November 23, 2024

SALT Araştırma koleksiyonun­dan bir kartpostal ve debdebeli modernizm hikâyeleri

VASIF KORTUN

January 31, 2017

Srbdoc0451 1
Göztepe

Dersaadet’te, Kadıköyü’nde, Göztepe’de Selahaddin Beyefendi’nin köşkünde iffetlu, ismetlu hemşirem Mebrure Hanımefendi’ye takdim

Constantinople, Turquie

Sevgili Mim,

Bu akşam iki kartını alarak mesud oldum. Nihayet kartlarımı alabildiğini söylemen bana devamda bilsen ne heves veriyor. Lakin senin için muamma olduğunu söylediğin şeyleri benim kalbim hemen keşfedivermeli zannederim… Ablamla muhabere ile keşfedebilirsin. Meliha Hanım seyahatinde orada birisine tesadüfle hâl-i istikbali keşfedenlere tesadüfî yazıyorsun. Ne olur benim için de bir (rem) döktürsen. Neş’eler keşfettim, tebriklerimi takdim eyler ve inşallah yine yarına görüşürüz. M., Baki, mini minileri ve seni muhabbetle öper ve dâim […] muntazırım iki gözüm.

H.


[Handan Rüştü’den Mebrure Hanım’a Mart 1913’te]

Modernizm, saatleri aynı ana ayarlama, birbirine yakın formlar üretme meselesi değildir; ne var ki görsel sanatta “ilkmiş”, “türevmiş”, “taklitmiş” tartışması hiç bitmez. Kanona ibadet edenler için öncüllük en has ölçüttür. Bu coğrafyadaki sanat pratiklerinde modern tahayyül de zaman zaman böyle bir anlayışa kapılıvermiştir.

Osman Hamdi Bey, akademik sanat anlayışını mektebiyle beraber İstanbul’a transpoze etmeden önce, 1860’ların sonunda Paris’teyken birçok sanatçı gibi Edouard Manet ve “açık hava” resminden uzak durur. İbrahim Çallı, Namık İsmail, Hüseyin Avni Lifij, Nazmi Ziya gibi 1914 kuşağı sanatçıları da, ne Cezanne’a ne de Picasso ve Braque’ın dünya dönüştüren pratiklerine bakar. Açık hava resmini benimseyip kendi habituslarına yönlendirerek evcilleştirirler. Ancak bu, Osman Hamdi Bey ya da 1914 kuşağının modernizmi ıskaladığı anlamına gelmez. Onlar da, diğerleri gibi azami hızla farklı istikamette ama “ileriye” giden trenlerdedir.

Türkiye’nin ilk kadın illüstratörü Sabiha Rüştü Bozcalı’nın annesi Handan Hanım’ın 1913 Mart’ında Mebrure Hanım’a, Monako Prensliği’ne bağlı Monte Carlo’dan yolladığı kartpostalı ilk gördüğümden bu yana hakkında yazmak istiyordum, tabii ki debdebeli modernizm hikâyelerine kırılgan bağlantılarıyla.

Kartpostalın ön yüzündeki resmin altında “Le Portrait du Futuriste” yazılı. Handan Hanım da kartpostalın arkasına “Meliha Hanım seyahatinde orada birisine tesadüfle hâl-i istikbali keşfedenlere tesadüfî yazıyorsun” diye not düşmüş. Neyi kastediyordu acaba Handan Hanım, bu notu yazarken aklından neler geçiyordu?

Resimde, gözlüğünü burnuna oturtmuş, beyaz eldivenli, kalantor ve semiz bir beyefendi, bir platformda duran, eski Roma üslubunda tasarlanmış bir koltukta görülüyor. Arkasında, sanatçı atölyelerinde rastlanan türden koyu renkli bir örtü var. Ama burası bir sanatçı atölyesi değil, beyefendinin resminin yapılması için özellikle hazırlanmış bir mekân.

Ressamın sırtı bize dönük; sol elinde paletini tutarken sağ elinin beş parmağıyla önündeki tuvali tırmalar gibi boyuyor. Resim ikinci sınıf, kaba saba bir hiciv ama iş orada bitmiyor. Duvardaki çizim de, tuvaldeki resim gibi sinirli ve endişeli; duvarın dibinden yükselen eller neyin çaresizliğini gösteriyor?

1913 tarihli kartpostal, büyük olasılıkla Avusturyalı illüstratör Rudolf Pick’e1 ait. Pick’in aynı yayıncı için yaptığı farklı illüstrasyonlar da var. Pick, Marinetti’nin Fransa’ya “gecikmişlik” tasasıyla 1911’de getirdiği fütürizmi (Nazım Hikmet’in çevirisiyle “istikbalciliği”) hicvediyor. Koltukta oturan adam, aslen fütürist Marinetti’nin alnı daha da açılmış, daha kısa ve kilolu hâli ama yalnızca bıyıkları onu andırıyor. Handan Hanım’ın bu kartpostalı neden beğendiğini, İstanbul’a göndermek üzere neden seçtiğini anlamak ise imkânsız.

Srbdoc0331 1

Handan Hanım, resimli kartpostallarda çoklukla Salon sergilerindeki resimlerin reprodüksiyonlarını tercih ediyor. Hayalî Kuzey Afrika haremleri, esir pazarları, bedeviler ve genel olarak akademik, oryantalist konular… Fütürizmin bu yelpazeye nasıl olup da dâhil edildiğini tahmin edebilmek mümkün değil, başka örneği de yok. Hem, resimle uğraşan kızı Sabiha Rüştü Bozcalı’nın da bu tarz sanat pratiklerini pek hoş karşılamadığını biliyoruz. Ama “fütürizm” bir yolunu bulup İstanbul’daki bir eve böylece giriveriyor.
Share