2020 Yılı (Bir İstanbul Düşü)
Vedat Dalokay*
December 23, 2020
Vedat Dalokay (1927-1991) 1990 yılında Haliç Rotary Kulübü tarafından düzenlenen konferansta bir “mimar ve şehirci” olarak çarpık kentleşmeye dair düşüncelerini aktarır. Bir dönem Ankara Belediye ve Mimarlar Odası başkanlığını yapmış olan Dalokay, konuşması için hazırladığı metin ve eskizlerde Türkiye’nin o tarihte bir metropol olmaya aday tek “kart”ı olarak İstanbul’u işaret ederek kentin planlama tarihindeki kırılma noktalarına değinir. 1958’de Türkiye’ye davet edilen İtalyan mimar ve şehircilik uzmanı Luigi Piccinato’nun İstanbul ve çevresinin nazım planı üzerine çalışmalarından yola çıkarak 2020 yılında kentteki köprü ve alt geçitler ile kentsel gelişme alanları ve nüfus yoğunluğu üzerine tahminler yürütür.
2020 Yılı (Bir İstanbul Düşü)
İstanbul Haliç Rotary Kulübü, ülkemizin en önde gelen sorunlarından biri olan “Çarpık Kentleşme”ye çözüm aramada katkıda bulunmak istiyor. Bu konuda ortak bir bilinç yaratmayı, çağdaş demokratik bir kentleşmeye geçmeyi amaç edinen bir konferanslar dizisi tertipliyor. Benden de 20 dakikalık bir konuşma ile katkıda bulunmamı istiyor.
Ben mimar ve şehirci olarak fiziki planlama ustası olarak karşınızdayım. Bir bilim adamı veya araştırmacı değilim; çarpık kentleşmenin çok tartışılmış sosyal, ekonomik, politik, nesnel boyutlarını “es” geçerek, biriktirdiğim deneyler, çarpık kentleşme içinde geçirdiğim bu kadar yıllar ve sevgilerimle konuya düşsel bir bakışla girmek istiyorum. Çarpık kentleşme sözünü ilk kez 1960’lı yıllarda Ankara Mimarlar Odası Başkanı iken Ankara’daki gecekondular hakkında yaptığımız bir anketten sonra bir basın toplantısı bildirisinde kullanmıştık. 1960’lı yılların tümünü oda hizmetlerinde geçirdiğim için Mimarlar Odası’nın Türkiye’deki çarpık kentleşme olaylarında ne kadar duyarlı olduğunu, gecekondu, kıyı yağması ve kent arsaları ve özellikle İstanbul, İzmir, Ankara metropollerinin sorunları üzerinde ne yoğun çabalar ortaya koyduğunu çok iyi biliyordum. 1. Boğaz Köprüsü için başlattığımız bir araştırma, politik kürsülerde “Köprüye Hayır”a nasıl çevrilmişti, bunların içindeydim, tümünü yaşamıştım… 1960’ların sonları siyasal yaşama ve basın hayatına girdiğim yıllar oldu.
1970 yılında ünlü İngiliz tarihçisi ve düşünürü Arnold Toynbee’nin İnönü ile bir söyleşisi sonunda, İsmet İnönü Toynbee’ye dönerek “Siz de söyleyin bakalım, size göre Türkiye’nin bugünkü en önemli sorunu nedir?” demişti. Toynbee en önemli sorun olarak Türkiye’deki hızlı ve çarpık kentleşmeyi gördüğünü söylemişti. CHP olarak bu yanıta çok şaşırmıştık. İlk kez duyuyorlardı. Ama ben şaşırmamıştım. O günden sonra bu konuda partime çok yararlı çalışmalar yapmış, gecekondu sorununun sahibi olmuş, 1973 yılında, 1950’lerde başlayan gecekondu olayının 2. kuşağının oyları ile tüm büyük kentlerde yerel seçimleri kazanmıştık.
Politika gündeminde 1. madde idi kentleşme, çarpık kentleşme. Türk politik yaşamındaki gündemini hala bugün de koruyor. O gün Türk politika paterninde ilk defa sağdan sola akan kitleler ne sağa döndüler ne de sola güvendiler. Yıl 1990, politika ve seçmen mozaiği artık çok parçalı…
Çarpık kentleşmenin dar, boğucu ve anlaşılmaz labirentlerine girmeden, hiçbir bilimsel şovda bulunmadan bir bakış açısıyla konuyu ele alacağım.
