Ulus'a bireysel serzeniş
EVRİM ALTUĞ
December 19, 2016
Sanatçı Zeyno Pekünlü’nün başkent Ankara’daki SALT Ulus’ta gerçekleştirilen sergisindeki işler, içerik çeşitliliği ve gündemle kimi zaman talihsiz denebilecek haklı örtüşüklüğüyle ülke ortasına gelip konuşlanmış, adeta “zorla” getirilmiş bir “karşıkültür çeyizi”ni andırıyor.
Müthiş Öfkeli Kadınlar (2015) enstalasyonu yapının giriş katında sergilenen sanatçı, 2015 Cakarta Bienali’ne katıldığı sırada ürettiği ve ne yazık ki trajik güncelliği eksilmez bu işiyle, Türkiye’de son 10 yılda kadınlara yönelik psikolojik ve fiziksel şiddet ile kadın cinayetlerindeki belirgin artışa göndermede bulunuyor.
Pekünlü’nün kendi sureti ve duruşunu SALT Ulus duvarlarına B sınıf film grafiği lezzetiyle art arda afişe ettiği, geleneksel ve “erkeğe özgü” Uzak Doğu savunma pratiğini izleyiciye yansıttığı enstalasyona bir video da eşlik ediyor. Sanatçı, “Beksi Silat” isimli öz savunma sanatını nasıl öğrendiğini bu video aracılığıyla bizimle paylaşıyor. Videodaki davetkâr tanıtıma Pekünlü’nün samimiliği karışınca, izlediklerimizin hayal mi, gerçek mi olduğu konusundaki akıl karışıklığımız daha da katlanılmaz oluyor. Ancak, sanatçının bu duruşunu da izah eden eser künyesindeki şu sözler, pek çok darbeden daha etkili gibi görünüyor: “Eğer bir feminist tarafından saldırıya uğradığınızı hissederseniz, bu muhtemelen karşı saldırıdır.”
Pekünlü, dört bir yandan çeşitli anlatı ve kuralların birbiriyle meşruiyet, varlık ve iktidar için rekabet ettiği, adeta karmaşık bir mimarlık kataloğu hâline getirilen başkentteki sergi mekânında, Türkiye’nin bir diğer “kanayan yarası”na daha parmak basıyor. Sanatçı, eğitim pratikleri üzerinden koca koca kurumları ve nice biyografiyi inşa eden “eleme” ve “hak ediş” süreçlerine çok farklı iki enstalasyonla eleştiri getiriyor. Bireysel ve toplumsal hafızanın “plastiğini”, “hakikatini” ve “geçerliliğini” kopya kâğıtları üzerinden sorgulayan Pekünlü, 2015 tarihli Minima Akademika enstalasyonuyla yapının ikinci katında bir “anti(k)-anfi” kuruyor. Büyüteçlerle bıyık altından izlenebilen bu işinde sanatçı, “kopya-bilgi”nin arkeolojisini üretiyor ve “el emeği”yle yüksek öğrenim kurumlarında hazırlanan bu “geçici değer” kaynaklarının günümüz dijital kopyalama imkânları karşısındaki adı konmamış kıymetini, melankolik bir itinayla gün ışığına çıkarıyor.
Kuşku, 7 Ocak’ta sona erecek olan Pekünlü sergisi üzerinden SALT Ulus’ta kol geziyor. Ulus’a bireysel bir serzeniş gösterisi bu… 2012 tarihli Babaların Babası da bu tür işlerden biri. El yazısı bir istatistik serisi olarak daha önce gördüğümüz iş, bu kez kendini 2016 yılında, kâğıt üzerine yeni baskı düzenlemesiyle gösteriyor. Sanatçı, modern Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün saatlerce ve günlerce Meclis’te okuduğu simgesel yapıtı, bir tür “ulusa hesap verme” belgesi olan Nutuk‘taki kimi sosyolojik kıymette özel kelimelerin -daha önceki sunumdan farklı olarak fedakârlık, şefkat, güven ve saygı gibi kavramların- yapısökümünde bulunarak, ülkenin kurucu ideolojisindeki “değerler” sistemini hiyerarşik olarak karşımıza çıkarıyor.
