Gülsün Karamustafa ile SALT Araştırma'daki arşivi üzerine
Hazırlayan: SEZİN ROMİ (SALT Araştırma ve Programlar)
February 27, 2018
SALT Araştırma, sanatçı Gülsün Karamustafa’nın 1970’lerden bugüne üretimlerine dair 1500’ten fazla belgeden oluşan arşivini sayısallaştırma ve kataloglama çalışmalarını tamamladı. Sezin Romi ve Serra Rodoplu, Karamustafa’yla arşivin içeriği ve erişime açılması üzerine söyleşti.
Sezin Romi: Arşiv çalışmaları kapsamında işlerinizi bir arada görünce neler hissettiniz?
Gülsün Karamustafa: Yaptığım her şeyi bir arada görmeye başladığımda psikolojik bir sürece girdim. Aslında bu çok garip bir duygu. Hayatım yeni bir iş üretmek, yeni bir sergiye katılmak gibi ileriye yönelik bir ritimde devam ederken Vadedilmiş Bir Sergi‘yle1 başlayan süreçte geçmişle yüzleşmeye başladım. Bu olumlu olduğu kadar yıpratıcı da… Geriye dönüp baktığımda ne kadar büyük bir birikim olduğunu fark edip biraz ürktüm.
20. yüzyıl insanının atölyesine girdiğinizde, ne kadar düzenli olursa olsun temelde ciddi bir dağınıklıkla karşılaşıyorsunuz. Vadedilmiş Bir Sergi‘nin hazırlıkları sırasında, Duygu Demir ve Merve Elveren’le atölyeye girdiğimizde malzemeye kolaylıkla ulaşacağımızı ummuştuk. Ancak, yılların birikimi karşısında kendimizi inanılmaz bir mezbeleliğin içinde bulduk. Derlenip toparlanma aşaması bir hayli zor oldu. Duygusal boyutu da çok etkileyiciydi. 1970’ten bu yana ürettiğim işlerle yeniden karşılaştığımda o günleri hatırlamaya ve geçirdiğim evreleri yeniden yaşamaya başladım. Bu arşivin bir araya getirilmesiyle pek belgeye ulaşmak artık daha kolay olacak.
Romi: Bu birikimin araştırmacıların erişimine sunulması ve Türkiye sanat tarihine olası katkıları hakkında ne düşünüyorsunuz?
Karamustafa: Bugün çeşitli araştırma yaklaşımlarından bahsetmek mümkün. Beni en çok, araştırmadan çok tanıtım niteliğinde metinlerin oluşumuna yol açan yüzeysel yaklaşımlar üzüyor. Bunun örnekleri arşivde de mevcut: Gülsün Karamustafa “arabeskin ressamı”, kadın meselesine el atmış, şehrin değişimine dair işler yapmış gibi… Bu, Türkiye’de çok uzun süre önüne geçemediğimiz ve daha fazlasını talep edemediğimiz bir durumdu. Ancak, son zamanlarda yurt içi ve dışından araştırmacıların daha kapsamlı bakış açılarına sahip olduğunu görüyorum. Son iki büyük sergim [SALT, İstanbul ve Ankara ile Hamburger Bahnhof, Berlin] döneminde araştırmacı yazarların yanı sıra, tez yazan yüksek lisans ve doktora öğrencilerinden görüşme başvuruları geldi. Ne yaptıklarını, araştırmalarını nereye götürmek istediklerini ciddi bir şekilde izledim. İşleri yeni bakış açılarıyla değerlendirmeyi başaran iyi araştırmacılarla buluştum; yazdıkları beni oldukça etkiledi. Bu doğrultuda, ilk bahsettiğim yüzeyselliği kıran çok enteresan yaklaşımlar ortaya çıktı. Arşivin, araştırmacıların karşılıklı görüşmelerle elde ettiği kısıtlı bilgiye derinlik katacağını tahmin ediyorum. İzini sürdükleri takdirde, her şeyin birbirini takip ettiğini görecekler; bir arada bulabilecekleri yazışma ve eskizlerin kendileri için yönlendirici olacağını düşünüyorum.
