Antakya'nın tarihini adımlamak: Önce | Sonra
Depremden sonra "Antakya Yürünebilir Kent Tarihi Rehberi"
Tuğçe Tezer
2 Ağustos 2023
Tuğçe Tezer, Salt Araştırma Fonları’nın onuncu yıl programı kapsamında yayımlanan bu yazıda, 2021 yılında desteklenen “Antakya Yürünebilir Kent Tarihi Rehberi”1 projesini anlatıyor. Antakya’nın güncel ve tarihsel kent dokusu arasındaki ilişkilerin, mekânsal devamlılık ve değişimlerin izini sürdüğü çalışmasının çıktılarını ve 6 Şubat depremlerinin yol açtığı yıkımların ardından üstlenebileceği işlevleri ele alıyor.
2020 yılıydı. Hayatımıza bir anda girmiş ve yaşantımızı tamamen değiştirmiş bir “pandemi” sürecinin –o zaman bilmesek de– başlarındaydık. Yıllardır ilgiyle, merak ve heyecanla takip ettiğim Salt Araştırma Fonları’nın başvurularının başladığını gördüğümde, sanırım iki aydır zorunlu hâller dışında evden çıkmamıştım. Benim açımdan evden çıkmamak birkaç farklı anlama geliyordu: Çok sevdiğim yürüme eyleminin evin bir odasındaki yürüyüş bandıyla sınırlanması, MSGSÜ Fındıklı Kampüsü’nün rıhtımında sohbet etmekten çok keyif aldığım öğrencilerimi ancak bir ekran aracılığıyla görebilmek, ailemle ancak “sosyal mesafe” kurallarına uygun ve çoğunlukla çevrimiçi ortamda bir araya gelebilmek ve belki de beni en çok yoran; Antakya’ya –o zaman için– son sekiz yıldır devam eden düzenli gidişlerimin sekteye uğraması. Besbelli, bir şey yapmalıydım.
Pandemide derin bir nefes alma imkânı:
Doktoradan sonra yeniden başlayan
yoğun Antakya okumaları ve
Yürünebilir Tarih’le Antakya ziyaretleri
İşte tam bu sırada Salt Araştırma Fonları’nın ilanını gördüm ve bir süredir aklımda olan, Antakya’nın oldukça etkileyici tarihsel katmanlarını yürüyerek deneyimlemeye odaklanan bir proje önerdim: “Antakya Yürünebilir Kent Tarihi Rehberi”. 22 Nisan 2021 tarihinde gelen bir e-posta ile projemin, Salt’ın o sene destekleyeceği altı proje arasında olduğu haberini aldım. Bu güzel ve motive edici haber geldiğinde sevincimin yine birkaç kaynağı vardı: Öncelikle desteklenen altı projenin tamamının müellifi, kadınlardı. İkincisi, eşim Ceyhan’la beraber oldukça zorlu ve endişe verici bir COVID-19 tedavisinin tamamlanmasının ertesi günündeydik, dolayısıyla bu bir “geçmiş olsun” hediyesiydi. Sevincin en büyük kaynağı, yine ve tabii ki Antakya’yla ilgiliydi. “Antakya Yürünebilir Kent Tarihi Rehberi”ni yapabilmek için Antakya’ya “mecburen” gitmek gerekiyordu.
Böylece benim için gerçekten öğretici, etrafım Antakya’ya ait eski ve yeni haritalar, fotoğraflar, rehbere dâhil olacak yapıları belirlemek ve onlara dair bilgilenmek için okuduğum kitaplar, makaleler, tezler, araştırmalarla sarılı çok güzel bir zaman başladı. Eş zamanlı olarak, yine ilgi duyduğum alanlar olan “tasarım” ve “kâğıt”, rehberin biçimsel tasarımının yapılması için uzun süreliğine gündemime girdi. Ayrıca, rehberin farklı dönemlerine ilişkin harita altlıklarını oluşturulması için bir sayısal haritalama programını da (QGIS) öğrenmem gerekti. Yaklaşık sekiz ay sonra, 13 Aralık 2021 tarihinde YouTube üzerinden yayımlanan çevrimiçi sunumlarla sonlanan çalışmanın ve arka planındaki sürecin bana pek çok olumlu katkısı oldu.
Çok katmanlı bir kentte geçmişle bugünün
bağını “yürüyerek” kurmak
“Antakya Yürünebilir Kent Tarihi Rehberi” temelde, geçmiş ve bugün arasında bağlantılar kurmakla ilgileniyor. Bu amaç doğrultusunda, teknolojinin sunduğu olanaklar ve yürümek eyleminden faydalanıyor. Çalışmanın ilham kaynağı, Antakya’nın mekânsal açıdan önemli değişimlerin yaşandığı Fransız yönetiminde olduğu dönemde (1918-1938) Fransız televizyonu için hazırlanan bir belgesel videosu: Kısa ve siyah-beyaz görüntüleri içeren belgeselde Antakya’nın 1921 yılındaki durumu, video bütününde gösterilen kentsel eylemlerin sahnesini oluşturuyor. Uzun Çarşı’da, Köprübaşı’nda, Suriye-Büyük Lübnan Bankası’nın önünde hızla yürüyen insanların mekândaki deneyimi ise, metnin başında bahsedilen bağlantıyı kurmak için bir yöntem imkânı verdi. Bu çalışma kapsamında yürümek, geçmiş ve bugünün kenti arasında bir bağ kurmanın aracına dönüştü.
Antakya’nın Fransız dönemini kentin farklı bileşenleri açısından açığa çıkarmak için gerekli harita ihtiyacını, 1929-1930 yıllarında Suriye coğrafyasının geri kalanıyla birlikte Fransızlar tarafından yapılmış olan nitelikli bir harita arşivi olan Fransız Kadastral Haritaları oluşturdu. Kadastro ve Arsa Geliştirme Bakanlığı Yöneticisi M.C. Duraffourd tarafından 1929 yılında çizilmiş olan bu haritalar, çalışmanın temelleneceği erken dönemin detaylı bir görsel ifadesini sundu.
Hatay Büyükşehir Belediyesi’nden temin edilen 18 parça harita, bu çalışma kapsamında birleştirildi ve QGIS ile koordinatlanarak yeniden çizildi. Bu yeniden çizim2 aşamasında haritanın –ve dolayısıyla Antakya kentinin– temel bileşenleri olan yollar, Asi Nehri, yeşil alanlar ve kentin önemli/büyük ölçekli yapıları kadastral harita üzerinden yeniden çizilerek, günümüz kentiyle yapılacak karşılaştırma ve bağlantı kurma çabasının geçmişe dair zeminini oluşturdu.
