Geçmişin İzleri, Şimdinin Bilinenleri
Seçil Epik
August 3, 2022
Bugünlerde Salt Beyoğlu’nun girişi bilinmeyen/aşina olunmayan bir manzarayla karşılıyor izleyiciyi. Loş ışıkta kocaman bir ekranda K-pop melodileri eşliğinde dans eden bir grup ergen. Dev ekranın etrafını saran kadife görünümlü perdeler, yapının önemli bileşenleri olan sütunların yanına dizilmiş puflar, çoğu zaman aydınlık ve açık görmeye alışık olduğumuz alanı binanın geri kalanından izole etmiş. Bu loş ışıklı, bol danslı alan “bilinmeyene doğru” bir yolculuğa çıkaracak bizi. Berlin Duvarı yıkılmış, komünizm ve kapitalizm arasındaki çekişmeyi kimin kazanacağı belli olmuş: Üretim, tüketim, iş gücü, makineler, bankalar ile tüm bunların hem müsebbibi hem de sonuçlarından en çok etkileneni olan insan. Sergide, bugünden baktığımızda pek bir sırrı kalmamış gibi görünse de hem bakışımızı derinleştiren hem de bize yarının bilinmezliğini hatırlatan hareketli görüntüler bizi bekliyor.
Salt Beyoğlu ve Salt Galata yapılarında sürmekte olan Bilinmeyene Doğru sergisi Varşova Modern Sanat Müzesi Video ve Film Koleksiyonu’ndan bir seçkiyi bir araya getiriyor. 2000’lerin başından günümüze uzanan bir seçki sunan sergi, adını Deimantas Narkevičius’un, Berlin Duvarı’nın yıkılışının 20. yıl dönümü vesilesiyle ürettiği, dönemin arşiv görüntülerini bir araya getiren Into the Unknown [Bilinmeyene Doğru] işinden alıyor. Kurmaca, deneysel ve buluntu filmin çeşitli örneklerini sunan serginin vadettiği bilinmezlik, bildiğimiz bir geçmişin pek de tanımadığımız aktörlerini bir araya getiriyor.
Serginin girişinde izleyiciyi karşılayan, Diane Severin Nguyen’in 2021 yapımı IF REVOLUTION IS A SICKNESS [EĞER DEVRİM HASTALIKSA] adlı kurmaca işini başlangıç alıp Salt Beyoğlu’nun üst katlarında yer alan, Duncan Campbell’ın Arbeit [Görev] (2011) ve Deimantas Narkevičius’un Into the Unknown [Bilinmeyene Doğru] (2009) videolarına doğru bir yol izleyip tekrar başa döneceğiz. Devrim ihtimali, propaganda ve gerçekler, serbest piyasa ekonomisi, kamu yararına bir ekonomik düzenin hayali, dünyanın birleşemeyen tüm işçileri, makine-insanın yaratım süreci ve finansal gücü elinde barındırmakla kalmayıp iktidar düzeyinde de elde ettikleri ayrıcalıklarla palazlanan bankacılık sektörünü Doğu Avrupa özelinde izleyecek olsak da anlatılan şüphesiz hepimizin hikâyesidir.
Sondan başlayalım: Salt Beyoğlu’nun üçüncü katında neredeyse 40 dakika süren bir videoyu izlemek için yeterince rahat ama rehavete kapılıp dikkatimizi dağıtmayacak kadar da rahatsız bir koltukta; sesli okunan bir mektup ve kimi arşivsel, buluntu görüntülerden oluşan bir videoyla baş başayız. Birazdan Hans Tietmeyer ile tanışacağız. Tarihin belirli anlarındaki insanlara ve nesnelere odaklanan videoların yaratıcısı Duncan Campbell’ın Arbeit [Görev] işi de, arşivsel materyali merkeze alarak dönemin öne çıkan bir ismine, Hans Tietmeyer’e, onun doğduğu yere, okuduğu kitaplara ve o sırada Avrupa ekonomisinde, üretim ve tüketim ortamında olanlara odaklanıyor. Arbeit‘ın konusu olan Hans Tietmeyer, 1993-1999 yıllarında Deutsche Bundesbank, yani Almanya Federal Cumhuriyeti’nin merkez bankasının yöneticiliğini üstlenmiş, Avrupa Birliği ülkelerinin avro kullanmaya başlaması ve bunu izleyen ekonomik krizin ardındaki önemli isimlerinden biri. Buradan baktığımızda videodaki seslendiricinin Hans diye hitap ettiği ve ona kendisini, icraatını ve icraatının sonuçlarını anlattığı baş karakterin, gün gelip de Türkiye’de yaşayan sıradan bir insan için dahi önemli bir isim olacağını kestirmek zor değil. Her şeyin hızla yön değiştirdiği o günlerde Hans, belli kademeleri tırmanabilmiş, sadece kendisi için değil tüm Avrupa ve Batı’yı merkez alıp o yöne doğru direksiyon kırmak durumunda kalan dünya toplumları için önemli kararlar alabilmiş isimlerden sadece biri. Onun devrinin de kapandığını, rüzgârın yönünün defalarca değiştiğini, krizlerin, yükselişlerin, geçip giden on yılların bizi şu an olduğumuz noktaya getirdiğini biliyoruz. “Peki, buraya nasıl geldik?” Tek bir cevabı yok ama bu cevaplardan birinin hangi isme işaret edeceğine artık daha da hâkimiz.