Buna benzer bir diğer alternatif bakış, 2012’de üretilen, bir dakika elli beş saniyelik Hep O Şarkı isimli videoda da mevcut. Bir çağdaş müzik bestesi gibi dinlenen işe, Türkiye ve İstanbul’a özgü “dengesiz denge”siyle bir hareketli fotoğraf refakat ediyor. İstanbul sırtlarında dikey bir ikiz toplu konut ve eteklerinde uydu antenleriyle dünyaya göz kulak yüzlerce yapı var bu görüntüde. Göğü delen iki apartman arasında, gerçeküstü şekilde devasa bir Türkiye bayrağı dalgalanıyor. Bu kadraj, türlü imkânsızlıkları tek ana sıkıştırmış. Photoshop mu, değil mi diye düşündüren görüntünün eşlikçisi sesler, ülkenin millî marşını hiç duyulmadık; neredeyse akustik, duygusuz, içeriksiz denebilecek bir şekilde sunuyor. Pekünlü bu işi, İstiklâl Marşı notalarını vuruş uzunluklarına göre en uzundan en kısaya göre düzenleyerek ortaya koymuş. Sanatçı, bu ve benzeri işleriyle yapıcı bir yabancılaşmaya zemin hazırlayarak bizi hem yanlış bildiğimiz doğrular, hem de tersiyle yüzleştirmek için önemli bir emek sarf ediyor.
Bu işin taşıdığı yapıcı kuşku, sanatçının Bildiğim Her Şey (2015-süregelen) işinde de kendini hissettiriyor. Tüketilemez ve tasnif edilemez seviyede, adeta bir kaotik derinlikte, ancak numara sırasına konmuş, karıştırılmaya açık birçok bilgi kartı, belki de gerekli gereksiz onlarca, yüzlerce bilgi tümcesini izleyiciyle yine gelişigüzel biçimde yüzleştiriyor. Burada en samimi detay, belki de kendini bilgilerin “organikliğinde”, sanatçıdan çıkmışlığında gösteriyor. Dolayısıyla maruz kaldığımız bu bilgilerin samimi olması bir yana, niceliksel çokluğunun -sanal dünyanın da aşırı bilgi üretim ve tüketim potansiyeli sebebiyle- izleyende yarattığı “inançsızlık ve aldırışsızlık”, işin kendini izleyicide sınaması adına en büyük parametreye dönüşüyor.
Çeşitli sosyolojik katmanlarda kendini bir gözlem uydusu veya gönüllü kobay, bazen de bir “şifre kırıcı” gibi konumlandıran bir sanatçı olan Pekünlü, yine ikinci katta sergilenen, bir kadının erkeğe bakışına yönelik iki eleştirel video işiyle meraklı ve feminist duruşunu sağlamlaştırıyor. “Güzel görünmek üzere” ayna karşısında, müzik eşliğinde, tüm egosantrikliğiyle dakikalar harcayan genç erkekleri belgeselleştiren Kendine ait bir banyo (2015) videosu ile aynı tarihli, yaklaşık 20 dakikalık Ürkütmeden bir kadına nasıl dokunursunuz? videosu birlikte konumlanıyor. Mizahın yüksek dozda olduğu bu işte, internette bulunan “kadın tavlama” kaynaklarına kadın gözüyle bakan ve incelikli bir kurguyla birçok kişinin görüşlerini bir araya getiren Pekünlü, hemen hepsi “yatağa atmaya” odaklı bu tavsiyelerdeki saçma ve uygunsuz, saygısız tüm detayları art arda sıralanmasının gülünçlüğüyle yüzümüze vuruyor.
Sergi mekânından ayrılmaya hazırlanırken, o gün SALT Ulus’taki “Kitap Takası” için onca sanatsal, sosyal ve tarihsel kitap arasına kim bilir neden bırakılmış bir akademik yayın gözüme ilişiyor: “1975 - İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Yayınları / İstanbul Kızlarında Ergenlik Çağında Büyüme, Seksüel Gelişme ve Kemik Olgunlaşması ve Bunların Birbirleriyle İlişkileri.”