Yönetimsel açıdan geçmişi oldukça özgün bir nitelik taşıyan Antakya, 1938-1939 yıllarında dokuz ay süren bir Bağımsız Hatay Devleti döneminin ardından, 1939 yılı itibarıyla Türkiye Cumhuriyeti’ne Hatay ilinin merkez ilçesi olarak dâhil oldu ve Türkiye’nin diğer kentlerinden farklı olarak erken Cumhuriyet dönemi yapısal değişimlerini bu dönemde yaşadı. Kentin içinde bulunduğu bölgedeki konumu, kent formu, sosyal ve ekonomik yapısı, mekânsal bileşenleri açısından büyük değişimler yaşadığı, 1929’dan 2021’e uzanan dönemi sabitlikler ve dönüşümler üzerinden anlamlandırma çabasını da içeren çalışmada, dönemsel değişimlerin kendi süreci içerisinde anlaşılması için, 1929-1930 tarihli Fransız Kadastral Haritaları ve 2021 tarihli güncel hava fotoğrafına ek olarak Weulersse’in 1931 yılı Antakya haritası ile 1972 ve 1992 yıllarına ait Şehir Rehberleri3 de koordinatlanarak yeniden çizildi.
Antakya’nın mekânsal gelişiminin, kentlerin çoğunda görülen “üst üste katmanlaşma” biçiminin aksine, Doğu Akdeniz kentlerinin bir dağ yamacında kurulmuş olanlarına benzer şekilde “bitişerek katmanlaşma”4 biçimine uygun olduğunu belirtmek mümkün. Bu mekânsal gelişme biçimi, kentin çok katmanlı yapısının belirlenen bir rota üzerinde yürüme eylemiyle algılanması için bir imkân oluşturdu. Antakya kentini yürüyerek deneyimleyen kişiye, Habib-i Neccar Dağı’ndan Asi Nehri yönünde (ve Antakya Ovası’na doğru) yürürken Antakya’nın Selevkoslar dönemiyle başlayan uzun tarihsel geçmişini erken dönemden günümüze kadar olan süreçte mekânsal olarak izleme imkânı verdi. Bu çalışmaya yukarıdaki haritalarla birlikte dâhil edilen Annuaire Oriental [Şark Ticaret Yıllıkları]5, Hatay için 1968, 1973 ve 2011 yıllarında hazırlanan il yıllıkları, eski Antakya fotoğrafı arşivleri6 ise, belirtilen dönemde gerçekleşen yapısal dönüşümü ve mekânsal sabitliklerin geri planındaki anlamını, kentin sosyal, kültürel ve yönetimsel bağlamını, yapısal ölçekteki değişimin boyutunu ve izlerini kavramaya yardımcı oldu.
Bu yaklaşımla hazırlanan harita çizimleri ve yazılı kaynak araştırması gösterdi ki uzun ve kendine özgü bir kentsel geçmişi olan Antakya’nın sokaklarında (rehberin hazırlandığı 2021 yılında) yürürken; bugünden geçmişe doğru erken Cumhuriyet dönemi, Bağımsız Hatay Devleti dönemi, Fransız dönemi, Osmanlı dönemi, Memlükler ve hatta Roma döneminin izlerine rastlamak mümkün. Rehberin en önemli işlevini, sokak dokusu, nehir aksı ve yapısal ölçekte bu tarihsel izleği yürüyerek deneyimlemeye dair dönemsel rota önerileri geliştirmesi ve her tekil yapıda, bugünden tarihe doğru bir yolculuk imkânı sunması olarak tanımlayabiliriz. (*)
Yerleşme tarihinin farklı dönemlerine tanıklık eden yapıların (Fransız döneminde yapılan Ampir/Empire Sineması’nın Gündüz Sineması, Meclis Binası, Meclis Kültür ve Sanat Merkezi olarak dönüşümü) yanı sıra, yıkılarak yeniden inşa edilen yapılar (Osmanlı döneminin okul binasının yıkılarak yerine Fransız döneminde eski müze binasının yapılması, ardından işlevini yitiren müzenin birkaç sene sonra Kent Müzesi olarak yeniden işlevlendirilmesi) ya da tarihsel geçmişi boyunca hep aynı işlevi koruyan yapılar (Osmanlı döneminden günümüze askerî işlevini hiç yitirmeyen Askerî Kışla yapısı), rehberde yerini aldı. Rehber için hazırlanan haritalar ayrıca Asi Nehri aksının, enkesitinin (ve dolayısıyla Antakya’nın merkezi niteliğindeki Köprübaşı alanının) yüz yıllık süreçte ne ölçüde değiştiğine ilişkin çıkarımları da sağladı. Araştırma kapsamındaki içerik hazırlanırken yararlanılan kaynaklar ise, rehbere entegre edilen bir karekod (ve bağlantı adresi) ile kenti bu rehber yardımıyla yürümek isteyenlere sunuldu. Haritada işaretlenen yapıların ait olduğu/inşa edildiği dönemler yapı kartlarının zemin renklerini oluşturdu. Farklı dönemlere ait yapıların temsil edildiği renkler aynı zamanda ilgili dönemin kentinin, yalnızca bu kartlar üzerinden hareket edilerek gezilmesine yönelik bir imkân sundu. (*)
Fotoğraflar, haritalar ve yazılı arşivden
Antakya Yürünebilir Kent Tarihi Rehberi’ne
Oldukça esnek bir yapıya sahip ve tamamlanması uzun yıllar sürecek “Antakya Yürünebilir Kent Tarihi Rehberi”nin ilk adımı olan bu çalışmanın somut çıktıları; süreç haritaları, yapı kartlarından oluşan rehber ve rehberin kaynakça dosyasını7 kapsıyor. Çalışmanın, kartları oluşturan tekil yapıların farklı dönemlerdeki değişim-dönüşüm süreçlerini anlaşılır kılmak için yapılacak çizimler, belirli bir tarihsel dönemin yapılı çevresine odaklanan dönem rehberi, tekil yapıların tarihsel izlerini bugünden geçmişe doğru süren yapı öyküleri, doğal çevre ve tarihsel süreç içerisinde kaybolan yapısal unsurların da yapılı çevreyle birlikte incelendiği perspektiflerle geliştirilmesi mümkün. (*)