Sergiye adını veren Into the Unknown [Bilinmeyene Doğru] videosuna doğru devam edelim. Videonun adı neredeyse anakronik bir çağrışım yapsa da komünizmin zamanın ötesinde bir ideoloji yaratma arzusuna dikkat çekmeyi başarıyor. Deimantas Narkevičius’un bu işi, Doğu Berlinlilerin günlük yaşamına ışık tutan eski Doğu Almanya resmî film stüdyosu DEFA’nın arşivine ait buluntu görüntülere dayanıyor. İnsanların dinlenirken veya çalışırken çekilmiş yakın plan görüntüleri, kamusal ve özel alanlar ile açık hava ve iç mekânlarda kaydedilmiş hareketli görüntüler Doğu Almanya’nın şehir ve kır hayatına götürüyor bizi. Bu görüntülerin çoğunun o dönem bir propaganda aracı olarak kullanılmak üzere hazırlandığını aklımızda tutalım. Yönetmen bu görüntüleri propagandanın gücünü taklit ederek bir araya getirirken, gerçeklik ile hareketli görüntü arasındaki uçuruma da işaret ediyor.
Filmin yönetmeni Deimantas Narkevičius bir söyleşisinde1, neoliberalizmin önlenemez yükselişinin 2000’lerin ortasından itibaren Karl Marx’ın Das Kapital‘ine ilgiyi artırıp kitabın satış rakamlarında bir patlama yaratmasına rağmen, kitabın teoride kurguladığı dünyanın denemesinin yapıldığına, ancak başarısızlıkla sonuçlandığına dikkat çekiyor. Ve birbiriyle çatışan bu iki ekonomik ve ideolojik modelin her iki yönünden de bir ders çıkarılmasını salık veriyor. Narkevičius, yine aynı söyleşide şimdiye kadar var olmuş en baskıcı rejimlerden biri olarak değerlendirdiği Doğu Almanya’ya dair bir araya getirdiği görüntülerle, insanın düzen içindeki yerine yakın plandan bir bakışı mümkün kılıyor. Bu görüntülerin onlarca yıl geride kalmış bir dönemin kalıntısı olarak hâlâ izleyende bir iç sıkıntısına sebep olmadığını söylemek güç. Diğer yandan bu görüntüler, içinde bulunduğumuz parıltılı kapitalist ve neoliberal düzenin –eğer muktedir bir kesimden değilseniz– yarattığı iç sıkıntısının da daha az olmadığını hatırlatıyor izleyene.
Bu bilgiler eşliğinde başladığımız yere, yani Salt Beyoğlu’nun giriş katına geri dönelim. Yukarıda sözünü ettiğim iki videonun aksine Diane Severin Nguyen’in IF REVOLUTION IS A SICKNESS [EĞER DEVRİM HASTALIKSA] işi, arşivsel görüntüler yerine kurmacanın ve popüler kültürün gücüne yaslıyor sırtını. Henüz 22 yaşında olan sanatçı Diane Severin Nguyen, tarihin belirli bir dönemine odaklanmıyor olsa da yine komünizm ve kapitalizmin arasındaki gerilimin ortasına yerleştiriyor anlatısını. Diğer yandan buluntu ya da arşivsel görüntülerin yerini bu kez fonda okunan Ulrike Meinhof, Hannah Arendt ve Mao Zendong gibi isimlerin “devrim” üzerine sözleri alıyor.
