Biter Gider Geçer Uçar Günler...
AHU ANTMEN
October 3, 2013
Gülsün Karamustafa’nın ‘Güllerim Tahayyüllerim’ sergisi Maçka Sanat Galerisi’nde
Toplumsal belleğimizi sorguladığı yapıtlarında zaman olgusunu kişisel tarihinin süzgecinden geçirerek gündeme getiren Gülsün Karamustafa, küçük ipuçlarıyla yine bir dönemi kurguluyor yeni sergisinde. Sanatçının kişisel tarihinin çocukluk döneminden, 1950’li yılların Türkiyesi’ne geçiveriyoruz. Bu sergi, daha önce gerçekleştirdiği üç kişisel serginin bir devamı niteliğinde.
“Ernest’in bugün hâlâ hayatta olması mümkün mü: ama nerede? Nasıl? Ne roman olur ama!”
Roland Barthes’ın, “Fotoğraf Üzerine Düşünceler” kitabında Kertesz’in 1931 yılında çekmiş olduğu küçük bir oğlan çocuğunun -adı geçen Ernest’in- fotoğrafına yazdığı resimaltı, belki tüm çocukluk fotoğraflarına uyarlanabilir. Yaşanmış bir geçmişin izlerini taşıyan bu fotoğraflarda tanıdık öğeler bulmaya çalıştıkça öyküler yazarız: Kendi çocukluk fotoğrafımız ise yaşamöykümüzden kesitlerdir belleğin getirdiği… Değilse, o zaman sorarız: Kim bu çocuk? Yaşıyor mu bugün?
Bellek oyununa çağırıyor
Gülsün Karamustafa’nın Maçka Sanat Galerisi’nde gerçekleştirdiği “Güllerim Tahayyüllerim” sergisinin çıkış noktasını oluşturan da benzer bir çocukluk fotoğrafı. Yine bir çocuk, meraklı gözleriyle objektife takılmış. Renkli fotoğraflarda pek hissedilmeyen bir aura yayılıyor bu siyah beyaz fotoğraftan da. Tren penceresinden dışarıyı izliyor kız çocuğu, arkasında duran annesiyle kardeşinden farklı bir dünyayı yaşıyor o an; yolculuğa çıkıyor ve çok mutlu, belli. Kim bu çocuk? Nereye gidiyor? Gidebildi mi? Bugün nerede? O günü anımsıyor mu? Eğer hayattaysa, o günü ona anımsatan yalnızca bu fotoğraf mı? Çocukluk, her ne kadar yeni başlangıçları simgeliyor olsa da eskimiş siyah beyaz fotoğraflarda bir parça da ölümü çağrıştırır. Renkli Kodak çocuklarına benzemez o fotoğraflardaki çocuklar: Biliriz ki geçmiştir onların zamanı. Belki aramızdalardır, belki de değillerdir artık. Birer antikaya dönüşen bu solmuş sararmış fotoğraflar, unutulmaya yüz tutmuş zamanları temsil ederler. Hayal meyal anımsanan söz dizeleri gibidirler: Güllerim-tahayyüllerim, peder-kader, şanını-kahramanını, melek-kelebek, biter-gider… Küçük anımsamaları bir temele oturtmak, bir görüntüden bir tarihi, bir dönemi anımsamak, bir kafiyenin ait olduğu şiiri bulup çıkarmak, bellek ister.
Toplumsal belleğimizi sorguladığı yapıtlarında zaman olgusunu kişisel tarihinin süzgecinden geçirerek gündeme getiren Gülsün Karamustafa, küçük ipuçlarıyla yine bir dönemi kurguluyor “Güllerim Tahayyüllerim” sergisinde. Yine bir bellek oyununa çağırıyor izleyiciyi. Kişisel tarihinin çocukluk döneminden, 1950’li yılların Türkiyesi’ne geçiveriyoruz. O eski siyah beyaz fotoğrafın çağrıştırdığı ölümlülük gerçeği, yok olan anıların, geçen zamanların, tarihe gömülmüş bir dönemin de altını çiziyor. Karamustafa’mn yapıtlarında çocukluk, bu gerçeği yumuşatan bir leitmotif işlevi görüyor sanki. “Mistik Transport”taki şeker renkli yorganların, “24 Saat İçin Birer Maske”deki çocuksu yüzlerin, “Okul Defteri”ndeki resimli defterlerin, “Kronografya’daki soyut dönme dolabının, “Karamustafa Import-Export”ta Viyana-İstanbul arasında gidip gelen bavul oyununun arasında, zamanın ve belleğin anlamını arıyor ve bir bakıma unutuşa, ölüme başkaldınyor Gülsün Karamustafa.