“Geçmiş ve bugünün bağlantısını nasıl kurabiliriz?” gibi oldukça basit ve temel bir sorunun cevaplanmasında yürümek eylemini, geçmişin ve bugünün kentini ilişkilendirmenin aracı olarak değerlendiren bu yaklaşımı bundan sonra da sürdürmeyi, derinleştirmeyi amaçlıyorum. Geçmişten günümüze insanın en tutarlı, sürekli ve mecburi eylemleri arasında olan yürümek, bugünün kentinde yürüyüş yaparken yaptığımız gözlemler sırasında geçmişin izlerini sürmenin en doğal ve benzersiz aracı. Yürümek eylemine katılabilecek fotoğraflama, çizme, izleme, merak etme, sorma, sorgulama eylemleri ise ziyaretçiye, (bir başka deyişle) araştırmacıya, bu süreci derinleştirme imkânı veriyor. Antakya kentinin ilk inceleme alanını oluşturduğu bu araştırma yaklaşımı ve bugüne kadarki süreci, “Yürünebilir Tarih” isimli bir Instagram hesabı (@yurunebilir_tarih) aracılığıyla kamuyla paylaşıldı. Genel olarak bir araştırma ve tarih bilgisini mekânsallaştırma sürecinden oluşan “Yürünebilir Tarih”in yolculuğu, bundan sonra da paylaşılmaya devam edilecek. (*)
Projenin 2021’de tamamlanmasını
takiben, rehberdeki yapılara ve mekânlara
dair okumalar, arşiv araştırması, Antakya
ziyaretleri devam etti ve rehberli turların
yapılacağı 2023 yılına geldik
2021 yılında projeyi tamamlayıp Salt Araştırma başta olmak üzere farklı platformlarda sunduktan sonra, ailem, arkadaşlarım, hocalarım ve öğrencilerime senelerdir söz verdiğim rehberli Antakya turlarına nihayet başlamaya kararlıydım. Birçok açıdan en uygun zaman, 2023 yılının Nisan ayı gibi görünüyordu. Portekiz’de, Porto Üniversitesi’nde Vitor Oliveira ile Antakya üzerine yaptığım doktora sonrası araştırmayı tamamlayıp Şubat ayında İstanbul’a dönecek, izleyen bir ay içerisinde saha hazırlıklarını tamamlayacak, Nisan ayında “Antakya Yürünebilir Kent Tarihi Rehberi”nin ilk turunu yapacaktım. Nisan ayı Antakya için en güzel zamanlardan biriydi üstelik; tarihî yerleşmenin avlulu evleriyle biçimlenen sokaklarda yürürken limon ağaçlarının kokusu burnunuza dolar, Asi Nehri’nden güzel bir serinlik gelir, Büyük Park’ın ağaçları yürüyüş yolunun üzerinde kocaman yeşil bir örtüyü anımsatırdı. Evet, Nisan 2023, rehber için doğru bir zamana benziyordu.
… sonra takvim 6 Şubat 2023’ü, saat 4.17’yi gösterdi.
Dünya üzerinde benzerine pek rastlanmayan büyüklük, şiddet ve yayılım alanında gerçekleşen Kahramanmaraş merkezli üç deprem (uzmanlara göre “deprem fırtınası”) Antakya, Hatay dâhil olmak üzere Türkiye’nin güneydoğusunda yer alan on bir ilde farklı düzeylerde yıkıma neden oldu.8 Antakya’nın, depremde en çok yıkılan kentlerden biri olduğunu söylemek yanlış olmaz. Kentteki yapıların, fiziksel mekânın yıkılmasının yanı sıra yıkımın büyük ölçüde etkilediği diğer katmanların sosyal, kültürel, ekonomik ve doğal yapı olduğunu söylemek de öyle. 6 Şubat depremlerinden sonra, izlerinin hafızalardan ve tekil hayatlardan silinmesinin mümkün olmadığını düşündüğüm pek çok durumla karşılaştık. Deprem sonrası yeni “gündelik hayat”ın alışkanlıkları oluşmaya başlarken bu defa Hatay merkezli 20 Şubat depremleri geldi ve Antakya’da filizlenmeye çalışan umudu, bir defa daha tüketti. 6 Şubat depremlerinde hasar alsa da bir biçimde ayakta kalmayı başaran yapıların önemli bir bölümü, 20 Şubat depremlerinde yerle bir oldu. Konutları, hastaneleri, okulları, yolları, ticaret ve üretim yapıları, sosyal hizmet tesislerinin tamamına yakını kullanılmaz duruma gelmiş olan Antakya’da bugün hâlâ “kent hayatı için gereken tüm sistemleri işler durumda” bir kentsel alandan bahsetmek mümkün değil. Tüm bu önemli kent bileşenlerinin yanında, büyük bir hasarı da kadim Antakya kentinin önemli ve özgün yapısal özelliklerinden birini oluşturan somut ve somut olmayan “kültür mirası” ve tarihî yapıları aldı. Büyük bir emekle restore edilen anıt eserlerin tamamına yakını yıkıldı ya da kısa sürede onarılması epey güç görünen düzeyde hasar aldı. Tarihî Antakya kentiyle özdeşleşmiş olan avlulu konut dokusu içindeki sokaklar, üzerlerine yıkılan duvarlar nedeniyle yürünemez hâle geldi. Yakın dönemde restorasyon görmüş olan anıtsal yapılar, idari yapılar, cami ve kiliseler, sinagoglar, kullanılamaz duruma geldi. Bugün geldiğimiz aşamada hâlen yıkımın kavranması güç boyutu ve ölçeğinin yeterince anlaşıldığını ya da yıkımın bu boyutta olmasının nedenlerinin etüt edilerek, bundan sonrası için gerekli tedbirlerin alınmaya başlandığını söylemek çok mümkün görünmüyor. Fakat merkezî ve yerel yönetim, özel sektör, ulusal ve yerel inisiyatifler, bu sürecin farklı aşamalarında, değişen konumlarda etkili oluyor. Henüz netleşmiş bir uzlaşı zemini ya da yol haritası görünmese de, özellikle yerel halkın ve Antakya’nın bir an önce deprem öncesi eski güzel hâline dönmesi gerektiğini düşünenlerin tarihî kent dokusuna dair umutları örtüşüyor gibi görünüyor. Deprem sonrası dönem için sözü edilen kültür mirasının bileşenlerini, büyük ölçüde, “Antakya Yürünebilir Kent Tarihi Rehberi”nin yapısal unsurlarıyla eşleştirmek mümkün. Hâl böyle olunca, bundan önceki paragraflardan yanında (*) işareti olanlara bir açıklık getirmek gerekiyor.