21. asrın eşiğindeyiz. 1930’larda Türk halkı %80 kırda, %20 kentte yaşıyordu. 1990’da %61’i kentte, %39’u kırda yaşıyor. 2015 yılında yaklaşık olarak %80’i kentte, %20’si kırda yaşayacak. 2015 yılında dünya çok büyük ve güçlü metropollerin çarpıştığı bir dünya olacaktır. Kırlar artık metropollerin yeşil uzantısıdır. Bu dev metropollerin sahipleri, ekonomide globalizasyonla doğan çok uluslu dev şirketler, tröstler, karteller, holdinglerdir. Devletler, ülkeler değil, dünya ekonomisini, ekonomi politiğini bu metropollerdeki güçler yönetecektir. En güçlü metropollerin olduğu ülkeler en güçlü devletler olacaktır. Bu dünyada Türkiye’nin şansı nedir? Türkiye’de böyle bir metropol olmaya aday elimizdeki tek kart “İstanbul”dur. Şimdilik Türkiye %90 iç pazara dönük bu kartla bu yarışmaya girebilir. Ortadoğu’nun metropolü olabiliriz. Kahire, İskenderiye, Atina gibi kentlerin önünü keser, bu role soyunabiliriz. Aynı zamanda değişen Doğu Avrupa’nın güneye kayacak tüm ekonomik ilişkilerini toplayan bir rolü de üstlenebiliriz.
İstanbul toprağında insanoğlu ile ilk bulgular 40 bin yıl öncesine gider. Bizanton adıyla ise M.Ö. 70. yüzyılda Kadıköy’de kurulmuştur. İlk planlar Bizans ve Roma çağında yapılmış, liman, yol, meydan ve sur kuşakları inşa edilmiştir. Sur içi şehri doğmuştur. Fatih şehirleşme konusunu yürütmüş, özellikle ilk adımlarda nüfusu artırmayı ve ekonomik kayıtı canlandırmayı hedef almıştır.
Osmanlıların 18. ve 19. yüzyıllarda batıya açılma dönemlerinde, II. Mahmut zamanında yabancı bir uzman olan Moltke tarafından mevzii uygulamalara dayanan bir plan yapılmıştır ve altyapı çalışmaları başlamıştır.
Cumhuriyet devrinde 1933 yılında Alman H. Elgötz, 1936’da Fransız Prof. H. Prost, 1958 yılında İtalyan Prof. L. Piccinato nezaretinde İller Bankası ve nihayet M.G. ve Bakanlar Kurulu kararı ile kurulan B. İstanbul N.P. Bürosu tarafından 27.7.1980 tasdik olunan 1/50.000 ölçekli İstanbul metropoliten alan nazım planı ile bugüne gelinmiştir. Ve binlerce, binlerce mevzii imar planları değişiklikleri… Bu planın hedefleri aşağıdaki gibi saptanmıştı:
1. İstanbul metropoliteni ile Marmara Bölgesi gelişmesinin ülkenin kalkınma düzeni içinde bütünleşmesi.
2. Doğal, tarihi ve kültürel değerlerin korunması.
3. İstanbul’un içme suyu kaynaklarının behemahal (her şeye rağmen) korunması,
4. Ülke ölçeğinde üretilen enerjinin sınırlı olması nedeniyle optimum düzeyde yararlanmanın sağlanması,
5. Mevcut şehirsel dokudaki problemli alanların öncelikle düzenlenmesi.
6. Yeni, şehirsel gelişme alanlarının sağlıklı ve organize biçimde gerçekleştirilmesi
7. Konut üretiminin ihtiyaç ve talep özelliklerine göre programlandırılması,
8. Ülkenin istihdam politikasına uygun olarak metropolitende çalışma alanlarının dengelenmesi.
