Seretonin Sahnelerine Şehirsel Bir Bakış: Feshane
Tuğçe Kaplan
November 4, 2022
Salt’ın çeşitli kaynaklardan toplanmış arşivlere dayanan “Sahnede 90’lar” sergisi, sahne ve performans kavramları etrafında Türkiye’nin 1990’lı yıllarından sanat üretimlerini bir araya getiriyor. Salt Araştırma ve Programlar ekibinden Tuğçe Kaplan, “Sahnede 90’lar” kapsamında fotoğraf, afiş, yazışma gibi arşivsel malzemelerle ele alınan “Seretonin” sergilerine odaklandığı yazısının birinci bölümünde, İstanbul’un kültür envanterindeki endüstriyel yapıları mesken tutmuş bu sergilerden “Seretonin I”in (1989) sahnesi Feshane’nin şehir dinamikleriyle ilişkili dönüşümünden bir kesit sunuyor.
Osmanlı İmparatorluğu döneminde, 19. yüzyıl başlarından itibaren, ithal edilmekte olan pamuklu, yünlü dokuma ürünlerinin iç tüketimi karşılayamaz hâle gelmesiyle yeni sanayi tesislerine gereksinim duyulur. 1833’te askerî giyim sisteminin değiştirilmesi sonucu ortaya çıkan yeni teknoloji ihtiyacını karşılamak ve fes üretmek üzere ilk olarak Kadırga semtinde Hazîne-i Hâssa’ya ait bir konakta kurulan Feshane de döneminin önemli endüstri yapıları arasında yer alır. 1839’da Hatice Sultan’ın Haliç’teki sarayının fer’iyye kısmına taşınan binada kurulan geleneksel üretim teknolojisi, 1843 yılında İngiltere, Fransa ve Belçika’dan getirtilen buharlı makinelerle modernize edilir.
Bu tarihten sonra askerî ve sivil giyim endüstrisinde büyük paya sahip olan fabrika, endüstriyel önemiyle birlikte teknolojik modernizasyonu ve giysi reformlarını simgelemesi nedeniyle tarihî ve siyasi bakımdan ayrı bir yer tutar. Kurulduğu yıldan itibaren birçok defa el değiştiren Feshane, 1866’da çıkan yangından sonra yenilenir. 1937’de devlet işletmesi Sümerbank’ın yönetiminde ulusal bir tekstil fabrikasına dönüştürülür ve Sümerbank Defterdar Mensucat Fabrikası adını alır. 1949 yılında bir yangın daha geçiren bina yeniden onarılır.1
1985 yılında Haliç Nâzım Planı’nın oluşturulmasıyla, Haliç kıyılarındaki sanayi alanlarının kaldırılarak kamuya açılması ve yeşil alanlara dönüştürülmesi öngörülür. “Dalan operasyonları” kapsamında yıkımlar başlar. Haliç’i temizleme gerekçesiyle kıyının 50-100 metre içinde yer alan 4.000’den fazla yapı istimlak edilir; 696 fabrika ve küçük esnafa ait 2020 iş yeri yıkılır, iş yerleri şehir dışında kurulan yeni merkezlere nakledilir. Kıyıların park ve bahçelere çevrilmesiyle Haliç boyunca yaklaşık 1 milyon kilometrelik bir alan açılır. Haliç’in iki yakasında, aralarında Feshane, Sütlüce Mezbahası ve Silahtarağa Elektrik Santrali’nin de olduğu çeşitli yapılar görünür hâle gelir. İlk defa inşa edilen kanal sistemleri ve kolektörlerle Haliç’in suları temizlenmeye başlanır. Bedrettin Dalan, İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) Başkanı olmasıyla hareketlilik kazanan bu temizleme operasyonlarını “Haliç gözlerim kadar mavi olacak” sloganıyla lanse eder. Dalan döneminin bu uygulamaları pek çok sivil kesim tarafından operasyonların merkezî kararlarla yürütüldüğü, yerel yönetimin demokratik süreçlerine hiçbir şekilde uymadığı ve yıkımlar sırasında buradaki sanayi yapılarıyla beraber, Haliç’in kimliğiyle özdeşleşen tarihsel ve kültürel mirasa ait yapıların da yıkımlar sonucunda yok olup gittiği gerekçesiyle eleştirilir.2
Feshane, neoliberal ekonominin devreye girip şehir merkezinin endüstrileşmeden arındırılmaya başladığı bu süreçte doğal ömrünü tamamlar. 1986 yılında fabrika boşaltılır. Konfeksiyon bölümü, Sümerbank Bakırköy sanayi işletmesine taşınır ve büyük dokuma salonu dışında fabrika yıkılır. Feshane’nin kalan kısmı belediyeye koşullu olarak devredilir.
