November 23, 2024

Maddi Olmayan Emek

MAURIZIO LAZZARATO*

March 14, 2014

İşin yeni örgütleniş biçimleri hakkında kayda değer miktarda ampirik araştırma yürütülmüştür. Bu çalışmalar, benzer bir zenginlikteki kuramsal düşünmeyle beraber bugün işin ne olduğuna ve bunun nasıl yeni iktidar ilişkilerini gerektirdiğine dair yeni bir kavrayışın tanımlanmasını mümkün kılmıştır.

Bu sonuçlara ilişkin ilk sentez -işçi sınıfının teknik ve öznel-siyasal bileşimini tanımlamaya dönük bir çaba çerçevesinde- metanın enformasyonel ve kültürel içeriğini üreten emek olarak tanımlanan maddi olmayan emek kavramıyla ifade edilebilir. Maddi olmayan emek kavramı emeğin iki farklı yönüne işaret eder. Bir yandan, metanın “enformasyonel içeriği” bakımından, maddi olmayan emek; dolaysız emek için gerekli olan becerilerin artan şekilde sibernetik ve bilgisayar hakimiyetine (ve yatay ve dikey iletişim) dair beceriler gerektirdiği endüstri sektörü ve üçüncü sektörlerdeki büyük şirketlerde çalışan işçilerin emek süreçlerinde gerçekleşen değişimlere doğrudan bir gönderme yapar. Öte yandan, maddi olmayan emek metanın “kültürel içeriğini” üreten etkinlik bakımından, normalde “iş” olarak kabul edilmeyen bir dizi etkinliği içerir; diğer bir deyişle, kültürel ve sanatsal standartları, modayı, zevkleri, tüketici normlarını ve daha stratejik olarak kamuoyunu belirlemeye ve kurmaya yönelik etkinlikleri. Bir zamanlar burjuvazi ve çocuklarının ayrıcalıklı dünyasına ait olan bu etkinlikler, 1970’li yılların sonu ile beraber bizim “kitlesel zekâ” diye tanımlaya geldiğimiz dünyanın parçası haline gelmişlerdir. Bu stratejik sektörlerdeki büyük değişimler, sadece işgücünün bileşimi, yönetimi ve düzenlenmesini, yani üretimin örgütlenişini değil aynı zamanda ve daha derinden entelektüellerin rol ve işlevlerini ve toplum içindeki etkinliklerini radikal bir şekilde değiştirmiştir.

1970’li yıllarda başlayan “büyük dönüşüm”, sorunun ortaya konuluş koşullarının kendisini değiştirmiştir. Kol emeği artan şekilde “entelektüel” olarak tanımlanabilecek zihinsel işlemler içermeye başlamıştır ve yeni iletişim teknolojileri artan şekilde bilgi açısından zengin öznellikler gerektirmektedir. Bu durum yalnızca entelektüel emeğin kapitalist üretimin normlarına tabi hale gelmesi değildir. Yaşanan şey, kapitalist üretimin talepleri ile işe karşı mücadelenin yarattığı “kendini değerli kılma” biçimlerinin birleşimi sonucu yeni bir “kitlesel zekâ”nın ortaya çıkmasıdır. “Kafa ve kol emeği” ya da “maddi emek ve maddi olmayan emek” arasındaki eski ikilik, bu ayrımı üstlenen ve dönüştüren üretici etkinliğin yeni doğasını kavrayamama riskini taşır. Kavrayış ile uygulama, emek ile yaratıcılık, yaratan ile izleyen arasındaki yarılma, eşzamanlı olarak “emek süreci” içinde aşılıyor ve “değerlenme süreci” içinde siyasal yönetim olarak yeniden dayatılıyor.

Yeniden Yapılandırılan İşçi

Büyük fabrikaların yirmi yıl süren yeniden yapılanması ilginç bir paradoksa yol açmıştır. Birçok farklı post-Fordist model, hem Fordist işçinin yenilgisi hem de üretim içinde (giderek entelektüelleşen) canlı emeğin merkeziliğinin tanınması üzerine inşa edilmiştir. Bugünün yeniden yapılandırılmış büyük şirketlerinde bir işçinin işi artan şekilde, çok farklı alternatifler arasından seçebilme yeteneğini ve böylelikle belli bir derecede karar verme sorumluluğu gerektirmekte. İletişim sosyologlarınca kullanılan “ara yüzey” kavramı -farklı işlevler, farklı iş takımları, farklı hiyerarşi dereceleri vs. arasında bir ara yüzey olarak- bu tür bir işçinin etkinliklerine dair uygun bir tanım sunar. Modern işletme tekniklerinin peşinde olduğu şey “işçinin ruhunun fabrikanın bir parçası haline gelmesidir.” İşçinin kişiliği ve öznelliği, örgütlenme ve yönetime karşı duyarlı hale getirilmelidir. Emeğin niteliği ve niceliği bu maddi olmayışlık üzerinden örgütlenir. İşçi sınıfının emeğinin bir denetim emeğine, bilginin kullanılmasına yönelik bir emeğe, öznelliğin harcanmasını gerektiren bir karar verme yeteneğine dönüşmesi, işçileri fabrika hiyerarşisi içindeki konumlarına göre farklı biçimlerde etkilese de geri çevrilemez bir süreç olarak halihazırda önümüzde durmaktadır. Böylece, iş üretici elbirliğini harekete geçirebilme ve yönetebilme yeteneği olarak tanımlanabilir. Bu aşamada, işçilerden basit bir komutaya tabi olmak yerine, üretimin çeşitli işlevlerinin koordinasyonunda “etkin özneler” olmaları beklenir. Kolektif bir öğrenme sürecinin üretkenliğin kalbi haline geldiği bir noktaya varıyoruz; çünkü önemli olan mesele zaten varolan iş fonksiyonlarını bir araya getirmenin ya da organize etmenin farklı yollarını bulmak değil yenilerini aramaktır.

