Söyleşi: Arşivi Açmak, Arşivle Çalışmak*
İz Öztat ve Sezin Romi
March 31, 2023
2001’de İstanbul’da, şimdiki Salt Beyoğlu yapısında açılan Platform Garanti Güncel Sanat Merkezi, birçok sergi, konferans ve etkinlik düzenledi. 2003’te İstanbul Misafirleri Programı ile Türkiye’den ve yurt dışından sanatçılara ev sahipliği yaptı; bir güncel sanat kütüphanesi ve arşivi oluşturdu. 2010’da faaliyetlerini tamamlayan kurum, kitaplardan ve Türkiye’de sanat odaklı arşivlerden oluşan tüm birikimini 2011’de kurulan Salt’a aktardı.1 Bu birikim, yine İstanbul’da faaliyet gösteren Garanti Galeri (2003-2010) ile Osmanlı Bankası Arşiv ve Araştırma Merkezi’nin (1997-2010) kütüphane ve arşivleriyle birlikte Salt Araştırma’nın sanat, mimarlık ve tasarım ile sosyal yaşam ve ekonomik tarih odaklı koleksiyonunun çekirdeğini oluşturdu.
Sanatçı ve araştırmacı İz Öztat ile Salt’ın Kütüphane ve Arşiv Yönetmeni Sezin Romi’nin gerçekleştirdiği bu sohbet; araştırmacı, sanatçı, kütüphaneci ve arşivci deneyimlerinden yola çıkarak Platform’un 2007 yılından itibaren faaliyetlerine, 2011’de Salt’ın kuruluşuna ve kurum bünyesindeki arşivlerin bir araya gelerek oluşturduğu araştırma sürecine odaklanıyor. Salt Araştırma’nın yayın ve arşiv koleksiyonunun oluşumunu ve dönüşümünü ele alırken farklı araştırma projeleri üzerinden sanatçı arşivlerini ve bunların birbiriyle olan ilişkilerini örneklendiriyor. Arşivcinin ve sanatçının araştırmacı olarak konumuna, araştırma yöntemlerine, bilgiye ulaşmanın gerekliliğine ve bir üretim kaynağı olarak arşive dair bir bakış sunmayı amaçlıyor.
İz Öztat: Sezin, Salt Galata’daki eski Osmanlı Bankası binasında Salt Araştırma adı altında hizmet veren kütüphane ve çevrimiçi ortamda erişilebilir olan arşivin geçirdiği dönüşümleri, kendi deneyimlerimiz üzerinden hikâyelendireceğiz. Senin “arşivci”, benimse “kullanıcı” olarak ilişkilendiğim altyapının, zaman içinde nasıl evrildiğine dair bir anlatı oluşturmadan ve kendi deneyimlerimizi kayda geçirmeden gelecekte bu sürecin izini sürmenin zor olacağını fark ettiğimizde, birlikte hatırlamaya karar verdik.
2007 yılında, görsel sanatlar alanında lisans eğitimimi tamamlayıp ABD’den dönmüştüm. Orada aldığım sanat tarihi derslerinde yeri olmayan, Türkiye’deki sanatsal üretime dair bilgi edinmeye çalışıyordum. Bu arayış beni Platform Garanti’nin kütüphanesine getirdi ve orada seninle karşılaştım. Seni oraya getiren koşullar, kurumdaki konumun ve görevin neydi?
Sezin Romi: Seninle Platform’un İstiklal Caddesi üzerindeki geçici ofisinde tanışmıştık. Osmanlı Bankası Arşiv ve Araştırma Merkezi’nin kütüphanesindeki zorunlu stajımın ardından Platform’un var olan tüm kitap koleksiyonunun kataloglanması için, proje bazlı olarak orada bulunuyordum. Üniversite öğrencisi olduğum dönemde benim için stajın devamı niteliğinde olan, deneyim kazanmak amacıyla dâhil olduğum bir projeydi. Daha sonra orada bulunmamın esas nedeninin yeni kurulacak kurum bünyesindeki kütüphane, yani Salt Araştırma olduğunu anladım.
Eylül 2007’de Platform yapısının renovasyon süreci sebebiyle geçici ofise taşınmıştık. O dönem Platform’un çevrimiçi bir kataloğu bulunmuyordu. Kitaplar teori, felsefe, sanatçı monografları, grup sergileri, Türkiye’de sanat, sanat tarihi gibi genel kategorilere ayrılarak raflarda gruplanmıştı. Çeşitli listeler üzerinden takibi yapılıyordu. Bunlara ayrıca Türkiye’den sanatçıların dosyaları eşlik ediyordu. Platform’a gelenler bu kitaplardan ve arşivden yararlanabiliyordu. Senin de dediğin gibi sanat tarihi ve Türkiye’deki sanat üretimine dair çok ciddi bir kaynak sağlıyordu ve konuyla ilgili olanlar doğrudan Platform’a başvuruyordu.
İÖ: Bu tarihe kadar kütüphane koleksiyonunda bir araya gelen kaynaklar nasıl derlenmişti? O dönemde, kütüphane için belli konulara odaklı bir satın alma süreci işliyor muydu?
SR: Kütüphane koleksiyonun bir araya gelmesinin hikâyesi Platform’un ve Salt’ın kurucu direktörü Vasıf Kortun’un kişisel merakına ve bir sanat kütüphanesi kurma hayaliyle topladığı kitaplara dayanıyor. ABD’deki yüksek lisans öğreniminden sonra tezini yazmak üzere Türkiye’ye döndüğünde kütüphanelerin yetersizliğini ve arşivlere erişimin zorluğunu gözlemlemişti. 1993’ten itibaren ABD’de çalışmaya başladığında müze ve sanat galerilerinden destek alarak Türkiye’de kurmayı amaçladığı kütüphane için kitap toplamaya başladı. Bu kitapları 1997 sonunda Türkiye’ye döndüğünde yanında getirdi ve ilk olarak 1998’de İstanbul Güncel Sanat Projesi (İGSP) isimli girişiminde ziyaretçilerin kullanımına sundu, 2001’de Platform açıldığında da kuruma bağışladı. Gerek bağışlar gerekse seyahatlerde taşıdığı yayınlarla koleksiyonu genişletmeye devam etti.
Bu arada Platform 2006’da Frieze Sanat Fuarı’na, kâr amacı gütmeyen iki uluslararası kurumdan biri olarak davet edildi. Kurum fuarda Collecting Point [Toplama Noktası] projesiyle yer alarak kişi ve kurumlardan gelen yaklaşık 1.200 sanat yayınını kütüphanesine ekledi.
2009’da ise Platform, New York’taki Artist Space’de The Columns Helds Us Up [Sütunlar Bize Güç Verdi] sergisini düzenledi. Sanatçı Céline Condorelli’nin sergide Antonello da Messina’nın Aziz Jerome Çalışma Odasında resminden yola çıkarak gerçekleştirdiği enstalasyon, Platform’un kütüphanesi için bağış yayın toplanmasını sağladı. Karton kutulardan oluşan ve bir okuma odası düzeninde kurgulanan enstalasyonda sergi süresince bir araya getirilen kitaplar kütüphaneye eklendi.
Tüm bu yayınlar şu anda Salt Araştırma’da kullanıcıların erişimine açık.
İÖ: O tarihe kadar biriken yayınların kataloglanması ve koleksiyonun kamu ile buluşmasında Açık Kütüphane sergisi önemli bir duraktı. Bu sergiden ve Salt Araştırma’ya evrilecek kütüphanenin oluşmasındaki etkisinden bahseder misin?
SR: 2007’de Açık Kütüphane sergisi açıldığı dönemde eş zamanlı olarak kitapları kataloglama projesi de başladı. Ben de tam bu sırada Platform’un bünyesinde proje bazlı olarak yer almaya başladım. Amaç o süreye kadar el yordamıyla hazırlanan listeler üzerinden kaydı tutulan yayınların kataloglanarak uluslararası kütüphanecilik standartlarına göre çevrimiçi bir katalog üzerinden aratılabilir olmasıydı.
Aslında ben Açık Kütüphane‘nin bugünkü Salt Araştırma için bir başlangıç olduğunu 2009-2010’da yeni kurulacak kurumun kütüphanesi için [Salt Araştırma] okumalar yapmaya ve örnekleri incelemeye başladığımızda, yani çok sonra idrak ettim. Sergi sırasında üçüncü sınıf öğrencisiydim ve aklımda kesinlikle kütüphaneci olma fikri yoktu. Bunun sebebi de kütüphanede çalışmanın son derece rutin ve sıkıcı olduğunu düşünmemden kaynaklanıyordu. Tabii bunda hem ön yargı hem de deneyimlediğim kütüphanelerin payı vardı.
Açık Kütüphane tasarımıyla ve işleviyle hepsinden farklıydı. Superpool tarafından yapılan tasarım alışık olduğumuz nizami oturma düzeninden farklı, serbest ve dinamik bir ortam sunuyordu. Mekân, raftan kitap alıp okumaya ortam sağlamasının yanı sıra ziyaretçilere serbest çalışma olanağı veriyor, ayrıca etkinliklere ev sahipliği yapıyordu. Gece rafların üzerindeki perdeler çekilerek alan etkinlik mekânına dönüştürülüyordu. Yani tamamen “canlı”ydı.
Salt Araştırma’nın tasarım sürecinde Açık Kütüphane bize rehberlik eden örneklerden biriydi. Kütüphanelerin dönüşümü, bir sosyalleşme ve buluşma mekânı olarak kütüphaneler, kullanıcı odaklı kütüphane modelleri sık sık üzerinde konuştuğumuz konulardı. Mekânın tasarımcıları ŞANALarc ile de çok yakın çalıştık. Salt Araştırma’nın herkese açık olmasını, kullanıcıları konuksever bir ortamda ağırlamayı ve kitapların çevresinde vakit geçirebilecekleri, üretmeye, düşünmeye ilham veren bir mekân oluşturmayı amaçladık. Tüm bunlara bakınca hepsi Açık Kütüphane’nin özünde de var. Bunların yanı sıra Salt Galata’nın orta avlusuna konumlandırılan Salt Araştırma’nın alışılagelmiş sessiz, izole kütüphane mekânlarının dışında olması da önemli. Avluyu hep yaşayan, değişen ve dönüşen bir alan olarak düşündük. Zaten zaman zaman performans, sergi ve konuşma gibi etkinlikler için de kullandık.