Şehrin yaratıcı aktörlerinin yerel yönetimle yeni ilişkiler geliştirmeye başladığı 1989 yılında, içinde hâlen bazı eski tekstil makinelerinin bulunduğu 8 bin metrekarelik Feshane binası, restore edilmeden önce son bir kez eski hâliyle değerlendirilmek istenir. SHP’den Nurettin Sözen’in başkanı olduğu İBB tarafından Feshane’nin kullanımına izin verilir. Binada, 3-18 Ekim tarihlerinde öncülüğünü Mimar Sinan Üniversitesi Mimarlık Bölümü mezunları Arhan Kayar ve Cana Dölay ile aynı okulun Fotoğraf Ana Sanat Dalı’ndan mezun Çağatay Karaçizmeli’nin yaptığı; bu ekibin düşünce paylaşımı içerisinde olduğu sanatçı, tasarımcı ve mimarların katkı ve katılımıyla gelişen Seretonin I3 sergisi düzenlenir. Arhan Kayar, Atilla Özdemiroğlu, Cana Dölay, Çağatay Karaçizmeli, Gürel Yontan, Komet, Korhan Gümüş, Tan Oral ve Türkel Minibaş’tan oluşan grup Feshane’deki sergi için işler üretir. Feshane on beş gün boyunca enstalasyon ve happening‘lerle hareketli günlerine geri döner; alanda yaşam, oyun ve müziğin üst üste bindiği muazzam bir hareket trafiği kurgulanır. Komet, sergide dönemin yasaklarını simgelemek üzere, yüksek bir yere asılı bir kafesin içerisinde ses çıkarmadan Türkçe sözlük okurken, en uzun ağız açıp kapama rekorunu kırar. Ressam Mehmet Güleryüz sergiye bir deve üstünde girerek bu şekilde desen çizer. Gürel Yontan, Feshane’nin zeminine taşıdığı toprakla çeşitli kompozisyonlar yaparken Tan Oral ve Mehmet Güleryüz’e, başı dışarıda kalacak biçimde kendini gömdürtür. Sergiye konuk olarak katılan İsviçreli sanatçı Heinrich Lüber, bin kâğıttan oluşan bir happening kapsamında makine üstünde oturur ve değişik yüz modelleri çizilmiş kâğıtları dağıtırken, sanat piyasasına eleştiriler getirir. Atilla Özdemiroğlu’nun sergideki işlerden yola çıkarak açılışta yaptığı müzik, dokuma tezgâhlarından çıkan seslerin boşalttığı mekânı doldurur. İsim seçiminden düzenlendiği mekâna, içeriğinden sponsorluk arayışları ve basın duyurularına kadar tümüyle sanatçılar tarafından kolektif bir çabayla yürütülen Seretonin I, şehirdeki sanat ve mimarlık kanonlarını sarsar. 2. İstanbul Bienali’ne denk gelen ve açılış sonrası dışarıdan katılım ve müdahalelere açık olan sergi, 90’lı yıllarda İstanbul’da mevcut olan alternatif kültürün bir karşılığı gibidir.