Ancak, öznellik ve öznelliğin kolektif biçimi, kuruluşu ve gelişimi sorunu, işin örgütlenişi içinde toplumsal sınıflar arasında bir çatışma olarak hemen ifadesini bulmuştur. Burada tarif ettiğim şeyin ütopyacı bir yeniden bileşim görüşü değil, toplumsal sınıflar arasındaki çatışkının alanı ve koşullarının kendisi olduğunu belirtmem gerek.

Kapitalist, öznelliğin kendisi üzerinde komuta kurmanın dolayımsız bir yolunu bulmak zorundadır; görevlerin tanımlanması ve buyrulması bir tür öznellik buyruğuna dönüşür. Batı toplumlarının yeni sloganı hepimizin “özne olmasıdır”. Katılımcı yönetim bir iktidar teknolojisi, “öznel süreçlerin” yaratılması ve denetim altına alınması için bir teknolojidir. Öznelliği yalnızca uygulamaya dönük görevlerle sınırlandırmak artık mümkün olmadığı için öznenin yönetim, iletişim ve yaratıcılık alanlarındaki yeteneklerinin “üretim için üretimin” şartlarıyla uyumlu hale getirilmesi gereklidir. Bu nedenle, “özne olma” sloganı hiyerarşi ile elbirliği, otonomi ile komuta arasındaki karşıtlığı ortadan kaldırmak bir yana, tek tek işçilerin kişiliğini hem harekete geçirdiği hem de onunla çatıştığı için bu karşıtlığı daha da yüksek bir seviyede yeniden ortaya koyar. Her şeyden önce, burada otoriter bir söylemle karşı karşıyayız: kendini ifade etmek, konuşmak, iletişim kurmak, işbirliği yapmak, vs. zorundasın. Buradaki “ton” Taylorizm zamanında yönetici konumundakilerin tonuyla aynıdır; değişen tek şey ise içeriktir. İkincisi, eğer (bir zamanlar işin “bilimsel” örgütlenişinde olduğu gibi) iş ve sorumlulukları kesin bir şekilde belirlemek artık mümkün değilse ve eğer aksine işler şimdi elbirliği ve kolektif koordinasyon gerektiriyorsa, o zaman üretimin özneleri iletişim yetisine sahip olmalılar, yani bir iş takımının aktif katılımcıları olmalılar. İletişimsel ilişki (hem yatay hem de dikey) gerek biçim gerekse içerik açısından da tamamıyla önceden belirlenmiştir; “enformasyon dolaşımına” bağımlı hale gelmiştir ve başka bir şey olması da beklenmez. Özne, yönetim tarafından tamamıyla normalleştirilmiş bir iletişim ortamında ilettikleri mesajların “herhangi bir şüpheye yer bırakmayacak şekilde açık ve net” olması gerektiği kodlama ve kodsuzlaştırma süreçlerinin vardiyalı işçisi haline gelir. Buyrukların dayatılması ve onunla beraber gelen şiddet burada normatif bir iletişimsel biçim alır.

Yönetimin “iletişim özneleri olma” yolundaki fermanı, kafa ve kol emeği (fikirler ve uygulama) arasındaki eski katı ayrımdan çok daha totaliter olma tehdidi taşımaktadır; çünkü kapitalizm işçinin kişiliğini ve öznelliğini değer üretimine dahil etmeye çalışır. Sermaye, komutanın öznenin kendisinde ve iletişimsel süreçte bulunduğu bir durum ister. Bir ustabaşının müdahalesine gerek duymadan işçi, çalışma grubu içinde kendi denetiminden ve motivasyonundan kendisi sorumlu olmalıdır ve bu durumda ustabaşının görevi bir tür kolaylaştırıcıdan fazlası değildir. Aslında, işverenler bu durumun yarattığı iki yönlü problem konusunda endişelidirler. Bir yandan, üretimdeki mümkün olan tek elbirliği biçimi olarak emeğin otonomisini ve özgürlüğünü tanımak zorundayken, öte yandan aynı zamanda emeğin yeni niteliği ve örgütlenişinin gerektirdiği gücü “paylaştırmamak” zorundadırlar (bu kapitalist için ölüm kalım meselesidir). Bugünün yönetim düşüncesi, işçilerin öznelliğini yalnızca üretimin ihtiyaçları doğrultusunda kodlayabilmek için dikkate alır. Ve bir kez daha dönüşümün bu aşaması, işçilerin bireysel ve kolektif çıkarları ile şirketinkilerin özdeş olmadığı gerçeğini örtbas etmeyi başarır.

İşçi sınıfı emeğini, bugün öznelliğin tatbikini gerektiren soyut bir etkinlik olarak tanımlamıştım. Ancak herhangi bir yanlış anlamaya meyil vermemek için, bu üretici etkinlik biçiminin yalnızca yüksek vasıflı işçilerle sınırlı olmadığını eklemem gerekir. Bu kavram, bugün emek gücünün kullanım değerine ve daha genel olarak sanayi sonrası toplumdaki her üretici öznenin etkinlik biçimine gönderme yapar. Yüksek vasıflı, kalifiye işçide “iletişimsel modelin” zaten içkin olduğu, potansiyellerinin halihazırda orada bulunabileceği söylenebilir. Ancak, genç işçi, “güvencesiz” işçi ve işsiz gençlik dediğimizde katışıksız bir virtüellikle, henüz belirlenmemiş ama şimdiden sanayi sonrası üretken öznelliğin tüm özelliklerini taşıyan bir kapasite ile karşı karşıyayız. Bu kapasitenin virtüelliği ne boş ne de tarih dışıdır; aksine bu, tarihsel öncelleri ve kökenleri Fordist işçinin “işe karşı mücadelesine” ve daha yakın zamanlarda toplumsallaşma, eğitim formasyonu ve kültürel açıdan kendini değerli kılmaya dayanan bir açılım ve bir potansiyelliktir.