İÖ: Sergi mekânını farklı işlevlerle kullanan Açık Kütüphane‘de, daha sonra arkadaşlık edeceğim kişilerle ilk kez karşılaştığımı hatırlıyorum. Mekânda yer alan renkli puflar daha sonra farklı mekânlara taşındı ve kullanılmaya devam etti. Kurumun, programı kapsamında yaptığı araştırmalardan edindiği deneyimi gelecekte yapmayı hayal ettiği projelere aktarabilmesini çok değerli buluyorum ve bir kullanıcı olarak bu aşamaların, aktarılan deneyimlerin izini sürebiliyorum.
Çevrimiçi araçların ve kurumsal altyapıların henüz etkili bir şekilde kullanılmadığı bu dönemde, Platform ofisinde erişilebilir olan sanatçı dosyalarının işlevine değinebiliriz.
SR: Aralarında senin dosyanın da bulunduğu sanatçı arşivi o dönemde çok kritik bir öneme sahipti. Tabii, zamanı da hatırlamak lazım: Sosyal medya ile diğer dijital platformların ve çoğu sanatçının web sitesinin olmadığı dönemde Platform’daki sanatçı dosyaları gerek Türkiye’den gerekse yurt dışından gelen araştırmacılar için önemli referans noktasıydı. Bienal küratörlerinin o dosyalarla sanatçılar üzerine araştırma yaptıkları oluyordu. Hatta sanatçılarla iletişime geçip tanışmak istedikleri noktada da yardımcı oluyorduk. Bazen de sanatçıların küratörlerle olan buluşmalarını arşivdeki dosyaları eşliğinde Platform’da gerçekleştirdiklerini hatırlıyorum.
Bu dosyalar Salt Araştırma açıldığında mekânda kullanıma açık olmaya devam etti. Fakat bahsettiğim dönemdeki gibi işlemediğini gözlemledik. Çevrimiçi platformlar ve iletişimin yaygınlaşması sanatçıları da daha ulaşılabilir yaptı kuşkusuz. Salt’ta da sanat araştırmalarının kapsamını biraz değiştirmek durumunda kaldık. 1950’lerden günümüze Türkiye sanat tarihine ilişkin kaynakların yetersizliği ve mevcut arşivlerin acilen bir araya getirilme gerekliliği ister istemez yönümüzü değiştirdi.
İÖ: Salt Araştırma mekânı 2011’de açıldı. Açılış günü öncesinde tüm kitapların raflara yerleşmesi için yardıma gelen birkaç kullanıcıdan biriydim. Bu süreçte ilk defa, Hüseyin Bahri Alptekin’in kişisel kütüphanesinde yer alan kitapları elden geçirme şansım olmuştu. Ürettiği işlerin ardındaki araştırma sürecini biriktirdiği kitaplardan takip etmeye çalışmaktan büyük heyecan duymuştum. Hüseyin Bahri Alptekin Koleksiyonu’nun Salt Araştırma’ya dâhil edilme sürecini ve ne şekillerde ele alındığını anlatır mısın?
SR: Hüseyin Bahri Alptekin araştırması kendi adıma, kurumda yer aldığım ilk en kapsamlı projeydi. Sanatçının 2007’nin sonunda ani vefatının ardından süreç başladı. Amaç geriye kalan üretimine sahip çıkmak ve dağılmasının önüne geçmekti. İlk etapta sanatçının evinde bulunan ve yaklaşık 1.200 yayından oluşan kütüphanesinin Platform’a transfer edilmesine karar verildi. 2008’de sanatçının evindeki tüm kitaplar kataloglanmaya başladı. O dönemde tuhaf hisler içinde olduğumu hatırlıyorum. Hiç tanımadığım birinin özeline girme hâli, geride bıraktıkları üzerinden tanışma, merak ve araştırma isteği. Eş zamanlı olarak, sanatçının tüm işlerinin envanterini çıkarmak ve izlerini takip edebilmek üzere deposundaki, atölyesindeki tüm malzemeler de Platform’a taşındı. O dönemde aralarında sanatçının eşi Camila Rocha, Boysan Yakar ve Güneş Forta’nın da bulunduğu kalabalık bir ekip olarak Hüseyin Bahri Alptekin projesine çalışıyorduk. Arşivindeki dokümanlarda rastlanan izler üzerinden ve aralarında Vasıf Bey’in de bulunduğu, sanatçıyı yakinen tanıyan kişilerin yönlendirmesiyle boşlukları doldurmaya çalışıyorduk. Bu uzun ve zorlu süreç aynı zamanda Salt’ın açılış sergisi “Ben bir stüdyo sanatçısı değilim” ile Duygu Demir’in editörlüğünü yaptığı, aynı adı taşıyan yayının ortaya çıkışına da zemin hazırladı.
Kişisel olarak ise ilk defa sanatçı arşivleri üzerine düşünmeye ve kafa yormaya başlamıştım. İçerisinde bulunduğun uzun soluklu bu proje aynı zamanda yüksek lisans tezimin de konusu oldu. Tezimde sanatçının arşivinin üretimiyle olan ilişkisini inceledim. Sanatçının vefatından sonra arşivin ele alınmasındaki zorluklar ve etik ikilemler, işlerinin yeniden sunulması ve üretilmesi için verilen kararlar, üzerine düşündüğüm konular arasındaydı. Bugün Hüseyin Bahri Alptekin’in gerek temsilinde gerekse işlerinin derli toplu bir arada olmasının temelinde vefatının hemen ardından başlatılan bu çalışmanın büyük bir payı var.
İÖ: Anlattıklarından, Hüseyin Bahri Alptekin Koleksiyonu’nun Salt Araştırma kapsamında kataloglanması ve erişime açılmasının, daha sonra kurum tarafından koleksiyona dâhil edilecek sanatçı arşivlerine dair vizyonu şekillendirmede yol gösterici olduğunu anlıyorum. Salt Araştırma bünyesinde erişime açılan diğer sanatçı arşivlerinden, kronolojik olarak bu çalışmaların nasıl ilerlediğinden ve arşivlerin kataloglanması ve yorumlanması sürecinde izlediğiniz yöntemlerden bahseder misin?
SR: Salt Araştırma Hüseyin Bahri Alptekin’in yanı sıra Ahmet Öktem, Altan Gürman (Arter iş birliğinde), Cengiz Çekil, Gülsün Karamustafa, İsmail Saray, Kutluğ Ataman, Moni Salim Özgilik, Mustafa Altıntaş, Nur Koçak, Serhat Kiraz, Tomur Atagök, Yusuf Taktak’a ait sanatçı arşivlerini bir araya getiriyor. Bunlara yakın zamanda Özer Kabaş, İpek Duben ve Gürel Yontan’ın arşivleri eklenecek.
Senin de bildiğin gibi Platform’daki güncel sanatçı dosyaları Türkiye’deki sanat ortamı üzerine araştırma olanağı veren önemli bir başvuru noktasıydı. Bu dosyalar Salt Araştırma’da da 2013-2014’e kadar kullanıcılara açık olmaya devam etti. 2011’de Salt Araştırma açıldığında bu dosyaların geçmiş dönemdeki işlevinin değiştiğini gözlemledik. Bunda sanatçıların daha ulaşılabilir olmasının yanı sıra gelişen dijital platformların da etkisi büyük. Bir bakıma sanatçının kendini temsil etmesi için de olanaklar gelişti. Öte yandan, Türkiye sanat tarihinde bilinmeyen boşlukların olması, ulaşılabilen kaynakların bu boşluğu doldurmadaki yetersizliği ve çoğunluğunu sanatçıların oluşturduğu kişilerin ellerindeki arşiv malzemelerinin öncelikli olarak bir araya getirilmesinin gerekliliği, kurumun sanat arşivlerine dair vizyonunu da etkiledi. Salt Araştırma’da erişime açılan sanatçı arşivleri, sanatçıların kendi çabalarıyla koruyabildikleri belge ve görsellerden oluşuyor. Kendi üretimleri üzerinden Türkiye’nin sanat ortamına ışık tutuyor ve farklı sanatçı arşivleri zaman zaman birbirinin tamamlayıcısı olabiliyor. Örneğin karşılıklı yazışmalar veya sanatçının kendi arşivinde olmayan bir işinin fotoğrafı aynı sergide yer aldığı bir diğer sanatçının arşivinde olabiliyor. Tüm bunlar 1950’lerden günümüze Türkiye sanat tarihi adına kolektif bir bilgi sunuyor.
Bu arşivlerin Salt Araştırma’da bir araya getirilip erişime açılmasında arşiv sahiplerinin kurumla yaptığı iş birliğinin ve paylaşımcı tutumun çok önemli bir payı olduğunu söylemeden geçemeyeceğim. Salt Araştırma’da çoğunlukla karşılıklı protokolle ödünç alınan malzemeleri dijitalleştirip orijinallerini sahiplerine iade ediyoruz. Bunların erişime açılması için izlenen süreçte araştırmanın çok kritik bir önemi var. Araştırma yapılarak, sorular sorularak arşivlerin kataloglama süreci yürütülebiliyor. Kataloglama bir bakıma arşiv malzemelerinin arşivci tarafından kimliklendirilmesi anlamına geliyor; yani içerik hakkında bilgi veren tüm ögelerin belli standartlarda girilerek kullanıcıya ulaşması. Kimi zaman varlığını hiç bilmediğimiz sergiler, mekânlar veya kurumlar bu süreçte öğrenilebiliyor. Bilginin kullanıcıya sorunsuz ulaşmasında bu sürecin kritik bir rolü var. Tabii, arşivin tamamlanamamazlığı ve kullanıcının katılımıyla gelişime, düzeltilmeye açık olduğunun da altını çizmek gerek. Ne zaman, kimin tarafından kullanılacağı ve hangi araştırmalara katkıda bulunacağı da zaman içerisinde kendini gösterecek.