Seretonin I sergisi ile birlikte Feshane’nin sanat etkinlikleri için kullanılması fikri ağırlık kazanır. Aynı dönemde İstanbul’da bir “modern ve çağdaş sanat” müzesi kurmaya yönelik girişimler de hız kazanmıştır. 1989, 1990 ve 1991’de İBB Başkanı Sözen ile bir dizi toplantı gerçekleştirilir. Dönemin Kültür İşleri Daire Başkanı Hilmi Yavuz tarafından düzenlenen ilk toplantıya Kültür ve Turizm Bakanı Tınaz Titiz’in yanı sıra Sakıp Sabancı gibi iş adamları ile Cengiz Bektaş ve Behruz Çinici gibi mimarlar katılır. Beral Madra, Bedri Baykam, Tomur Atagök, Adnan Çoker, Vasıf Kortun gibi isimler müze ideali çevresinde bir araya gelir. Grubun çabaları sonucunda 1991’de İstanbul Kültür Sanat Vakfı (İKSV) Yönetim Kurulu Başkanı Nejat Eczacıbaşı, Feshane’nin restorasyonunu gerçekleştirme ve yapıyı bir müzeye dönüştürme fikrine ikna olur.4 İKSV’nin Feshane’yi müze olarak işletme ihalesini kazanmasıyla yapının onarımı için çalışmalar başlar. 3. Uluslararası İstanbul Bienali’nin Ekim 1992’deki açılışına hızla yetiştirilmek üzere mimarlar Gae Aulenti5 ve Reşit Soley yapının müzeye dönüştürülmesi çalışmalarında görevlendirilir. Yapının Haliç kıyısında yer alması ve zemininin su seviyesinin altında olmasından kaynaklı nem sorunlarına rağmen restorasyon tamamlanır. Feshane, Vasıf Kortun’un küratörlüğünü üstlendiği 3. Uluslararası İstanbul Bienali’ne ev sahipliği yapar. Müze projesi 1994 senesinde Refah Partisi’nin belediye seçimlerini kazanmasıyla iptal olur.
Feshane, 1992-1998 yılları arasında, İBB tarafından Çağdaş El Sanatları Müzesi olarak kullanılır. 1998 yılında, su boşaltma sistemindeki problem nedeniyle yapı kullanılamaz hâle gelir. İBB aynı yıl yeni bir proje kapsamında restorasyon çalışmalarını başlatır. İlk olarak Eczacıbaşı ailesi tarafından onarılan binanın belediyeye iadesinden sonra yapılan ilave onarımlar, Feshane’nin yeniden elden geçirilmesine neden olur; yapı eski işlevine dair referanslarını kaybeder. Feshane, bu tarihten sonra uzun süre fuar, sergi mekânı, toplantı merkezi olarak kullanılır ve bilhassa Ramazan boyunca çevresinde oluşturulan eğlence ve rekreasyon mekânlarında kültür etkinlikleri gerçekleştirilir. 2003 yılı sonunda boşaltılan yapının ne amaçla kullanılacağı tartışılan bir soru olarak gündemini korur.6
2018 yılında İBB’nin Feshane’yi “Tasavvuf ve Osmanlı Kıyafetleri Müzesi” yapmak için açtığı ihale sonuçlanır. Ancak 2019’daki belediye seçimleriyle gelen yönetim değişikliğiyle bu proje yarım kalır. Günümüzde, İBB’nin Feshane’deki restorasyon çalışmalarının yanı sıra İstanbul’un tasavvuf geçmişini yansıtan bir Tasavvuf Müzesi olarak yeniden işlevlendirmeye yönelik çalışmaları devam etmektedir.
- - -
Tuğçe Kaplan, lisans eğitimini Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Şehir ve Bölge Planlama Bölümü’nde; yüksek lisans eğitimini Kadir Has Üniversitesi Mimarlık ve Kent Çalışmaları Programı’nda tamamladı. 2019 yılından bu yana Salt Araştırma ve Programlar’da arşiv sorumlusu olarak çalışmakta; mimarlık, kent ve sanat kesişimlerinde araştırmalarını sürdürmektedir.
Osmanlı İmparatorluğu döneminde, 19. yüzyıl başlarından itibaren, ithal edilmekte olan pamuklu, yünlü dokuma ürünlerinin iç tüketimi karşılayamaz hâle gelmesiyle yeni sanayi tesislerine gereksinim duyulur. 1833’te askerî giyim sisteminin değiştirilmesi sonucu ortaya çıkan yeni teknoloji ihtiyacını karşılamak ve fes üretmek üzere ilk olarak Kadırga semtinde Hazîne-i Hâssa’ya ait bir konakta kurulan Feshane de döneminin önemli endüstri yapıları arasında yer alır. 1839’da Hatice Sultan’ın Haliç’teki sarayının fer’iyye kısmına taşınan binada kurulan geleneksel üretim teknolojisi, 1843 yılında İngiltere, Fransa ve Belçika’dan getirtilen buharlı makinelerle modernize edilir.
