"Too big to fail" ya da kerameti kendinden menkul kurumlar çağında insan

SARUHAN DOĞAN

December 19, 2016

Ttobigtofail Oliver Ressler, <i>Too big to fail</i> [İflas için çok büyük] (2011)
Fotoğraf: Mustafa Hazneci, 2016
Oliver Ressler, Too big to fail [İflas için çok büyük] (2011)
Fotoğraf: Mustafa Hazneci, 2016
2008 sonbaharında dünyanın büyük bankaları batmanın eşiğine geldiğinde, devletler ve merkez bankaları bir iflaslar zincirinin dünya ekonomisini durma noktasına getireceği inancıyla hızlı, biraz da plansız bir müdahaleye giriştiler. Amacın bankaları veya sermayedarları değil, sistemi kurtarmak olduğu söylendi. Bir zamanlar kentte halktan mevduat toplayıp esnafa kredi veren bankalar, teknoloji ve küreselleşmeyle büyüyerek gelişmiş; karmaşık türev işlemleriyle karmaşık riskler almış; bu risklere karşı sigorta şirketleriyle ve kendi aralarında daha da karmaşık işlemler gerçekleştirmişlerdi. Bunlar o denli yoğun ve büyük boyutluydu ki, bir bankanın iflası bile tüm sistemin çökmesine neden olabilirdi ya da en azından korkulan buydu.

Bankacılıkta büyüklük sistemik riskle bağdaşırken, hayatın diğer alanlarında büyüklük başka türlü vazgeçilmezliklere evriliyor. Moda, tasarım ve mimarlıkta sözünü geçirme sınırını çoktan aşmış kurumlar, tüm sistemin genelgeçer kurallarını belirler hâle gelebiliyorlar. Büyük ve yerleşik olanın yargılarının sorgusuz sualsiz kabul gördüğü bir dünya düzenindeki asıl sorun ise, yeni olanın sadece bu genelgeçer yargılara uygun olduğu sürece kendine sistemde bir yer bulabiliyor olması.

Sanat dünyası da, kerameti kendinden menkul bir kurumlar ağı üzerinden işliyor artık. Bu ağın merkezinde müzeler var. Retrospektifler, kişisel sergiler veya koleksiyonlara yapılan alımlarla el verilen sanatçıların hızla galeri platformunda ilerlemeleri, hemen ardından da müzayedelerde öne çıkmaları bekleniyor. Büyük müzelerin etrafında, galeri-müzayede evi-özel koleksiyon çemberleriyle oluşan bu sistem -kırılması güç- bir kabuk oluşturuyor. Mevcut yapıya birkaç büyük bienal ve benzeri dönemsel serginin de eklenmesiyle resim tamamlanıyor. Bu yapının içerisinde “bağımsız sanatçı” kavramı mitleşerek, gerçek olmaktan gitgide uzaklaşıyor. Sistemde bazı isimler o kadar yerleşik bir hâl almış ki, onayları ve dolayısıyla retleri sanat dünyasının sorgulanamaz yargılarına dönüşmüş durumda.

Bundan 20-30 yıl önce Wall Street’e hükmeden şirketlerden birkaçı hariç hiçbiri yok bugün. Aslında hepsi too-big-to-fail mertebesine ulaşmış bu kurumlar, ya rakiplerine yem olmuşlar ya da evrilip başka yapılar içerisinde öğütülmüşler. Böyle bakınca, finans kesimi için “dünyaya kazık çakmaya hevesli olmak” gibi bir suçlama getirmek çok da doğru değil. Aksine, geçiciliğin, hızla yükselip aynı hızla ortadan kaybolmanın olağan addedildiği bir sektör bu.

Oysa sanat dünyası, değişmek, dönüşmek, evrilmek konusunda hiç de öyle açık fikirli değil. Sistemin merkezine yerleşip sistemi tanımlayanlar, modern sanat kavramıyla özdeşleşmiş, son 20 yılda da kendilerini güncel sanatın ev sahibine dönüştürmüş, ama merkezdeki konumlarını asla sorgulatmamış kurumlar. İddiaları sisteme hizmetlerinin çok ötesinde; varlıklarının yeri doldurulamaz bir değer olduğunu söylüyorlar bize. Koleksiyonlarıyla sanat tarihini, eser alımlarıyla bugünün piyasasını, sergileriyle eleştirel hiyerarşiyi, komitelerindeki sandalyeleri dağıtma kararlarıyla sanat çevresindekilerin sosyal statülerini sahipleniyorlar. Sistemin bir parçası değil, ta kendisi olarak konumlandırmışlar kendilerini. Ve etraflarında birbirlerine tutunmuş kişi, kurum ve durumlardan hareler taşıyorlar: dernekler, koleksiyoncular, vakıflar, destekçiler, partiler, dergiler, dedikodular… Ve tabii ki sanatçılar. Sistem, zaman içerisinde oyunu kuralına göre oynamayı öğrenmiş sanatçılarını da yetiştiriyor.

Hâl böyleyken too-big-to-fail meselesini bankacıların maaşları üzerinden tartışmak, küresel ısınmayı The Day After Tomorrow (2004) filmi üzerinden tartışmaktan pek de farklı değil. Mesele çok başka bir boyutta; ve bizler her çağda ve hemen her alanda kendi yarattığımız too-big-to-fail‘lerle yaşamaya devam ediyoruz.
Share