İşin dünyasındaki bu dönüşüm üretimin toplumsal döngüsü incelendiğinde daha belirginleşir: bir yanda “yaygın fabrika” ve üretimin merkezsizleşmesi, öte yanda çeşitli üçüncü sektör biçimleri. Burada maddi olmayan emek döngüsünün üretimin küresel örgütlenişinde ne ölçüde stratejik bir rol üstlendiği takdir edilebilir. Çeşitli araştırma, kavramsallaştırma, insan kaynakları yönetimi vs. etkinlikleri, çeşitli üçüncü sektör etkinlikleriyle beraber, bilgisayar ve multimedya ağlarında örgütlenmektedir. Bugün emeğin örgütlenişi ve üretim döngüsünü bu koşullar altında anlamamız gerekir. Bilimsel emeğin, endüstriyel emek ve üçüncü sektör emeğiyle bütünleşmesi üretkenliğin en önemli kaynaklarından biri haline gelmiştir ve onu örgütleyen üretim döngüsü içinde büyüyen bir etmen olmaktadır.

Klasik Tanımıyla “Maddi Olmayan Emek”

Sanayi sonrası ekonominin tüm özellikleri (hem endüstride ve hem de bir bütün olarak toplumda) görsel-işitsel üretim, reklam, moda, bilgisayar yazılımları, fotoğrafçılık, kültürel etkinlikler vb. gibi “maddi olmayan” üretimin klasik biçimlerinde büyük oranda mevcuttur. Bu tür maddi olmayan emek etkinlikleri bizi, ve işgücü gibi kavramların klasik tanımlarını sorgulamaya zorlar; çünkü çok farklı iş türlerinin ürünlerini bir araya getirir: kültürel-enformasyonel içeriğe dair entelektüel beceriler; yaratıcılık, hayal gücü ile teknik ve kol emeğini bir araya getirebilmeye yönelik kol becerileri; ve sosyal ilişkilerin yönetimi ve parçası oldukları toplumsal elbirliğinin yapılandırılmasında girişimcilik becerileri. Bu maddi olmayan emek, doğrudan kolektif olan biçimlerde kendini kurar ve diyebiliriz ki yalnızca ağlar ve akışlar biçiminde var olur. Maddi olmayan emeğin üretim döngüsünün (çünkü fabrikacı önyargılarımızı bir kenara bıraktığımızda, söz konusu olan tam da bir tür üretim döngüsüdür) örgütlenmesi, fabrikanın dört duvarı ile sınırlı olmadığı için bariz bir şekilde göze görünür değildir. Bölgesel olarak “maddi olmayan emek havuzu” diyebileceğimiz bu emek üretiminin işlediği mekan dışarıda, bütün olarak toplumun içindedir. Özel bir amaçla oluşturulmuş belli projeler için olan, küçük ve bazen çok küçük (sıklıkla yalnızca tek bir bireyden oluşan) “üretim birimleri” yalnızca o belirli iş süresince var olmak üzere düzenlenir. Üretim döngüsü yalnızca kapitalist ihtiyaç duyduğunda devreye girer; görev biter bitmez döngü tekrar, üretken kapasitesinin zenginleşmesini ve yeniden üretimini mümkün kılan ağlara ve akışlara geri dağılır. Güvencesizlik, aşırı sömürü, hareketlilik ve hiyerarşi maddi olmayan metropol emeğinin en belirgin özellikleridir. Bağımsız, “serbest çalışan” işçi tanımlamasının arkasında aslında karşımıza çıkan şey, yalnızca onu sömüren işverenlerince bu şekilde görülen entelektüel bir proleterdir. Bu tür bir çalışma koşulunda dikkat çekilmesi gereken bir başka şey ise, iş zamanını boş zamandan ayrıştırmanın giderek zorlaşmasıdır. Bir anlamda, hayat işten ayrılamaz hale gelir.

Bu emek biçiminin belirleyici özellikleri, (1) toplumsal ilişkilerini yönetebilme becerisine ve (2) maddi olmayan emek havuzu ve yapılanmasındaki toplumsal elbirliğini meydana çıkarmaya dayanan gerçek yönetimsel işlevlerdir. Bu tür bir emek gücünün niteliği, sadece (metanın kültürel-enformasyonel içeriğinin kuruluşunu mümkün kılan) mesleki kapasiteleriyle değil, aynı zamanda kendi etkinliğini “yönetebilme” ve diğerlerinin maddi olmayan emeğinin koordinatörü olarak davranabilme (döngünün üretimi ve yönetimi) yeteneği ile tanımlanır. Bu maddi olmayan emek “canlı emeğin” gerçek bir mutasyonu olarak ortaya çıkar. Burada Taylorist örgütlenme modelinden bir hayli uzağız.

Maddi olmayan emek, kendini üretimle tüketim arasında yeni bir ilişkinin dönüm noktasında (ya da daha doğrusu ara yüzeyinde) bulur. Hem üretici elbirliğinin hem de tüketiciyle toplumsal ilişkinin canlandırılması, iletişim süreci sayesinde ve bu süreç içinde gerçekleşir. Maddi olmayan emeğin rolü iletişim biçimleri ve koşullarında (dolayısıyla işte ve tüketimde) sürekli yeniliği teşvik etmektir. İhtiyaçlara, hayal gücüne, tüketici zevklerine, vs. biçim ve cisim verirken, karşılığında bu ürünler güçlü birer ihtiyaç, imge ve zevk yaratan bir şey haline gelirler. Maddi olmayan emek yoluyla üretilen (ve gerçek kullanım değeri enformasyonel ve kültürel içeriğinin değeriyle belirli olan) metanın özgünlüğü, tüketim eylemi yoluyla aslında tükenmeyip, aksine tüketicinin “ideolojik” ve kültürel ortamını yaratıp, genişletmesi ve dönüştürmesine dayanır. Bu meta emek gücünün fiziksel kapasitesini üretmez; aksine onu kullanan kişiyi dönüştürür. Maddi olmayan emek her şeyden önemlisi, “toplumsal bir ilişki” (yenilik, üretim ve tüketim ilişkisi) üretir. Ancak bu üretimde başarılı olursa etkinliğinin ekonomik bir değeri olur. Bu etkinlik, maddi üretimin “sakladığı” bir şeyi, yani emeğin sadece meta değil her şeyden önce sermaye ilişkisi ürettiği gerçeğini doğrudan görünür kılar.