Bu tarihten sonra askerî ve sivil giyim endüstrisinde büyük paya sahip olan fabrika, endüstriyel önemiyle birlikte teknolojik modernizasyonu ve giysi reformlarını simgelemesi nedeniyle tarihî ve siyasi bakımdan ayrı bir yer tutar. Kurulduğu yıldan itibaren birçok defa el değiştiren Feshane, 1866’da çıkan yangından sonra yenilenir. 1937’de devlet işletmesi Sümerbank’ın yönetiminde ulusal bir tekstil fabrikasına dönüştürülür ve Sümerbank Defterdar Mensucat Fabrikası adını alır. 1949 yılında bir yangın daha geçiren bina yeniden onarılır.1
1985 yılında Haliç Nâzım Planı’nın oluşturulmasıyla, Haliç kıyılarındaki sanayi alanlarının kaldırılarak kamuya açılması ve yeşil alanlara dönüştürülmesi öngörülür. “Dalan operasyonları” kapsamında yıkımlar başlar. Haliç’i temizleme gerekçesiyle kıyının 50-100 metre içinde yer alan 4.000’den fazla yapı istimlak edilir; 696 fabrika ve küçük esnafa ait 2020 iş yeri yıkılır, iş yerleri şehir dışında kurulan yeni merkezlere nakledilir. Kıyıların park ve bahçelere çevrilmesiyle Haliç boyunca yaklaşık 1 milyon kilometrelik bir alan açılır. Haliç’in iki yakasında, aralarında Feshane, Sütlüce Mezbahası ve Silahtarağa Elektrik Santrali’nin de olduğu çeşitli yapılar görünür hâle gelir. İlk defa inşa edilen kanal sistemleri ve kolektörlerle Haliç’in suları temizlenmeye başlanır. Bedrettin Dalan, İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) Başkanı olmasıyla hareketlilik kazanan bu temizleme operasyonlarını “Haliç gözlerim kadar mavi olacak” sloganıyla lanse eder. Dalan döneminin bu uygulamaları pek çok sivil kesim tarafından operasyonların merkezî kararlarla yürütüldüğü, yerel yönetimin demokratik süreçlerine hiçbir şekilde uymadığı ve yıkımlar sırasında buradaki sanayi yapılarıyla beraber, Haliç’in kimliğiyle özdeşleşen tarihsel ve kültürel mirasa ait yapıların da yıkımlar sonucunda yok olup gittiği gerekçesiyle eleştirilir.2
Feshane, neoliberal ekonominin devreye girip şehir merkezinin endüstrileşmeden arındırılmaya başladığı bu süreçte doğal ömrünü tamamlar. 1986 yılında fabrika boşaltılır. Konfeksiyon bölümü, Sümerbank Bakırköy sanayi işletmesine taşınır ve büyük dokuma salonu dışında fabrika yıkılır. Feshane’nin kalan kısmı belediyeye koşullu olarak devredilir.