6 Şubat depremlerinden sonra
Antakya Yürünebilir Kent Tarihi Rehberi
Bu paragraflarda ve rehberden alınan görsel malzemede referans verilen tarihî yapılar günümüzde yıkılmış, ağır hasar almış ya da kullanılamaz durumda. Yine bu paragraflarda, bu rehber sayesinde “mümkün” olduğu belirtilen pek çok eylemi; örneğin Habib-i Neccar Dağı’ndan Asi Nehri’ne doğru avlulu evlerin arasındaki dar sokaklardan yürümenin, depremlerden neredeyse dört ay sonra, şu anda bile mümkün olduğunu söylemek güç. Öte yandan, rehberin –ismi anılmayan ama orada olduğu bilinen– esas bileşeni olan yerel halk (ve onun doğal, kendiliğinden neşesi), belki de bir insan ömrü içerisinde alınabilecek en büyük yarayı almış durumda ve şimdi her birinin omzunda, dünya durdukça orada kalacak bir yük var. Bir taraftan da, güzel Antakya’nın depremden önce fiziksel olarak nasıl bir görünümü olduğuna ilişkin tüm belgeler, fotoğraflar, yazılar, yapılan araştırmalar, şimdi bambaşka bir ihtiyaçla, deprem öncesine göre daha anlamlı ve değerli.
Aslında bütün bu tespitler, “Yürünebilir Tarih”in kendi rotasında da başka bir yönelime işaret ediyor. Bundan iki yıl önce bu projeyi ilk defa önerdiğimde ve destek sayesinde çalışmaya başladığımda, projenin esas işlevinin kentteki “aidiyet” hissini “tarihi öğrenerek” güçlendirmek, bu sayede tarihî dokunun sahip çıkılarak korunmasına bir katkı sağlamak gibi bir içeriği olduğunu düşünüyordum: Yürümek, yürürken bu yapıların özelliklerini, geçmişini öğrenmek, yerel halkın kendi geçmişinin izlerini bu yapılar vasıtasıyla sürmeye ilgi duymasını sağlamak… Fakat depremden sonra, Antakyalıların kent ve tarihî dokusuna olan “aidiyet” hissine ilişkin en küçük bir soru işaretimin olmadığını söylemeliyim. Antakya’nın, bu önemli yapıların, yapılı ve doğal unsurların geçmişini ve tarihsel süreçte içinden geçtiği aşamaları öğrenmek, şimdi artık başka bir sürece yardım etme potansiyeli taşıyor. Belki de depremlerin verdiği zararların onarımı konusunda, onarılması en gerekli olanın; yerel halkın ruhunun onarımında, kentin tarihiyle ilgili yapılmış çalışmaların doğru şekilde aktarılması süreçlerine büyük bir rol düşüyor. Yüzyıllar içerisinde her bakımdan “çok katmanlı” bir kenti inşa etmiş olan Antakyalıların, burada nasıl bir medeniyetin, ne şekilde fiziksel, sosyal, ekonomik, kültürel yapılar oluşturduğunu hatırlaması, bu kadim bilgilere sırtını yaslayarak doğrulması, büyük bir hasar almış ruhunu, Antakya’nın tarihindeki bilgiyi hatırlayarak iyileştirmesi gerekiyor. “Antakya Yürünebilir Kent Tarihi Rehberi”nin bundan sonraki işlevi; Antakya kentinin tüm katmanları ve bileşenleriyle onarılması sürecinde yerel halkla gerek fiziksel olarak gerekse dijital olanaklarla bir araya gelmek, “kaybedilmiş” ya da “yaralanmış” olan dokunun öncesine dair bilgiyi paylaşmak, yerel halkın bu yapılarla bütünleşmiş (ve onların bir parçası hâline gelmiş) olan anılarını kayıt altına almak, sokaklarında beraber yürürken “enkaza –ve ondan geriye kalan boşluğa– bakıp Antakya’yı görme”nin yollarını aramak olmalı. Çünkü defalarca yıkılıp yeniden ve aynı yerde kurulan bu kadim şehir, ancak onu oluşturan nüfusuyla, kültürüyle, hatırlamakla, tarihten (ve artık deprem öncesinden) geri çağrılan güzel yapılarıyla iyileşebilir, onarılabilir. Bu süreçte bize ve “Yürünebilir Tarih” dâhil olmak üzere bu alanda geliştirilen araçların üzerine düşen, bu hatırlama ve hatırlatma sürecinde sorumluluk almak gibi görünüyor. Çünkü ancak bu şekilde, “Geri döneceğiz Hatay!” sözünün aktörlerinin kente geri dönmesine ve döndüklerinde, Antakya’yı deprem öncesinde hatırladıkları şekilde bulmasına destek olabiliriz.
Yazının içinde bazen hikâyenin seyrinde, bazen de cümle sonlarında kendini gösteren “zaman kayması”nın farkında olup; bu eylemin Antakya’da tarihî dönemler, 2021 yılı ve 2023 yılının deprem sonrası döneminde gerçekleşen “zeminin bütünüyle kayması” durumuyla tutarlı ve temsil açısından uygun olduğunu düşünmekteyim.
- - -
Tuğçe Tezer, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi (MSGSÜ) Şehir ve Bölge Planlama Bölümü’nde öğretim üyesidir. 2010 yılında Yıldız Teknik Üniversitesi Şehir ve Bölge Planlama Bölümü’nden lisans, 2013’te aynı üniversitenin Kentsel Mekân Organizasyonu ve Tasarımı Programı’ndan yüksek lisans, 2019’da MSGSÜ Şehircilik Programı’ndan doktora derecesini aldı. Çalışmalarını şehir planlama, kent tarihi, tarihsel coğrafya, kentsel morfoloji ve Antakya üzerine sürdürmekte olan Tezer’in bu alanlarda yayınları bulunmaktadır. 2021 yılında Salt Araştırma Fonları’yla desteklenen “Antakya Yürünebilir Kent Tarihi Rehberi”ni hazırlamıştır. 2022-2023 yıllarında kentsel morfoloji üzerine doktora sonrası araştırmalarını TÜBİTAK Yurtdışı Doktora Sonrası Araştırma Bursu desteğiyle Antakya’nın 1910-1960 dönemine odaklanarak Porto Üniversitesi’nde tamamlayan Tezer, Şubat 2023’ten beri Antakya’nın depremler sonrası onarımı için çalışmaktadır.
2020 yılıydı. Hayatımıza bir anda girmiş ve yaşantımızı tamamen değiştirmiş bir “pandemi” sürecinin –o zaman bilmesek de– başlarındaydık. Yıllardır ilgiyle, merak ve heyecanla takip ettiğim Salt Araştırma Fonları’nın başvurularının başladığını gördüğümde, sanırım iki aydır zorunlu hâller dışında evden çıkmamıştım. Benim açımdan evden çıkmamak birkaç farklı anlama geliyordu: Çok sevdiğim yürüme eyleminin evin bir odasındaki yürüyüş bandıyla sınırlanması, MSGSÜ Fındıklı Kampüsü’nün rıhtımında sohbet etmekten çok keyif aldığım öğrencilerimi ancak bir ekran aracılığıyla görebilmek, ailemle ancak “sosyal mesafe” kurallarına uygun ve çoğunlukla çevrimiçi ortamda bir araya gelebilmek ve belki de beni en çok yoran; Antakya’ya –o zaman için– son sekiz yıldır devam eden düzenli gidişlerimin sekteye uğraması. Besbelli, bir şey yapmalıydım.