Maddi Olmayan Emeğin Üretken Sinerjisinin Otonomisi

Benim hipotezim maddi olmayan emek döngüsünün, bağımsız olan ve hem kendi işini ve hem de ticari girişimlerle ilişkilerini kendisi düzenleyebilen bir toplumsal emek gücünü başlangıç noktası olarak aldığı yönündedir. Bu yeni emek gücünü endüstri yaratmaz, sadece onu devralır ve benimser. Endüstrinin bu yeni emek gücü üzerindeki kontrolü, emek gücünün bağımız örgütlenme ve “serbest girişimcilik etkinliğini” gerektirir. Bu yönde biraz daha ilerlersek, emeğin örgütlenişinin post-Fordist aşamasında işin doğası tartışmasına geliriz. Ekonomistler arasında, bu sorunsal hakkında hakim görüş tek bir cümleyle ifade edilebilir: Maddi olmayan emek endüstrinin merkezileşmesinin izin verdiği örgütlenme biçimleri içinde işler. Bu ortak temelden hareket eden, bir tanesi neoklasik analizin uzantısı, diğeri ise sistem teorisinin uzantısı iki farklı düşünce okulu bulunur.

İlkinde, sorunu çözme girişimi piyasa sorunsalının yeniden tanımlanması yoluyladır. İletişim olgusu ve örgütlenmenin yeni boyutlarını açıklamak için sadece emeğin elbirliği ve yoğunluğunun değil, aynı zamanda diğer değişkenlerin de (antropolojik değişkenler? maddi olmayan değişkenler?) hesaba katılması gerektiği ve bu temelde optimizasyon hedeflerinin gerçekleşebileceği ileri sürülür. Aslında, neoklasik model kendini genel denge teorisinin dayattığı tutarlılık kısıtlamasından kurtarmakta büyük zorluk yaşar. Maddi emek ve endüstriyel ekonominin vazgeçilemez ve zorunlu olduğuna inanan bir genel teori, emeğin yeni görüngülerini, örgütlenmenin ve iletişimin yeni boyutlarını, eşzamanlı sinerjilerin yarattığı potansiyeli, söz konusu öznelerin otonomisini ve ağların bağımsızlığını ne öngörebilmiştir ne de bunlar onun tarafından öngörülebilirdir. Bugün elimizdeki yeni verilerle, mikro-ekonominin makro-ekonomiye başkaldırı içinde olduğunu ve klasik modelin yeni ve indirgenemez bir antropolojik gerçeklik tarafından çürütüldüğünü görüyoruz.

Piyasanın kısıtlamasını ortadan kaldıran ve örgütlenmeye merkezi önem atfeden sistem teorisi, emeğin yeni görüngüsüne ve özellikle de maddi olmayan emeğin ortaya çıkışına daha açıktır. Daha gelişmiş sistem teorilerinde örgütlenme, söz konusu grubun hedeflerine ulaşmasını sağlayacak, hem maddi hem de maddi olmayan, hem bireysel hem de kolektif bir faktörler topluluğu olarak ele alınır. Bu örgütsel sürecin başarısı ya iradi ya da iradi olmayan düzenleme araçlarını gerektirir. Dünyaya toplumsal sinerjiler perspektifinden bakmak mümkün hale gelir ve maddi olmayan emek küresel etkinliği açısından ele alınabilir. Ne var ki, bu bakış açıları hâlâ, ekonomik bir bakış açısıyla verimli etkinliğin (başka bir deyişle amaca tabi kılınan etkinliğin), kolektif bilişsel mekanizmalarla ilişkisi içinde kaçınılmaz biçimde artı-değer olarak değerlendirilmesinin gerektiği, işin örgütlenişi ve toplumsallığına dair bir imgeye yakından bağlıdır. Sistemsel disiplinler olan sosyoloji ve emek iktisadı kendilerini bu konumdan koparamazlar.

Maddi olmayan emeğin analizinin ve örgütlenmesinin betimlenmesinin, bizi, ister neoklasik okul isterse sistem teorisi okulundan olsun iş dünyası teorisinin ön kabullerinden daha öteye taşıyabileceğine inanıyorum. Bu betimleme, bölgesel bir düzeyde maddi olmayan emeğin üretken sinerjisinin radikal bir otonomisini tanımlamaya götürebilir. Böylelikle kurucu bir “antropo-sosyoloji” bakışını büyük bir kararlılıkla oluşturabilmek adına, eski düşünce okullarına karşı gelebiliriz.

Toplumsal üretimde bu bakış egemen olmaya başlar başlamaz, üretim modellerinin sürekliliğinde bir kırılma ile karşı karşıya olduğumuzu görürüz. Bununla kastettiğim şey, çoğu post-Fordizm kuramcısının aksine, bu yeni emek gücünün kapitalizmin ve birikim ve yeniden üretim süreçlerinin yeni bir tarihsel aşamasının basit bir işlevi olduğunu düşünmediğimdir. Bu emek gücü, işin antropolojik gerçekliği ve anlamlarının yeniden-konfigürasyonunda gerçekleşen “sessiz devrimin” ürünüdür. Kapitalist ve işçi arasındaki sözleşme ilişkisinin temel biçimini, artık ücretli emek ve (örgütlenmeye) doğrudan tabiyet oluşturmamaktadır. Hakim biçim olarak çok değişik şekillerde serbest-çalışmaya dayalı bir iş, sürekli değişim içindeki bir piyasaya ve zaman ve mekan açısından değişebilir ağlar içine eklemlenen bir girişimci olan bir tür “entelektüel işçi” ortaya çıkmıştır.