Şehrin yaratıcı aktörlerinin yerel yönetimle yeni ilişkiler geliştirmeye başladığı 1989 yılında, içinde hâlen bazı eski tekstil makinelerinin bulunduğu 8 bin metrekarelik Feshane binası, restore edilmeden önce son bir kez eski hâliyle değerlendirilmek istenir. SHP’den Nurettin Sözen’in başkanı olduğu İBB tarafından Feshane’nin kullanımına izin verilir. Binada, 3-18 Ekim tarihlerinde öncülüğünü Mimar Sinan Üniversitesi Mimarlık Bölümü mezunları Arhan Kayar ve Cana Dölay ile aynı okulun Fotoğraf Ana Sanat Dalı’ndan mezun Çağatay Karaçizmeli’nin yaptığı; bu ekibin düşünce paylaşımı içerisinde olduğu sanatçı, tasarımcı ve mimarların katkı ve katılımıyla gelişen Seretonin I3 sergisi düzenlenir. Arhan Kayar, Atilla Özdemiroğlu, Cana Dölay, Çağatay Karaçizmeli, Gürel Yontan, Komet, Korhan Gümüş, Tan Oral ve Türkel Minibaş’tan oluşan grup Feshane’deki sergi için işler üretir. Feshane on beş gün boyunca enstalasyon ve happening‘lerle hareketli günlerine geri döner; alanda yaşam, oyun ve müziğin üst üste bindiği muazzam bir hareket trafiği kurgulanır. Komet, sergide dönemin yasaklarını simgelemek üzere, yüksek bir yere asılı bir kafesin içerisinde ses çıkarmadan Türkçe sözlük okurken, en uzun ağız açıp kapama rekorunu kırar. Ressam Mehmet Güleryüz sergiye bir deve üstünde girerek bu şekilde desen çizer. Gürel Yontan, Feshane’nin zeminine taşıdığı toprakla çeşitli kompozisyonlar yaparken Tan Oral ve Mehmet Güleryüz’e, başı dışarıda kalacak biçimde kendini gömdürtür. Sergiye konuk olarak katılan İsviçreli sanatçı Heinrich Lüber, bin kâğıttan oluşan bir happening kapsamında makine üstünde oturur ve değişik yüz modelleri çizilmiş kâğıtları dağıtırken, sanat piyasasına eleştiriler getirir. Atilla Özdemiroğlu’nun sergideki işlerden yola çıkarak açılışta yaptığı müzik, dokuma tezgâhlarından çıkan seslerin boşalttığı mekânı doldurur. İsim seçiminden düzenlendiği mekâna, içeriğinden sponsorluk arayışları ve basın duyurularına kadar tümüyle sanatçılar tarafından kolektif bir çabayla yürütülen Seretonin I, şehirdeki sanat ve mimarlık kanonlarını sarsar. 2. İstanbul Bienali’ne denk gelen ve açılış sonrası dışarıdan katılım ve müdahalelere açık olan sergi, 90’lı yıllarda İstanbul’da mevcut olan alternatif kültürün bir karşılığı gibidir.
Seretonin I sergisi ile birlikte Feshane’nin sanat etkinlikleri için kullanılması fikri ağırlık kazanır. Aynı dönemde İstanbul’da bir “modern ve çağdaş sanat” müzesi kurmaya yönelik girişimler de hız kazanmıştır. 1989, 1990 ve 1991’de İBB Başkanı Sözen ile bir dizi toplantı gerçekleştirilir. Dönemin Kültür İşleri Daire Başkanı Hilmi Yavuz tarafından düzenlenen ilk toplantıya Kültür ve Turizm Bakanı Tınaz Titiz’in yanı sıra Sakıp Sabancı gibi iş adamları ile Cengiz Bektaş ve Behruz Çinici gibi mimarlar katılır. Beral Madra, Bedri Baykam, Tomur Atagök, Adnan Çoker, Vasıf Kortun gibi isimler müze ideali çevresinde bir araya gelir. Grubun çabaları sonucunda 1991’de İstanbul Kültür Sanat Vakfı (İKSV) Yönetim Kurulu Başkanı Nejat Eczacıbaşı, Feshane’nin restorasyonunu gerçekleştirme ve yapıyı bir müzeye dönüştürme fikrine ikna olur.4 İKSV’nin Feshane’yi müze olarak işletme ihalesini kazanmasıyla yapının onarımı için çalışmalar başlar. 3. Uluslararası İstanbul Bienali’nin Ekim 1992’deki açılışına hızla yetiştirilmek üzere mimarlar Gae Aulenti5 ve Reşit Soley yapının müzeye dönüştürülmesi çalışmalarında görevlendirilir. Yapının Haliç kıyısında yer alması ve zemininin su seviyesinin altında olmasından kaynaklı nem sorunlarına rağmen restorasyon tamamlanır. Feshane, Vasıf Kortun’un küratörlüğünü üstlendiği 3. Uluslararası İstanbul Bienali’ne ev sahipliği yapar. Müze projesi 1994 senesinde Refah Partisi’nin belediye seçimlerini kazanmasıyla iptal olur.