Varşova’da geçen IF REVOLUTION IS A SICKNESS, kimsesiz bir Vietnamlı çocuğun deniz kıyısına vurduğu görüntüsüyle başlayıp Güney Kore’nin tüm dünyada, özellikle ergenler üzerinde büyük etki yaratan K-pop’undan ilham alan bir dans grubuna girme çabasını takip ediyor. K-pop’u Doğu Avrupa ve Asya arasındaki ilişkinin izini sürmek için yerel bir materyal olarak kullanan sanatçı, propogandanın kültürel ve benlik imgesi yaratmadaki etkisine dikkat çekme niyetinde. Bu propoganda devrim için söylenmiş şiirsel sözler de olabilir, satış ve izlenme rekorları kıran şarkı ve klipler de.
Polonya ve Vietnam arasında; iki ülkenin de komünizmle yönetildiği dönemlerde, 1950’lerden 80’lere öğrenci değişim programlarıyla gelişen, ardından 1990 sonrasında Polonya’nın, kapitalist ekonomi modeline geçmesiyle Vietnamlılar için önemli bir göç rotasına dönüştüğü bir ilişki var. Bugün Polonya’da yirmi ila otuz bin olduğu tahmin edilen Vietnamlı nüfus –bu sayının tam kaydını tutmak çeşitli sebeplerle mümkün olmadığından– ülkeye iltica eden Suriyeliler ve Afganlarla beraber artık o kadar da önemli bir sorun teşkil etmiyor. Ülkedeki göçmen nüfusundaki bu değişim Vietnamlılar için bir avantaja mı dönüştü, yoksa eski ucuz iş gücünün artık yeni gelenlerle yer değiştirmesi yeni bir çatışma mı doğurdu bilinmez, ama bir tahminim var.
Günün sonunda başladığımız yere döndüğümüzde geçmişin, şimdinin ve geleceğin aynı anda, aynı bilinmezlikte ve aynı berraklıkta olduğu üzerine düşünceler kalıyor zihnimde.
- - -
Seçil Epik, lisans eğitimini Türk Dili ve Edebiyatı alanında tamamladı. 2013’ten bu yana çeşitli yayınlar için queer feminizm çerçevesinde edebiyat ve güncel sanat eleştirileri yazıyor. 2016-2019 yıllarında çevrimiçi kitap, kültür ve kritik sitesi K24’ün editör kadrosunda yer aldı. 2018 yılından beri kitap önerilerini paylaştığı “Epik ne okuyor?” adlı bülteni hazırlıyor. 2021 yılında yayın hayatına başlayan Umami Kitap’ın kurucu ortağı ve editörü. Şu an bağımsız güncel sanat platformu Argonotlar’ın editörlüğünü yapıyor.
Salt Beyoğlu ve Salt Galata yapılarında sürmekte olan Bilinmeyene Doğru sergisi Varşova Modern Sanat Müzesi Video ve Film Koleksiyonu’ndan bir seçkiyi bir araya getiriyor. 2000’lerin başından günümüze uzanan bir seçki sunan sergi, adını Deimantas Narkevičius’un, Berlin Duvarı’nın yıkılışının 20. yıl dönümü vesilesiyle ürettiği, dönemin arşiv görüntülerini bir araya getiren Into the Unknown [Bilinmeyene Doğru] işinden alıyor. Kurmaca, deneysel ve buluntu filmin çeşitli örneklerini sunan serginin vadettiği bilinmezlik, bildiğimiz bir geçmişin pek de tanımadığımız aktörlerini bir araya getiriyor.
Serginin girişinde izleyiciyi karşılayan, Diane Severin Nguyen’in 2021 yapımı IF REVOLUTION IS A SICKNESS [EĞER DEVRİM HASTALIKSA] adlı kurmaca işini başlangıç alıp Salt Beyoğlu’nun üst katlarında yer alan, Duncan Campbell’ın Arbeit [Görev] (2011) ve Deimantas Narkevičius’un Into the Unknown [Bilinmeyene Doğru] (2009) videolarına doğru bir yol izleyip tekrar başa döneceğiz. Devrim ihtimali, propaganda ve gerçekler, serbest piyasa ekonomisi, kamu yararına bir ekonomik düzenin hayali, dünyanın birleşemeyen tüm işçileri, makine-insanın yaratım süreci ve finansal gücü elinde barındırmakla kalmayıp iktidar düzeyinde de elde ettikleri ayrıcalıklarla palazlanan bankacılık sektörünü Doğu Avrupa özelinde izleyecek olsak da anlatılan şüphesiz hepimizin hikâyesidir.