Romi: Arşivdeki bazı desen ve taslaklara baktığımızda bir kısmının işe dönüşmediğini görüyoruz…
Karamustafa: Her şeyin işe dönüşmemesi, zaman zaman imkânların kısıtlı olmasıyla ilgili. Örneğin, bir fırsatını bulup baskı tezgâhı ayarlayacağım ve bu eskizleri serigrafik baskılara dönüştüreceğim, diye yola çıkıyorsun. Ancak, o sırada müsait bir baskı tezgâhı veya daha önemlisi o iş için yeterli bütçe bulamıyorsun. Ya da çok yoğun bir çalışma dönemi başlıyor. Derken o sırada projeden vazgeçiliyor, iş gerçekleşmiyor ve eskizler elde kalıyor. Bu durum 90’lı yıllarda çok başıma geldi.
Serra Rodoplu: Bu arşiv düşünce yapınız kadar işlerinizin arka planı, dönemin koşulları ve tercih edilen sergileme biçimlerine dair detaylar sunuyor. Eskizler sayesinde başlangıçta hedeflenenden başka bir yöne evrilen ya da ilk etapta yarım kalan ve daha sonra tamamlanan işleri takip etmek mümkün oluyor.
Karamustafa: Aynı işin çeşitli sergilenme biçimleri oldu. Hiçbir işim tekrar edilirken aynen gösterilmedi. Verilen Malzemeyle Kendi Hikâyeni Yarat (1997), Guggenheim UBS MAP projesi kapsamında Nisan 2018’de Milano’daki Galleria d’Arte Moderna’da ilk hâlinden tamamen farklı sunulacak. Benzer bir şekilde, Kuryeler‘in de 1991’de yer aldığı Anı/Bellek I sergisinden bu yana çeşitli sunumları oldu; Arzu Nesneleri (100 Dolar Limit) (1998) üç yıl süren bir performanstı. Antrepo’daki ilk gösteriminden başka bir sunumla kurgulanan Neworientation‘ı, en son Hamburger Bahnhof’ta iki bina arasında yer alan, iki tarafı camlı bir koridorda sergiledik.
Arşiv çalışmaları esnasında beni en çok şaşırtan Kıtaların Birleştiği Yer (1997) eskizi oldu. Gördüğüm kadarıyla bu eskiz bütünüyle iş öncesi tasarlanmış, düşünülmüş ve iş daha sonra birebir ortaya çıkmış. Aynı şekilde Adab-ı Muaşeret‘in (2011) eskizi, o masa kurulmadan önce yapılmıştı. Hatta sergiden önce katalog basılacaktı ve elde görsel yoktu, iş belli değildi. Ben de eskizi yaptım ve basılmak üzere maket fotoğraflarını yolladım. Bu yüzden, katalogda işin sadece eskizleri yer aldı, sergiden görünümü yoktu. Dolayısıyla arşiv, eskizlerle işleri ilişkilendirme imkânı da sunacak.
Romi: 1980’lerde daha çok sergilere özel, kimi zaman da mekâna özgü işler yaptınız. Peki, mekanâ özgü işlerin tekrar sergilenmesi konusunda ne düşünüyorusunuz?
Karamustafa: Söylenmek istenen söz temelde aynı oldu hep. İşler, özünde hiçbir değişime uğramıyor; tekrar kurulduklarında yeni yaşam biçimleri oluşturuyorlar. Bazen sokağa çıkıyor, değişik mekânlara giriyorlar. Hepsinin yeni dinamikler edindiği bu süreci çok seviyorum. Hatta galeri, müze veya koleksiyonerleri rahatsız edecek kadar seviyorum. Çünkü hiçbir iş yeniden kurulduğunda kendini aynen tekrar etsin istemiyorum. Aslında zaman zaman benden sonrasını da düşünüyorum. Belki artık bu değişimlere bir son vermeli ve tek bir biçimde karar vermeliyim diye… Ama var olduğum sürece elimdeki bir işi çok çeşitli biçimlerde sergileme hakkına sahibim ve bu yaklaşımın işe katkısının olduğunu düşünüyorum.