“Güllerim Tahayyülerim”, aslında daha önce gerçekleştirdiği üç kişisel serginin bir devamı niteliğinde. 1993’te Kadın Eserleri Kütüphanesi’nde sergilediği “Okul Defteri”nde yıllar sonra bulduğu eski bir defterini malzeme olarak kullanmıştı sanatçı. 1994’te gerçekleştirdiği “Kronografya”da ise ellili yıllarda evlendirme dairesi olarak kullanılan bugünün Tarık Zafer Tunaya Kültür Merkezi’nde 1950-53 yıllarına ait Radyo Dergisi kapaklarıyla nostaljik bir yolculuğa çıkmıştı. Aynı yıl “Zamanlar Olduğu Gibi / Renklendirilmiş Zamanlar” sergisi de yine 1950’li yılların izini sürüyordu… İşte Maçka Sanat Galerisi’ndeki son sergisinde de yine bu dönemin büyüsünde Gülsün Karamustafa. Yalnız öteki sergilerin aksine, sanatçının yaşını bilmeyenler için bu sergide tarihe doğrudan göndermeler yok. Hatta belki, belli bir dönemden çok, bir ruhu yansıtıyor bu sergisi. Tren penceresinden dışarıyı izleyen çocuğun görüntüsü, Atatürk’ün tren penceresinden baktığı o ünlü fotoğrafını çağrıştırıyor. Karamustafa’nın değindiği gibi belki bir “Cumhuriyet simgesi” olarak algılanabilir o tren penceresi… Sanatçının zamanla oynadığı oyunu, izleyicilerin sergideki çağrışımlarla oynaması gerekiyor bir bakıma: Trenin çıkacağı yolculuk, o küçük kızın yolculuğu olduğu kadar, Türkiye Cumhuriyeti’nin bir yolculuğu olarak da düşünülebilir belli… Nereye gidiyordu o tren, 1950’lerde? Çıktığı yolculuğu tamamlayabildi mi? Vardı mı varması gereken/umulan yere?
Çağdaş bir kutsal mekân
Maçka Sanat Galerisi’nin sanatçıları adeta sınayan mekânına olabildiğince minimalist bir yorum getiren Gülsün Karamustafa’nın, serginin çıkış noktasını oluşturan o çocukluk fotoğrafını, anıtsal boyutlarda sergilemesi de önemli bir ipucu sayılabilir belki. Bu anıttaki yüz, Gülsün Karamustafa’nın yüzü. Oysa Maçka Sanat Galerisi’nde oluşturduğu dingin atmosfer içinde, sağda solda ya da ayaklarımızın altında duvarlara ve yerlere yerleştirilmiş kafiyeleri bir meditasyon halinde okurken kendi geçmişimize döneceğiz kuşkusuz. O fotoğrafta kendi yüzümüzü göreceğiz, kendi benzer bir görüntümüzü bulup çıkaracak belleğin çocukluk kataloğu… Herkesin gidip çocukluğunu soğukkanlılıkla düşünebileceği son derece çağdaş bir kutsal mekân oluşturmuş Gülsün Karamustafa…
Toplumsal belleğimizi sorguladığı yapıtlarında zaman olgusunu kişisel tarihinin süzgecinden geçirerek gündeme getiren Gülsün Karamustafa, küçük ipuçlarıyla yine bir dönemi kurguluyor yeni sergisinde. Sanatçının kişisel tarihinin çocukluk döneminden, 1950’li yılların Türkiyesi’ne geçiveriyoruz. Bu sergi, daha önce gerçekleştirdiği üç kişisel serginin bir devamı niteliğinde.
“Ernest’in bugün hâlâ hayatta olması mümkün mü: ama nerede? Nasıl? Ne roman olur ama!”
Roland Barthes’ın, “Fotoğraf Üzerine Düşünceler” kitabında Kertesz’in 1931 yılında çekmiş olduğu küçük bir oğlan çocuğunun -adı geçen Ernest’in- fotoğrafına yazdığı resimaltı, belki tüm çocukluk fotoğraflarına uyarlanabilir. Yaşanmış bir geçmişin izlerini taşıyan bu fotoğraflarda tanıdık öğeler bulmaya çalıştıkça öyküler yazarız: Kendi çocukluk fotoğrafımız ise yaşamöykümüzden kesitlerdir belleğin getirdiği… Değilse, o zaman sorarız: Kim bu çocuk? Yaşıyor mu bugün?
Bellek oyununa çağırıyor
Gülsün Karamustafa’nın Maçka Sanat Galerisi’nde gerçekleştirdiği “Güllerim Tahayyüllerim” sergisinin çıkış noktasını oluşturan da benzer bir çocukluk fotoğrafı. Yine bir çocuk, meraklı gözleriyle objektife takılmış. Renkli fotoğraflarda pek hissedilmeyen bir aura yayılıyor bu siyah beyaz fotoğraftan da. Tren penceresinden dışarıyı izliyor kız çocuğu, arkasında duran annesiyle kardeşinden farklı bir dünyayı yaşıyor o an; yolculuğa çıkıyor ve çok mutlu, belli. Kim bu çocuk? Nereye gidiyor? Gidebildi mi? Bugün nerede? O günü anımsıyor mu? Eğer hayattaysa, o günü ona anımsatan yalnızca bu fotoğraf mı? Çocukluk, her ne kadar yeni başlangıçları simgeliyor olsa da eskimiş siyah beyaz fotoğraflarda bir parça da ölümü çağrıştırır. Renkli Kodak çocuklarına benzemez o fotoğraflardaki çocuklar: Biliriz ki geçmiştir onların zamanı. Belki aramızdalardır, belki de değillerdir artık. Birer antikaya dönüşen bu solmuş sararmış fotoğraflar, unutulmaya yüz tutmuş zamanları temsil ederler. Hayal meyal anımsanan söz dizeleri gibidirler: Güllerim-tahayyüllerim, peder-kader, şanını-kahramanını, melek-kelebek, biter-gider… Küçük anımsamaları bir temele oturtmak, bir görüntüden bir tarihi, bir dönemi anımsamak, bir kafiyenin ait olduğu şiiri bulup çıkarmak, bellek ister.