Pandemide derin bir nefes alma imkânı:
Doktoradan sonra yeniden başlayan
yoğun Antakya okumaları ve
Yürünebilir Tarih’le Antakya ziyaretleri
İşte tam bu sırada Salt Araştırma Fonları’nın ilanını gördüm ve bir süredir aklımda olan, Antakya’nın oldukça etkileyici tarihsel katmanlarını yürüyerek deneyimlemeye odaklanan bir proje önerdim: “Antakya Yürünebilir Kent Tarihi Rehberi”. 22 Nisan 2021 tarihinde gelen bir e-posta ile projemin, Salt’ın o sene destekleyeceği altı proje arasında olduğu haberini aldım. Bu güzel ve motive edici haber geldiğinde sevincimin yine birkaç kaynağı vardı: Öncelikle desteklenen altı projenin tamamının müellifi, kadınlardı. İkincisi, eşim Ceyhan’la beraber oldukça zorlu ve endişe verici bir COVID-19 tedavisinin tamamlanmasının ertesi günündeydik, dolayısıyla bu bir “geçmiş olsun” hediyesiydi. Sevincin en büyük kaynağı, yine ve tabii ki Antakya’yla ilgiliydi. “Antakya Yürünebilir Kent Tarihi Rehberi”ni yapabilmek için Antakya’ya “mecburen” gitmek gerekiyordu.
Böylece benim için gerçekten öğretici, etrafım Antakya’ya ait eski ve yeni haritalar, fotoğraflar, rehbere dâhil olacak yapıları belirlemek ve onlara dair bilgilenmek için okuduğum kitaplar, makaleler, tezler, araştırmalarla sarılı çok güzel bir zaman başladı. Eş zamanlı olarak, yine ilgi duyduğum alanlar olan “tasarım” ve “kâğıt”, rehberin biçimsel tasarımının yapılması için uzun süreliğine gündemime girdi. Ayrıca, rehberin farklı dönemlerine ilişkin harita altlıklarını oluşturulması için bir sayısal haritalama programını da (QGIS) öğrenmem gerekti. Yaklaşık sekiz ay sonra, 13 Aralık 2021 tarihinde YouTube üzerinden yayımlanan çevrimiçi sunumlarla sonlanan çalışmanın ve arka planındaki sürecin bana pek çok olumlu katkısı oldu.
Çok katmanlı bir kentte geçmişle bugünün
bağını “yürüyerek” kurmak
“Antakya Yürünebilir Kent Tarihi Rehberi” temelde, geçmiş ve bugün arasında bağlantılar kurmakla ilgileniyor. Bu amaç doğrultusunda, teknolojinin sunduğu olanaklar ve yürümek eyleminden faydalanıyor. Çalışmanın ilham kaynağı, Antakya’nın mekânsal açıdan önemli değişimlerin yaşandığı Fransız yönetiminde olduğu dönemde (1918-1938) Fransız televizyonu için hazırlanan bir belgesel videosu: Kısa ve siyah-beyaz görüntüleri içeren belgeselde Antakya’nın 1921 yılındaki durumu, video bütününde gösterilen kentsel eylemlerin sahnesini oluşturuyor. Uzun Çarşı’da, Köprübaşı’nda, Suriye-Büyük Lübnan Bankası’nın önünde hızla yürüyen insanların mekândaki deneyimi ise, metnin başında bahsedilen bağlantıyı kurmak için bir yöntem imkânı verdi. Bu çalışma kapsamında yürümek, geçmiş ve bugünün kenti arasında bir bağ kurmanın aracına dönüştü.
Antakya’nın Fransız dönemini kentin farklı bileşenleri açısından açığa çıkarmak için gerekli harita ihtiyacını, 1929-1930 yıllarında Suriye coğrafyasının geri kalanıyla birlikte Fransızlar tarafından yapılmış olan nitelikli bir harita arşivi olan Fransız Kadastral Haritaları oluşturdu. Kadastro ve Arsa Geliştirme Bakanlığı Yöneticisi M.C. Duraffourd tarafından 1929 yılında çizilmiş olan bu haritalar, çalışmanın temelleneceği erken dönemin detaylı bir görsel ifadesini sundu.
Hatay Büyükşehir Belediyesi’nden temin edilen 18 parça harita, bu çalışma kapsamında birleştirildi ve QGIS ile koordinatlanarak yeniden çizildi. Bu yeniden çizim2 aşamasında haritanın –ve dolayısıyla Antakya kentinin– temel bileşenleri olan yollar, Asi Nehri, yeşil alanlar ve kentin önemli/büyük ölçekli yapıları kadastral harita üzerinden yeniden çizilerek, günümüz kentiyle yapılacak karşılaştırma ve bağlantı kurma çabasının geçmişe dair zeminini oluşturdu.
Yönetimsel açıdan geçmişi oldukça özgün bir nitelik taşıyan Antakya, 1938-1939 yıllarında dokuz ay süren bir Bağımsız Hatay Devleti döneminin ardından, 1939 yılı itibarıyla Türkiye Cumhuriyeti’ne Hatay ilinin merkez ilçesi olarak dâhil oldu ve Türkiye’nin diğer kentlerinden farklı olarak erken Cumhuriyet dönemi yapısal değişimlerini bu dönemde yaşadı. Kentin içinde bulunduğu bölgedeki konumu, kent formu, sosyal ve ekonomik yapısı, mekânsal bileşenleri açısından büyük değişimler yaşadığı, 1929’dan 2021’e uzanan dönemi sabitlikler ve dönüşümler üzerinden anlamlandırma çabasını da içeren çalışmada, dönemsel değişimlerin kendi süreci içerisinde anlaşılması için, 1929-1930 tarihli Fransız Kadastral Haritaları ve 2021 tarihli güncel hava fotoğrafına ek olarak Weulersse’in 1931 yılı Antakya haritası ile 1972 ve 1992 yıllarına ait Şehir Rehberleri3 de koordinatlanarak yeniden çizildi.
