Öğretmenler Anlatıyor: Dernekte Çocuklara Yönelik Eğitim*
Füsun Bilginer, Gülşen Kıbrıslı, Oya Abacı
3 Temmuz 2022
*Bu yazı, 25 Şubat 2022 tarihinde Füsun Bilginer, Gülşen Kıbrıslı ve Oya Abacı ile gerçekleştirilen çevrimiçi görüşmenin dökümünden derlenerek 1 Temmuz 2022’de Resim ve Heykel Müzeleri Derneği Tarihi‘nde yayımlanmıştır.
1980’de kurulan Resim ve Heykel Müzeleri Derneği, müzecilik çalışmaları, sergi, konferans, söyleşi gibi etkinliklerin ve gezilerin yanı sıra yetişkinlere ve çocuklara yönelik eğitim programlarına odaklandı. Farklı yaştan çocukların katılabileceği duvar resmi etkinlikleri, resim kursları, uçurtma şenliği ve panayırlar ile üretimlerini sunabilecekleri sergiler düzenledi. Resim, seramik, mozaik, kağıt işleri, kumaş baskı ve artıklarla üretim yapma gibi projeler aracılığıyla çocukları farklı teknik ve malzemelerle üretmeye teşvik etti. Bu eğitimler aracılığıyla sanatla tanışmalarını, küçük yaşlardan itibaren müze ve sergi gezme gibi alışkanlıkları kazandırmayı, sosyal yaşamlarına bir katkıda bulunmayı amaçladı.
Dernek, 1997’ye kadar çatısı altında bulunduğu İstanbul Resim ve Heykel Müzesi yapısında, İstanbul’un çeşitli ilçelerinde, çocuk yuvalarında ve çeşitli mekânlarda bu programları yoğun olarak sürdürdü.1980’lerden 1990’lara RHMD kurslarında öğretmenlik yapan ve çocuk sergileri düzenleyen Gülşen Kıbrıslı, Oya Abacı ve Füsun Bilginer derneğin bu kapsamda düzenlediği eğitim programlarını kendi deneyimleri üzerinden anlatıyor.
Füsun Bilginer
1986-1997 yıllarında 6-8 yaş grubu çocuk eğitmenliği yaptı ve sonrasında derneğin etkinliklerine katkıda bulunmaya devam etti.
“Ben dernek bünyesinde eğitim programlarına Akbank’ın yaz kursları 1 ile başladım. Okul sıralarını bahçeye taşıyıp dersleri dışarıda yapıyorduk. Sıcak günler için çok güzel bir düzen kurmuştuk; havuzun etrafına dizdiğimiz bu okul sıraları hem eşyanızı, defterinizi koyup hem de yazı yazabildiğiniz tipte tek kişilik ahşap masalardı. Leyla Hanım [Leyla Belli] nereden bulmuştu bilmiyorum, çocuk sayısına da yetiyordu. Havuzun etrafında çalışırdık.”
Gülşen Kıbrıslı
1986-1993 yıllarında 5-8 yaş grubu çocuk eğitmenliği yaptı ve sonrasında yaz etkinliklerine destek vermeye devam etti.
“Sebla Hanım [Eczacıbaşı] aftan yararlanıp Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun atölyesine gelmişti. Müzeyi Sebla ile konuşurken öğrendim. O da zaten Leyla Hanım’a benden bahsetmiş. Sebla Hanım benden önce çalışmış, benim dönemimde çalışmadı. Leyla Hanım ile arkadaştılar, bilfiil çalışmasa da hep desteği vardı. Epey yüksek ücretli biletlerin satıldığı ve sanatçıların resimlerini gönüllü olarak açık artırma için verdiği geceler düzenlenirdi. Bu etkinlikler müzeye bir gelir kaynağı olurdu, orada belki Sebla Hanım aktif olabilir.