Romi: Çeşitli versiyonlar veya seriye dönüşen işleriniz de var. Abide I ve Abide II bunlardan mı?
Karamustafa: Aslında onlar iki ayrı iş. Erekt bir form olan abide, benim için belirleyici, üzerine sürekli düşündüğüm bir öge… Mekânın orta yerinde duran, kutsayıcı bir obje… Mesela 1980’lerde kitsch‘i kutsayan iki Abide peş peşe geldi. Farklı yıllarda ortaya çıksalar da aynı konuya odaklanıyorlar; sürekliliği olan işler bunlar. Yarın ya da öbür gün daha yeni Abide‘ler de bu seriyi izleyebilir.
Romi: 1970’lerden bugüne üretimleriniz arasında sizde en çok iz bırakanlar hangileri oldu?
Karamustafa: Yaşayan işlerim diyebilirim… Birincisi 1970’lerde yaptığım afişler ve politik işler; aradan 40 yıl geçtikten sonra hiç beklemediğim bir şekilde hayatiyet kazandı. 2000’li yıllara diri bir eklemleme yaparak hayata dönmeleri beni şaşırttı. Buna Hapishane Resimleri de dâhil… Bir de, yıllardır oradan oraya dolaşan ve güncelliğini hiç yitirmeyen Mistik Nakliye (1992) var. 1992’de Vasıf Kortun’un küratörlüğünde gerçekleştirilen 3. Uluslararası İstanbul Bienali için ürettiğim ve çok sevdiğim bu iş, daha sonra inanılmaz bir şekilde dolaşıma girdi. Meksika’da, Kuzey Amerika’da, Avrupa’nın çeşitli yerlerinde sergilendi. Güncelle eklemlenmesi ve devamlı talep edilebilir bir iş olması beni şaşırtıyor. Tekrar tekrar ortaya çıkıp gösterilmeye devam eden bütün işlerim sevinç ve heyecan veriyor. Video filmlerim de öyle… 2000 sonrasında bu işler biraz da nakliye sorunu olmadığı için pek çok sergiye davet aldı ve büyük bir hareket oluşturdu.
Romi: Arşiv, akıbetini bilmediğimiz veya bir şekilde kaybolmuş işleri de hatırlatıyor mu?
Karamustafa: Arşivin, özellikle elimde mevcut bulunan eskizleri dolayısıyla resimlerimin izlerini bir araya getirmesi beni sevindirdi. Bu buluşmayı çeşitli kitaplarda da yapmaya çalıştık. Eski ve kaybolmuş resimlerin peşine düştük. En azından kitapta var olsun istedik ama tam olarak gerçekleştiremedik. Şunu da itiraf etmeliyim ki resimlerin sayısı çok daha fazladır. Akıbetini bilmediğim bir sürü resim var ve nereden çıkacağı da belli değil. Bu beni ürkütüyor aslında. Çünkü 2000-2004 yıllarında yegâne geçim kaynağım resimlerdi ve onlara hızlıca yuva bulmak zorundaydım. Enstalasyonlar veya yurt dışında yaptığım işlerle yaşamımı sürdürmem mümkün değildi. Orada değişik bir duygu var. Yapmak ve elden çıkarmak, nereye gittiğini bile bilememek veya bilmek istememek… Mesela, geçen gün Müze Evliyagil’deki Av sergisinde hiç hatırlamadığım bir resmim ortaya çıktı. Böyle bir sürü resmim var.