Bu kitabı getirenin kimliğini, Pekünlü’nün sergisinden etkilenip etkilenmediğini ciddiye alır bir ruh hâliyle, merak içerisinde SALT Ulus’tan çıkıyorum.
Müthiş Öfkeli Kadınlar (2015) enstalasyonu yapının giriş katında sergilenen sanatçı, 2015 Cakarta Bienali’ne katıldığı sırada ürettiği ve ne yazık ki trajik güncelliği eksilmez bu işiyle, Türkiye’de son 10 yılda kadınlara yönelik psikolojik ve fiziksel şiddet ile kadın cinayetlerindeki belirgin artışa göndermede bulunuyor.
Pekünlü’nün kendi sureti ve duruşunu SALT Ulus duvarlarına B sınıf film grafiği lezzetiyle art arda afişe ettiği, geleneksel ve “erkeğe özgü” Uzak Doğu savunma pratiğini izleyiciye yansıttığı enstalasyona bir video da eşlik ediyor. Sanatçı, “Beksi Silat” isimli öz savunma sanatını nasıl öğrendiğini bu video aracılığıyla bizimle paylaşıyor. Videodaki davetkâr tanıtıma Pekünlü’nün samimiliği karışınca, izlediklerimizin hayal mi, gerçek mi olduğu konusundaki akıl karışıklığımız daha da katlanılmaz oluyor. Ancak, sanatçının bu duruşunu da izah eden eser künyesindeki şu sözler, pek çok darbeden daha etkili gibi görünüyor: “Eğer bir feminist tarafından saldırıya uğradığınızı hissederseniz, bu muhtemelen karşı saldırıdır.”
Pekünlü, dört bir yandan çeşitli anlatı ve kuralların birbiriyle meşruiyet, varlık ve iktidar için rekabet ettiği, adeta karmaşık bir mimarlık kataloğu hâline getirilen başkentteki sergi mekânında, Türkiye’nin bir diğer “kanayan yarası”na daha parmak basıyor. Sanatçı, eğitim pratikleri üzerinden koca koca kurumları ve nice biyografiyi inşa eden “eleme” ve “hak ediş” süreçlerine çok farklı iki enstalasyonla eleştiri getiriyor. Bireysel ve toplumsal hafızanın “plastiğini”, “hakikatini” ve “geçerliliğini” kopya kâğıtları üzerinden sorgulayan Pekünlü, 2015 tarihli Minima Akademika enstalasyonuyla yapının ikinci katında bir “anti(k)-anfi” kuruyor. Büyüteçlerle bıyık altından izlenebilen bu işinde sanatçı, “kopya-bilgi”nin arkeolojisini üretiyor ve “el emeği”yle yüksek öğrenim kurumlarında hazırlanan bu “geçici değer” kaynaklarının günümüz dijital kopyalama imkânları karşısındaki adı konmamış kıymetini, melankolik bir itinayla gün ışığına çıkarıyor.
Kuşku, 7 Ocak’ta sona erecek olan Pekünlü sergisi üzerinden SALT Ulus’ta kol geziyor. Ulus’a bireysel bir serzeniş gösterisi bu… 2012 tarihli Babaların Babası da bu tür işlerden biri. El yazısı bir istatistik serisi olarak daha önce gördüğümüz iş, bu kez kendini 2016 yılında, kâğıt üzerine yeni baskı düzenlemesiyle gösteriyor. Sanatçı, modern Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün saatlerce ve günlerce Meclis’te okuduğu simgesel yapıtı, bir tür “ulusa hesap verme” belgesi olan Nutuk‘taki kimi sosyolojik kıymette özel kelimelerin -daha önceki sunumdan farklı olarak fedakârlık, şefkat, güven ve saygı gibi kavramların- yapısökümünde bulunarak, ülkenin kurucu ideolojisindeki “değerler” sistemini hiyerarşik olarak karşımıza çıkarıyor.