Antakya’nın mekânsal gelişiminin, kentlerin çoğunda görülen “üst üste katmanlaşma” biçiminin aksine, Doğu Akdeniz kentlerinin bir dağ yamacında kurulmuş olanlarına benzer şekilde “bitişerek katmanlaşma”4 biçimine uygun olduğunu belirtmek mümkün. Bu mekânsal gelişme biçimi, kentin çok katmanlı yapısının belirlenen bir rota üzerinde yürüme eylemiyle algılanması için bir imkân oluşturdu. Antakya kentini yürüyerek deneyimleyen kişiye, Habib-i Neccar Dağı’ndan Asi Nehri yönünde (ve Antakya Ovası’na doğru) yürürken Antakya’nın Selevkoslar dönemiyle başlayan uzun tarihsel geçmişini erken dönemden günümüze kadar olan süreçte mekânsal olarak izleme imkânı verdi. Bu çalışmaya yukarıdaki haritalarla birlikte dâhil edilen Annuaire Oriental [Şark Ticaret Yıllıkları]5, Hatay için 1968, 1973 ve 2011 yıllarında hazırlanan il yıllıkları, eski Antakya fotoğrafı arşivleri6 ise, belirtilen dönemde gerçekleşen yapısal dönüşümü ve mekânsal sabitliklerin geri planındaki anlamını, kentin sosyal, kültürel ve yönetimsel bağlamını, yapısal ölçekteki değişimin boyutunu ve izlerini kavramaya yardımcı oldu.
Bu yaklaşımla hazırlanan harita çizimleri ve yazılı kaynak araştırması gösterdi ki uzun ve kendine özgü bir kentsel geçmişi olan Antakya’nın sokaklarında (rehberin hazırlandığı 2021 yılında) yürürken; bugünden geçmişe doğru erken Cumhuriyet dönemi, Bağımsız Hatay Devleti dönemi, Fransız dönemi, Osmanlı dönemi, Memlükler ve hatta Roma döneminin izlerine rastlamak mümkün. Rehberin en önemli işlevini, sokak dokusu, nehir aksı ve yapısal ölçekte bu tarihsel izleği yürüyerek deneyimlemeye dair dönemsel rota önerileri geliştirmesi ve her tekil yapıda, bugünden tarihe doğru bir yolculuk imkânı sunması olarak tanımlayabiliriz. (*)
Yerleşme tarihinin farklı dönemlerine tanıklık eden yapıların (Fransız döneminde yapılan Ampir/Empire Sineması’nın Gündüz Sineması, Meclis Binası, Meclis Kültür ve Sanat Merkezi olarak dönüşümü) yanı sıra, yıkılarak yeniden inşa edilen yapılar (Osmanlı döneminin okul binasının yıkılarak yerine Fransız döneminde eski müze binasının yapılması, ardından işlevini yitiren müzenin birkaç sene sonra Kent Müzesi olarak yeniden işlevlendirilmesi) ya da tarihsel geçmişi boyunca hep aynı işlevi koruyan yapılar (Osmanlı döneminden günümüze askerî işlevini hiç yitirmeyen Askerî Kışla yapısı), rehberde yerini aldı. Rehber için hazırlanan haritalar ayrıca Asi Nehri aksının, enkesitinin (ve dolayısıyla Antakya’nın merkezi niteliğindeki Köprübaşı alanının) yüz yıllık süreçte ne ölçüde değiştiğine ilişkin çıkarımları da sağladı. Araştırma kapsamındaki içerik hazırlanırken yararlanılan kaynaklar ise, rehbere entegre edilen bir karekod (ve bağlantı adresi) ile kenti bu rehber yardımıyla yürümek isteyenlere sunuldu. Haritada işaretlenen yapıların ait olduğu/inşa edildiği dönemler yapı kartlarının zemin renklerini oluşturdu. Farklı dönemlere ait yapıların temsil edildiği renkler aynı zamanda ilgili dönemin kentinin, yalnızca bu kartlar üzerinden hareket edilerek gezilmesine yönelik bir imkân sundu. (*)
Fotoğraflar, haritalar ve yazılı arşivden
Antakya Yürünebilir Kent Tarihi Rehberi’ne
Oldukça esnek bir yapıya sahip ve tamamlanması uzun yıllar sürecek “Antakya Yürünebilir Kent Tarihi Rehberi”nin ilk adımı olan bu çalışmanın somut çıktıları; süreç haritaları, yapı kartlarından oluşan rehber ve rehberin kaynakça dosyasını7 kapsıyor. Çalışmanın, kartları oluşturan tekil yapıların farklı dönemlerdeki değişim-dönüşüm süreçlerini anlaşılır kılmak için yapılacak çizimler, belirli bir tarihsel dönemin yapılı çevresine odaklanan dönem rehberi, tekil yapıların tarihsel izlerini bugünden geçmişe doğru süren yapı öyküleri, doğal çevre ve tarihsel süreç içerisinde kaybolan yapısal unsurların da yapılı çevreyle birlikte incelendiği perspektiflerle geliştirilmesi mümkün. (*)
“Geçmiş ve bugünün bağlantısını nasıl kurabiliriz?” gibi oldukça basit ve temel bir sorunun cevaplanmasında yürümek eylemini, geçmişin ve bugünün kentini ilişkilendirmenin aracı olarak değerlendiren bu yaklaşımı bundan sonra da sürdürmeyi, derinleştirmeyi amaçlıyorum. Geçmişten günümüze insanın en tutarlı, sürekli ve mecburi eylemleri arasında olan yürümek, bugünün kentinde yürüyüş yaparken yaptığımız gözlemler sırasında geçmişin izlerini sürmenin en doğal ve benzersiz aracı. Yürümek eylemine katılabilecek fotoğraflama, çizme, izleme, merak etme, sorma, sorgulama eylemleri ise ziyaretçiye, (bir başka deyişle) araştırmacıya, bu süreci derinleştirme imkânı veriyor. Antakya kentinin ilk inceleme alanını oluşturduğu bu araştırma yaklaşımı ve bugüne kadarki süreci, “Yürünebilir Tarih” isimli bir Instagram hesabı (@yurunebilir_tarih) aracılığıyla kamuyla paylaşıldı. Genel olarak bir araştırma ve tarih bilgisini mekânsallaştırma sürecinden oluşan “Yürünebilir Tarih”in yolculuğu, bundan sonra da paylaşılmaya devam edilecek. (*)
Projenin 2021’de tamamlanmasını
takiben, rehberdeki yapılara ve mekânlara
dair okumalar, arşiv araştırması, Antakya
ziyaretleri devam etti ve rehberli turların
yapılacağı 2023 yılına geldik
2021 yılında projeyi tamamlayıp Salt Araştırma başta olmak üzere farklı platformlarda sunduktan sonra, ailem, arkadaşlarım, hocalarım ve öğrencilerime senelerdir söz verdiğim rehberli Antakya turlarına nihayet başlamaya kararlıydım. Birçok açıdan en uygun zaman, 2023 yılının Nisan ayı gibi görünüyordu. Portekiz’de, Porto Üniversitesi’nde Vitor Oliveira ile Antakya üzerine yaptığım doktora sonrası araştırmayı tamamlayıp Şubat ayında İstanbul’a dönecek, izleyen bir ay içerisinde saha hazırlıklarını tamamlayacak, Nisan ayında “Antakya Yürünebilir Kent Tarihi Rehberi”nin ilk turunu yapacaktım. Nisan ayı Antakya için en güzel zamanlardan biriydi üstelik; tarihî yerleşmenin avlulu evleriyle biçimlenen sokaklarda yürürken limon ağaçlarının kokusu burnunuza dolar, Asi Nehri’nden güzel bir serinlik gelir, Büyük Park’ın ağaçları yürüyüş yolunun üzerinde kocaman yeşil bir örtüyü anımsatırdı. Evet, Nisan 2023, rehber için doğru bir zamana benziyordu.