Romi: Vadedilmiş Bir Sergi için bazı işlerinizi yeniden ürettiniz. Sizin için nasıl bir süreç oldu?
Karamustafa: Başlangıçta ahlaki boyutu üzerine düşündüm. Ancak, diğer ülkelerdeki örneklerini inceleyince sık uygulanan bir metot olduğunu anladım. Almanya ve ABD’deki bizim nesil sanatçıların bazı işleri depolarda korunmuş ama pek çoğu da eldeki eskiz ve fotoğrafların birleştirilmesiyle yeniden üretilmiştir. Böylece iş iki tarihli bir üretime dönüşüyor… Bizim neslin en büyük dramı, özellikle 1980’lerde hiçbir depolama imkânı olmadığı için sergilerden sonra işleri yok etmek durumunda kalmaktı. Belki bu yüzden elimizde bu kadar fotoğraf ve çizim var. Çünkü biliyorduk ki nesnel olarak saklayamasak da o işin görüntüleri ve çizimleri bir biçimde ileride işimize yarayacaktı, onları ancak öyle hatırlayabilecektik. O yüzden bu arşiv önemli.
Romi: Arşivdeki görsellerin üzerinden geçerken Fragmanları Fragmanlamak (1999) işinizin tüm kurulum detaylarının var olduğunu fark edince “Bilseydim Vadedilmiş Bir Sergi‘de bu kadar uğraşmazdım” demiştiniz…
Karamustafa: Bu işin, sanıyorum ifa-Galerie Stuttgart için yaptığım eskizlerinde, bütün kurulumu numaralandırılmış durumda. SALT Beyoğlu’nda o kompozisyonu yeniden kurgularken çok uğraşmıştım. Hâlbuki çözümler elimde varmış. Şimdi arşivimizde net bir ilk kurulum bilgisi var, bundan sonra bu sıkıntıyı çekmem artık.
Rodoplu: Arşivinizin her yönüyle incelemeye açık olması hakkında ne düşünüyorsunuz?
Karamustafa: Benim için bir sakıncası yok, tam tersine artısı var. Arşivin bildik şablonların dışına çıkan araştırmalara vesile olacağına inanıyorum. Çok katmanlı araştırmaların önünü açabilir.
Romi: Arşivde, özellikle erken dönem pratiğinizle ilişkili bazı eksik taraflar var. SALT Araştırma’da arşivleri bulunan Cengiz Çekil, İsmail Saray, Yusuf Taktak ve Ahmet Öktem gibi sanatçılarla yer aldığınız, birbiriyle yakın zamanda gerçekleştirilen Yeni Eğilimler, Öncü Türk Sanatından Bir Kesit ve A, B, C, D sergilerinden görseller çok sınırlı mesela…
Karamustafa: Yine aynı durum; depoları olmayan ve ekonomik şartlar sebebiyle 6x6 slayt bile çektirmeye gücü yetmeyen sanatçıların hikâyesi… O dönemde her sergiye bir katalog yapma alışkanlığı iyi ki varmış. Bunu ısrarla yapmaya çalışırdık. Bu kataloglar sayesinde kimin hangi işle katıldığı biliniyor en azından. Bunun dışında hiçbirimizin toplu fotoğraf çektirme alışkanlığı yoktu. Belki de gerek duymuyorduk. Fotoğraf çekmek bugünkü gibi kolay değildi. 2000’lerin başına kadar telefonla fotoğraf çekme imkânı olmadı. 1998 yurt dışı seyahatlerimden daha fazla fotoğraf var. Fakat çektiğim binlerce belgeleme fotoğrafında ben yokum. Bu bir reddetme hâli belki de, neden kendimi çekeyim gibi bir düşünce… Yani selfie merakımız yokmuş o zamanlar. Öte yandan, arşiv çalışmalarının tamamlanmasının harika bir derlenme ve toparlanma hissi verdiğini söyleyebilirim. SALT Araştırma’nın çalışmalarıyla eş zamanlı olarak benim de atölyemi derleyip toplamış olmam önemli. Artık geriye dönüp baktığımda ne yaptığımı daha iyi biliyorum.