9. Sanayinin fonksiyonel kirliliği dikkate alınarak sanayi alanlarının planlanması.
10. Metropoliten kent bütününde merkezi iş alanının ana merkez olarak gelişmesi.
11. Metropolitende nüfusa uyumlu rekreatif alan ve şehirsel açık alan gereksiniminin sağlanması.
12. Arazi kullanımının sektörler arası dengelenmesinde turizm payının artırılması.
13. Metropoliten bütünü içinde toplu taşım ile bireysel ulaşım dengesinin daha verimli, adil ve çevreye en az zarar verecek biçimde gerçekleşmesinin sağlanması.
14. İş amaçlı yolculukların topluma maliyetinin azaltılması
15. Metropoliten alanda yönetim ve organizasyon bütünlüğünün sağlanması.
İstanbul metropoliteni yoğun kentleşme, nüfus yığılması ve ülke ortalamasının üstünde olan dengesiz bir ekonomik büyüme oluşu içinde ülkenin ve bölgesinin en büyük kentidir. Gelişme dinamiğinin etkisi buna, İzmit ve Trakya kesiminde hızla bölgeye yayılmaktadır. Bu bölgeye yaklaşık 200.000 kişi yılda gelmektedir.
1995 yılında nüfusun alt limitinin 6.7 ve üst limitinin de 9.2 milyon olacağı tahmin edilmişti. Halbuki daha 1990 sayımında bu 7.5 milyon civarında olarak tahminleri aşmıştır. 1/50.000 nazım planı bu verilere hazırlanmıştır. Ve ülkemizde her zaman plan yaşamın ve gerçeğin gerisinde kalmıştır. 10 yıl, 50 yıl, 100 yıl… Ne yapmalı?
İstanbul bir dünya kentidir diye türkü söylemeye başladık son yıllarda… Bir Hong-Kong, bir Singapur, bir Osaka, bir Viyana, bir Seul mu oldu? Yoksa Bir Karachi, bir Bombay, bir Buenos Aires mi? Ama bu konuda söz uzmanlarındır. Zaman tünelinde 1960’lı yıllar 1. Piccinato planından yola çıkılarak 1990’lı yıllara ve oradan da zaman tünelinde ileri giderek 2015 yılında gelindiğinde İstanbul’u, 1. Piccinato planının tek eksenli Tekirdağ’dan-İzmit’e kadar Marmara kıyısı boyunca uzanan lineer kentini, 1990’da iki eksenli, 2015’te 4 dilimli ve Karadeniz’e dönmüş (bir lineer kent demeye dilim varmıyor) bir dünya kenti olarak görüyorum.
Binlerce başedilmez sorunuyla beraber…
*Bu yazıda, Vedat Dalokay tarafından daktiloda hazırlanmış metinler esas alınmıştır.
Sibel Dalokay Bozer’in izniyle
2020 Yılı (Bir İstanbul Düşü)
İstanbul Haliç Rotary Kulübü, ülkemizin en önde gelen sorunlarından biri olan “Çarpık Kentleşme”ye çözüm aramada katkıda bulunmak istiyor. Bu konuda ortak bir bilinç yaratmayı, çağdaş demokratik bir kentleşmeye geçmeyi amaç edinen bir konferanslar dizisi tertipliyor. Benden de 20 dakikalık bir konuşma ile katkıda bulunmamı istiyor.
Ben mimar ve şehirci olarak fiziki planlama ustası olarak karşınızdayım. Bir bilim adamı veya araştırmacı değilim; çarpık kentleşmenin çok tartışılmış sosyal, ekonomik, politik, nesnel boyutlarını “es” geçerek, biriktirdiğim deneyler, çarpık kentleşme içinde geçirdiğim bu kadar yıllar ve sevgilerimle konuya düşsel bir bakışla girmek istiyorum. Çarpık kentleşme sözünü ilk kez 1960’lı yıllarda Ankara Mimarlar Odası Başkanı iken Ankara’daki gecekondular hakkında yaptığımız bir anketten sonra bir basın toplantısı bildirisinde kullanmıştık. 1960’lı yılların tümünü oda hizmetlerinde geçirdiğim için Mimarlar Odası’nın Türkiye’deki çarpık kentleşme olaylarında ne kadar duyarlı olduğunu, gecekondu, kıyı yağması ve kent arsaları ve özellikle İstanbul, İzmir, Ankara metropollerinin sorunları üzerinde ne yoğun çabalar ortaya koyduğunu çok iyi biliyordum. 1. Boğaz Köprüsü için başlattığımız bir araştırma, politik kürsülerde “Köprüye Hayır”a nasıl çevrilmişti, bunların içindeydim, tümünü yaşamıştım… 1960’ların sonları siyasal yaşama ve basın hayatına girdiğim yıllar oldu.
