Artık Mülkiyet Değil İlişkiler Daha Önemli
ERMAN ATA UNCU
September 29, 2014
Sosyal patlama haberleriyle, ekonomik darboğaza giren ülkeler vesilesiyle her an gündemimizdeki küresel krizin güncel sanat kurumlarını da kapsamına almaması düşünülebilir mi? Uluslararası Müzeler Konseyi (ICOM) Modern Sanat Müzeleri ve Koleksiyonları Uluslararası Komitesi’nin SALT Galata ev sahipliğinde gerçekleştirdiği yıllık konferansın bu seneki konusu da haliyle kriz oldu. 65 ülkeden 200’ün üzerinde müze ve sanat uzmanı küresel ekonomik, siyasi ve sosyal kriz ortamında müze ve güncel sanat kurumlarının çalışma modellerini masaya yatırdı. Konuyu taze taze tartışmış iki ismi, Madrid’in 20. yüzyıl sanatı müzesi Reina Sofia’nın ziyaretçi sayısını ikiye katlayan direktör Manuel Borja-Villel’i ve SALT Araştırma ve Programlar Direktörü Vasıf Kortun’u buluşturduk, durumu bize de anlatmalarını istedik.
Müzelere dair klasik model, içindeki sanat eserlerini, koleksiyonunu korumak üzerine kuruluydu. Şimdi ise koleksiyonları paylaşma yönünde bir eğilim var. Bu, krizle ilgili bir durum mu?
Borja-Villel: Krizin bu sonuca yol açmasında birkaç sebep var. Birincisi, müzeler 19. yüzyılın ulus fikirleri üzerinde temellenen kurumlar. Bu fikirler de bir krizde şu anda. İkincisi, 19. yüzyılın ulus fikrinde hafıza, zenginliklerin, mülkiyetin biriktirilmesi demekti. Ancak mülkiyetin değil, ilişkilerin daha önemli olduğu seçeneğini düşünmek durumundayız artık. Yani sadece objeleri değil, o objelerin üretebileceği hikâyeleri de düşünmeliyiz. Üçüncüsü, kuralları eskiden müzeler ve akademi koyabiliyordu. Şimdi ise küresel bir pazar tarafından konuyor kurallar. Pazarla rekabet edebilmek için uluslar üstü bir yapı kurmanız gerek. Dördüncüsü ise başka bir seçeneğin olmaması. Hem ulusal müzeler hem de kamu müzeleri olarak elimizdeki kaynaklar gün geçtikçe azalıyor ve gitgide güçsüzleşiyoruz. Bir sesinizin olmasının tek yolu, bir ‘network’ yaratmak.
Kortun: ‘Network’ derken kurumlar arası bir ‘network’ten mi bahsediyorsun?
Borja-Villel: Sadece ortaklaşa sergiler düzenlemekten söz etmiyorum. Bir, iletişime geçebileceğimiz farklı yollardan kurulu bir ‘network’ bu… Hem de farklı seviyelerde birbirimizle bağlantıya geçebileceğimiz ‘network’ler… Modası geçmiş bir ilişkiden, eskiden olduğu gibi MOMA’yla Pompidou’nun aynı ligde, ikinci seviyedeki müzelerin bir sonraki ligde olduğu bir ‘network’ten bahsetmiyorum. Bilirsiniz otoyolda arabalar tek bir yöne doğru ilerler. Benim dediğim ise o yoldaki levhaların, yönlendirmelerin hepsinin network’te bulunan isimlerce tartışıldığı bir yapı.
Dijital müzecilik, bir cevap olabilir mi?
Borja-Villel: Sanmıyorum. Çünkü fiziksel duyguyu göz ardı edemezsiniz. O zaman modernitenin sapkın bir biçimine varırsınız. Teknoloji sadece bir araçtır. Ama teknolojinin yarattığı kırılmayı kullanmak durumundayız. Örneğin modern sanatta arşiv çok önemli. Teknoloji sayesinde o arşivler her an her yerde olabilir. Müzelerin hep iki tip takipçisi olur. Ya gayet edilgen durumdaki turistler veya ziyaretçiler ya da yerel ‘arkadaşlar’. Teknoloji sayesinde gayet aktif olan küresel bir komünite ortaya çıkarma şansınız var.
Kortun: New York’taki belli bir müzenin odakta olduğu tek bir anlatıdan uzaklaştığımız şu noktada sen farklı bir şey yapıyorsun. Sergilerin hem oldukça yerel hem de uluslararası. Dünya çapındaki kurumların kendi anlatılarını ortaya koyduğu bir ortamdan söz ediyorsak görecelilik fikrinden mi bahsediyor oluruz?