Sezin Romi: Arşiv çalışmaları kapsamında işlerinizi bir arada görünce neler hissettiniz?
Gülsün Karamustafa: Yaptığım her şeyi bir arada görmeye başladığımda psikolojik bir sürece girdim. Aslında bu çok garip bir duygu. Hayatım yeni bir iş üretmek, yeni bir sergiye katılmak gibi ileriye yönelik bir ritimde devam ederken Vadedilmiş Bir Sergi‘yle1 başlayan süreçte geçmişle yüzleşmeye başladım. Bu olumlu olduğu kadar yıpratıcı da… Geriye dönüp baktığımda ne kadar büyük bir birikim olduğunu fark edip biraz ürktüm.
20. yüzyıl insanının atölyesine girdiğinizde, ne kadar düzenli olursa olsun temelde ciddi bir dağınıklıkla karşılaşıyorsunuz. Vadedilmiş Bir Sergi‘nin hazırlıkları sırasında, Duygu Demir ve Merve Elveren’le atölyeye girdiğimizde malzemeye kolaylıkla ulaşacağımızı ummuştuk. Ancak, yılların birikimi karşısında kendimizi inanılmaz bir mezbeleliğin içinde bulduk. Derlenip toparlanma aşaması bir hayli zor oldu. Duygusal boyutu da çok etkileyiciydi. 1970’ten bu yana ürettiğim işlerle yeniden karşılaştığımda o günleri hatırlamaya ve geçirdiğim evreleri yeniden yaşamaya başladım. Bu arşivin bir araya getirilmesiyle pek belgeye ulaşmak artık daha kolay olacak.
Romi: Bu birikimin araştırmacıların erişimine sunulması ve Türkiye sanat tarihine olası katkıları hakkında ne düşünüyorsunuz?
Karamustafa: Bugün çeşitli araştırma yaklaşımlarından bahsetmek mümkün. Beni en çok, araştırmadan çok tanıtım niteliğinde metinlerin oluşumuna yol açan yüzeysel yaklaşımlar üzüyor. Bunun örnekleri arşivde de mevcut: Gülsün Karamustafa “arabeskin ressamı”, kadın meselesine el atmış, şehrin değişimine dair işler yapmış gibi… Bu, Türkiye’de çok uzun süre önüne geçemediğimiz ve daha fazlasını talep edemediğimiz bir durumdu. Ancak, son zamanlarda yurt içi ve dışından araştırmacıların daha kapsamlı bakış açılarına sahip olduğunu görüyorum. Son iki büyük sergim [SALT, İstanbul ve Ankara ile Hamburger Bahnhof, Berlin] döneminde araştırmacı yazarların yanı sıra, tez yazan yüksek lisans ve doktora öğrencilerinden görüşme başvuruları geldi. Ne yaptıklarını, araştırmalarını nereye götürmek istediklerini ciddi bir şekilde izledim. İşleri yeni bakış açılarıyla değerlendirmeyi başaran iyi araştırmacılarla buluştum; yazdıkları beni oldukça etkiledi. Bu doğrultuda, ilk bahsettiğim yüzeyselliği kıran çok enteresan yaklaşımlar ortaya çıktı. Arşivin, araştırmacıların karşılıklı görüşmelerle elde ettiği kısıtlı bilgiye derinlik katacağını tahmin ediyorum. İzini sürdükleri takdirde, her şeyin birbirini takip ettiğini görecekler; bir arada bulabilecekleri yazışma ve eskizlerin kendileri için yönlendirici olacağını düşünüyorum.