Sondan başlayalım: Salt Beyoğlu’nun üçüncü katında neredeyse 40 dakika süren bir videoyu izlemek için yeterince rahat ama rehavete kapılıp dikkatimizi dağıtmayacak kadar da rahatsız bir koltukta; sesli okunan bir mektup ve kimi arşivsel, buluntu görüntülerden oluşan bir videoyla baş başayız. Birazdan Hans Tietmeyer ile tanışacağız. Tarihin belirli anlarındaki insanlara ve nesnelere odaklanan videoların yaratıcısı Duncan Campbell’ın Arbeit [Görev] işi de, arşivsel materyali merkeze alarak dönemin öne çıkan bir ismine, Hans Tietmeyer’e, onun doğduğu yere, okuduğu kitaplara ve o sırada Avrupa ekonomisinde, üretim ve tüketim ortamında olanlara odaklanıyor. Arbeit‘ın konusu olan Hans Tietmeyer, 1993-1999 yıllarında Deutsche Bundesbank, yani Almanya Federal Cumhuriyeti’nin merkez bankasının yöneticiliğini üstlenmiş, Avrupa Birliği ülkelerinin avro kullanmaya başlaması ve bunu izleyen ekonomik krizin ardındaki önemli isimlerinden biri. Buradan baktığımızda videodaki seslendiricinin Hans diye hitap ettiği ve ona kendisini, icraatını ve icraatının sonuçlarını anlattığı baş karakterin, gün gelip de Türkiye’de yaşayan sıradan bir insan için dahi önemli bir isim olacağını kestirmek zor değil. Her şeyin hızla yön değiştirdiği o günlerde Hans, belli kademeleri tırmanabilmiş, sadece kendisi için değil tüm Avrupa ve Batı’yı merkez alıp o yöne doğru direksiyon kırmak durumunda kalan dünya toplumları için önemli kararlar alabilmiş isimlerden sadece biri. Onun devrinin de kapandığını, rüzgârın yönünün defalarca değiştiğini, krizlerin, yükselişlerin, geçip giden on yılların bizi şu an olduğumuz noktaya getirdiğini biliyoruz. “Peki, buraya nasıl geldik?” Tek bir cevabı yok ama bu cevaplardan birinin hangi isme işaret edeceğine artık daha da hâkimiz.
Sergiye adını veren Into the Unknown [Bilinmeyene Doğru] videosuna doğru devam edelim. Videonun adı neredeyse anakronik bir çağrışım yapsa da komünizmin zamanın ötesinde bir ideoloji yaratma arzusuna dikkat çekmeyi başarıyor. Deimantas Narkevičius’un bu işi, Doğu Berlinlilerin günlük yaşamına ışık tutan eski Doğu Almanya resmî film stüdyosu DEFA’nın arşivine ait buluntu görüntülere dayanıyor. İnsanların dinlenirken veya çalışırken çekilmiş yakın plan görüntüleri, kamusal ve özel alanlar ile açık hava ve iç mekânlarda kaydedilmiş hareketli görüntüler Doğu Almanya’nın şehir ve kır hayatına götürüyor bizi. Bu görüntülerin çoğunun o dönem bir propaganda aracı olarak kullanılmak üzere hazırlandığını aklımızda tutalım. Yönetmen bu görüntüleri propagandanın gücünü taklit ederek bir araya getirirken, gerçeklik ile hareketli görüntü arasındaki uçuruma da işaret ediyor.