İÖ: Kurum tarafından arşivlenen ve erişime açılan sanatçı arşivleri, Hüseyin Bahri Alptekin’den bahsederken dile getirdiğin gibi Salt’ın sergi ve yayın programına da yön veriyor. Arşivler kapsamında yürütülen çalışmalar, kurumun sergi programını nasıl etkiledi?
SR: Araştırma ile programlar arasındaki süreç, projeden projeye veya koşullara göre farklılık gösterebiliyor. Bazen arşiv ve araştırma sergiye, bazen de sergi arşiv ve araştırma projesine evrilebiliyor. Ya da araştırmalar serginin yanı sıra web projesi, e-yayın gibi farklı yöntemlerle görselleştirilip sunulabiliyor. Örneğin Hüseyin Bahri Alptekin ile İsmail Saray sergilerini açmak uzun bir arşivleme ve araştırma süreci gerektirdi. Gülsün Karamustafa, Nur Koçak ve İpek Duben’in arşivleri ise sanatçıların sergileri açıldıktan sonra kuruma transfer edildi.
2012’deki O zamanlar konuşuyorduk sergisi, 1990’lı yıllarda Türkiye’de düzenlenen üç serginin arşivleme ve araştırma sürecinin ardından gerçekleşti. Bu sergiler üzerinden 1990’lı yıllarda Türkiye’deki sanat ortamını yorumlamayı amaçlayan proje kapsamında derlenen sergi arşivleri, Salt Araştırma arşiv koleksiyonları arasına eklendi. Yine aynı dönemde Ahmet Öktem’in arşivi kataloglanırken karşılaştığımız, 1 Mayıs 1977 tarihinde Harbiye’deki Spor ve Sergi Sarayı’nda açılan 1. Mayıs Sergisi‘nin sanatçı tarafından çekilen fotoğrafları, “Duvar resminden korkuyorlar” sergisini düzenlememize vesile oldu. 1976-1980 yıllarında Türkiye’de sanatçı hakları, sanatın toplum, ekonomi, emek ve siyasetle birebir ilişkisi ve sansür uygulamalarını inceleyen bir araştırmanın önünü açtı. Bunlar kamu programları üzerinden tartışıldı, e-kitaplar yayımlandı ve derlenen arşiv malzemeleri Salt Araştırma’da çevrimiçi erişime açıldı.
Yakın dönemde Sahnede 90’lar sergisi kapsamında başlatılan, 1980’lerin ikinci yarısından 1990’ların sonuna Türkiye’de performans sanatı odaklı araştırma sürecine devam ediliyor. Sanatçı, dansçı ve (deneysel) tiyatro gruplarının yanı sıra performanslara katkıda bulunanlarla gerçekleştirilen söyleşiler ışığında yürüttüğümüz bu süreçte, Türkiye’de düzenlenen performanslara dair kapsamlı bir envanter oluşturmayı ve bireysel çabalarla korunup günümüze ulaşan arşiv malzemelerini derleyerek kamuyla paylaşmayı amaçlıyoruz.2 Kataloglanmaya ve dijitalleştirilmeye devam eden arşivler de önümüzdeki aylarda Salt Araştırma’da çevrimiçi erişilebilir olacak.
Bu örneklerin çeşitlenebileceğine ve zamanla üzerine yenilerinin ekleneceğine eminim. Bir araştırmacı ve gerek Salt Araştırma’nın gerekse tüm koleksiyonun gelişimine yakinen tanıklık etmiş bir kullanıcı olarak senin arşivle ilgili deneyimlerini merak ediyorum. 2019 yılında kavramsal sanatın Türkiye’deki öncülerinden sanatçı ve eğitimci Altan Gürman üzerine bir araştırma yapıp yazı yazdın. Bu süreçte arşivden nasıl yararlandığından bahsedebilir misin?
İÖ: 2018 yılında, Arter’de Öğrenme Programı Koordinatörü pozisyonunda çalışmaya başladığımda, kavramsal sanatın Türkiye’deki öncülerinden ve Akademi’deki Temel Sanat Eğitimi Kürsüsü’nün kurucularından sanatçı ve eğitimci Altan Gürman’ın retrospektif sergisi ve bu sergiye eşlik edecek yayına yönelik hazırlıkların erken bir evresine denk geldim. Sanatçı kimliğinin şekillendirilmesinde eğitimin rolüne olan ilgim ve kurumdaki pozisyonum sebebiyle, Arter’in sahip olduğu ve kurumlar arası iş birliği çerçevesinde Salt tarafından erişime açılan Altan Gürman arşivini incelemeye başladım. Serginin küratörü Başak Doğa Temür, Altan Gürman’ın eğitmenliği üzerine bir yazıyla yayına katkı yapmak üzere davet edince, bugünkü adı Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi olan kurumda (kısaca Akademi olarak anacağım) 1969 yılında Temel Sanat Eğitimi Kürsüsü’nün kurulmasına zemin hazırlayan koşullar ve yapılandırılan eğitim anlayışı üzerine bir metin3 yazdım.
Akademi bünyesinde tutulan bir arşiv olmaması sebebiyle, birincil kaynaklara erişim imkânsızdı. Kürsünün kurulmasına öncülük eden ve 1974-1976 yıllarında başkanlığını üstlenen Altan Gürman’ın arşivindeki belgeler ve yazışmalardan yola çıkarak çalışmaya başladım. Altan Gürman’ın arşivindeki boşlukları doldurabilmek ve bu dönemde Temel Sanat Eğitimi yaklaşımını şekillendiren aktörlerin katkılarını daha kapsamlı olarak ele alabilmek için Temel Sanat Eğitimi Kürsüsü’nün kurucu kadrosunda yer alan Ercümend Kalmık, Ali Teoman Germaner, Erkal Güngören, Özer Kabaş ile Nuri Temizsoylu’ya ait belgeleri aramaya başladım. Bu aşamada, senin yönlendirmenle, Salt Araştırma’nın o sırada dijitalleştirmeye başladığı Erkal Güngören arşivini inceledim ve Temel Sanat Eğitimi üzerine akademik çalışmalar yapan kızı Elâ Güngören ile tanıştım.
Erişebildiğim kaynaklarda, 1960’ların sonunda Akademi’de gerçekleşen ve Temel Sanat Eğitimi Kürsüsü’nün kurulmasına zemin hazırlayan eğitim reformundan bahsediliyordu. Eğitim reformunun, 1968’de gerçekleşen Öğrenci İşgali ve öğrencilerin talepleriyle bağlantısını, işgale katılan kişilerle gerçekleştirilen sözlü tarih çalışmalarını inceleyerek kurmaya çalışırken, Salt Araştırma tarafından dijitalleştirilen Gülsün Karamustafa Arşivi’nde, 1968 tarihli “İşgal ve Boykot Komitesi Yüksek Resim Bölümü Danışmanlar Kurulu, Devlet Güzel Sanatlar Akademisi Resim Bölümü için rapor”4 başlıklı belgeyi buldum. Böylece, tarihi boyunca yöneticileri tarafından şekillendirilmiş olan Akademi’de gerçekleşen eğitim reformu çalışmalarını, öğrencilerin talepleriyle ilişkilendirerek yorumlayabildim.
Salt Araştırma tarafından dijitalleştirilen sanatçı arşivlerinin kolektif bir bilgi oluşturduğundan bahsettin. Bu araştırma esnasında, erişime açılan belgelerin birbirini tamamlayarak yeni anlatıların oluşturulmasına imkân sağladığını deneyimledim. Şimdiye kadar ilişkilendirilerek yorumlanmamış kaynakları bir araya getirebildim. Üzerinde çalıştığım metni tamamladıktan sonra, Temel Sanat Eğitimi bölümünün kurucu kadrosunda yer alan Özer Kabaş’ın arşivi Salt Araştırma bünyesine dâhil edildi.5 Temel Sanat Eğitimi’ne dair anlatıların, zaman içinde eklenen yeni belgeleri de dikkate alan araştırmalarla çeşitleneceğini umuyorum.
SR: Yakın zamanda ise 1970’lerden günümüze zamanın ötesinde üretimiyle Türkiye’de sanat ortamında kritik öneme sahip olan sanatçılardan Füsun Onur üzerine bir yazı yazdın. Füsun Onur’un şu anda erişime açık bir arşivi yok. Araştırma sürecinde Salt Araştırma’da derlenen kupürlerin ve başka sanatçıların arşivlerinin araştırmana nasıl katkıda bulunduğunu anlatabilir misin?
İÖ: 2007 yılında, Füsun Onur’un üretimini bir araya getiren ilk kitap, Dikkatli Gözler İçin6 yayımlandığından beri, sanatçının pratiğini ve nasıl yorumlandığını yakından takip ediyorum. Sanatçının yetmiş yaşından sonra kendisine yönelen yoğun ilgiye sessizlikle karşılık vermesi, sorulan soruları geçmişle ilgilenmediğini söyleyerek geçiştirmesi, geçmişte yazdığı metinleri gündeme getirmemesi sebebiyle, üretimini ve sanat üzerine düşüncelerini dillendirmeyi sevmeyen bir sanatçı olduğu izlenimi oluşuyor. Bu izlenime teslim olmak yerine, sanatçının işlerini ve 1966-2003 yılları arasında yazdıklarını –yüksek lisans tezini, yapıtları üzerine yazdığı metinleri, sanat dergilerinde yayımlanan yazılarını, mektuplarını– birincil kaynağım olarak konumlandırıp çağırdıkları anlatılar, bağlamlar ve söylemlerle ilişkilendirdim.