Romi: Arşivdeki bazı desen ve taslaklara baktığımızda bir kısmının işe dönüşmediğini görüyoruz…
Karamustafa: Her şeyin işe dönüşmemesi, zaman zaman imkânların kısıtlı olmasıyla ilgili. Örneğin, bir fırsatını bulup baskı tezgâhı ayarlayacağım ve bu eskizleri serigrafik baskılara dönüştüreceğim, diye yola çıkıyorsun. Ancak, o sırada müsait bir baskı tezgâhı veya daha önemlisi o iş için yeterli bütçe bulamıyorsun. Ya da çok yoğun bir çalışma dönemi başlıyor. Derken o sırada projeden vazgeçiliyor, iş gerçekleşmiyor ve eskizler elde kalıyor. Bu durum 90’lı yıllarda çok başıma geldi.
Serra Rodoplu: Bu arşiv düşünce yapınız kadar işlerinizin arka planı, dönemin koşulları ve tercih edilen sergileme biçimlerine dair detaylar sunuyor. Eskizler sayesinde başlangıçta hedeflenenden başka bir yöne evrilen ya da ilk etapta yarım kalan ve daha sonra tamamlanan işleri takip etmek mümkün oluyor.
Karamustafa: Aynı işin çeşitli sergilenme biçimleri oldu. Hiçbir işim tekrar edilirken aynen gösterilmedi. Verilen Malzemeyle Kendi Hikâyeni Yarat (1997), Guggenheim UBS MAP projesi kapsamında Nisan 2018’de Milano’daki Galleria d’Arte Moderna’da ilk hâlinden tamamen farklı sunulacak. Benzer bir şekilde, Kuryeler‘in de 1991’de yer aldığı Anı/Bellek I sergisinden bu yana çeşitli sunumları oldu; Arzu Nesneleri (100 Dolar Limit) (1998) üç yıl süren bir performanstı. Antrepo’daki ilk gösteriminden başka bir sunumla kurgulanan Neworientation‘ı, en son Hamburger Bahnhof’ta iki bina arasında yer alan, iki tarafı camlı bir koridorda sergiledik.
Arşiv çalışmaları esnasında beni en çok şaşırtan Kıtaların Birleştiği Yer (1997) eskizi oldu. Gördüğüm kadarıyla bu eskiz bütünüyle iş öncesi tasarlanmış, düşünülmüş ve iş daha sonra birebir ortaya çıkmış. Aynı şekilde Adab-ı Muaşeret‘in (2011) eskizi, o masa kurulmadan önce yapılmıştı. Hatta sergiden önce katalog basılacaktı ve elde görsel yoktu, iş belli değildi. Ben de eskizi yaptım ve basılmak üzere maket fotoğraflarını yolladım. Bu yüzden, katalogda işin sadece eskizleri yer aldı, sergiden görünümü yoktu. Dolayısıyla arşiv, eskizlerle işleri ilişkilendirme imkânı da sunacak.
Romi: 1980’lerde daha çok sergilere özel, kimi zaman da mekâna özgü işler yaptınız. Peki, mekanâ özgü işlerin tekrar sergilenmesi konusunda ne düşünüyorusunuz?
Karamustafa: Söylenmek istenen söz temelde aynı oldu hep. İşler, özünde hiçbir değişime uğramıyor; tekrar kurulduklarında yeni yaşam biçimleri oluşturuyorlar. Bazen sokağa çıkıyor, değişik mekânlara giriyorlar. Hepsinin yeni dinamikler edindiği bu süreci çok seviyorum. Hatta galeri, müze veya koleksiyonerleri rahatsız edecek kadar seviyorum. Çünkü hiçbir iş yeniden kurulduğunda kendini aynen tekrar etsin istemiyorum. Aslında zaman zaman benden sonrasını da düşünüyorum. Belki artık bu değişimlere bir son vermeli ve tek bir biçimde karar vermeliyim diye… Ama var olduğum sürece elimdeki bir işi çok çeşitli biçimlerde sergileme hakkına sahibim ve bu yaklaşımın işe katkısının olduğunu düşünüyorum.