Filmin yönetmeni Deimantas Narkevičius bir söyleşisinde1, neoliberalizmin önlenemez yükselişinin 2000’lerin ortasından itibaren Karl Marx’ın Das Kapital‘ine ilgiyi artırıp kitabın satış rakamlarında bir patlama yaratmasına rağmen, kitabın teoride kurguladığı dünyanın denemesinin yapıldığına, ancak başarısızlıkla sonuçlandığına dikkat çekiyor. Ve birbiriyle çatışan bu iki ekonomik ve ideolojik modelin her iki yönünden de bir ders çıkarılmasını salık veriyor. Narkevičius, yine aynı söyleşide şimdiye kadar var olmuş en baskıcı rejimlerden biri olarak değerlendirdiği Doğu Almanya’ya dair bir araya getirdiği görüntülerle, insanın düzen içindeki yerine yakın plandan bir bakışı mümkün kılıyor. Bu görüntülerin onlarca yıl geride kalmış bir dönemin kalıntısı olarak hâlâ izleyende bir iç sıkıntısına sebep olmadığını söylemek güç. Diğer yandan bu görüntüler, içinde bulunduğumuz parıltılı kapitalist ve neoliberal düzenin –eğer muktedir bir kesimden değilseniz– yarattığı iç sıkıntısının da daha az olmadığını hatırlatıyor izleyene.
Bu bilgiler eşliğinde başladığımız yere, yani Salt Beyoğlu’nun giriş katına geri dönelim. Yukarıda sözünü ettiğim iki videonun aksine Diane Severin Nguyen’in IF REVOLUTION IS A SICKNESS [EĞER DEVRİM HASTALIKSA] işi, arşivsel görüntüler yerine kurmacanın ve popüler kültürün gücüne yaslıyor sırtını. Henüz 22 yaşında olan sanatçı Diane Severin Nguyen, tarihin belirli bir dönemine odaklanmıyor olsa da yine komünizm ve kapitalizmin arasındaki gerilimin ortasına yerleştiriyor anlatısını. Diğer yandan buluntu ya da arşivsel görüntülerin yerini bu kez fonda okunan Ulrike Meinhof, Hannah Arendt ve Mao Zendong gibi isimlerin “devrim” üzerine sözleri alıyor.
Varşova’da geçen IF REVOLUTION IS A SICKNESS, kimsesiz bir Vietnamlı çocuğun deniz kıyısına vurduğu görüntüsüyle başlayıp Güney Kore’nin tüm dünyada, özellikle ergenler üzerinde büyük etki yaratan K-pop’undan ilham alan bir dans grubuna girme çabasını takip ediyor. K-pop’u Doğu Avrupa ve Asya arasındaki ilişkinin izini sürmek için yerel bir materyal olarak kullanan sanatçı, propogandanın kültürel ve benlik imgesi yaratmadaki etkisine dikkat çekme niyetinde. Bu propoganda devrim için söylenmiş şiirsel sözler de olabilir, satış ve izlenme rekorları kıran şarkı ve klipler de.
Polonya ve Vietnam arasında; iki ülkenin de komünizmle yönetildiği dönemlerde, 1950’lerden 80’lere öğrenci değişim programlarıyla gelişen, ardından 1990 sonrasında Polonya’nın, kapitalist ekonomi modeline geçmesiyle Vietnamlılar için önemli bir göç rotasına dönüştüğü bir ilişki var. Bugün Polonya’da yirmi ila otuz bin olduğu tahmin edilen Vietnamlı nüfus –bu sayının tam kaydını tutmak çeşitli sebeplerle mümkün olmadığından– ülkeye iltica eden Suriyeliler ve Afganlarla beraber artık o kadar da önemli bir sorun teşkil etmiyor. Ülkedeki göçmen nüfusundaki bu değişim Vietnamlılar için bir avantaja mı dönüştü, yoksa eski ucuz iş gücünün artık yeni gelenlerle yer değiştirmesi yeni bir çatışma mı doğurdu bilinmez, ama bir tahminim var.
Günün sonunda başladığımız yere döndüğümüzde geçmişin, şimdinin ve geleceğin aynı anda, aynı bilinmezlikte ve aynı berraklıkta olduğu üzerine düşünceler kalıyor zihnimde.
Seçil Epik, lisans eğitimini Türk Dili ve Edebiyatı alanında tamamladı. 2013’ten bu yana çeşitli yayınlar için queer feminizm çerçevesinde edebiyat ve güncel sanat eleştirileri yazıyor. 2016-2019 yıllarında çevrimiçi kitap, kültür ve kritik sitesi K24’ün editör kadrosunda yer aldı. 2018 yılından beri kitap önerilerini paylaştığı “Epik ne okuyor?” adlı bülteni hazırlıyor. 2021 yılında yayın hayatına başlayan Umami Kitap’ın kurucu ortağı ve editörü. Şu an bağımsız güncel sanat platformu Argonotlar’ın editörlüğünü yapıyor.
- 1.