Sebla Hanım’ın aracılığıyla derneğe gittim, önce yardımcı öğretmen olarak Gün İrk’in yanında derslere başladım. Biz okulda pedagojik formasyon eğitimi almıştık ama çocuk eğitimi başka bir şey. Herkes öğretmen olamaz, herkes onlarla iletişim kuramaz. Ben iyi bir öğreticinin yanındaydım. Gün müthiş sevecendi, sınıflarımızda 6-8 yaş grubundan neredeyse 40 çocuk vardı. İnanılmaz yorucu oluyordu, ama çok da keyif alıyordum. Bir kere ortam çok güzeldi, müze içinde olması çok iyiydi. Çocukları önce müzede gezdiriyor, müze gezmenin kurallarını da anlatıyorduk. Sonra atölyede boyamalar yapıyorduk. Çok farklı şeyler denedik, üç boyutlu çalışmalar da yaptık. Günümüzde özel müzelerin çocuk eğitimine baktığımda RHMD’de o zaman ne kadar değerli şeyler yaptığımızı görüyorum. Dernek Nişantaşı’na taşınınca mekân küçüldü ve çocuk eğitimi programlarını yürütmek zorlaştı. Bu sorunlar müze bizi çıkarttığı için oluştu; aslında dernek o müze içinde yaşasa çok güzel olacaktı. RHMD çok farklı etkinlikler yaptı, ama özellikle çocuk eğitimi açısından hep öncü oldu.”
Oya Abacı
1986-1991 yıllarında 9-12 yaş grubu çocuk eğitmenliği yaptı; kursların yönetiminde ve derneğin yönetim kurulunda yer aldı.
“Çocuk gruplarındaki eğitimin haftalık programını genellikle Gün İrk belirliyordu. Hangi konudan başlayalım, hangi teknikleri kullanalım, hangi malzemelerle kendilerini, düşüncelerini ifade edebilirler gibi konular üzerine ön çalışmalar yapar, sonra bizlerin de görüşlerini alırdı.
Ben çocuk eğitimine çekinerek başladım, çocukları hiç tanımıyordum. Gün ‘Zerrin Kehnemuyi’nin Çocuğun Görsel Sanat Eğitimi’ni okumadın mı?’ dedi, ‘yok’ dedim. Bana ödünç bir kitap verdi. Sonradan Yapı Kredi Yayınları’ndan da çıktı, ama benim okuduğum 1986 öğretim yılı başında Redhouse Yayınevi’nden çıkan ilk baskısıydı. Çok ince bir kitap; sanatsal gelişimin ne olduğunu, [Viktor] Lowenfeld’ın karalama dönemi, şema öncesi dönem, şematik dönem, gerçekçilik dönemi, mantık dönemi diye ayırdığı çocuk gelişim dönemlerini ve bu dönemlerin özelliklerini bu kitaptan öğrendim. Bana rehber olmuştu bu bilgiler. Her yaş grubundan çocuğun yapabileceği resimleri değerlendirip kendi planımızı oluşturduk. Çok fazla malzeme ve teknik kullanırdık. Müzeden de yararlanırdık. Türk sanatçıların müze galerilerinde yer alan resimlerini izlemek için sıkça yukarıya, müze kısmına çıkardık. Ayrıca yetişkinlerin eğitimi ile çocukların eğitimi aynı anda devam ediyordu, birbirleriyle etkileşimleri olsun istiyorduk. Sanatçılar getiriyorduk sınıflara, konuşmalar veya sanat eseri üzerinden çalışmalar da yaptırabiliyorduk.
Kimse yeteneğine ya da ekonomik durumuna göre seçilmiyordu. Kursiyerlerden zaten çok düşük ücretler alınıyordu, bunu da veremeyecek olan varsa dernek kursiyeri burslu gibi kabul ediyordu. Ankara’da Çocuk Esirgeme Kurumu’nda çalışan arkadaşım, İstanbul’a tayin edildi. Onun sayesinde o zamanki adıyla Çocuk Esirgeme Kurumu’nun yuvalarıyla tanışmış olduk. Buralarda ne yapabiliriz diye düşündük, Kasımpaşa Çocuk Yuvası’ndan üç çocuğu burslu olarak kurslarımıza aldık, ama üç kişi ile sınırlı kalmasın, biz oraya gidelim istedik. Her hafta bir hocamız Kasımpaşa Çocuk Yuvası’na ders vermeye gitti. O yetmedi, başka çocuk yuvalarıyla da çalıştık. İstanbul’un çeşitli yerlerinde duvar resimleri yaptık.