Feshane, 1992-1998 yılları arasında, İBB tarafından Çağdaş El Sanatları Müzesi olarak kullanılır. 1998 yılında, su boşaltma sistemindeki problem nedeniyle yapı kullanılamaz hâle gelir. İBB aynı yıl yeni bir proje kapsamında restorasyon çalışmalarını başlatır. İlk olarak Eczacıbaşı ailesi tarafından onarılan binanın belediyeye iadesinden sonra yapılan ilave onarımlar, Feshane’nin yeniden elden geçirilmesine neden olur; yapı eski işlevine dair referanslarını kaybeder. Feshane, bu tarihten sonra uzun süre fuar, sergi mekânı, toplantı merkezi olarak kullanılır ve bilhassa Ramazan boyunca çevresinde oluşturulan eğlence ve rekreasyon mekânlarında kültür etkinlikleri gerçekleştirilir. 2003 yılı sonunda boşaltılan yapının ne amaçla kullanılacağı tartışılan bir soru olarak gündemini korur.6
2018 yılında İBB’nin Feshane’yi “Tasavvuf ve Osmanlı Kıyafetleri Müzesi” yapmak için açtığı ihale sonuçlanır. Ancak 2019’daki belediye seçimleriyle gelen yönetim değişikliğiyle bu proje yarım kalır. Günümüzde, İBB’nin Feshane’deki restorasyon çalışmalarının yanı sıra İstanbul’un tasavvuf geçmişini yansıtan bir Tasavvuf Müzesi olarak yeniden işlevlendirmeye yönelik çalışmaları devam etmektedir.
- - -
Tuğçe Kaplan, lisans eğitimini Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Şehir ve Bölge Planlama Bölümü’nde; yüksek lisans eğitimini Kadir Has Üniversitesi Mimarlık ve Kent Çalışmaları Programı’nda tamamladı. 2019 yılından bu yana Salt Araştırma ve Programlar’da arşiv sorumlusu olarak çalışmakta; mimarlık, kent ve sanat kesişimlerinde araştırmalarını sürdürmektedir.
- 1.Feshane'nin tarihine dair ayrıntılı bir okuma için: Önder Küçükerman, Türk Giyim Sanayii Tarihindeki Ünlü Fabrika: "Feshane" Defterdar Fabrikası, Ankara: Sümerbank, 1988.
- 2.Dilek Erden Erbey, "Haliç'te Dönüşüm ve Tarihsel Süreklilik" (Konuşma Metni), Osmanlı Bankası Arşiv ve Araştırma Merkezi, 2009.
- 3.Feshane'deki sergiye katılan tasarımcı Gürel Yontan bu kelimeyi bir gazetede görüp sonrasında doktor bir arkadaşından özelliklerini öğrenir: "Nöro-transmitter; vücudun doğal salgısı; intihar edenlerde normalden düşük; anti-depresif; artınca iştah azalıyor; ağrı kesici etkisi; morfinin ağrı kesici etkisini artırıyor; dışarıdan verildiğinde büyüme hormonunun salgılanmasını artırabiliyor." (Feshane'de Seretonin I, sergi broşürü) Bu esnada sergiyi düzenleyen sanatçılar kelimeyi bu şekilde kullanmaya başlarlar. Kelimenin doğru yazımının "serotonin" olduğunu sonradan öğrenseler de serginin ismi Türkiye güncel sanat tarihine "Seretonin" olarak geçer.
- 4.Vasıf Kortun, "1990'lar Üzerine Yeniden Düşünüş", 20 içinde, 2018, s. 30.
- 5.Gae Aulenti (1927-2012): Paris'teki Musée d'Orsay ile Centre Pompidou'nun Çağdaş Sanat Galerisi de dâhil olmak üzere birçok sanat yapısı projesine imza atmış İtalyan mimar.
- 6.Tomur Atagök, "Sanayi Mekanlarından Sanat Mekanlarına".