Buna benzer bir diğer alternatif bakış, 2012’de üretilen, bir dakika elli beş saniyelik Hep O Şarkı isimli videoda da mevcut. Bir çağdaş müzik bestesi gibi dinlenen işe, Türkiye ve İstanbul’a özgü “dengesiz denge”siyle bir hareketli fotoğraf refakat ediyor. İstanbul sırtlarında dikey bir ikiz toplu konut ve eteklerinde uydu antenleriyle dünyaya göz kulak yüzlerce yapı var bu görüntüde. Göğü delen iki apartman arasında, gerçeküstü şekilde devasa bir Türkiye bayrağı dalgalanıyor. Bu kadraj, türlü imkânsızlıkları tek ana sıkıştırmış. Photoshop mu, değil mi diye düşündüren görüntünün eşlikçisi sesler, ülkenin millî marşını hiç duyulmadık; neredeyse akustik, duygusuz, içeriksiz denebilecek bir şekilde sunuyor. Pekünlü bu işi, İstiklâl Marşı notalarını vuruş uzunluklarına göre en uzundan en kısaya göre düzenleyerek ortaya koymuş. Sanatçı, bu ve benzeri işleriyle yapıcı bir yabancılaşmaya zemin hazırlayarak bizi hem yanlış bildiğimiz doğrular, hem de tersiyle yüzleştirmek için önemli bir emek sarf ediyor.
Bu işin taşıdığı yapıcı kuşku, sanatçının Bildiğim Her Şey (2015-süregelen) işinde de kendini hissettiriyor. Tüketilemez ve tasnif edilemez seviyede, adeta bir kaotik derinlikte, ancak numara sırasına konmuş, karıştırılmaya açık birçok bilgi kartı, belki de gerekli gereksiz onlarca, yüzlerce bilgi tümcesini izleyiciyle yine gelişigüzel biçimde yüzleştiriyor. Burada en samimi detay, belki de kendini bilgilerin “organikliğinde”, sanatçıdan çıkmışlığında gösteriyor. Dolayısıyla maruz kaldığımız bu bilgilerin samimi olması bir yana, niceliksel çokluğunun -sanal dünyanın da aşırı bilgi üretim ve tüketim potansiyeli sebebiyle- izleyende yarattığı “inançsızlık ve aldırışsızlık”, işin kendini izleyicide sınaması adına en büyük parametreye dönüşüyor.
Çeşitli sosyolojik katmanlarda kendini bir gözlem uydusu veya gönüllü kobay, bazen de bir “şifre kırıcı” gibi konumlandıran bir sanatçı olan Pekünlü, yine ikinci katta sergilenen, bir kadının erkeğe bakışına yönelik iki eleştirel video işiyle meraklı ve feminist duruşunu sağlamlaştırıyor. “Güzel görünmek üzere” ayna karşısında, müzik eşliğinde, tüm egosantrikliğiyle dakikalar harcayan genç erkekleri belgeselleştiren Kendine ait bir banyo (2015) videosu ile aynı tarihli, yaklaşık 20 dakikalık Ürkütmeden bir kadına nasıl dokunursunuz? videosu birlikte konumlanıyor. Mizahın yüksek dozda olduğu bu işte, internette bulunan “kadın tavlama” kaynaklarına kadın gözüyle bakan ve incelikli bir kurguyla birçok kişinin görüşlerini bir araya getiren Pekünlü, hemen hepsi “yatağa atmaya” odaklı bu tavsiyelerdeki saçma ve uygunsuz, saygısız tüm detayları art arda sıralanmasının gülünçlüğüyle yüzümüze vuruyor.
Sergi mekânından ayrılmaya hazırlanırken, o gün SALT Ulus’taki “Kitap Takası” için onca sanatsal, sosyal ve tarihsel kitap arasına kim bilir neden bırakılmış bir akademik yayın gözüme ilişiyor: “1975 - İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Yayınları / İstanbul Kızlarında Ergenlik Çağında Büyüme, Seksüel Gelişme ve Kemik Olgunlaşması ve Bunların Birbirleriyle İlişkileri.”
Bu kitabı getirenin kimliğini, Pekünlü’nün sergisinden etkilenip etkilenmediğini ciddiye alır bir ruh hâliyle, merak içerisinde SALT Ulus’tan çıkıyorum.