Gün hepimize sevecenlikle kucak açtı. Bir keresinde velilerden birisi ‘siz çocukların seviyesine inebiliyorsunuz, çocuklar çok seviyor sizi ne güzel’ dedi. Gün aynı sevecenlikle kadının elini tuttu, teşekkür etti ve gitti. Sonra bana döndü ve dedi ki: ‘Aslında biz çocukların seviyesi çıkıyoruz.’ Biz gerçekten çocuklara değer verdik; illa sanatçı olmalarına gerek yoktu, dernekteki eğitimlerde çocuklara sanatsal bakış açısı ve eleştirel düşünce becerisi kazandırmaya çalıştık. Bir eser nasıl ortaya çıkar, nasıl yorumlanır, nasıl algılanır, sanat dilini kullanarak kendilerini nasıl ifade edebilirler, onu öğrenmeye çalıştılar. Çocukların çok boyutlu düşünebilme yetilerini geliştirmeleri, yoruma dönüştürebilmeleri ve uygulamaya aktarabilmelerinin, kişilik gelişimine büyük katkısı olduğu kanısındayım. Yıllar sonra, o zamanki öğrencilerimiz üretken ve yaratıcı gençler olarak karşımıza çıkınca çok iyi işler yapmışız diyorum.
Gün her çocuğun resmini yıl sonu sergisine koyardı. Veliler sergiye neredeyse bütün aile bireyleriyle gelirlerdi. Güzel bir ortamdı. Veliler kendi aralarında örgütlendiler, kendi aralarında programlar yapmaya başladılar. Dedik ki bu böyle olmayacak, başka bir şeyler yapalım, velilerin de katıldığı seminerler düzenlemeye başladık. Bubi ‘İlhan Berk’i tanıyorum, onu çağırayım mı?’ dedi, ‘çağır’ dedik. İlhan Berk ile şiir sanatı üzerine bir seminer düzenledik, tıklım tıklım doldu, bütün veliler katıldı. Gün ‘Atilla Dorsay’ı çağırabilirim’ deyince ‘hadi çağıralım’ dedik, bu böyle devam etti. Sonra kültür gezileri yapabiliriz diye düşündük, önce İznik ile başladık. Bunların hepsi bir talep ya da istekle gelişti.
Derneğin çalışanıyla, kursiyeriyle, velileriyle hep birlikte olduğu, çok güzel bir ortamdı. Ekonomik olarak hiçbirimize getirisi yoktu. RHMD, müzesine ekonomik destek sağlamak amacıyla kurulmuştu ve elde edilen gelirin çoğu onarım bedellerine gidiyordu. Müze çalışanları hafta sonu dernek bünyesinde bizlere destek verirlerdi; onlara da bir bedel ödeniyordu elbette.
Yetişkinlerden aldığımız ücretin belli bir kısmını hocalara verirdik. Hocaların hepsi akademiliydi. Akademideki atölye usulü neyse aynı usul dernekte de devam ederdi. Ücretin yüzde 60’ını hocalara verirdik, yüzde 40’ı derneğe kalırdı. Çocuk gruplarına gelenlerden alınan ücret çok düşük olduğu için çocuk grubu eğitimcilerine ödenen aylık bedel de düşük oluyordu. Leyla Hanım’a çocuk programları hocalarına sabit bir ücret vermeyi önerdim. ‘Kaynak nereden olacak?’ dedi. ‘Yetişkinlere yüzde 60 yerine yüzde 40 ayıralım’ demiştim. ‘Olmaz. Çok kızarlar, istemezler’ dedi. Ben size ödeme oranı yüzde 50 veya 40 olacak şekilde farklı seçenekler sunayım, dedim. Bu düşüncemizi önce yetişkin grubu eğitimcilerinden Gökhan Anlağan’a sordum. ‘Tabii, neden olmasın, harika bir öneri, ben buna varım’ dedi. Sonra diğerleri de onayladı. Böylece çocuk eğitimcilerinin de ücretlerini iyileştirmeye gittik. Ücretler çok yüksek değildi ama hiç olmazsa yol parasını karşılardı. Her birimiz gönüllü çalışanlardık, bu ruhu yakalamak kolay değildi ama RHMD’de bu ortam Leyla Belli’nin sayesinde yaratılmıştı.