Bige Örer ve Nilüfer Şaşmazer, Venedik Bienali Türkiye Pavyonu’ndaki Füsun Onur sergisi (2022) kapsamında üretilecek yayına7 katkı sağlamaya davet ettiklerinde, sanatçının 1966’da yüksek lisans derecesini alırken Maryland College Institute of Art’a sunduğu Statement of Purpose [Amacın Beyanı] belgesini ve sanat dergilerinde yayımlanan yazılarını içeren bir arşiv oluşturmuşlardı. Bu arşivdeki belgelerden yola çıkarak, Onur’un yapıtını biçimlendirirken yaptığı seçimleri, sanata dair sorduğu sorularla ve içinde bulunduğu dönemin sanatsal tartışmalarıyla birlikte ele almaya giriştim. Salt Araştırma’nın çevrimiçi kataloğundan Füsun Onur üzerine yazılan yazıların çeşitli sanatçılar tarafından arşivlenmiş kupürlerine eriştiğimde, sanatçının 1970 yılından beri İstanbul’da sürdürdüğü sanatsal üretiminin nasıl algılandığını takip edebildim. Cengiz Çekil’e yazdığı mektuplarda, yapıtlarını göremeyen dostuna tasvir ederken paylaştıklarını okuyunca, içinde bulundukları ortama eleştirilerini, kinayeli bir biçimde yapıtına nasıl taşıdığını daha iyi anlama şansım oldu.
Yaşım ilerledikçe, benim şahitlik ettiğim dönem ve tartışmaların, yakın geçmişte vuku bulmuş olmalarına rağmen, yeni kuşaklar tarafından bilinmediğini fark ediyorum. Bu nedenle, kaynak göstererek kayda geçirmeyi, ilgilenenlerin ulaşabileceği çevrimiçi kaynaklara işaret etmeyi önemli buluyorum. Mesela, Füsun Onur üzerine yazdığım metinde, Berlin Duvarı’nın yıkılmasının ardından küreselleşmeyle sınanan sanat ortamında, Türkiye’den sanatçıların yapıtlarının, ulusal ve coğrafi aidiyet etrafında bir araya getiren sergilerle uluslararası dolaşıma girmesine ve merkez-periferi tartışmalarına değindim. Dipnotlarda, Salt tarafından hazırlanan “Uluslararası Türkiye Sergileri” haritasına ve yine Salt tarafından yayımlanan 10 adlı e-yayında yer alan “Uluslararası Dolaşım ve Türkiye Sanatçıları”8 başlıklı metne referans verdim.
SR: Arşivler dışında Salt Araştırma yayın koleksiyonunun da sıkı bir takipçisi ve kullanıcısısın. Yararlandığın bu yayınların erişilebilir olmasının önemine ve bir araştırmacı olarak sana sunduğu olanaklara değinebilir misin?
İÖ: Herhangi bir konuda araştırmaya başlarken, anahtar kelimelerimi saltresearch.org’da aratıp karşıma çıkan kaynakları inceleyebileceğimi ve ihtiyaç duyduklarımı kütüphane koleksiyonuna eklenmesi için önerebileceğimi bilmek, İstanbul’da yaşayan bir sanatçı olarak benim en temel gereksinimlerimi karşılıyor. Büyük ölçüde tesadüfler ve öngörülemez bağlantıları kurarak ilerleyen üretim sürecime kaynaklık ediyor.
Ayrıca, Türkiye’de sanat tarihi yazımı ile ilgilenen bir sanatçı olarak, arşivde ve kütüphane koleksiyonunda bulunan kaynaklar sayesinde var olan anlatılarda dışarıda bırakılan detayların peşine düşebiliyorum.
SR: Araştırmacı yönünün yanı sıra bir sanatçı olarak da arşivden yararlanıyorsun. Örneğin 2010 yılından beri arşiv malzemeleri üzerinden, Zişan’la (1896-1970) olan tanışıklığını uzun süren bir üretime dönüştürüyorsun. Zişan’ın hayatı boyunca anonim olarak ürettiklerini keşfedip belgelerden izini sürüyor ve işler üretiyorsun. Sanatçı olarak Salt Araştırma arşivinin sana nasıl ilham verdiğini senden dinlemek isterim. Zişan’la olan yolculuğundan ve bu bağlamda üzerinde çalıştığın yeni projelerden bahsedebilir misin?
İÖ: 2010 yılından beri bana tarihî bir figür, hayalet ve alter ego olarak görünen Zişan’ın9 arşivinde bulunan belgeleri kendi üretimim ile yorumlayarak, bastırılmış geçmişin giderek otoriterleşen günümüze musallat olduğu, karmaşık bir zamansallık öneriyorum.
Zişan’ın Tarihteki her isim bendir ve ben bir başkasıdır adlı (oto)biyografisinin Uf [Boo Boo] başlıklı bölümü, Zişan ve Vita (Sackville-West) arasındaki aşkı hayal etmeye yönelik araştırma süreci ile işin üretim sürecine dair otobiyografik deneyimlerden besleniyor. Atanmış cinsiyeti kadın olan iki öznenin, birbirleriyle ilişki içinde kendi benliklerini kurdukları aşk deneyimine odaklanıyor.
1913 yılında Zişan, babası Dikran Bey’in fotoğraf stüdyosunda çalışırken, Vita fotoğraf çektirmeye geliyor. Karşılaştıkları anda âşık oluyorlar. Vita’nın İstanbul’da yaşadığı yaklaşık bir yıllık zaman diliminde, fotoğraf stüdyosunda vakit geçirerek ürettikleri temsillerde kendilerini kurguluyorlar, birbirlerinin arzularını tanıyorlar ve aşklarını belgeliyorlar. Bu deneyimden yola çıkan videonun görsel dilini kurarken yararlandığım kaynaklardan birini, Salt Araştırma arşivinde bulunan ve Handan Rüştü tarafından gönderilen 1910-1916 tarihli Osmanlıca yazışmaları içeren 105 kartpostal oluşturuyor. Kartpostallardaki oryantalist temaları, kadınlar arasında yakınlık içeren görsel ifadeleri ve dikizci [voyeuristic] bakışı yeniden yorumluyorum.
Bu sürecin sonunda ortaya çıkacak yayında, kartpostalları spekülatif bir biçimde yeniden ele alarak kurmaca bir metinle bir araya getirmeyi hayal ediyorum. Bunu yaparken, Handan Rüştü’nün kartpostallara yazdığı Osmanlıca metinlerden, kartpostallarda yer alan görsellere dair araştırmadan ve Virginia Woolf ile Vita-Sackville West arasındaki yazışmalardan yararlanmayı planlıyorum.
*Bu söyleşi ilk olarak 2022 yılında L’Internationale Online’ın Stories and Threads: Perspectives on Art Archives yayınında “Archives in the Making, for the Making” başlığıyla İngilizce yayımlanmıştır.
- - -
İz Öztat, araştırdığı konuların belirlediği farklı mecralara yayılan kolektif ve bireysel pratiğinde, şiddet içeren tarihlerin sürekliliğini biçimler, malzemeler, mekân ve dil aracılığıyla araştırır. Resmî tarihyazımındaki boşluklara nesiller arası, spekülatif ve hayaletli kurmacalarla yanıt verir. Kendisine tarihî bir figür, hayalet ve alter ego olarak görünen Zişan’ın (1894-1970) (oto)biyografisini kurgular. Zişan’ın arşivinde bulunan belgeleri kendi üretimiyle yorumlayarak bastırılmış geçmişin giderek otoriterleşen günümüze musallat olduğu, karmaşık bir zamansallık önerir. Pratiğine yön veren değerler ve yöntemler; akan suların kâr ve ilerleme için ehlileştirilmesine karşı verilen mücadeleler, kuir arzu ve gücün rızaya dayalı müzakeresiyle ilişki içinde şekillendi. Akademik makaleleri, denemeleri ve kurmaca metinleri çeşitli mecralarda yayımlandı. Katıldığı sergiler arasında ise Ben Kimse. Sen de mi Kimsesin?, Meşher, İstanbul (2022); The Colony, Schwules Museum, Berlin (2018); Tamawuj, 13. Sharjah Bienali (2017); Land without Land, Heidelberger Kunstverein (2016); Tuzlu Su: Düşünce Biçimleri Üzerine Bir Teori, 14. İstanbul Bienali (2015) ve İkinci Sergi, Arter, İstanbul (2010) yer alıyor.
Sezin Romi, Salt’ın Kütüphane ve Arşiv Yönetmeni’dir. Salt Araştırma’daki kütüphane çalışmalarının yanı sıra sanat arşivlerinin erişime açılması için gerekli süreç ve araştırmaları yürütmekte; kurumun Türkiye sanat araştırmaları kapsamında gerçekleştirdiği çeşitli proje ve programlarda yer almaktadır. Aralarında O zamanlar konuşuyorduk (2013), Mütevazı Bir Miras - Nilgün Özayten Kitabı (2013) ile İpek Duben Yazı ve Söyleşileri 1978-2010‘un (2016) da bulunduğu e-yayınları yayıma hazırlayan Romi, İsmail Saray (Salt, 2018), Sentez ve Montaj: Özer Kabaş Yazıları (Salt, 2022) ve Stories and Threads: Perspectives on Art Archives (L’Internationale Online, 2022) kitaplarının eş editörüdür.
Sanatçı ve araştırmacı İz Öztat ile Salt’ın Kütüphane ve Arşiv Yönetmeni Sezin Romi’nin gerçekleştirdiği bu sohbet; araştırmacı, sanatçı, kütüphaneci ve arşivci deneyimlerinden yola çıkarak Platform’un 2007 yılından itibaren faaliyetlerine, 2011’de Salt’ın kuruluşuna ve kurum bünyesindeki arşivlerin bir araya gelerek oluşturduğu araştırma sürecine odaklanıyor. Salt Araştırma’nın yayın ve arşiv koleksiyonunun oluşumunu ve dönüşümünü ele alırken farklı araştırma projeleri üzerinden sanatçı arşivlerini ve bunların birbiriyle olan ilişkilerini örneklendiriyor. Arşivcinin ve sanatçının araştırmacı olarak konumuna, araştırma yöntemlerine, bilgiye ulaşmanın gerekliliğine ve bir üretim kaynağı olarak arşive dair bir bakış sunmayı amaçlıyor.
