenen şarkı olmaktan çıktığını ve böylece kendi kişiliğini kazandığını iddia eder. Sanatta daha bireysel ifade yöntemlerine nasıl varıldığını dönemsel örneklerle anlatır ve ekler: “Yeni bir şiir dili yaratmanın bir yönü de şiiri bir düşüne bir kurama göre kurma ile ilgili. Bu da daha çok anlam ötesi, us dışı, gerçeküstü anlayışıdır.”4

Suut Kemal Yetkin ise özellikle şiirdeki yenileşme çabalarına karşı çıkan isimler arasındadır. Bu yeni anlatımın non-figüratif resimde malzeme olanaklarından dolayı mümkün olabileceğini, ama şiirde anlamın yok sayılmasının, şiirin özüne aykırı olduğunu savunur. Benzer şekilde Ahmet Köksal da, “geometrik biçimlerden, resme ait öğelerden yola çıkan, bunları kelime aracıyla şiirde uygulamak isteyen, insanı anlatmayan, anlatacak bir şeyi olmayan kısacası anlam dışı soyut bir güzellik bileşimi kurmak isteyen” diye tanımladığı yeni şiirin nasıl bir eğitim aracı olabileceğini tartışır. Yeditepe’de yer alan şiir odaklı tartışmalarda resimdeki üslupsal değişimlere de atıf yapılmış olması, yenilikçi sanat anlayışı bağlamında iki disiplin arasındaki ortaklık ve ayrılıklara işaret etmektedir.

Bununla birlikte, resim alanındaki yazıların daha çok kendi disiplin sınırları içinde kaldığını; şiir alanındaki gelişmelerle bir ortaklık ya da farklılık kurulmadan tartışıldığını söylemek yanlış olmaz. Vedat Türkkan, Nuri İyem’in 1957 yılında Şehir Galerisi’nde non-figüratif eserlerini sunduğu sergisini incelediği yazısında, bir nesnenin resmini yapmakla resim yapmanın farklı şeyler olduğunu, meseleyi sanatçıya ve onun yaratıcılığına bırakmak gerektiğini savunur. Bir nesnenin veya gerçekliğin olduğu gibi resmedilmesinin kopyacılıktan öteye geçmeyeceğini ileri sürer. Aynı yıllarda dergi bünyesinde non-figüratif resim üzerine bir dizi yazı yayımlayan İyem, non-figüratif resmin bahsedildiği kadar kolay olmadığına, anlamasının ve icrasının uzun yıllar alacağına değinir. Öte yandan, bu yaklaşımı şiir üzerinde denemenin geçerliliğini kabul etmez. Metin Eloğlu ve Memet Fuat ise Nuri İyem’e cevap niteliğinde bir yazı kaleme alarak non-figüratif resmin asla ilerici bir resim olamayacağını, bu anlatımın toplumda karşılık bulmadığını ifade eder.

Tüm bu tartışmaların üzerine Arif Damar, o güne kadar özellikle İkinci Yeni şiiri ile non-figüratif resmin halktan kopuk olması, anlaşılmadığı için fazla bireysel bulunması ve bunun topluma bir fayda sağlamayacağı konusundaki eleştirilere cevaben “Irak Çağrışım” başlıklı bir yazı yayımlar. 1959 tarihli bu yazıda, izleyicinin kalıplaşmış olanı, daha önce görmüş olduğu şeyleri görmek istediğini, ancak “uzak çağrışımlar, ırak çağrışımlar” yoluyla yeni anlamlar üretmenin bireyi geliştirdiğini belirtir. Dolayısıyla yeni sanatın toplumu birey üzerinden geliştiren; bireyin farklı düşüncelere ve yeniliklere açık olmaya yönelik bir çabayla kendini geliştirmesini sağlayan bir yönü olduğunu vurgular.

Yukarıda verilen örneklerden çok daha fazlası dergi bünyesinde uzun süre yer edinmiştir. 1950’lerin yenilikçi çıkışlarına dair tartışmalara alan açan Yeditepe, edebiyat alanında İkinci Yeni şiiri, resim alanında da non-figüratif anlayışı farklı boyutlarıyla anlamaya çalışmış, sorgulamış ve yorumlamıştır. Özetle soyut/somut, bireysel/toplumsal, biçim/içerik, özgür/güdümlü sanat tartışmalarının yapıldığı, sanat olaylarının değerlendirildiği ve eleştirinin kişisel değil entelektüel bir bağlamda sürdürüldüğü bir “serbest kürsü” olarak Yeditepe Dergisi, dönemin önemli siyasi ve toplumsal tartışmalarının dışında kalmakla birlikte sanatsal açıdan bugüne dek benzeri olmayan bir mecra oluşturmuştur.

- - -

Büşra Sokur, lisansını İstanbul Kültür Üniversitesi Sanat Yönetimi Bölümü’nde, yüksek lisansını aynı üniversitenin Sanat Yönetimi Programı’nda “Türkiye’de Kadın Heykeltıraşlar 1900-1950” başlıklı teziyle tamamladı. 2020 yılından bu yana İstanbul Aydın Üniversitesi Sanat ve Kültür Yönetimi Bölümü’nde araştırma görevlisi olarak çalışmakta, Yıldız Teknik Üniversitesi Sanat ve Tasarım Doktora Programı’nda eğitimine devam etmektedir.
  • 1.
    Hüsamettin Bozok, "Ciddi Yayınlar Niçin Yaşamıyor?", Yeditepe Dergisi, Sayı: 2, 1 Temmuz 1951, s. 5.
  • 2.
    Hüsamettin Bozok'tan akt. Erdal Doğan, "1950'den 1984'e Yeditepe", TYS Edebiyat, Sayı: 8, 1994, ss. 28-29.
  • 3.
    Oktay Rifat, "Yeni Şiir Görüntüleri", Yeditepe Dergisi, Sayı: 123, 15 Ocak 1957, s. 3.
  • 4.
    İlhan Berk, "Şiir Dili", Yeditepe Dergisi, Sayı: 125, 15 Şubat 1957, s. 1.
PAYLAŞ