1980’de kurulan Resim ve Heykel Müzeleri Derneği, müzecilik çalışmaları, sergi, konferans, söyleşi gibi etkinliklerin ve gezilerin yanı sıra yetişkinlere ve çocuklara yönelik eğitim programlarına odaklandı. Farklı yaştan çocukların katılabileceği duvar resmi etkinlikleri, resim kursları, uçurtma şenliği ve panayırlar ile üretimlerini sunabilecekleri sergiler düzenledi. Resim, seramik, mozaik, kağıt işleri, kumaş baskı ve artıklarla üretim yapma gibi projeler aracılığıyla çocukları farklı teknik ve malzemelerle üretmeye teşvik etti. Bu eğitimler aracılığıyla sanatla tanışmalarını, küçük yaşlardan itibaren müze ve sergi gezme gibi alışkanlıkları kazandırmayı, sosyal yaşamlarına bir katkıda bulunmayı amaçladı.
Dernek, 1997’ye kadar çatısı altında bulunduğu İstanbul Resim ve Heykel Müzesi yapısında, İstanbul’un çeşitli ilçelerinde, çocuk yuvalarında ve çeşitli mekânlarda bu programları yoğun olarak sürdürdü.1980’lerden 1990’lara RHMD kurslarında öğretmenlik yapan ve çocuk sergileri düzenleyen Gülşen Kıbrıslı, Oya Abacı ve Füsun Bilginer derneğin bu kapsamda düzenlediği eğitim programlarını kendi deneyimleri üzerinden anlatıyor.
Füsun Bilginer
1986-1997 yıllarında 6-8 yaş grubu çocuk eğitmenliği yaptı ve sonrasında derneğin etkinliklerine katkıda bulunmaya devam etti.
“Ben dernek bünyesinde eğitim programlarına Akbank’ın yaz kursları 1 ile başladım. Okul sıralarını bahçeye taşıyıp dersleri dışarıda yapıyorduk. Sıcak günler için çok güzel bir düzen kurmuştuk; havuzun etrafına dizdiğimiz bu okul sıraları hem eşyanızı, defterinizi koyup hem de yazı yazabildiğiniz tipte tek kişilik ahşap masalardı. Leyla Hanım [Leyla Belli] nereden bulmuştu bilmiyorum, çocuk sayısına da yetiyordu. Havuzun etrafında çalışırdık.”
Gülşen Kıbrıslı
1986-1993 yıllarında 5-8 yaş grubu çocuk eğitmenliği yaptı ve sonrasında yaz etkinliklerine destek vermeye devam etti.
“Sebla Hanım [Eczacıbaşı] aftan yararlanıp Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun atölyesine gelmişti. Müzeyi Sebla ile konuşurken öğrendim. O da zaten Leyla Hanım’a benden bahsetmiş. Sebla Hanım benden önce çalışmış, benim dönemimde çalışmadı. Leyla Hanım ile arkadaştılar, bilfiil çalışmasa da hep desteği vardı. Epey yüksek ücretli biletlerin satıldığı ve sanatçıların resimlerini gönüllü olarak açık artırma için verdiği geceler düzenlenirdi. Bu etkinlikler müzeye bir gelir kaynağı olurdu, orada belki Sebla Hanım aktif olabilir.