Romi: Çeşitli versiyonlar veya seriye dönüşen işleriniz de var. Abide I ve Abide II bunlardan mı?
Karamustafa: Aslında onlar iki ayrı iş. Erekt bir form olan abide, benim için belirleyici, üzerine sürekli düşündüğüm bir öge… Mekânın orta yerinde duran, kutsayıcı bir obje… Mesela 1980’lerde kitsch‘i kutsayan iki Abide peş peşe geldi. Farklı yıllarda ortaya çıksalar da aynı konuya odaklanıyorlar; sürekliliği olan işler bunlar. Yarın ya da öbür gün daha yeni Abide‘ler de bu seriyi izleyebilir.
Romi: 1970’lerden bugüne üretimleriniz arasında sizde en çok iz bırakanlar hangileri oldu?
Karamustafa: Yaşayan işlerim diyebilirim… Birincisi 1970’lerde yaptığım afişler ve politik işler; aradan 40 yıl geçtikten sonra hiç beklemediğim bir şekilde hayatiyet kazandı. 2000’li yıllara diri bir eklemleme yaparak hayata dönmeleri beni şaşırttı. Buna Hapishane Resimleri de dâhil… Bir de, yıllardır oradan oraya dolaşan ve güncelliğini hiç yitirmeyen Mistik Nakliye (1992) var. 1992’de Vasıf Kortun’un küratörlüğünde gerçekleştirilen 3. Uluslararası İstanbul Bienali için ürettiğim ve çok sevdiğim bu iş, daha sonra inanılmaz bir şekilde dolaşıma girdi. Meksika’da, Kuzey Amerika’da, Avrupa’nın çeşitli yerlerinde sergilendi. Güncelle eklemlenmesi ve devamlı talep edilebilir bir iş olması beni şaşırtıyor. Tekrar tekrar ortaya çıkıp gösterilmeye devam eden bütün işlerim sevinç ve heyecan veriyor. Video filmlerim de öyle… 2000 sonrasında bu işler biraz da nakliye sorunu olmadığı için pek çok sergiye davet aldı ve büyük bir hareket oluşturdu.
Romi: Arşiv, akıbetini bilmediğimiz veya bir şekilde kaybolmuş işleri de hatırlatıyor mu?
Karamustafa: Arşivin, özellikle elimde mevcut bulunan eskizleri dolayısıyla resimlerimin izlerini bir araya getirmesi beni sevindirdi. Bu buluşmayı çeşitli kitaplarda da yapmaya çalıştık. Eski ve kaybolmuş resimlerin peşine düştük. En azından kitapta var olsun istedik ama tam olarak gerçekleştiremedik. Şunu da itiraf etmeliyim ki resimlerin sayısı çok daha fazladır. Akıbetini bilmediğim bir sürü resim var ve nereden çıkacağı da belli değil. Bu beni ürkütüyor aslında. Çünkü 2000-2004 yıllarında yegâne geçim kaynağım resimlerdi ve onlara hızlıca yuva bulmak zorundaydım. Enstalasyonlar veya yurt dışında yaptığım işlerle yaşamımı sürdürmem mümkün değildi. Orada değişik bir duygu var. Yapmak ve elden çıkarmak, nereye gittiğini bile bilememek veya bilmek istememek… Mesela, geçen gün Müze Evliyagil’deki Av sergisinde hiç hatırlamadığım bir resmim ortaya çıktı. Böyle bir sürü resmim var.
Romi: Vadedilmiş Bir Sergi için bazı işlerinizi yeniden ürettiniz. Sizin için nasıl bir süreç oldu?