İz Öztat: Sezin, Salt Galata’daki eski Osmanlı Bankası binasında Salt Araştırma adı altında hizmet veren kütüphane ve çevrimiçi ortamda erişilebilir olan arşivin geçirdiği dönüşümleri, kendi deneyimlerimiz üzerinden hikâyelendireceğiz. Senin “arşivci”, benimse “kullanıcı” olarak ilişkilendiğim altyapının, zaman içinde nasıl evrildiğine dair bir anlatı oluşturmadan ve kendi deneyimlerimizi kayda geçirmeden gelecekte bu sürecin izini sürmenin zor olacağını fark ettiğimizde, birlikte hatırlamaya karar verdik.
2007 yılında, görsel sanatlar alanında lisans eğitimimi tamamlayıp ABD’den dönmüştüm. Orada aldığım sanat tarihi derslerinde yeri olmayan, Türkiye’deki sanatsal üretime dair bilgi edinmeye çalışıyordum. Bu arayış beni Platform Garanti’nin kütüphanesine getirdi ve orada seninle karşılaştım. Seni oraya getiren koşullar, kurumdaki konumun ve görevin neydi?
Sezin Romi: Seninle Platform’un İstiklal Caddesi üzerindeki geçici ofisinde tanışmıştık. Osmanlı Bankası Arşiv ve Araştırma Merkezi’nin kütüphanesindeki zorunlu stajımın ardından Platform’un var olan tüm kitap koleksiyonunun kataloglanması için, proje bazlı olarak orada bulunuyordum. Üniversite öğrencisi olduğum dönemde benim için stajın devamı niteliğinde olan, deneyim kazanmak amacıyla dâhil olduğum bir projeydi. Daha sonra orada bulunmamın esas nedeninin yeni kurulacak kurum bünyesindeki kütüphane, yani Salt Araştırma olduğunu anladım.
Eylül 2007’de Platform yapısının renovasyon süreci sebebiyle geçici ofise taşınmıştık. O dönem Platform’un çevrimiçi bir kataloğu bulunmuyordu. Kitaplar teori, felsefe, sanatçı monografları, grup sergileri, Türkiye’de sanat, sanat tarihi gibi genel kategorilere ayrılarak raflarda gruplanmıştı. Çeşitli listeler üzerinden takibi yapılıyordu. Bunlara ayrıca Türkiye’den sanatçıların dosyaları eşlik ediyordu. Platform’a gelenler bu kitaplardan ve arşivden yararlanabiliyordu. Senin de dediğin gibi sanat tarihi ve Türkiye’deki sanat üretimine dair çok ciddi bir kaynak sağlıyordu ve konuyla ilgili olanlar doğrudan Platform’a başvuruyordu.
İÖ: Bu tarihe kadar kütüphane koleksiyonunda bir araya gelen kaynaklar nasıl derlenmişti? O dönemde, kütüphane için belli konulara odaklı bir satın alma süreci işliyor muydu?
SR: Kütüphane koleksiyonun bir araya gelmesinin hikâyesi Platform’un ve Salt’ın kurucu direktörü Vasıf Kortun’un kişisel merakına ve bir sanat kütüphanesi kurma hayaliyle topladığı kitaplara dayanıyor. ABD’deki yüksek lisans öğreniminden sonra tezini yazmak üzere Türkiye’ye döndüğünde kütüphanelerin yetersizliğini ve arşivlere erişimin zorluğunu gözlemlemişti. 1993’ten itibaren ABD’de çalışmaya başladığında müze ve sanat galerilerinden destek alarak Türkiye’de kurmayı amaçladığı kütüphane için kitap toplamaya başladı. Bu kitapları 1997 sonunda Türkiye’ye döndüğünde yanında getirdi ve ilk olarak 1998’de İstanbul Güncel Sanat Projesi (İGSP) isimli girişiminde ziyaretçilerin kullanımına sundu, 2001’de Platform açıldığında da kuruma bağışladı. Gerek bağışlar gerekse seyahatlerde taşıdığı yayınlarla koleksiyonu genişletmeye devam etti.
Bu arada Platform 2006’da Frieze Sanat Fuarı’na, kâr amacı gütmeyen iki uluslararası kurumdan biri olarak davet edildi. Kurum fuarda Collecting Point [Toplama Noktası] projesiyle yer alarak kişi ve kurumlardan gelen yaklaşık 1.200 sanat yayınını kütüphanesine ekledi.
2009’da ise Platform, New York’taki Artist Space’de The Columns Helds Us Up [Sütunlar Bize Güç Verdi] sergisini düzenledi. Sanatçı Céline Condorelli’nin sergide Antonello da Messina’nın Aziz Jerome Çalışma Odasında resminden yola çıkarak gerçekleştirdiği enstalasyon, Platform’un kütüphanesi için bağış yayın toplanmasını sağladı. Karton kutulardan oluşan ve bir okuma odası düzeninde kurgulanan enstalasyonda sergi süresince bir araya getirilen kitaplar kütüphaneye eklendi.
Tüm bu yayınlar şu anda Salt Araştırma’da kullanıcıların erişimine açık.
İÖ: O tarihe kadar biriken yayınların kataloglanması ve koleksiyonun kamu ile buluşmasında Açık Kütüphane sergisi önemli bir duraktı. Bu sergiden ve Salt Araştırma’ya evrilecek kütüphanenin oluşmasındaki etkisinden bahseder misin?
SR: 2007’de Açık Kütüphane sergisi açıldığı dönemde eş zamanlı olarak kitapları kataloglama projesi de başladı. Ben de tam bu sırada Platform’un bünyesinde proje bazlı olarak yer almaya başladım. Amaç o süreye kadar el yordamıyla hazırlanan listeler üzerinden kaydı tutulan yayınların kataloglanarak uluslararası kütüphanecilik standartlarına göre çevrimiçi bir katalog üzerinden aratılabilir olmasıydı.
Aslında ben Açık Kütüphane‘nin bugünkü Salt Araştırma için bir başlangıç olduğunu 2009-2010’da yeni kurulacak kurumun kütüphanesi için [Salt Araştırma] okumalar yapmaya ve örnekleri incelemeye başladığımızda, yani çok sonra idrak ettim. Sergi sırasında üçüncü sınıf öğrencisiydim ve aklımda kesinlikle kütüphaneci olma fikri yoktu. Bunun sebebi de kütüphanede çalışmanın son derece rutin ve sıkıcı olduğunu düşünmemden kaynaklanıyordu. Tabii bunda hem ön yargı hem de deneyimlediğim kütüphanelerin payı vardı.
Açık Kütüphane tasarımıyla ve işleviyle hepsinden farklıydı. Superpool tarafından yapılan tasarım alışık olduğumuz nizami oturma düzeninden farklı, serbest ve dinamik bir ortam sunuyordu. Mekân, raftan kitap alıp okumaya ortam sağlamasının yanı sıra ziyaretçilere serbest çalışma olanağı veriyor, ayrıca etkinliklere ev sahipliği yapıyordu. Gece rafların üzerindeki perdeler çekilerek alan etkinlik mekânına dönüştürülüyordu. Yani tamamen “canlı”ydı.
Salt Araştırma’nın tasarım sürecinde Açık Kütüphane bize rehberlik eden örneklerden biriydi. Kütüphanelerin dönüşümü, bir sosyalleşme ve buluşma mekânı olarak kütüphaneler, kullanıcı odaklı kütüphane modelleri sık sık üzerinde konuştuğumuz konulardı. Mekânın tasarımcıları ŞANALarc ile de çok yakın çalıştık. Salt Araştırma’nın herkese açık olmasını, kullanıcıları konuksever bir ortamda ağırlamayı ve kitapların çevresinde vakit geçirebilecekleri, üretmeye, düşünmeye ilham veren bir mekân oluşturmayı amaçladık. Tüm bunlara bakınca hepsi Açık Kütüphane’nin özünde de var. Bunların yanı sıra Salt Galata’nın orta avlusuna konumlandırılan Salt Araştırma’nın alışılagelmiş sessiz, izole kütüphane mekânlarının dışında olması da önemli. Avluyu hep yaşayan, değişen ve dönüşen bir alan olarak düşündük. Zaten zaman zaman performans, sergi ve konuşma gibi etkinlikler için de kullandık.
İÖ: Sergi mekânını farklı işlevlerle kullanan Açık Kütüphane‘de, daha sonra arkadaşlık edeceğim kişilerle ilk kez karşılaştığımı hatırlıyorum. Mekânda yer alan renkli puflar daha sonra farklı mekânlara taşındı ve kullanılmaya devam etti. Kurumun, programı kapsamında yaptığı araştırmalardan edindiği deneyimi gelecekte yapmayı hayal ettiği projelere aktarabilmesini çok değerli buluyorum ve bir kullanıcı olarak bu aşamaların, aktarılan deneyimlerin izini sürebiliyorum.
Çevrimiçi araçların ve kurumsal altyapıların henüz etkili bir şekilde kullanılmadığı bu dönemde, Platform ofisinde erişilebilir olan sanatçı dosyalarının işlevine değinebiliriz.