Borja-Villel: Hayır. Biricik anlatılara inanmıyoruz. Ama her şeye farklı bir değer biçildiği göreceliliğe de inanmıyoruz. İnandığımız, zıtlıklar yaratılmasına vesile olabilecek tarihi anlatılar. Reina Sofia’ya baktığınızda yerel olduğunu ama yerelci olmadığınu görürsünüz. Konuştuğumuz, küresel bir network içinde yerelliği yakalamak. Zıtlık yaratan, şüphe ve Yunancadaki anlamıyla kriz yaratan bir alandır bu. Krizin etimolojik olarak temeldeki anlamı konuşmaktır. Bu da pazarın istediğinin tam tersi. Pazar, güvenlik ister, kurulu kategoriler ister.
Az ziyaret edilen Reina Sofia Müzesi’nden yıldız bir müze çıkardınız…
Kortun: Açıkçası iyi bir ziyaretçi sayısı vardı. Ama şimdi çok daha iyi, değil mi?
Borja-Villel: Evet, bir buçuk milyondu sayı. Ben geçtikten sonra üç milyona çıktı. Olay şu ki halktaki çeşitliliğe ve tarihin çoğulluğuna inanırsanız, farklı cephelere hitap etme imkânı buluyorsunuz.
Bir serginizde Picasso’nun tablosuyla Buster Keaton filmini aynı odada sergilemişsiniz. Bu gibi seçimlerinizin hiç eleştirildiği oldu mu?
Borja-Villel: Eleştiri olarak değil de, bu kadar önemli bir tabloyu filmden sonra ikinci konuma yerleştirdiğim yönünde bir yorum gelmişti. Ama Buster Keaton’ın filmini çektiği 1920 tarihindeki kübizm olmasaydı, o filmdeki ev hiçbir şekilde tahayyül edilemezdi. Bir şekilde bu disiplinleri kırıp tarihi, tarihi olmayan bir şekilde anlamak gerekiyor.
Türkiye tarihinde baştan müze olarak tasarlanan ender binalardan Santralistanbul’un, Bilgi Üniversitesi’nin dersliği olarak kullanılması kararı alındı. Bu süreç üzerine ne düşünüyorsunuz?
Kortun: Bana soracak olursanız zaten bu ta baştan belliydi. Bu enstitüyü ilk başta kurarken onun uzun süre ayakta kalmasını sağlayacak bir güvenlik sistemi kurmadılar. Şehir için bir kayıp. Ama böyle şeyler oluyor. Etrafta zombi kurumların olmaması her zaman yeğdir. Bir proje için yola çıktığınızda diyelim binayı inşa için 50 TL ayırıyorsunuz, onu yürütmek için de 50 TL’nizin olması lazım. Bunun oranı durumdan duruma değişebilir. Ama ufku görmek durumundasınız. Tüm kaynağı inşaata yatırırsanız ve Miguel’in söylediği gibi binayı yapınca insanlar da gelir mantığına sahip olursanız, işlerin öyle yürümeyeceği kesin. Bu, bir çeşit maceracılık olur.
Borja-Villel: Bu, dünyanın geri kalanında da rastlanan bir durum. Birçok yerde müzeleri, emlak balonunun kapsamına almak gibi bir saplantı var. Öyle ki bir süre sonra asıl önemli olanın mimar ve bina olduğuna dair bir düşünce gelişti. Bir bina kurunca her şeyin değişeceği sanıldı. Ama onun nasıl işleyeceği, bölgesine nasıl uyum sağlayacağı konusunda bir senaryo geliştirilmedi.
Kortun: Sınıflara dönüştürülmesinde de yanlış bir şey yok aslında. Orası bir üniversite ve bina hâlâ amacına uygun kullanılıyor. Bunda da bir sorun yok.
Müzecilikle ilgili krizin bir sebebinin de müzelerin daha büyük koleksiyonlar için savaşması olduğunu söylüyorsunuz. Galiba yakın bir zamana kadar Türkiye’deki durum da buydu…
Borja-Villel: Dünyanın en büyük koleksiyonu için mücadele ediyorsanız, o müze sizin olmaktan çıkar, koleksiyonun olur. Ne yapmak istediğiniz konusunda kafanızın çok berrak olması lazım. Koleksiyonlar, tıpkı internette olduğu gibi sanki yukarıda bir bulutta toplu haldeler. O buluttan hangi damlaları alacağınız size kalmış. Ama hâlâ siz kendi anlatınızı anlatıyor olmalısınız. Diyelim bu bulutta kamu kurumları ve özel koleksiyonlar bir arada. Siz bu buluttan istediğinizi seçme şansına sahipsiniz.
Erman Ata Uncu’nun gerçekleştirdiği bu konuşma 22 Kasım 2012 tarihli Radikal gazetesinde yer almıştı.