… sonra takvim 6 Şubat 2023’ü, saat 4.17’yi gösterdi.
Dünya üzerinde benzerine pek rastlanmayan büyüklük, şiddet ve yayılım alanında gerçekleşen Kahramanmaraş merkezli üç deprem (uzmanlara göre “deprem fırtınası”) Antakya, Hatay dâhil olmak üzere Türkiye’nin güneydoğusunda yer alan on bir ilde farklı düzeylerde yıkıma neden oldu.8 Antakya’nın, depremde en çok yıkılan kentlerden biri olduğunu söylemek yanlış olmaz. Kentteki yapıların, fiziksel mekânın yıkılmasının yanı sıra yıkımın büyük ölçüde etkilediği diğer katmanların sosyal, kültürel, ekonomik ve doğal yapı olduğunu söylemek de öyle. 6 Şubat depremlerinden sonra, izlerinin hafızalardan ve tekil hayatlardan silinmesinin mümkün olmadığını düşündüğüm pek çok durumla karşılaştık. Deprem sonrası yeni “gündelik hayat”ın alışkanlıkları oluşmaya başlarken bu defa Hatay merkezli 20 Şubat depremleri geldi ve Antakya’da filizlenmeye çalışan umudu, bir defa daha tüketti. 6 Şubat depremlerinde hasar alsa da bir biçimde ayakta kalmayı başaran yapıların önemli bir bölümü, 20 Şubat depremlerinde yerle bir oldu. Konutları, hastaneleri, okulları, yolları, ticaret ve üretim yapıları, sosyal hizmet tesislerinin tamamına yakını kullanılmaz duruma gelmiş olan Antakya’da bugün hâlâ “kent hayatı için gereken tüm sistemleri işler durumda” bir kentsel alandan bahsetmek mümkün değil. Tüm bu önemli kent bileşenlerinin yanında, büyük bir hasarı da kadim Antakya kentinin önemli ve özgün yapısal özelliklerinden birini oluşturan somut ve somut olmayan “kültür mirası” ve tarihî yapıları aldı. Büyük bir emekle restore edilen anıt eserlerin tamamına yakını yıkıldı ya da kısa sürede onarılması epey güç görünen düzeyde hasar aldı. Tarihî Antakya kentiyle özdeşleşmiş olan avlulu konut dokusu içindeki sokaklar, üzerlerine yıkılan duvarlar nedeniyle yürünemez hâle geldi. Yakın dönemde restorasyon görmüş olan anıtsal yapılar, idari yapılar, cami ve kiliseler, sinagoglar, kullanılamaz duruma geldi. Bugün geldiğimiz aşamada hâlen yıkımın kavranması güç boyutu ve ölçeğinin yeterince anlaşıldığını ya da yıkımın bu boyutta olmasının nedenlerinin etüt edilerek, bundan sonrası için gerekli tedbirlerin alınmaya başlandığını söylemek çok mümkün görünmüyor. Fakat merkezî ve yerel yönetim, özel sektör, ulusal ve yerel inisiyatifler, bu sürecin farklı aşamalarında, değişen konumlarda etkili oluyor. Henüz netleşmiş bir uzlaşı zemini ya da yol haritası görünmese de, özellikle yerel halkın ve Antakya’nın bir an önce deprem öncesi eski güzel hâline dönmesi gerektiğini düşünenlerin tarihî kent dokusuna dair umutları örtüşüyor gibi görünüyor. Deprem sonrası dönem için sözü edilen kültür mirasının bileşenlerini, büyük ölçüde, “Antakya Yürünebilir Kent Tarihi Rehberi”nin yapısal unsurlarıyla eşleştirmek mümkün. Hâl böyle olunca, bundan önceki paragraflardan yanında (*) işareti olanlara bir açıklık getirmek gerekiyor.
6 Şubat depremlerinden sonra
Antakya Yürünebilir Kent Tarihi Rehberi
Bu paragraflarda ve rehberden alınan görsel malzemede referans verilen tarihî yapılar günümüzde yıkılmış, ağır hasar almış ya da kullanılamaz durumda. Yine bu paragraflarda, bu rehber sayesinde “mümkün” olduğu belirtilen pek çok eylemi; örneğin Habib-i Neccar Dağı’ndan Asi Nehri’ne doğru avlulu evlerin arasındaki dar sokaklardan yürümenin, depremlerden neredeyse dört ay sonra, şu anda bile mümkün olduğunu söylemek güç. Öte yandan, rehberin –ismi anılmayan ama orada olduğu bilinen– esas bileşeni olan yerel halk (ve onun doğal, kendiliğinden neşesi), belki de bir insan ömrü içerisinde alınabilecek en büyük yarayı almış durumda ve şimdi her birinin omzunda, dünya durdukça orada kalacak bir yük var. Bir taraftan da, güzel Antakya’nın depremden önce fiziksel olarak nasıl bir görünümü olduğuna ilişkin tüm belgeler, fotoğraflar, yazılar, yapılan araştırmalar, şimdi bambaşka bir ihtiyaçla, deprem öncesine göre daha anlamlı ve değerli.