SR: Aralarında senin dosyanın da bulunduğu sanatçı arşivi o dönemde çok kritik bir öneme sahipti. Tabii, zamanı da hatırlamak lazım: Sosyal medya ile diğer dijital platformların ve çoğu sanatçının web sitesinin olmadığı dönemde Platform’daki sanatçı dosyaları gerek Türkiye’den gerekse yurt dışından gelen araştırmacılar için önemli referans noktasıydı. Bienal küratörlerinin o dosyalarla sanatçılar üzerine araştırma yaptıkları oluyordu. Hatta sanatçılarla iletişime geçip tanışmak istedikleri noktada da yardımcı oluyorduk. Bazen de sanatçıların küratörlerle olan buluşmalarını arşivdeki dosyaları eşliğinde Platform’da gerçekleştirdiklerini hatırlıyorum.
Bu dosyalar Salt Araştırma açıldığında mekânda kullanıma açık olmaya devam etti. Fakat bahsettiğim dönemdeki gibi işlemediğini gözlemledik. Çevrimiçi platformlar ve iletişimin yaygınlaşması sanatçıları da daha ulaşılabilir yaptı kuşkusuz. Salt’ta da sanat araştırmalarının kapsamını biraz değiştirmek durumunda kaldık. 1950’lerden günümüze Türkiye sanat tarihine ilişkin kaynakların yetersizliği ve mevcut arşivlerin acilen bir araya getirilme gerekliliği ister istemez yönümüzü değiştirdi.
İÖ: Salt Araştırma mekânı 2011’de açıldı. Açılış günü öncesinde tüm kitapların raflara yerleşmesi için yardıma gelen birkaç kullanıcıdan biriydim. Bu süreçte ilk defa, Hüseyin Bahri Alptekin’in kişisel kütüphanesinde yer alan kitapları elden geçirme şansım olmuştu. Ürettiği işlerin ardındaki araştırma sürecini biriktirdiği kitaplardan takip etmeye çalışmaktan büyük heyecan duymuştum. Hüseyin Bahri Alptekin Koleksiyonu’nun Salt Araştırma’ya dâhil edilme sürecini ve ne şekillerde ele alındığını anlatır mısın?
SR: Hüseyin Bahri Alptekin araştırması kendi adıma, kurumda yer aldığım ilk en kapsamlı projeydi. Sanatçının 2007’nin sonunda ani vefatının ardından süreç başladı. Amaç geriye kalan üretimine sahip çıkmak ve dağılmasının önüne geçmekti. İlk etapta sanatçının evinde bulunan ve yaklaşık 1.200 yayından oluşan kütüphanesinin Platform’a transfer edilmesine karar verildi. 2008’de sanatçının evindeki tüm kitaplar kataloglanmaya başladı. O dönemde tuhaf hisler içinde olduğumu hatırlıyorum. Hiç tanımadığım birinin özeline girme hâli, geride bıraktıkları üzerinden tanışma, merak ve araştırma isteği. Eş zamanlı olarak, sanatçının tüm işlerinin envanterini çıkarmak ve izlerini takip edebilmek üzere deposundaki, atölyesindeki tüm malzemeler de Platform’a taşındı. O dönemde aralarında sanatçının eşi Camila Rocha, Boysan Yakar ve Güneş Forta’nın da bulunduğu kalabalık bir ekip olarak Hüseyin Bahri Alptekin projesine çalışıyorduk. Arşivindeki dokümanlarda rastlanan izler üzerinden ve aralarında Vasıf Bey’in de bulunduğu, sanatçıyı yakinen tanıyan kişilerin yönlendirmesiyle boşlukları doldurmaya çalışıyorduk. Bu uzun ve zorlu süreç aynı zamanda Salt’ın açılış sergisi “Ben bir stüdyo sanatçısı değilim” ile Duygu Demir’in editörlüğünü yaptığı, aynı adı taşıyan yayının ortaya çıkışına da zemin hazırladı.
Kişisel olarak ise ilk defa sanatçı arşivleri üzerine düşünmeye ve kafa yormaya başlamıştım. İçerisinde bulunduğun uzun soluklu bu proje aynı zamanda yüksek lisans tezimin de konusu oldu. Tezimde sanatçının arşivinin üretimiyle olan ilişkisini inceledim. Sanatçının vefatından sonra arşivin ele alınmasındaki zorluklar ve etik ikilemler, işlerinin yeniden sunulması ve üretilmesi için verilen kararlar, üzerine düşündüğüm konular arasındaydı. Bugün Hüseyin Bahri Alptekin’in gerek temsilinde gerekse işlerinin derli toplu bir arada olmasının temelinde vefatının hemen ardından başlatılan bu çalışmanın büyük bir payı var.
İÖ: Anlattıklarından, Hüseyin Bahri Alptekin Koleksiyonu’nun Salt Araştırma kapsamında kataloglanması ve erişime açılmasının, daha sonra kurum tarafından koleksiyona dâhil edilecek sanatçı arşivlerine dair vizyonu şekillendirmede yol gösterici olduğunu anlıyorum. Salt Araştırma bünyesinde erişime açılan diğer sanatçı arşivlerinden, kronolojik olarak bu çalışmaların nasıl ilerlediğinden ve arşivlerin kataloglanması ve yorumlanması sürecinde izlediğiniz yöntemlerden bahseder misin?
SR: Salt Araştırma Hüseyin Bahri Alptekin’in yanı sıra Ahmet Öktem, Altan Gürman (Arter iş birliğinde), Cengiz Çekil, Gülsün Karamustafa, İsmail Saray, Kutluğ Ataman, Moni Salim Özgilik, Mustafa Altıntaş, Nur Koçak, Serhat Kiraz, Tomur Atagök, Yusuf Taktak’a ait sanatçı arşivlerini bir araya getiriyor. Bunlara yakın zamanda Özer Kabaş, İpek Duben ve Gürel Yontan’ın arşivleri eklenecek.
Senin de bildiğin gibi Platform’daki güncel sanatçı dosyaları Türkiye’deki sanat ortamı üzerine araştırma olanağı veren önemli bir başvuru noktasıydı. Bu dosyalar Salt Araştırma’da da 2013-2014’e kadar kullanıcılara açık olmaya devam etti. 2011’de Salt Araştırma açıldığında bu dosyaların geçmiş dönemdeki işlevinin değiştiğini gözlemledik. Bunda sanatçıların daha ulaşılabilir olmasının yanı sıra gelişen dijital platformların da etkisi büyük. Bir bakıma sanatçının kendini temsil etmesi için de olanaklar gelişti. Öte yandan, Türkiye sanat tarihinde bilinmeyen boşlukların olması, ulaşılabilen kaynakların bu boşluğu doldurmadaki yetersizliği ve çoğunluğunu sanatçıların oluşturduğu kişilerin ellerindeki arşiv malzemelerinin öncelikli olarak bir araya getirilmesinin gerekliliği, kurumun sanat arşivlerine dair vizyonunu da etkiledi. Salt Araştırma’da erişime açılan sanatçı arşivleri, sanatçıların kendi çabalarıyla koruyabildikleri belge ve görsellerden oluşuyor. Kendi üretimleri üzerinden Türkiye’nin sanat ortamına ışık tutuyor ve farklı sanatçı arşivleri zaman zaman birbirinin tamamlayıcısı olabiliyor. Örneğin karşılıklı yazışmalar veya sanatçının kendi arşivinde olmayan bir işinin fotoğrafı aynı sergide yer aldığı bir diğer sanatçının arşivinde olabiliyor. Tüm bunlar 1950’lerden günümüze Türkiye sanat tarihi adına kolektif bir bilgi sunuyor.
Bu arşivlerin Salt Araştırma’da bir araya getirilip erişime açılmasında arşiv sahiplerinin kurumla yaptığı iş birliğinin ve paylaşımcı tutumun çok önemli bir payı olduğunu söylemeden geçemeyeceğim. Salt Araştırma’da çoğunlukla karşılıklı protokolle ödünç alınan malzemeleri dijitalleştirip orijinallerini sahiplerine iade ediyoruz. Bunların erişime açılması için izlenen süreçte araştırmanın çok kritik bir önemi var. Araştırma yapılarak, sorular sorularak arşivlerin kataloglama süreci yürütülebiliyor. Kataloglama bir bakıma arşiv malzemelerinin arşivci tarafından kimliklendirilmesi anlamına geliyor; yani içerik hakkında bilgi veren tüm ögelerin belli standartlarda girilerek kullanıcıya ulaşması. Kimi zaman varlığını hiç bilmediğimiz sergiler, mekânlar veya kurumlar bu süreçte öğrenilebiliyor. Bilginin kullanıcıya sorunsuz ulaşmasında bu sürecin kritik bir rolü var. Tabii, arşivin tamamlanamamazlığı ve kullanıcının katılımıyla gelişime, düzeltilmeye açık olduğunun da altını çizmek gerek. Ne zaman, kimin tarafından kullanılacağı ve hangi araştırmalara katkıda bulunacağı da zaman içerisinde kendini gösterecek.
İÖ: Kurum tarafından arşivlenen ve erişime açılan sanatçı arşivleri, Hüseyin Bahri Alptekin’den bahsederken dile getirdiğin gibi Salt’ın sergi ve yayın programına da yön veriyor. Arşivler kapsamında yürütülen çalışmalar, kurumun sergi programını nasıl etkiledi?
SR: Araştırma ile programlar arasındaki süreç, projeden projeye veya koşullara göre farklılık gösterebiliyor. Bazen arşiv ve araştırma sergiye, bazen de sergi arşiv ve araştırma projesine evrilebiliyor. Ya da araştırmalar serginin yanı sıra web projesi, e-yayın gibi farklı yöntemlerle görselleştirilip sunulabiliyor. Örneğin Hüseyin Bahri Alptekin ile İsmail Saray sergilerini açmak uzun bir arşivleme ve araştırma süreci gerektirdi. Gülsün Karamustafa, Nur Koçak ve İpek Duben’in arşivleri ise sanatçıların sergileri açıldıktan sonra kuruma transfer edildi.