1970 yılında ünlü İngiliz tarihçisi ve düşünürü Arnold Toynbee’nin İnönü ile bir söyleşisi sonunda, İsmet İnönü Toynbee’ye dönerek “Siz de söyleyin bakalım, size göre Türkiye’nin bugünkü en önemli sorunu nedir?” demişti. Toynbee en önemli sorun olarak Türkiye’deki hızlı ve çarpık kentleşmeyi gördüğünü söylemişti. CHP olarak bu yanıta çok şaşırmıştık. İlk kez duyuyorlardı. Ama ben şaşırmamıştım. O günden sonra bu konuda partime çok yararlı çalışmalar yapmış, gecekondu sorununun sahibi olmuş, 1973 yılında, 1950’lerde başlayan gecekondu olayının 2. kuşağının oyları ile tüm büyük kentlerde yerel seçimleri kazanmıştık.
Politika gündeminde 1. madde idi kentleşme, çarpık kentleşme. Türk politik yaşamındaki gündemini hala bugün de koruyor. O gün Türk politika paterninde ilk defa sağdan sola akan kitleler ne sağa döndüler ne de sola güvendiler. Yıl 1990, politika ve seçmen mozaiği artık çok parçalı…
Çarpık kentleşmenin dar, boğucu ve anlaşılmaz labirentlerine girmeden, hiçbir bilimsel şovda bulunmadan bir bakış açısıyla konuyu ele alacağım.
21. asrın eşiğindeyiz. 1930’larda Türk halkı %80 kırda, %20 kentte yaşıyordu. 1990’da %61’i kentte, %39’u kırda yaşıyor. 2015 yılında yaklaşık olarak %80’i kentte, %20’si kırda yaşayacak. 2015 yılında dünya çok büyük ve güçlü metropollerin çarpıştığı bir dünya olacaktır. Kırlar artık metropollerin yeşil uzantısıdır. Bu dev metropollerin sahipleri, ekonomide globalizasyonla doğan çok uluslu dev şirketler, tröstler, karteller, holdinglerdir. Devletler, ülkeler değil, dünya ekonomisini, ekonomi politiğini bu metropollerdeki güçler yönetecektir. En güçlü metropollerin olduğu ülkeler en güçlü devletler olacaktır. Bu dünyada Türkiye’nin şansı nedir? Türkiye’de böyle bir metropol olmaya aday elimizdeki tek kart “İstanbul”dur. Şimdilik Türkiye %90 iç pazara dönük bu kartla bu yarışmaya girebilir. Ortadoğu’nun metropolü olabiliriz. Kahire, İskenderiye, Atina gibi kentlerin önünü keser, bu role soyunabiliriz. Aynı zamanda değişen Doğu Avrupa’nın güneye kayacak tüm ekonomik ilişkilerini toplayan bir rolü de üstlenebiliriz.
İstanbul toprağında insanoğlu ile ilk bulgular 40 bin yıl öncesine gider. Bizanton adıyla ise M.Ö. 70. yüzyılda Kadıköy’de kurulmuştur. İlk planlar Bizans ve Roma çağında yapılmış, liman, yol, meydan ve sur kuşakları inşa edilmiştir. Sur içi şehri doğmuştur. Fatih şehirleşme konusunu yürütmüş, özellikle ilk adımlarda nüfusu artırmayı ve ekonomik kayıtı canlandırmayı hedef almıştır.
Osmanlıların 18. ve 19. yüzyıllarda batıya açılma dönemlerinde, II. Mahmut zamanında yabancı bir uzman olan Moltke tarafından mevzii uygulamalara dayanan bir plan yapılmıştır ve altyapı çalışmaları başlamıştır.