Karamustafa: Başlangıçta ahlaki boyutu üzerine düşündüm. Ancak, diğer ülkelerdeki örneklerini inceleyince sık uygulanan bir metot olduğunu anladım. Almanya ve ABD’deki bizim nesil sanatçıların bazı işleri depolarda korunmuş ama pek çoğu da eldeki eskiz ve fotoğrafların birleştirilmesiyle yeniden üretilmiştir. Böylece iş iki tarihli bir üretime dönüşüyor… Bizim neslin en büyük dramı, özellikle 1980’lerde hiçbir depolama imkânı olmadığı için sergilerden sonra işleri yok etmek durumunda kalmaktı. Belki bu yüzden elimizde bu kadar fotoğraf ve çizim var. Çünkü biliyorduk ki nesnel olarak saklayamasak da o işin görüntüleri ve çizimleri bir biçimde ileride işimize yarayacaktı, onları ancak öyle hatırlayabilecektik. O yüzden bu arşiv önemli.
Romi: Arşivdeki görsellerin üzerinden geçerken Fragmanları Fragmanlamak (1999) işinizin tüm kurulum detaylarının var olduğunu fark edince “Bilseydim Vadedilmiş Bir Sergi‘de bu kadar uğraşmazdım” demiştiniz…
Karamustafa: Bu işin, sanıyorum ifa-Galerie Stuttgart için yaptığım eskizlerinde, bütün kurulumu numaralandırılmış durumda. SALT Beyoğlu’nda o kompozisyonu yeniden kurgularken çok uğraşmıştım. Hâlbuki çözümler elimde varmış. Şimdi arşivimizde net bir ilk kurulum bilgisi var, bundan sonra bu sıkıntıyı çekmem artık.
Rodoplu: Arşivinizin her yönüyle incelemeye açık olması hakkında ne düşünüyorsunuz?
Karamustafa: Benim için bir sakıncası yok, tam tersine artısı var. Arşivin bildik şablonların dışına çıkan araştırmalara vesile olacağına inanıyorum. Çok katmanlı araştırmaların önünü açabilir.
Romi: Arşivde, özellikle erken dönem pratiğinizle ilişkili bazı eksik taraflar var. SALT Araştırma’da arşivleri bulunan Cengiz Çekil, İsmail Saray, Yusuf Taktak ve Ahmet Öktem gibi sanatçılarla yer aldığınız, birbiriyle yakın zamanda gerçekleştirilen Yeni Eğilimler, Öncü Türk Sanatından Bir Kesit ve A, B, C, D sergilerinden görseller çok sınırlı mesela…
Karamustafa: Yine aynı durum; depoları olmayan ve ekonomik şartlar sebebiyle 6x6 slayt bile çektirmeye gücü yetmeyen sanatçıların hikâyesi… O dönemde her sergiye bir katalog yapma alışkanlığı iyi ki varmış. Bunu ısrarla yapmaya çalışırdık. Bu kataloglar sayesinde kimin hangi işle katıldığı biliniyor en azından. Bunun dışında hiçbirimizin toplu fotoğraf çektirme alışkanlığı yoktu. Belki de gerek duymuyorduk. Fotoğraf çekmek bugünkü gibi kolay değildi. 2000’lerin başına kadar telefonla fotoğraf çekme imkânı olmadı. 1998 yurt dışı seyahatlerimden daha fazla fotoğraf var. Fakat çektiğim binlerce belgeleme fotoğrafında ben yokum. Bu bir reddetme hâli belki de, neden kendimi çekeyim gibi bir düşünce… Yani selfie merakımız yokmuş o zamanlar. Öte yandan, arşiv çalışmalarının tamamlanmasının harika bir derlenme ve toparlanma hissi verdiğini söyleyebilirim. SALT Araştırma’nın çalışmalarıyla eş zamanlı olarak benim de atölyemi derleyip toplamış olmam önemli. Artık geriye dönüp baktığımda ne yaptığımı daha iyi biliyorum.
- 1.Vadedilmiş Bir Sergi, SALT Beyoğlu ve SALT Galata (2013-2014), SALT Ulus (2014)