2012’deki O zamanlar konuşuyorduk sergisi, 1990’lı yıllarda Türkiye’de düzenlenen üç serginin arşivleme ve araştırma sürecinin ardından gerçekleşti. Bu sergiler üzerinden 1990’lı yıllarda Türkiye’deki sanat ortamını yorumlamayı amaçlayan proje kapsamında derlenen sergi arşivleri, Salt Araştırma arşiv koleksiyonları arasına eklendi. Yine aynı dönemde Ahmet Öktem’in arşivi kataloglanırken karşılaştığımız, 1 Mayıs 1977 tarihinde Harbiye’deki Spor ve Sergi Sarayı’nda açılan 1. Mayıs Sergisi‘nin sanatçı tarafından çekilen fotoğrafları, “Duvar resminden korkuyorlar” sergisini düzenlememize vesile oldu. 1976-1980 yıllarında Türkiye’de sanatçı hakları, sanatın toplum, ekonomi, emek ve siyasetle birebir ilişkisi ve sansür uygulamalarını inceleyen bir araştırmanın önünü açtı. Bunlar kamu programları üzerinden tartışıldı, e-kitaplar yayımlandı ve derlenen arşiv malzemeleri Salt Araştırma’da çevrimiçi erişime açıldı.
Yakın dönemde Sahnede 90’lar sergisi kapsamında başlatılan, 1980’lerin ikinci yarısından 1990’ların sonuna Türkiye’de performans sanatı odaklı araştırma sürecine devam ediliyor. Sanatçı, dansçı ve (deneysel) tiyatro gruplarının yanı sıra performanslara katkıda bulunanlarla gerçekleştirilen söyleşiler ışığında yürüttüğümüz bu süreçte, Türkiye’de düzenlenen performanslara dair kapsamlı bir envanter oluşturmayı ve bireysel çabalarla korunup günümüze ulaşan arşiv malzemelerini derleyerek kamuyla paylaşmayı amaçlıyoruz.2 Kataloglanmaya ve dijitalleştirilmeye devam eden arşivler de önümüzdeki aylarda Salt Araştırma’da çevrimiçi erişilebilir olacak.
Bu örneklerin çeşitlenebileceğine ve zamanla üzerine yenilerinin ekleneceğine eminim. Bir araştırmacı ve gerek Salt Araştırma’nın gerekse tüm koleksiyonun gelişimine yakinen tanıklık etmiş bir kullanıcı olarak senin arşivle ilgili deneyimlerini merak ediyorum. 2019 yılında kavramsal sanatın Türkiye’deki öncülerinden sanatçı ve eğitimci Altan Gürman üzerine bir araştırma yapıp yazı yazdın. Bu süreçte arşivden nasıl yararlandığından bahsedebilir misin?
İÖ: 2018 yılında, Arter’de Öğrenme Programı Koordinatörü pozisyonunda çalışmaya başladığımda, kavramsal sanatın Türkiye’deki öncülerinden ve Akademi’deki Temel Sanat Eğitimi Kürsüsü’nün kurucularından sanatçı ve eğitimci Altan Gürman’ın retrospektif sergisi ve bu sergiye eşlik edecek yayına yönelik hazırlıkların erken bir evresine denk geldim. Sanatçı kimliğinin şekillendirilmesinde eğitimin rolüne olan ilgim ve kurumdaki pozisyonum sebebiyle, Arter’in sahip olduğu ve kurumlar arası iş birliği çerçevesinde Salt tarafından erişime açılan Altan Gürman arşivini incelemeye başladım. Serginin küratörü Başak Doğa Temür, Altan Gürman’ın eğitmenliği üzerine bir yazıyla yayına katkı yapmak üzere davet edince, bugünkü adı Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi olan kurumda (kısaca Akademi olarak anacağım) 1969 yılında Temel Sanat Eğitimi Kürsüsü’nün kurulmasına zemin hazırlayan koşullar ve yapılandırılan eğitim anlayışı üzerine bir metin3 yazdım.
Akademi bünyesinde tutulan bir arşiv olmaması sebebiyle, birincil kaynaklara erişim imkânsızdı. Kürsünün kurulmasına öncülük eden ve 1974-1976 yıllarında başkanlığını üstlenen Altan Gürman’ın arşivindeki belgeler ve yazışmalardan yola çıkarak çalışmaya başladım. Altan Gürman’ın arşivindeki boşlukları doldurabilmek ve bu dönemde Temel Sanat Eğitimi yaklaşımını şekillendiren aktörlerin katkılarını daha kapsamlı olarak ele alabilmek için Temel Sanat Eğitimi Kürsüsü’nün kurucu kadrosunda yer alan Ercümend Kalmık, Ali Teoman Germaner, Erkal Güngören, Özer Kabaş ile Nuri Temizsoylu’ya ait belgeleri aramaya başladım. Bu aşamada, senin yönlendirmenle, Salt Araştırma’nın o sırada dijitalleştirmeye başladığı Erkal Güngören arşivini inceledim ve Temel Sanat Eğitimi üzerine akademik çalışmalar yapan kızı Elâ Güngören ile tanıştım.
Erişebildiğim kaynaklarda, 1960’ların sonunda Akademi’de gerçekleşen ve Temel Sanat Eğitimi Kürsüsü’nün kurulmasına zemin hazırlayan eğitim reformundan bahsediliyordu. Eğitim reformunun, 1968’de gerçekleşen Öğrenci İşgali ve öğrencilerin talepleriyle bağlantısını, işgale katılan kişilerle gerçekleştirilen sözlü tarih çalışmalarını inceleyerek kurmaya çalışırken, Salt Araştırma tarafından dijitalleştirilen Gülsün Karamustafa Arşivi’nde, 1968 tarihli “İşgal ve Boykot Komitesi Yüksek Resim Bölümü Danışmanlar Kurulu, Devlet Güzel Sanatlar Akademisi Resim Bölümü için rapor”4 başlıklı belgeyi buldum. Böylece, tarihi boyunca yöneticileri tarafından şekillendirilmiş olan Akademi’de gerçekleşen eğitim reformu çalışmalarını, öğrencilerin talepleriyle ilişkilendirerek yorumlayabildim.
Salt Araştırma tarafından dijitalleştirilen sanatçı arşivlerinin kolektif bir bilgi oluşturduğundan bahsettin. Bu araştırma esnasında, erişime açılan belgelerin birbirini tamamlayarak yeni anlatıların oluşturulmasına imkân sağladığını deneyimledim. Şimdiye kadar ilişkilendirilerek yorumlanmamış kaynakları bir araya getirebildim. Üzerinde çalıştığım metni tamamladıktan sonra, Temel Sanat Eğitimi bölümünün kurucu kadrosunda yer alan Özer Kabaş’ın arşivi Salt Araştırma bünyesine dâhil edildi.5 Temel Sanat Eğitimi’ne dair anlatıların, zaman içinde eklenen yeni belgeleri de dikkate alan araştırmalarla çeşitleneceğini umuyorum.
SR: Yakın zamanda ise 1970’lerden günümüze zamanın ötesinde üretimiyle Türkiye’de sanat ortamında kritik öneme sahip olan sanatçılardan Füsun Onur üzerine bir yazı yazdın. Füsun Onur’un şu anda erişime açık bir arşivi yok. Araştırma sürecinde Salt Araştırma’da derlenen kupürlerin ve başka sanatçıların arşivlerinin araştırmana nasıl katkıda bulunduğunu anlatabilir misin?
İÖ: 2007 yılında, Füsun Onur’un üretimini bir araya getiren ilk kitap, Dikkatli Gözler İçin6 yayımlandığından beri, sanatçının pratiğini ve nasıl yorumlandığını yakından takip ediyorum. Sanatçının yetmiş yaşından sonra kendisine yönelen yoğun ilgiye sessizlikle karşılık vermesi, sorulan soruları geçmişle ilgilenmediğini söyleyerek geçiştirmesi, geçmişte yazdığı metinleri gündeme getirmemesi sebebiyle, üretimini ve sanat üzerine düşüncelerini dillendirmeyi sevmeyen bir sanatçı olduğu izlenimi oluşuyor. Bu izlenime teslim olmak yerine, sanatçının işlerini ve 1966-2003 yılları arasında yazdıklarını –yüksek lisans tezini, yapıtları üzerine yazdığı metinleri, sanat dergilerinde yayımlanan yazılarını, mektuplarını– birincil kaynağım olarak konumlandırıp çağırdıkları anlatılar, bağlamlar ve söylemlerle ilişkilendirdim.
Bige Örer ve Nilüfer Şaşmazer, Venedik Bienali Türkiye Pavyonu’ndaki Füsun Onur sergisi (2022) kapsamında üretilecek yayına7 katkı sağlamaya davet ettiklerinde, sanatçının 1966’da yüksek lisans derecesini alırken Maryland College Institute of Art’a sunduğu Statement of Purpose [Amacın Beyanı] belgesini ve sanat dergilerinde yayımlanan yazılarını içeren bir arşiv oluşturmuşlardı. Bu arşivdeki belgelerden yola çıkarak, Onur’un yapıtını biçimlendirirken yaptığı seçimleri, sanata dair sorduğu sorularla ve içinde bulunduğu dönemin sanatsal tartışmalarıyla birlikte ele almaya giriştim. Salt Araştırma’nın çevrimiçi kataloğundan Füsun Onur üzerine yazılan yazıların çeşitli sanatçılar tarafından arşivlenmiş kupürlerine eriştiğimde, sanatçının 1970 yılından beri İstanbul’da sürdürdüğü sanatsal üretiminin nasıl algılandığını takip edebildim. Cengiz Çekil’e yazdığı mektuplarda, yapıtlarını göremeyen dostuna tasvir ederken paylaştıklarını okuyunca, içinde bulundukları ortama eleştirilerini, kinayeli bir biçimde yapıtına nasıl taşıdığını daha iyi anlama şansım oldu.