Sebla Hanım’ın aracılığıyla derneğe gittim, önce yardımcı öğretmen olarak Gün İrk’in yanında derslere başladım. Biz okulda pedagojik formasyon eğitimi almıştık ama çocuk eğitimi başka bir şey. Herkes öğretmen olamaz, herkes onlarla iletişim kuramaz. Ben iyi bir öğreticinin yanındaydım. Gün müthiş sevecendi, sınıflarımızda 6-8 yaş grubundan neredeyse 40 çocuk vardı. İnanılmaz yorucu oluyordu, ama çok da keyif alıyordum. Bir kere ortam çok güzeldi, müze içinde olması çok iyiydi. Çocukları önce müzede gezdiriyor, müze gezmenin kurallarını da anlatıyorduk. Sonra atölyede boyamalar yapıyorduk. Çok farklı şeyler denedik, üç boyutlu çalışmalar da yaptık. Günümüzde özel müzelerin çocuk eğitimine baktığımda RHMD’de o zaman ne kadar değerli şeyler yaptığımızı görüyorum. Dernek Nişantaşı’na taşınınca mekân küçüldü ve çocuk eğitimi programlarını yürütmek zorlaştı. Bu sorunlar müze bizi çıkarttığı için oluştu; aslında dernek o müze içinde yaşasa çok güzel olacaktı. RHMD çok farklı etkinlikler yaptı, ama özellikle çocuk eğitimi açısından hep öncü oldu.”
Oya Abacı
1986-1991 yıllarında 9-12 yaş grubu çocuk eğitmenliği yaptı; kursların yönetiminde ve derneğin yönetim kurulunda yer aldı.
“Çocuk gruplarındaki eğitimin haftalık programını genellikle Gün İrk belirliyordu. Hangi konudan başlayalım, hangi teknikleri kullanalım, hangi malzemelerle kendilerini, düşüncelerini ifade edebilirler gibi konular üzerine ön çalışmalar yapar, sonra bizlerin de görüşlerini alırdı.
Ben çocuk eğitimine çekinerek başladım, çocukları hiç tanımıyordum. Gün ‘Zerrin Kehnemuyi’nin Çocuğun Görsel Sanat Eğitimi’ni okumadın mı?’ dedi, ‘yok’ dedim. Bana ödünç bir kitap verdi. Sonradan Yapı Kredi Yayınları’ndan da çıktı, ama benim okuduğum 1986 öğretim yılı başında Redhouse Yayınevi’nden çıkan ilk baskısıydı. Çok ince bir kitap; sanatsal gelişimin ne olduğunu, [Viktor] Lowenfeld’ın karalama dönemi, şema öncesi dönem, şematik dönem, gerçekçilik dönemi, mantık dönemi diye ayırdığı çocuk gelişim dönemlerini ve bu dönemlerin özelliklerini bu kitaptan öğrendim. Bana rehber olmuştu bu bilgiler. Her yaş grubundan çocuğun yapabileceği resimleri değerlendirip kendi planımızı oluşturduk. Çok fazla malzeme ve teknik kullanırdık. Müzeden de yararlanırdık. Türk sanatçıların müze galerilerinde yer alan resimlerini izlemek için sıkça yukarıya, müze kısmına çıkardık. Ayrıca yetişkinlerin eğitimi ile çocukların eğitimi aynı anda devam ediyordu, birbirleriyle etkileşimleri olsun istiyorduk. Sanatçılar getiriyorduk sınıflara, konuşmalar veya sanat eseri üzerinden çalışmalar da yaptırabiliyorduk.
Kimse yeteneğine ya da ekonomik durumuna göre seçilmiyordu. Kursiyerlerden zaten çok düşük ücretler alınıyordu, bunu da veremeyecek olan varsa dernek kursiyeri burslu gibi kabul ediyordu. Ankara’da Çocuk Esirgeme Kurumu’nda çalışan arkadaşım, İstanbul’a tayin edildi. Onun sayesinde o zamanki adıyla Çocuk Esirgeme Kurumu’nun yuvalarıyla tanışmış olduk. Buralarda ne yapabiliriz diye düşündük, Kasımpaşa Çocuk Yuvası’ndan üç çocuğu burslu olarak kurslarımıza aldık, ama üç kişi ile sınırlı kalmasın, biz oraya gidelim istedik. Her hafta bir hocamız Kasımpaşa Çocuk Yuvası’na ders vermeye gitti. O yetmedi, başka çocuk yuvalarıyla da çalıştık. İstanbul’un çeşitli yerlerinde duvar resimleri yaptık.