Maddi Olmayan Üretim Döngüsü

Bu noktaya kadar maddi olmayan emek kavramını deyim yerindeyse “mikro-ekonomik” olarak tanımlanabilir bir bakış açısından çözümledim ve kurdum. Şimdi ise maddi olmayan emeği, stratejik bir aşaması olduğu üretim döngüsünün küreselliği içinde ele alacak olursak, post-Taylorist üretimin henüz dikkate alınmamış bir dizi özelliğini görebiliriz.

Özellikle değerlenme sürecinin nasıl toplumsal iletişimin üretim süreci ile özdeşleşme eğilimi içinde olduğunu ve bu iki aşamanın (değerlenme ve iletişim) doğrudan toplumsal ve teritoryal boyutu olduğunu göstermek istiyorum. Maddi olmayan emek kavramı iletişimin üretimi ve yeniden üretimini ve dolayısıyla en önemli içeriği olan öznelliği de içeren üretici elbirliğini gerektirir. Eğer Fordizm sermayenin yeniden üretim döngüsüne tüketimi entegre ettiyse, post-Fordizm de buna iletişimi entegre etmiştir. Tamamen ekonomik bir bakış açısıyla, maddi olmayan emeğin yeniden üretim döngüsü, Kapital’in ikinci cildindeki Marksist yeniden üretim tanımında olduğu kadar “Keynesçi kısır döngü” tanımında tarif edilen üretim-tüketim ilişkisini altüst eder. Şimdi, “arz ve talebin” tepe taklak olması yerine üretim-tüketim ilişkisinin yeniden tanımlanmasından bahsetmeliyiz. Daha önce gördüğümüz gibi, tüketici, ürünün fikriyat olarak varlığından imal edilişine kadarki bütün sürecin içindedir. Artık tüketici, metaları tüketmekle (tüketim sürecinde onları imha etmekle) sınırlanmış durumda değildir. Tersine, onun tüketimi, yeni ürünler ve zorunlu koşullara uygun olarak üretken olmak durumundadır. Öyleyse, tüketim her şeyden önce bilginin tüketimidir. Tüketim artık yalnızca bir ürünün “gerçekleşmesi” değil, şimdilik iletişim tanımıyla tariflenen gerçek ve temel bir toplumsal süreçtir.

Büyük-Ölçekli Endüstri ve Hizmetler

Maddi olmayan emeğin üretim döngüsünün yeni özelliklerini tanımak için bunu büyük-ölçekli endüstri ve hizmetlerle karşılaştırmalıyız. Maddi olmayan üretim döngüsü, doğrudan post-Taylorist üretimin sırrını (yani, onu kuran toplumsal iletişim ve toplumsal ilişkinin üretken hale gelişini) gösteriyorsa, o zaman bu yeni toplumsal ilişkilerin nasıl endüstri ve hizmetleri canlandırdığını ve nasıl bizi klasik “üretim” biçimlerini bile yeniden formüle ve organize etmek zorunda bıraktığını incelemek ilginç olacaktır.

Büyük-Ölçekli Endüstri:
Sanayi sonrası ticaret ve ekonomi, bilginin kullanımına dayanır. (On dokuzuncu yüzyılda olduğu gibi) üretim sürecinin iç işleyişinin gözetimini ve hammadde pazarlarının denetimini güvence altına almak yerine, iş dünyası üretim süreci dışındaki alana -satış ve tüketiciyle ilişkiye- odaklanmış durumdadır. Her zaman için üretimden daha çok ticarileşmeye ve finansa bel bağlar. Otomobil üretimi gibi “ağır” sanayilerde bile bir ürün imal edilmeden önce satılmalıdır; bir araba ancak satış ağı sipariş verdikten sonra üretime sokulur. Bu strateji bilginin üretim ve tüketimine dayalıdır. Bilgi toplayabilmek (piyasanın eğilimlerini tespit etmek) ve bilgiyi dolaşıma sokabilmek (pazar yaratmak) için önemli iletişim ve pazarlama stratejilerini seferber eder. Taylorist ve Fordist üretim sistemlerinde, tek tipte standartlaşmış metaların kitlesel tüketimini sağlayan Ford yine de tüketicinin siyah bir T5 modeli ile başka bir siyah T5 modeli arasında tercih imkanı olduğunu söyleyebilirdi. “Bugün artık başarının reçetesi standart meta değildir; ve muhteşem ‘düşük fiyat’ sıralamasının galibi olan otomobil endüstrisi yeni bir eşsizlik endüstrisi haline gelmekle ve kalitesiyle övünmek isteyebilir.”1 Çoğu şirket için hayatta kalabilme, her zaman daha bol ve çeşitlendirilmiş üretim çizgilerinin tespit edilmesini sağlayan yeni ticari açılımları gerektirir. Yenilik artık yalnızca emeğin rasyonel olarak örgütlenmesine değil, aynı zamanda ticari buyruklara da bağımlı haldedir. O zaman görünen o ki sanayi sonrası meta hem üretici hem de tüketiciyi içeren yaratıcı bir sürecin sonucudur.

Hizmetler:
Eğer endüstriden “hizmet” sektörüne (büyük banka hizmetleri, sigorta vs.) geçecek olursak, betimlediğim sürecin özellikleri daha açık olarak görülür. Bugün tanık olduğumuz şey hizmetlerin büyümesi değil, “hizmet ilişkilerinin” gelişmesidir. Hizmetlerin Taylorist olarak örgütlenmesinin ötesine geçiş, gerçekten tüketicinin ürünün oluşumunda aktif biçimde müdahil olduğu, üretimle tüketim arasındaki ilişkinin bütünleşmesi ile tanımlanabilir. Buradaki ürün olan “hizmet”, toplumsal bir kurgu ve toplumsal bir “tasavvur” ve yenilik süreci haline gelir. Hizmet endüstrilerinde “arka ofis” görevleri (klasik hizmet işleri) azalmış “ön ofis” görevleri (müşterilerle ilişki) çoğalmıştır. Dolayısıyla insan kaynaklarının şirketin dış kısmına doğru bir kayışına tanık oluyoruz. Yakın dönemde yapılan sosyolojik analizlerin bize gösterdiği gibi, hizmet sektöründe ele alınan bir ürün ne kadar maddi olmayan bir ürün olarak ortaya çıkıyorsa, o ürün üretimle tüketim arasındaki ilişkinin endüstriyel örgütleniş modelinden o kadar uzaklaşır. Üretimle tüketim arasındaki ilişkinin değişimi, hem emeğin konusunu hem de işbölümünü sorunsallaştırdığı (ve böylece tasavvurla uygulama arasındaki ilişki tek taraflı özelliğini yitirdiği) için hizmet üretimindeki emeğin Taylorist örgütlenişi üzerinde doğrudan sonuçları vardır. Eğer ürün tüketicinin müdahalesi yoluyla tanımlanıyorsa ve bu nedenle sürekli bir evrim içindeyse, hizmet üretiminin normlarını tanımlamak ve “nesnel” bir üretkenlik ölçütü koymak hep daha zorlaşır.