Yaşım ilerledikçe, benim şahitlik ettiğim dönem ve tartışmaların, yakın geçmişte vuku bulmuş olmalarına rağmen, yeni kuşaklar tarafından bilinmediğini fark ediyorum. Bu nedenle, kaynak göstererek kayda geçirmeyi, ilgilenenlerin ulaşabileceği çevrimiçi kaynaklara işaret etmeyi önemli buluyorum. Mesela, Füsun Onur üzerine yazdığım metinde, Berlin Duvarı’nın yıkılmasının ardından küreselleşmeyle sınanan sanat ortamında, Türkiye’den sanatçıların yapıtlarının, ulusal ve coğrafi aidiyet etrafında bir araya getiren sergilerle uluslararası dolaşıma girmesine ve merkez-periferi tartışmalarına değindim. Dipnotlarda, Salt tarafından hazırlanan “Uluslararası Türkiye Sergileri” haritasına ve yine Salt tarafından yayımlanan 10 adlı e-yayında yer alan “Uluslararası Dolaşım ve Türkiye Sanatçıları”8 başlıklı metne referans verdim.
SR: Arşivler dışında Salt Araştırma yayın koleksiyonunun da sıkı bir takipçisi ve kullanıcısısın. Yararlandığın bu yayınların erişilebilir olmasının önemine ve bir araştırmacı olarak sana sunduğu olanaklara değinebilir misin?
İÖ: Herhangi bir konuda araştırmaya başlarken, anahtar kelimelerimi saltresearch.org’da aratıp karşıma çıkan kaynakları inceleyebileceğimi ve ihtiyaç duyduklarımı kütüphane koleksiyonuna eklenmesi için önerebileceğimi bilmek, İstanbul’da yaşayan bir sanatçı olarak benim en temel gereksinimlerimi karşılıyor. Büyük ölçüde tesadüfler ve öngörülemez bağlantıları kurarak ilerleyen üretim sürecime kaynaklık ediyor.
Ayrıca, Türkiye’de sanat tarihi yazımı ile ilgilenen bir sanatçı olarak, arşivde ve kütüphane koleksiyonunda bulunan kaynaklar sayesinde var olan anlatılarda dışarıda bırakılan detayların peşine düşebiliyorum.
SR: Araştırmacı yönünün yanı sıra bir sanatçı olarak da arşivden yararlanıyorsun. Örneğin 2010 yılından beri arşiv malzemeleri üzerinden, Zişan’la (1896-1970) olan tanışıklığını uzun süren bir üretime dönüştürüyorsun. Zişan’ın hayatı boyunca anonim olarak ürettiklerini keşfedip belgelerden izini sürüyor ve işler üretiyorsun. Sanatçı olarak Salt Araştırma arşivinin sana nasıl ilham verdiğini senden dinlemek isterim. Zişan’la olan yolculuğundan ve bu bağlamda üzerinde çalıştığın yeni projelerden bahsedebilir misin?
İÖ: 2010 yılından beri bana tarihî bir figür, hayalet ve alter ego olarak görünen Zişan’ın9 arşivinde bulunan belgeleri kendi üretimim ile yorumlayarak, bastırılmış geçmişin giderek otoriterleşen günümüze musallat olduğu, karmaşık bir zamansallık öneriyorum.
Zişan’ın Tarihteki her isim bendir ve ben bir başkasıdır adlı (oto)biyografisinin Uf [Boo Boo] başlıklı bölümü, Zişan ve Vita (Sackville-West) arasındaki aşkı hayal etmeye yönelik araştırma süreci ile işin üretim sürecine dair otobiyografik deneyimlerden besleniyor. Atanmış cinsiyeti kadın olan iki öznenin, birbirleriyle ilişki içinde kendi benliklerini kurdukları aşk deneyimine odaklanıyor.
1913 yılında Zişan, babası Dikran Bey’in fotoğraf stüdyosunda çalışırken, Vita fotoğraf çektirmeye geliyor. Karşılaştıkları anda âşık oluyorlar. Vita’nın İstanbul’da yaşadığı yaklaşık bir yıllık zaman diliminde, fotoğraf stüdyosunda vakit geçirerek ürettikleri temsillerde kendilerini kurguluyorlar, birbirlerinin arzularını tanıyorlar ve aşklarını belgeliyorlar. Bu deneyimden yola çıkan videonun görsel dilini kurarken yararlandığım kaynaklardan birini, Salt Araştırma arşivinde bulunan ve Handan Rüştü tarafından gönderilen 1910-1916 tarihli Osmanlıca yazışmaları içeren 105 kartpostal oluşturuyor. Kartpostallardaki oryantalist temaları, kadınlar arasında yakınlık içeren görsel ifadeleri ve dikizci [voyeuristic] bakışı yeniden yorumluyorum.
Bu sürecin sonunda ortaya çıkacak yayında, kartpostalları spekülatif bir biçimde yeniden ele alarak kurmaca bir metinle bir araya getirmeyi hayal ediyorum. Bunu yaparken, Handan Rüştü’nün kartpostallara yazdığı Osmanlıca metinlerden, kartpostallarda yer alan görsellere dair araştırmadan ve Virginia Woolf ile Vita-Sackville West arasındaki yazışmalardan yararlanmayı planlıyorum.
*Bu söyleşi ilk olarak 2022 yılında L’Internationale Online’ın Stories and Threads: Perspectives on Art Archives yayınında “Archives in the Making, for the Making” başlığıyla İngilizce yayımlanmıştır.
İz Öztat, araştırdığı konuların belirlediği farklı mecralara yayılan kolektif ve bireysel pratiğinde, şiddet içeren tarihlerin sürekliliğini biçimler, malzemeler, mekân ve dil aracılığıyla araştırır. Resmî tarihyazımındaki boşluklara nesiller arası, spekülatif ve hayaletli kurmacalarla yanıt verir. Kendisine tarihî bir figür, hayalet ve alter ego olarak görünen Zişan’ın (1894-1970) (oto)biyografisini kurgular. Zişan’ın arşivinde bulunan belgeleri kendi üretimiyle yorumlayarak bastırılmış geçmişin giderek otoriterleşen günümüze musallat olduğu, karmaşık bir zamansallık önerir. Pratiğine yön veren değerler ve yöntemler; akan suların kâr ve ilerleme için ehlileştirilmesine karşı verilen mücadeleler, kuir arzu ve gücün rızaya dayalı müzakeresiyle ilişki içinde şekillendi. Akademik makaleleri, denemeleri ve kurmaca metinleri çeşitli mecralarda yayımlandı. Katıldığı sergiler arasında ise Ben Kimse. Sen de mi Kimsesin?, Meşher, İstanbul (2022); The Colony, Schwules Museum, Berlin (2018); Tamawuj, 13. Sharjah Bienali (2017); Land without Land, Heidelberger Kunstverein (2016); Tuzlu Su: Düşünce Biçimleri Üzerine Bir Teori, 14. İstanbul Bienali (2015) ve İkinci Sergi, Arter, İstanbul (2010) yer alıyor.
Sezin Romi, Salt’ın Kütüphane ve Arşiv Yönetmeni’dir. Salt Araştırma’daki kütüphane çalışmalarının yanı sıra sanat arşivlerinin erişime açılması için gerekli süreç ve araştırmaları yürütmekte; kurumun Türkiye sanat araştırmaları kapsamında gerçekleştirdiği çeşitli proje ve programlarda yer almaktadır. Aralarında O zamanlar konuşuyorduk (2013), Mütevazı Bir Miras - Nilgün Özayten Kitabı (2013) ile İpek Duben Yazı ve Söyleşileri 1978-2010‘un (2016) da bulunduğu e-yayınları yayıma hazırlayan Romi, İsmail Saray (Salt, 2018), Sentez ve Montaj: Özer Kabaş Yazıları (Salt, 2022) ve Stories and Threads: Perspectives on Art Archives (L’Internationale Online, 2022) kitaplarının eş editörüdür.
- 1.Sürece dair detaylı bilgi için bkz.: Sezin Romi, "Time of Transformation: Research, Resources, and Access at Salt", Art Libraries Journal, vol. 47, no. 2, ss. 32-39, 2022. https://doi.org/10.1017/alj.2022.2
- 2.Sahnede 90'lar sergisinin hazırlık sürecinden itibaren derlenen arşiv malzemeleri, yeni kaynaklarla geliştirilmeye devam eden performansarsivi.org web sitesinden incelenebilir.
- 3.İz Öztat, "Akademi'de Devrim İhtimali: Temel Sanat Eğitimi Kürsüsü", Altan Gürman, der. Başak Doğa Temür ve Süreyyya Evren, İstanbul: Arter Yayınları, 2019, ss. 100-112.
- 4.Salt Araştırma, Gülsün Karamustafa Arşivi'nden erişilebilir.
- 5.Özer Kabaş Arşivi'nin dijitalleştirme ve kataloglama çalışmaları Ocak 2022'de başladı. Sürecin ilk çıktısı niteliğindeki Sentez ve Montaj: Özer Kabaş Yazıları başlıklı e-yayına saltonline.org üzerinden ücretsiz erişilebilir.
- 6.Margrit Brehm, Dikkatli Gözler İçin, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 2007.
- 7.İz Öztat, "01.06.1966–01.12.2021", Füsun Onur: Evvel Zaman İçinde, der. Bige Örer ve Nilüfer Şaşmazer, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 2022, ss. 44-60.
- 8.Vasıf Kortun, "Uluslararası Dolaşım ve Türkiye Sanatçıları", 10, İstanbul: Salt, 2014, ss. 205-227.
- 9.1894 yılında, üst sınıf Türk bir ailenin mensubu olan öğretmen Nezihe Hanım ile Ermeni bir fotoğrafçı olan Dikran Bey arasındaki gizli ilişkiden doğan Zişan'ın kaderi, aidiyetine dair belirsizliklerle şekillenir. 1915'te babasıyla birlikte İstanbul'dan ayrılmak zorunda kalır ve avangard sanat kanonunu oluşturan aktörler arasında fark edilmeden dolaşır. Zişan'ın arşivindeki malzemeler arasında metinler, eskizler, fotoğraflar, fotomontajlar ve nesneler bulunmaktadır.