Bülent Şangar: Yaşamın belli dönemlerine tekabül eden jestler*

AYDAN MURTEZAOĞLU

June 1, 2018

Devamllk Hatas 15052018 002 1 <i>Devamlılık Hatası</i>, SALT Beyoğlu, Mayıs 2018
Fotoğraf: Mustafa Hazneci
Devamlılık Hatası, SALT Beyoğlu, Mayıs 2018
Fotoğraf: Mustafa Hazneci
“Din şehit ister. Asuman kurban,”1 oysa bildiğim kadarıyla Bülent’i kan tutar, dahası o ölümden korkar. Yine de Urart’taki sergisini, ona ve işlerine aşina olmanın verdiği güvenle değil de; hafiyesi bir merakla yeniden izlemek niyetindeyim. Bizler zaten iş icabı, üzerimize vazife olmadığı halde, kendi gerçekliğini bulmak uğruna yine ‘kendimizin’ gönüllü takipçileri değil miyiz? Fakat kodlanmış ortamlardaki bu yeni konumlarında, Bülent Şangar’ın kimliğini belirleme kaygısı, onu takip edeni de aynı konumda benzer bir sürece sokmakta. Nitekim böyle bir etkileşim içinde onunla karşılaşıyoruz ve bakışımızı birbirimizde sabitleştiriyoruz. Birazdan ortak hafızamızı kurcalayıp kurgulayacağız. Kulaklarımızda Max von Sydow’un telkini ile saymaya başlıyoruz:2, Yönetmen: Lars von Trier, 1991]

Taksim’deyiz. Şehrin bu uluorta yerine konu mankeni olarak çağrılmışız. Serigrafi ile istiflenmiş olmamıza rağmen, her zamanki halimizle, istifimizi bozmadan oturuyoruz. Meydan sessiz, hatta hareketsiz. Belki de gizlice, çocukluğumuzdan beri duyduğumuz toplantılardan birine hazırlanıyordur. Müdavimleri, bir taraf olmanın gururu ve kararlılığıyla anlatırlar: Askerler, siviller, inananlar, inançsızlar, ölüler, diriler, neler neler… Bizse, bîtaraf olmanın çekingenliğiyle mânâ ve ehemmiyet bakımından sıradan bir günde meydana gelişimizin sağlamasını gizlice yapıyoruz. Fakat Tünel’e gidip gelmekten sıkılan vatman, bir yandan bizimle aynı fikirde olmayışının siniri ve sosyal yaşamı iyileştirmenin neoplanlarını yaparak, diğer yandan meydanın mahremiyetini koruma gerekçesiyle üzerimize doğru gelmekte…

Bu muhtemel tehlikeler karşısında bedenimizin, kişiliğimizin, kimliğimizin ve üzerimizde taşıyıp da deklare etmemiz gereken her şeyin emniyetini en iyi yine kendimizin sağlayabileceği görüşünde hemfikir oluyoruz. Bu kararlılığıyla biraz da havaya giren evlat, arkadaş, vatandaş Bülent Şangar, yaşamının belli dönemlerine tekabül eden jest ve mimikleri abartılı bir şekilde kullanarak yürümeye başlar. Anıttakilere önce “merhaba!” sonra “nassınız?” der ‘ve bizi böylece, anlıksal yollardan var olan şeylerin göstergelerini yeniden keşfetmeye sürükler’.3 Meydan ise, daha sonra, protokol icabı onu kendisine açılan yollara taksim edecektir.

İnandığımız bir yolun ortasında inancımızın güvenliğini tartışıyoruz. Önce sağa sonra sola sonra yine oturup birbirimize bakıyoruz. Tartışma büyüyor. Anlaşamıyoruz. Sen başını alıp gidiyorsun.

Yaya kalışının ezikliğini sana hissettirmeyen geçitte, yolunu sahiplenmenin gururuyla oturuyorsun. Şoför gayri ihtiyari bir sinirle yolu sana kaptırmamanın yollarını arıyor. Ortam gergin. Kendinle kalmanın seni yatıştırabileceğini düşünüyorum. Kimbilir, belki daha sonra biyografini bile yazabilirsin orada.

Seni çok seven babanı hatırlıyorsun. Sana sahip olmak için gizlice adak bile yapmış olabilir. İmanla mantığın, korku ile cesaretin yüreğinizde çelişkiyle yer değiştirdiğini izliyorsunuz. Sınanıyorsunuz. Tam yaşamın bu hem kutsal hem de sıradan düzenine montajlanıyorken; bir uçtan diğerine aynı yolculuğu yapmaktan sıkılan kaptanın sert bir darbesiyle kıyıya yanaşıyoruz ve uyanıyoruz.


*Bu yazı, Bülent Şangar’ın 5 Ocak-2 Şubat 1995 tarihlerinde Urart Sanat Galerisi’nde gerçekleştirilen kişisel sergisi kapsamında Anons Plastik Sanatlar dergisinin 46. sayısında (Ocak 1995) yayımlanmıştır.

Yazının orijinaline sadık kalınmıştır.
  • 1.
    Tevfik Fikret, "Tarih-î Kadîm" (Eski Tarih), Nutuk, Rübâb-ı Şikeste, s. 16, İnkilap ve Aka Kitabevi, 1973
  • 2.
    Max von Sydow, İsveçli sinema ve tiyatro oyuncusu, Europa [Avrupa
  • 3.
    Antonin Artaud, Tiyatro ve İkizi, Çev. Bahadır Gülmez, Yapı Kredi Yayınları, 1993, s. 55.
Share