Maddi olmayan emek:
Sanayi sonrası ekonominin (hem büyük-ölçekli endüstride hem de üçüncü sektörde mevcut) tüm bu özellikleri tam olarak “maddi olmayan üretim” biçiminde yoğunlaşır. Görsel-işitsel üretim, reklam, moda, yazılım vs. üretim ve üretimin pazarı ya da tüketicileri arasındaki özel ilişki yoluyla tanımlanır. Burada Taylorist modelden olabilecek en uzak noktadayız. Maddi olmayan emek sürekli olarak üretimle tüketim arasındaki ilişkiyi belirleyen bir ara yüzey rolü oynayan iletişimin biçimini ve koşullarını yaratıp değiştirir. Daha önce belirttiğim gibi, maddi olmayan emek her şeyden önce bir toplumsal ilişki üretir; sadece meta değil, aynı zamanda sermaye ilişkisi de üretir.

Eğer bugün üretim doğrudan toplumsal bir ilişkinin üretimiyse, o zaman maddi olmayan emeğin “hammaddesi” öznellik ve bu öznelliğin yaşadığı ve yeniden ürettiği “ideolojik” ortamdır. Öznellik üretimi yalnızca (ticari ilişkilerin yeniden üretimi için) bir toplumsal denetim aracı olmaktan çıkar ve doğrudan üretken hale gelir; çünkü sanayi sonrası toplumumuzun amacı tüketici/iletişim aygıtı yaratmak ve onu “etkin” kılmaktır. Maddi olmayan işçiler (reklam, moda, pazarlama, televizyon, sibernetik vs. alanlarında çalışanlar) tüketicinin bir talebini karşılar ve aynı zamanda o talebi kurar. Maddi olmayan emeğin öznellik ve aynı zamanda ekonomik değer yaratması, kapitalist üretimin nasıl da yaşamlarımızı sardığını ve ekonomi, iktidar ve bilgi arasındaki karşıtlıkları parçaladığını gösterir. Toplumsal iletişim süreci (ve temel öğesi olan öznellik üretimi), belli bir yanıyla üretimi “ürettiği” için burada doğrudan üretken hale gelir. “Toplumsal” olanın (ve daha da toplumsal olan dil, iletişim vb.) “ekonomik” oluş süreci henüz yeterince incelenmemiştir. Aslında, bir yandan, (postyapısalcı Fransız felsefesinin belli bir damarındaki şekliyle) bilgi ve iktidara özgü üretim biçimleri açısından, “kendiyle ilişki” anlamında kurucu bir “süreç” olarak tanımlanan bir öznellik üretim analizine yabancı değiliz. Ne var ki, bu analiz asla kapitalist değerlenme biçimleri ile kesişmez. Öte yandan, 1980’li yıllarda iktisatçı ve sosyologlardan oluşan bir ağ (ve onlardan önce İtalyan işçiciliği-sonrası gelenek) “üretimin toplumsal biçiminin” kapsamlı bir analizini geliştirmişti. Ancak bu analiz de değerlenmenin içeriği olarak öznellik üretimini yeterince içermez. Şimdi, post-Taylorist üretim biçimi hem üretken elbirliğinin hareket geçirilmesinde hem de metaların “kültürel” içeriklerinin üretiminde kesinlikle öznelliği devreye sokmasıyla tanımlanıyor.

Estetik Model

Peki toplumsal iletişimin üretim süreci nasıl oluşur? Bu süreçte öznellik üretimi nasıl gerçekleşir? Öznellik üretimi nasıl olur da tüketici/iletişimci ve onun tüketme ve iletişim kurma yeteneği haline gelir? Maddi olmayan emek bu süreçte nasıl bir rol oynar? Daha önce dediğim gibi, benim hipotezim şu: iletişimin üretim süreci doğrudan değerlenme sürecine dönüşme eğilimi taşır. Nasıl ki geçmişte iletişim temel olarak dil ve ideolojik ve edebi/sanatsal üretim kurumları aracılığıyla örgütleniyorduysa, bugün iletişim, endüstriyel üretimle iç içe olduğundan teknolojik tasarımlar (bilgi, düşünce, görüntü, ses, ve dilin yeniden üretim teknolojileri) ve yeni bir üretim biçimin taşıyıcıları olan örgütlenme ve “yönetim” biçimleri aracılığıyla yeniden üretilir.