Gün hepimize sevecenlikle kucak açtı. Bir keresinde velilerden birisi ‘siz çocukların seviyesine inebiliyorsunuz, çocuklar çok seviyor sizi ne güzel’ dedi. Gün aynı sevecenlikle kadının elini tuttu, teşekkür etti ve gitti. Sonra bana döndü ve dedi ki: ‘Aslında biz çocukların seviyesi çıkıyoruz.’ Biz gerçekten çocuklara değer verdik; illa sanatçı olmalarına gerek yoktu, dernekteki eğitimlerde çocuklara sanatsal bakış açısı ve eleştirel düşünce becerisi kazandırmaya çalıştık. Bir eser nasıl ortaya çıkar, nasıl yorumlanır, nasıl algılanır, sanat dilini kullanarak kendilerini nasıl ifade edebilirler, onu öğrenmeye çalıştılar. Çocukların çok boyutlu düşünebilme yetilerini geliştirmeleri, yoruma dönüştürebilmeleri ve uygulamaya aktarabilmelerinin, kişilik gelişimine büyük katkısı olduğu kanısındayım. Yıllar sonra, o zamanki öğrencilerimiz üretken ve yaratıcı gençler olarak karşımıza çıkınca çok iyi işler yapmışız diyorum.
Gün her çocuğun resmini yıl sonu sergisine koyardı. Veliler sergiye neredeyse bütün aile bireyleriyle gelirlerdi. Güzel bir ortamdı. Veliler kendi aralarında örgütlendiler, kendi aralarında programlar yapmaya başladılar. Dedik ki bu böyle olmayacak, başka bir şeyler yapalım, velilerin de katıldığı seminerler düzenlemeye başladık. Bubi ‘İlhan Berk’i tanıyorum, onu çağırayım mı?’ dedi, ‘çağır’ dedik. İlhan Berk ile şiir sanatı üzerine bir seminer düzenledik, tıklım tıklım doldu, bütün veliler katıldı. Gün ‘Atilla Dorsay’ı çağırabilirim’ deyince ‘hadi çağıralım’ dedik, bu böyle devam etti. Sonra kültür gezileri yapabiliriz diye düşündük, önce İznik ile başladık. Bunların hepsi bir talep ya da istekle gelişti.
Derneğin çalışanıyla, kursiyeriyle, velileriyle hep birlikte olduğu, çok güzel bir ortamdı. Ekonomik olarak hiçbirimize getirisi yoktu. RHMD, müzesine ekonomik destek sağlamak amacıyla kurulmuştu ve elde edilen gelirin çoğu onarım bedellerine gidiyordu. Müze çalışanları hafta sonu dernek bünyesinde bizlere destek verirlerdi; onlara da bir bedel ödeniyordu elbette.
Yetişkinlerden aldığımız ücretin belli bir kısmını hocalara verirdik. Hocaların hepsi akademiliydi. Akademideki atölye usulü neyse aynı usul dernekte de devam ederdi. Ücretin yüzde 60’ını hocalara verirdik, yüzde 40’ı derneğe kalırdı. Çocuk gruplarına gelenlerden alınan ücret çok düşük olduğu için çocuk grubu eğitimcilerine ödenen aylık bedel de düşük oluyordu. Leyla Hanım’a çocuk programları hocalarına sabit bir ücret vermeyi önerdim. ‘Kaynak nereden olacak?’ dedi. ‘Yetişkinlere yüzde 60 yerine yüzde 40 ayıralım’ demiştim. ‘Olmaz. Çok kızarlar, istemezler’ dedi. Ben size ödeme oranı yüzde 50 veya 40 olacak şekilde farklı seçenekler sunayım, dedim. Bu düşüncemizi önce yetişkin grubu eğitimcilerinden Gökhan Anlağan’a sordum. ‘Tabii, neden olmasın, harika bir öneri, ben buna varım’ dedi. Sonra diğerleri de onayladı. Böylece çocuk eğitimcilerinin de ücretlerini iyileştirmeye gittik. Ücretler çok yüksek değildi ama hiç olmazsa yol parasını karşılardı. Her birimiz gönüllü çalışanlardık, bu ruhu yakalamak kolay değildi ama RHMD’de bu ortam Leyla Belli’nin sayesinde yaratılmıştı.
- 1.Bu kurslar dernek bünyesinde Akbank desteğiyle yaz aylarında düzenlenirdi.