Cumhuriyet devrinde 1933 yılında Alman H. Elgötz, 1936’da Fransız Prof. H. Prost, 1958 yılında İtalyan Prof. L. Piccinato nezaretinde İller Bankası ve nihayet M.G. ve Bakanlar Kurulu kararı ile kurulan B. İstanbul N.P. Bürosu tarafından 27.7.1980 tasdik olunan 1/50.000 ölçekli İstanbul metropoliten alan nazım planı ile bugüne gelinmiştir. Ve binlerce, binlerce mevzii imar planları değişiklikleri… Bu planın hedefleri aşağıdaki gibi saptanmıştı:
1. İstanbul metropoliteni ile Marmara Bölgesi gelişmesinin ülkenin kalkınma düzeni içinde bütünleşmesi.
2. Doğal, tarihi ve kültürel değerlerin korunması.
3. İstanbul’un içme suyu kaynaklarının behemahal (her şeye rağmen) korunması,
4. Ülke ölçeğinde üretilen enerjinin sınırlı olması nedeniyle optimum düzeyde yararlanmanın sağlanması,
5. Mevcut şehirsel dokudaki problemli alanların öncelikle düzenlenmesi.
6. Yeni, şehirsel gelişme alanlarının sağlıklı ve organize biçimde gerçekleştirilmesi
7. Konut üretiminin ihtiyaç ve talep özelliklerine göre programlandırılması,
8. Ülkenin istihdam politikasına uygun olarak metropolitende çalışma alanlarının dengelenmesi.
9. Sanayinin fonksiyonel kirliliği dikkate alınarak sanayi alanlarının planlanması.
10. Metropoliten kent bütününde merkezi iş alanının ana merkez olarak gelişmesi.
11. Metropolitende nüfusa uyumlu rekreatif alan ve şehirsel açık alan gereksiniminin sağlanması.
12. Arazi kullanımının sektörler arası dengelenmesinde turizm payının artırılması.
13. Metropoliten bütünü içinde toplu taşım ile bireysel ulaşım dengesinin daha verimli, adil ve çevreye en az zarar verecek biçimde gerçekleşmesinin sağlanması.
14. İş amaçlı yolculukların topluma maliyetinin azaltılması
15. Metropoliten alanda yönetim ve organizasyon bütünlüğünün sağlanması.
İstanbul metropoliteni yoğun kentleşme, nüfus yığılması ve ülke ortalamasının üstünde olan dengesiz bir ekonomik büyüme oluşu içinde ülkenin ve bölgesinin en büyük kentidir. Gelişme dinamiğinin etkisi buna, İzmit ve Trakya kesiminde hızla bölgeye yayılmaktadır. Bu bölgeye yaklaşık 200.000 kişi yılda gelmektedir.
1995 yılında nüfusun alt limitinin 6.7 ve üst limitinin de 9.2 milyon olacağı tahmin edilmişti. Halbuki daha 1990 sayımında bu 7.5 milyon civarında olarak tahminleri aşmıştır. 1/50.000 nazım planı bu verilere hazırlanmıştır. Ve ülkemizde her zaman plan yaşamın ve gerçeğin gerisinde kalmıştır. 10 yıl, 50 yıl, 100 yıl… Ne yapmalı?
İstanbul bir dünya kentidir diye türkü söylemeye başladık son yıllarda… Bir Hong-Kong, bir Singapur, bir Osaka, bir Viyana, bir Seul mu oldu? Yoksa Bir Karachi, bir Bombay, bir Buenos Aires mi? Ama bu konuda söz uzmanlarındır. Zaman tünelinde 1960’lı yıllar 1. Piccinato planından yola çıkılarak 1990’lı yıllara ve oradan da zaman tünelinde ileri giderek 2015 yılında gelindiğinde İstanbul’u, 1. Piccinato planının tek eksenli Tekirdağ’dan-İzmit’e kadar Marmara kıyısı boyunca uzanan lineer kentini, 1990’da iki eksenli, 2015’te 4 dilimli ve Karadeniz’e dönmüş (bir lineer kent demeye dilim varmıyor) bir dünya kenti olarak görüyorum.
Binlerce başedilmez sorunuyla beraber…
*Bu yazıda, Vedat Dalokay tarafından daktiloda hazırlanmış metinler esas alınmıştır.
Sibel Dalokay Bozer’in izniyle