Toplumsal iletişimin oluşum sürecini ve “ekonomik” olan tarafından içerilmesini anlama çabasında “maddi” üretim modeli yerine, yaratıcılık, yeniden üretim ve alımlama sürecini de kapsayan “estetik” modeli kullanmak daha faydalıdır. Bu model geleneksel ekonomik kategorilerin gözden kaçırdığı ve göstereceğim gibi post-Taylorist üretim modelinin “özgün farklarını” oluşturan kimi yönleri açığa çıkarır.2 “Estetik/ideolojik” üretim modeli, bu tür bir sosyolojik dönüşümün taşıdığı tüm sınır ve zorluklarla, küçük-ölçekli bir sosyolojik modele dönüştürülecektir. Yaratıcılık, yeniden üretim ve alımlama modeli ikili bir dönüşümü gerektirir; ilk başta, bu yaratım sürecinin üç aşaması toplumsal biçimleri açısından ayırt edilmelidir; ikinci olarak da, bu üç aşama üretici bir döngünün ifadeleri olarak anlaşılmalıdır.3

“Yaratıcı” bireysel boyutunu kaybetmeli ve endüstriyel olarak örgütlenmiş bir üretim sürecine (işbölümü, yatırımlar, siparişler, vs. ile) dönüştürülmelidir; “yeniden üretim” kârlılığın gerektirdiklerine göre örgütlenmiş kitlesel bir üretime dönüşür; “alıcı” ise tüketici/iletişim aygıtı olma eğilimindedir. Entelektüel etkinlik ekonomisi içindeki bu içerilme ve toplumsallaşma sürecinde, “ideolojik” ürün bir meta biçimini varsayma eğilimi gösterir. Ancak bu sürecin kapitalist mantığın boyunduruğuna alınması ve ürünlerinin metalara dönüşmesi estetik üretimin özgünlüğünü, yani yaratıcı ve alıcı arasındaki yaratıcı ilişkiyi ortadan kaldırmaz.

Maddi Olmayan Emek Döngüsüne Özgü Farklar

Maddi olmayan emeğin üretim döngüsünü oluşturan “aşamaların” (maddi olmayan emeğin kendisi, ideolojik/meta ürünleri”, ve “kamusal/tüketici”) “sermayenin” klasik yeniden üretim biçimlerine göre özgün farklarının kısaca altını çizmeme izin verin.

Bir “yaratıcı” olarak maddi olmayan emek söz konusu olduğunda, bunun üretken sinerjisinin radikal otonomisini vurgulamak gereklidir. Gördüğümüz gibi, farklı türde becerilerin (entelektüel beceri, kol becerisi ve girişimcilik becerisi) bir sentezinin sonucu olarak ortaya çıkan maddi olmayan emek, klasik ve işgücü tanımlarını sorgulamaya zorlamakta. Maddi olmayan emek kendini doğrudan doğruya ağlar ve akışlar şeklinde varolan kolektif biçimler içinde oluşturur. Bu elbirliği biçiminin ve bu becerilerin “kullanım değerinin” kapitalist mantığın boyunduruğuna girmesi, maddi olmayan emeğin kuruluşunun ve anlamının otonomisini ortadan kaldırmaz. Aksine, bir kez daha Marksist bir deyimi kullanarak söyleyecek olursak, en azından “yeni bir serimleme biçimi” gerektiren antagonizmaları ve çelişkileri açar.

“İdeolojik ürün” her açıdan bir metaya dönüşür. Bu ideolojik kavramı, ürünü gerçekliğin bir “yansıması”, yanlış veya doğru bir gerçeklik bilinci olarak nitelendirmez. İdeolojik ürünler, aksine, yeni gerçeklik katmanları üretir; insan gücü, bilgi ve eylemin buluştuğu kesişim noktasıdır. Yeni görme ve bilme biçimleri yeni teknolojiler gerektirir ve yeni teknolojiler de yeni görme ve bilme biçimlerini gerektirir. Bu ideolojik ürünler tamamen toplumsal iletişimin oluşum süreçlerine içkindir; yani, aynı zamanda bu ürünler bu süreçlerin hem sonuçları hem de önkoşullarıdır. İdeolojik ürünlerin toplamı insanın ideolojik ortamını oluşturur. İdeolojik ürünler özgünlüklerini hiç kaybetmeden metalara dönüşürler; yani hep birisine hitap ederler, “ideal göstergelerdir” ve böylelikle “anlam” sorununu ortaya koyarlar.

Genel kamuoyu, tüketici (izleyici/müşteri) modeli için bir model olma eğilimindedir. Yaratıcının hitap ettiği kamuoyu (kullanıcı anlamında-okuyucu, müzik dinleyicisi, televizyon izleyicisi) bu şekilde ikili bir işleve sahiptir. İlk başta, ideolojik bir ürünün alıcısı olan kamuoyu, üretim sürecinin kurucu bir öğesidir. İkinci olarak kamuoyu, ürüne “hayatta bir yer” veren (başka bir deyişle, onu toplumsal iletişime entegre eden) ve yaşamasını ve gelişmesini sağlayan alımlama süreci aracılığıyla üretken kılınır. Bu nedenle alımlama bu bakış açısına göre yaratıcı bir eylem ve ürünün tamamlayıcı bir parçasıdır. Ürünün bir metaya dönüşümü bu ikili “yaratıcılık” sürecini ortadan kaldıramaz; bunun yerine bunu olduğu gibi kabul etmeli ve bunu denetim altına alıp kendi değerlerine tabi kılmaya çalışmalıdır.

O zaman ürünün metaya dönüşümünün ortadan kaldıramadığı şey olayın tabiatı, maddi olmayan emek ve kamuoyu arasında kurulan ve iletişim yoluyla örgütlenen açık yaratım sürecidir. Maddi olmayan üretimdeki yenilikler bu yeni açık yaratım süreci yoluyla hayata geçirilirse, girişimci tüketimi çoğaltmak ve sürekli yeni tüketim yaratmak için kamuoyunun/tüketicinin ürettiği “değerlerden” almak zorunda kalır. Bu değerler, varlık kipleri, varoluş kipleri ve onları destekleyen yaşam biçimlerini öngörür. Bu düşüncelerden iki temel sonuç çıkar. Birincisi, değerler “işe koşulur.” İdeolojik ürünün bir metaya dönüşümü yaşam biçimlerinde üretilen toplumsal hayal gücünü bozar ya da çarpıtır; ama aynı zamanda meta üretimi kendi üretimine gelince kendisinin güçsüzlüğünü kabul etmelidir. İkinci sonuç ise, yaşam biçimlerinin (kolektif ve ortak faaliyet biçimlerinde) artık birer yenilik kaynağı olduklarıdır.

