Mistik Nakliye
VASIF KORTUN
16 Ağustos 2013
Gülsün Karamustafa’nın 1992’de gerçekleştirdiği Mistik Nakliye enstalasyonu, yersiz yurtsuzlaşanların geçmişlerini taşır. Bu geçmişlerin yekünü tarihçilerin anlatılarına tekabül etmez. Korumak saklamaktır. Yorgan korur ve gizler, hem çeyiz hem de süslü sermayedir. Yorgan altı cinselliğin ve hayallerin mekânıdır. Resimli halı duvarı örter ve belleğe taşınabilir bir pencere açar.
Eskiden mahalle pazarlarında hamallar, alışverişten dönenlerin sebze ve meyvelerini evin kapısına kadar sırtlarında, kamış ya da ince dallardan örülü küfelerde taşırlardı. Kent değiştikçe küfeler yerini, otoparklarda otomobillere kadar sürülen market arabalarına bıraktı. Müstakil hamallar ortadan kalktı. Mistik Nakliye, market arabasıyla küfenin arasında, ne birinin ne ötekinin tümüyle birbirini sildiği bir zamana kilitlenir. Karamustafa, tekerlekli küfe biçiminde çok sayıda oluşturduğu metal market arabalarının içine yorganları, yüklüğü oturtur; göç ve yerinden edilmişliği yeniden hatırlatarak kente yeni gelmiş, pazara pazu ve sırtlanma kuvvetinden başka şeyler sunmayı henüz bilmeyen, güvencesiz konumdaki bir emekçi grubuna da odaklanır.
Göç, yersizleşme ve aidiyet, Türkiye güncel sanatında Gülsün Karamustafa ve Nil Yalter gibi çok az sayıda kadın sanatçının uzun yıllar önceden işlemeye koyulduğu konulardandır. Genelde kente bir flâneur edasıyla bakan 1960 ressamlar kuşağından 1980’lerin ortalarına dek, ne kente göçenlerle ilgili ne de göçenlerin kendilerinden çarpıcı bir üretim çıkmıştır. Piktoryel anlamda belki; ancak, bu savrulmayı derinden sorgulayan ya da düşündüren bir pratik yoktur. Dahası, göçün ürettiği farklı kültürel bireşimler, sanatta pek cidddiye alınmaz ve müzakere edilmez. Kültür üreticileri ve sözcüleri, göç olgusunun öncelikli sinyali olan “arabesk” olgusuna “yoz sanat” olarak bakarak itibar etmezler. Ancak, kurumsal kültürün dışında, söz ve müzik kültürünün göçü kovaladığı bir film ve estetiği vardır. Bu da, Karamustafa’nın 1980’lerdeki sinema macerasına bağlanır.
Eskiden mahalle pazarlarında hamallar, alışverişten dönenlerin sebze ve meyvelerini evin kapısına kadar sırtlarında, kamış ya da ince dallardan örülü küfelerde taşırlardı. Kent değiştikçe küfeler yerini, otoparklarda otomobillere kadar sürülen market arabalarına bıraktı. Müstakil hamallar ortadan kalktı. Mistik Nakliye, market arabasıyla küfenin arasında, ne birinin ne ötekinin tümüyle birbirini sildiği bir zamana kilitlenir. Karamustafa, tekerlekli küfe biçiminde çok sayıda oluşturduğu metal market arabalarının içine yorganları, yüklüğü oturtur; göç ve yerinden edilmişliği yeniden hatırlatarak kente yeni gelmiş, pazara pazu ve sırtlanma kuvvetinden başka şeyler sunmayı henüz bilmeyen, güvencesiz konumdaki bir emekçi grubuna da odaklanır.
Göç, yersizleşme ve aidiyet, Türkiye güncel sanatında Gülsün Karamustafa ve Nil Yalter gibi çok az sayıda kadın sanatçının uzun yıllar önceden işlemeye koyulduğu konulardandır. Genelde kente bir flâneur edasıyla bakan 1960 ressamlar kuşağından 1980’lerin ortalarına dek, ne kente göçenlerle ilgili ne de göçenlerin kendilerinden çarpıcı bir üretim çıkmıştır. Piktoryel anlamda belki; ancak, bu savrulmayı derinden sorgulayan ya da düşündüren bir pratik yoktur. Dahası, göçün ürettiği farklı kültürel bireşimler, sanatta pek cidddiye alınmaz ve müzakere edilmez. Kültür üreticileri ve sözcüleri, göç olgusunun öncelikli sinyali olan “arabesk” olgusuna “yoz sanat” olarak bakarak itibar etmezler. Ancak, kurumsal kültürün dışında, söz ve müzik kültürünün göçü kovaladığı bir film ve estetiği vardır. Bu da, Karamustafa’nın 1980’lerdeki sinema macerasına bağlanır.