Toplumsal belleğimizi sorguladığı yapıtlarında zaman olgusunu kişisel tarihinin süzgecinden geçirerek gündeme getiren Gülsün Karamustafa, küçük ipuçlarıyla yine bir dönemi kurguluyor “Güllerim Tahayyüllerim” sergisinde. Yine bir bellek oyununa çağırıyor izleyiciyi. Kişisel tarihinin çocukluk döneminden, 1950’li yılların Türkiyesi’ne geçiveriyoruz. O eski siyah beyaz fotoğrafın çağrıştırdığı ölümlülük gerçeği, yok olan anıların, geçen zamanların, tarihe gömülmüş bir dönemin de altını çiziyor. Karamustafa’mn yapıtlarında çocukluk, bu gerçeği yumuşatan bir leitmotif işlevi görüyor sanki. “Mistik Transport”taki şeker renkli yorganların, “24 Saat İçin Birer Maske”deki çocuksu yüzlerin, “Okul Defteri”ndeki resimli defterlerin, “Kronografya’daki soyut dönme dolabının, “Karamustafa Import-Export”ta Viyana-İstanbul arasında gidip gelen bavul oyununun arasında, zamanın ve belleğin anlamını arıyor ve bir bakıma unutuşa, ölüme başkaldınyor Gülsün Karamustafa.
“Güllerim Tahayyülerim”, aslında daha önce gerçekleştirdiği üç kişisel serginin bir devamı niteliğinde. 1993’te Kadın Eserleri Kütüphanesi’nde sergilediği “Okul Defteri”nde yıllar sonra bulduğu eski bir defterini malzeme olarak kullanmıştı sanatçı. 1994’te gerçekleştirdiği “Kronografya”da ise ellili yıllarda evlendirme dairesi olarak kullanılan bugünün Tarık Zafer Tunaya Kültür Merkezi’nde 1950-53 yıllarına ait Radyo Dergisi kapaklarıyla nostaljik bir yolculuğa çıkmıştı. Aynı yıl “Zamanlar Olduğu Gibi / Renklendirilmiş Zamanlar” sergisi de yine 1950’li yılların izini sürüyordu… İşte Maçka Sanat Galerisi’ndeki son sergisinde de yine bu dönemin büyüsünde Gülsün Karamustafa. Yalnız öteki sergilerin aksine, sanatçının yaşını bilmeyenler için bu sergide tarihe doğrudan göndermeler yok. Hatta belki, belli bir dönemden çok, bir ruhu yansıtıyor bu sergisi. Tren penceresinden dışarıyı izleyen çocuğun görüntüsü, Atatürk’ün tren penceresinden baktığı o ünlü fotoğrafını çağrıştırıyor. Karamustafa’nın değindiği gibi belki bir “Cumhuriyet simgesi” olarak algılanabilir o tren penceresi… Sanatçının zamanla oynadığı oyunu, izleyicilerin sergideki çağrışımlarla oynaması gerekiyor bir bakıma: Trenin çıkacağı yolculuk, o küçük kızın yolculuğu olduğu kadar, Türkiye Cumhuriyeti’nin bir yolculuğu olarak da düşünülebilir belli… Nereye gidiyordu o tren, 1950’lerde? Çıktığı yolculuğu tamamlayabildi mi? Vardı mı varması gereken/umulan yere?
Çağdaş bir kutsal mekân
Maçka Sanat Galerisi’nin sanatçıları adeta sınayan mekânına olabildiğince minimalist bir yorum getiren Gülsün Karamustafa’nın, serginin çıkış noktasını oluşturan o çocukluk fotoğrafını, anıtsal boyutlarda sergilemesi de önemli bir ipucu sayılabilir belki. Bu anıttaki yüz, Gülsün Karamustafa’nın yüzü. Oysa Maçka Sanat Galerisi’nde oluşturduğu dingin atmosfer içinde, sağda solda ya da ayaklarımızın altında duvarlara ve yerlere yerleştirilmiş kafiyeleri bir meditasyon halinde okurken kendi geçmişimize döneceğiz kuşkusuz. O fotoğrafta kendi yüzümüzü göreceğiz, kendi benzer bir görüntümüzü bulup çıkaracak belleğin çocukluk kataloğu… Herkesin gidip çocukluğunu soğukkanlılıkla düşünebileceği son derece çağdaş bir kutsal mekân oluşturmuş Gülsün Karamustafa…