Maddi olmayan emek döngüsünün farklı “aşamalarının” analizi, “üretken” olanın toplumsal ilişkinin bütünü olduğu hipotezini (burada yaratıcı-iş-alıcı ilişkisinde gösterilen) doğrudan “anlamı” ortaya koyan kipselliklere göre ilerletmemi sağlar. Bu tür bir üretimin özgünlüğü, üretimle tüketim arasında yeni bir ilişki kurarak üretim sürecinin “biçimine” damgasını vurmakla kalmaz, aynı zamanda bu sürece kapitalist biçimde el konulması konusunda bir meşruiyet sorununu ortaya atar. Bu elbirliği toplumun yaşamının tam da kendisi ile uğraştığı için, hiçbir şekilde ekonomi tarafından önceden belirlenemez. “Ekonomi” sadece bu elbirliğinin biçimlerine ve ürünlerine onları normalleştirip standartlaştırarak el koyabilir. Yaratıcı ve yenilikçi öğeler, yalnızca yaşam biçimlerinin ürettiği değerlere sıkıca bağlıdır. Sanayi sonrası toplumlarda yaratıcılık ve üretkenlik bir yanda yaşam biçimleri ve onların ürettiği değerler arasındaki diyalektik ve öte yanda onları oluşturan öznelerin etkinliklerinde yatar.

(Schumpeterci) girişimcinin kendi yenilik kapasitesinde bulduğu meşruiyet, temellerini kaybetmiştir. Kapitalist girişimci maddi olmayan emeğin içerik ve biçimlerini üretmediği için yeniliği de üretmez. Ekonomiye yalnızca maddi olmayan emeğin etkinliğini yönetip düzenleme, ve iletişim ve bilgi teknolojileri ve örgütlenme süreçlerinin denetimi yoluyla kamuoyunun/tüketicinin yaratılması ve denetim altına alınması için kimi aygıtlar yaratılması olanağı kalır.

Yaratım ve Entelektüel Emek

Bu kısa değerlendirmeler, entelektüel emeğe özgü yaratım ve yayılım modelini sorgulamaya başlamamızı ve “bireyselliğin” ya da “üst” sınıfların mirasının ifadesi olarak yaratıcılık kavramının ötesine geçmemizi sağlar. Simmel ve Bakhtin’in maddi olmayan üretimin “üretken” olmaya henüz yeni başladığı bir zamanda yazdıkları eserler bize, maddi olmayan emek ve toplum arasındaki ilişkiyi ortaya koymanın tamamen iki farklı yolunu sunar. Simmel’inki tamamen kol emeği ve entelektüel emek arasındaki ayrımla ilgilenir ve bize entelektüel emeğin yaratıcılığına ilişkin bir kuram verir. İkincisi, Bakhtin’inki, kapitalist işbölümünü reddedip bir toplumsal yaratıcılık kuramı oluşturur. Simmel sınıf ilişkileri tarafından düzenlendiği ve kontrol edildiği şekliyle fark ya da taklit olgusu yoluyla “moda”nın işlevini açıklar. Dolayısıyla, modayı yaratanlar üst orta sınıflarken alt sınıflar da onları taklit etmeye çalışırlar. Bu tartışma için ilginç olan şeyse bu anlayışa göre, yaratım alanındaki maddi olmayan emeğin sadece belli bir grupla sınırlı olması ve taklit yolu dışında yayılmayışıdır. Daha derin bir düzeyde ise, bu model amaç olarak toplumsal yaratıcılık ve yenilik süreçlerinin düzenlenmesi ve “gizemlileştirilmesini” hedef alan kol emeği ile entelektüel emek arasındaki karşıtlığa dayalı işbölümünü kabul eder. Eğer bu modelin (Simmel’in etkilerini zekice ele aldığı) kitlesel tüketimin doğuş anında maddi olmayan emek piyasasının dinamiklerine denk düşme ihtimali olsaydı, sanayi sonrası toplumda maddi olmayan emek ve tüketici-kamuoyu arasındaki ilişkiyi açıklamak için kullanılmazdı. Aksine, Bakhtin maddi olmayan emeği “maddi emek ile entelektüel emek” arasındaki ayrımın aşılması olarak tanımlar ve yaratıcılığın nasıl toplumsal bir süreç olduğunu gösterir. Aslında, Bakhtin ve Leningrad çevresinden diğerlerinin “estetik üretim” üzerine eseri, aynı noktaya odaklanır. Bu, maddi olmayan emeğin toplumsal döngüsüne dair bir kuram geliştirmek için en uygun gözüken inceleme hattıdır.

*İtalya’da Radikal Düşünce ve Kurucu Politika içinde, çev. Selen Göbelez ve Sinem Özer, İstanbul: Otonom Yayıncılık, 2005, s. 227-46.

Bu makale Global Tools Sempozyumu kapsamında Otonom Yayıncılık izni ile SALT Programlar blogunda yayımlanmıştır.
  • 1.
    Yves Clot, "Renouveau de l'industrialisme et activité philosophique," Futur antérieur, no. 10 (1992):22.
  • 2.
    Bu üretimin hem yaratıcı hem de toplumsal öğeleri "estetik modelin" kullanımına cüret etmeye teşvik etmekte. Her ikisi de Marksist "canlı emek" kavramına dayanan, ister (Sitüasyonistleri-Durumcular takip ederek) sanatsal etkinlikten ister (İtalya'daki işçici teorileri takip ederek) geleneksel fabrika etkinliğinden yola çıkarak nasıl bu yeni kavrama varılabileceğini görmek oldukça ilginç.
  • 3.
    Walter Benjamin, on dokuzuncu yüzyılın sonundan beri alımlanma sürecinin yanı sıra hem sanatsal üretimin hem de yeniden üretimin kolektif biçimler gerektirdiğini analiz etmiştir. Burada Benjamin'in eserlerini ele almak için duramasam da maddi olmayan emeğin ve yeniden üretim biçimlerinin bir soykütüğü için kesinlikle temel olduğunu belirtmek gerekir.
Share