Aslında bütün bu tespitler, “Yürünebilir Tarih”in kendi rotasında da başka bir yönelime işaret ediyor. Bundan iki yıl önce bu projeyi ilk defa önerdiğimde ve destek sayesinde çalışmaya başladığımda, projenin esas işlevinin kentteki “aidiyet” hissini “tarihi öğrenerek” güçlendirmek, bu sayede tarihî dokunun sahip çıkılarak korunmasına bir katkı sağlamak gibi bir içeriği olduğunu düşünüyordum: Yürümek, yürürken bu yapıların özelliklerini, geçmişini öğrenmek, yerel halkın kendi geçmişinin izlerini bu yapılar vasıtasıyla sürmeye ilgi duymasını sağlamak… Fakat depremden sonra, Antakyalıların kent ve tarihî dokusuna olan “aidiyet” hissine ilişkin en küçük bir soru işaretimin olmadığını söylemeliyim. Antakya’nın, bu önemli yapıların, yapılı ve doğal unsurların geçmişini ve tarihsel süreçte içinden geçtiği aşamaları öğrenmek, şimdi artık başka bir sürece yardım etme potansiyeli taşıyor. Belki de depremlerin verdiği zararların onarımı konusunda, onarılması en gerekli olanın; yerel halkın ruhunun onarımında, kentin tarihiyle ilgili yapılmış çalışmaların doğru şekilde aktarılması süreçlerine büyük bir rol düşüyor. Yüzyıllar içerisinde her bakımdan “çok katmanlı” bir kenti inşa etmiş olan Antakyalıların, burada nasıl bir medeniyetin, ne şekilde fiziksel, sosyal, ekonomik, kültürel yapılar oluşturduğunu hatırlaması, bu kadim bilgilere sırtını yaslayarak doğrulması, büyük bir hasar almış ruhunu, Antakya’nın tarihindeki bilgiyi hatırlayarak iyileştirmesi gerekiyor. “Antakya Yürünebilir Kent Tarihi Rehberi”nin bundan sonraki işlevi; Antakya kentinin tüm katmanları ve bileşenleriyle onarılması sürecinde yerel halkla gerek fiziksel olarak gerekse dijital olanaklarla bir araya gelmek, “kaybedilmiş” ya da “yaralanmış” olan dokunun öncesine dair bilgiyi paylaşmak, yerel halkın bu yapılarla bütünleşmiş (ve onların bir parçası hâline gelmiş) olan anılarını kayıt altına almak, sokaklarında beraber yürürken “enkaza –ve ondan geriye kalan boşluğa– bakıp Antakya’yı görme”nin yollarını aramak olmalı. Çünkü defalarca yıkılıp yeniden ve aynı yerde kurulan bu kadim şehir, ancak onu oluşturan nüfusuyla, kültürüyle, hatırlamakla, tarihten (ve artık deprem öncesinden) geri çağrılan güzel yapılarıyla iyileşebilir, onarılabilir. Bu süreçte bize ve “Yürünebilir Tarih” dâhil olmak üzere bu alanda geliştirilen araçların üzerine düşen, bu hatırlama ve hatırlatma sürecinde sorumluluk almak gibi görünüyor. Çünkü ancak bu şekilde, “Geri döneceğiz Hatay!” sözünün aktörlerinin kente geri dönmesine ve döndüklerinde, Antakya’yı deprem öncesinde hatırladıkları şekilde bulmasına destek olabiliriz.
Yazının içinde bazen hikâyenin seyrinde, bazen de cümle sonlarında kendini gösteren “zaman kayması”nın farkında olup; bu eylemin Antakya’da tarihî dönemler, 2021 yılı ve 2023 yılının deprem sonrası döneminde gerçekleşen “zeminin bütünüyle kayması” durumuyla tutarlı ve temsil açısından uygun olduğunu düşünmekteyim.
Tuğçe Tezer, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi (MSGSÜ) Şehir ve Bölge Planlama Bölümü’nde öğretim üyesidir. 2010 yılında Yıldız Teknik Üniversitesi Şehir ve Bölge Planlama Bölümü’nden lisans, 2013’te aynı üniversitenin Kentsel Mekân Organizasyonu ve Tasarımı Programı’ndan yüksek lisans, 2019’da MSGSÜ Şehircilik Programı’ndan doktora derecesini aldı. Çalışmalarını şehir planlama, kent tarihi, tarihsel coğrafya, kentsel morfoloji ve Antakya üzerine sürdürmekte olan Tezer’in bu alanlarda yayınları bulunmaktadır. 2021 yılında Salt Araştırma Fonları’yla desteklenen “Antakya Yürünebilir Kent Tarihi Rehberi”ni hazırlamıştır. 2022-2023 yıllarında kentsel morfoloji üzerine doktora sonrası araştırmalarını TÜBİTAK Yurtdışı Doktora Sonrası Araştırma Bursu desteğiyle Antakya’nın 1910-1960 dönemine odaklanarak Porto Üniversitesi’nde tamamlayan Tezer, Şubat 2023’ten beri Antakya’nın depremler sonrası onarımı için çalışmaktadır.
- 1.Çalışmaya ilişkin bir yazı için bkz. Tuğçe Tezer, "Antakya Yürünebilir Kent Tarihi Rehberi", 2022, https://www.tasarimrehberleri.com/diyalog/antakya-yurunebilir-kent-tarihi-rehberi/.
- 2."Yeniden çizim" kavramına ilişkin olarak bkz. Ayşegül Cankat'ın 26 Mayıs 2021'de MSGSÜ Şehir ve Bölge Planlama Bölümü tarafından düzenlenen Çarşamba Seminerleri kapsamında yaptığı "Gecekondu: Şekillenmeyen Mekânlar; Direnç, Çeşitlilik, Yaratıcılık" başlıklı sunum.
- 3.1929-1930 yılı Fransız Kadastral Haritaları, Hatay Büyükşehir Belediyesi Arşivi; Jacques Weulersse'in 1931 yılı Antakya Haritası, Paul Jacquot, Antioche Centre de Tourisme; 1972 yılı Antakya Şehir Rehberi, 1/10.000 ve 1992 yılı Antakya Şehir Rehberi, 1/5.000, Millî Kütüphane Harita Arşivi.
- 4."Bitişerek katmanlaşma" (juxtapose) kavramı, yazarın Doktora Tezi Savunma Jürisi'nde (2019) Murat Güvenç tarafından önerilmiştir.
- 5.Annuaire Oriental adlı ticaret yıllıklarına Salt Araştırma Kent, Toplum ve Ekonomi Arşivi'nde yer alan Yıllıklar koleksiyonundan erişilebilir.
- 6.Çalışmada kullanılan eski Antakya fotoğrafları için referanslar; (1) Antakya Belediyesi, 2009 Antakya Koruma Amaçlı İmar Planı Raporu; (2) Mehmet Mursaloğlu Arşivi, Şehr-i Hatay Kitabı, Hatay Büyükşehir Belediyesi; (3) Hatay Büyükşehir Belediyesi Arşivi; (4) Tuğçe Tezer'in kişisel arşivi ve ilgili kurumların internet sayfalarıdır.
- 7."Antakya Yürünebilir Kent Tarihi Rehberi"nin referans dosyasına bu bağlantıdan erişilebilir.
- 8.Tuğçe Tezer, "Önce | Antakya'da Deprem | Sonra", Spektrum – Tasarım Rehberleri, Sayı: 9, Nisan 2023, ss. 183-194. ve "Depremin Üçüncü Ayında Antakya", Tükenmez Kalem, 2023, ss. 33-37.