Kentlerin Gözünden Cumhuriyet'in Yüz Yılı: Kısa Zamanda Çok Yol Kat Edebildik Mi?

Ayşe Köse Badur

6 Ekim 2023

5 Mehmet Kacmaz Esenyurt, İstanbul, 2022 (Fotoğraf: Mehmet Kaçmaz) <br />
Esenyurt, İstanbul, 2022 (Fotoğraf: Mehmet Kaçmaz)

Ayşe Köse Badur, Salt’ın farklı alanlardan akademisyen ve araştırmacıların katkılarıyla hazırladığı Cumhuriyet’in 100. Yılı programları kapsamında yayımlanan yazısında, Türkiye’nin kentleşme tarihini siyasi, ekonomik ve toplumsal dinamikler ışığında inceliyor.

Türkiye Cumhuriyeti yüzüncü yılını geride bırakırken, bu yüz senelik serüveni farklı açılardan yeniden değerlendirme heyecanı ve telaşı içindeyiz. Cumhuriyet’in yüz senesine bakmak için kentleşme olgusu bize geniş bir bakış açısı sunuyor. Kentlere ve kentleşmeye odaklanarak Türkiye’nin bu süreçte nasıl evrildiğini anlamak mümkün. Nitekim siyaset büyümekte olan kentler hakkında söz sahibiyken, geçtiğimiz yüz sene içerisinde kentleşme olgusunun kendisi ve kentlerin kapasitesi siyasetin temel konusu hâline gelip ona yön verir duruma gelmiştir. 1927 yılında %24,2 olan kentleşme oranı bugün %70’leri aşmıştır.1 Bu yazıda, yüz yıllık bu döneme kentleşme olgusu üzerinden siyasi, ekonomik, toplumsal boyutları da göz ardı etmeden odaklanmaya çalışacağız. Yazının ilk bölümü 1923’ten 1950’ye uzanan erken Cumhuriyet dönemini, ikincisi tarımda teknolojik dönüşüm ile kırdan kente göçün ivme kazandığı ve kentleşmenin önemli bir olgu olarak siyasi ve gündelik yaşama oturduğu 1950-1980 yılları arasını; üçüncü bölüm ise 1980’den 2000’lere küreselleşmenin güç kazandığı dönemde Anadolu kentlerinin yükseldiği ve genel olarak kentlerin metalaşmaya başladığı dönemi ele alıyor. Son bölüm ise 2000’ler neoliberal ekonomik modelin şemsiyesi altında hizmetlerin daha da büyüdüğü, inşaat sektörünün, kentleşmenin ve orta sınıflaşmanın ekonominin temel dinamiği hâline geldiği dönemi kapsıyor. Kentler ve içinde akan hayat, bir başka deyişle tüketim ile iç içe geçen yaşam tarzı bu sürecin önemli metalarından biri hâline gelmiş durumda. Bu süreçte sürdürülebilir, dirençli ve yavaş yerellikler ortaya çıkmış olsa da, genel itibarıyla hızla ve eşitsiz biçimde büyüyen kentlerin Türkiye’ye ve dünyaya egemen olduğunu görüyoruz. Diğer yandan, ekonomik ve toplumsal eşitsizlikler, kutuplaşma, afetler, salgınlar, iklim ve gıda krizleri insanlığı tehdit ediyor ve bu durumun etkileri en çok nüfusun yarıdan fazlasının yaşadığı kentlerde hissediliyor. Yüzyıllık bakiyenin tüm olumsuzluklarına karşın, yazının son kısmında ikinci yüzyıla dair beslenen umutların tohumları ekilmiştir.

Ulus Devletin Gölgesindeki Kentler (1923-1950)

1 Burak Kara Taksim Meydanı, İstanbul, 2020 (Fotoğraf: Burak Kara) <br /><br />
Taksim Meydanı, İstanbul, 2020 (Fotoğraf: Burak Kara)


Erken Cumhuriyet dönemi imparatorluktan ulus devlete geçişin yeni tamamlandığı, on senelik savaş sürecinin ardından barışın inşa edildiği dönemdir. Bu döneme damgasını vuran temel mesele, ulus devlet inşasının ve yeni insan modelinin nasıl olacağıdır. Bu bağlamda nasıl bir kentleşme ve en başta da nasıl bir başkent sorusu gündeme gelmiştir. Nitekim Türkiye’de Cumhuriyet’in ilanından önce atılan ilk adım, Osmanlı’nın başkenti İstanbul’a karşılık yeni ulus devletin başkentinin belirlenmesidir. 13 Ekim 1923’te başkent ilan edilen Ankara, erken Cumhuriyet dönemi kentleşmesinin ve kent tahayyülünün önemli bir simgesi olmuştur. İmparatorluk mirasını gözlerden uzak tutan yeni siyasi rejim, bu dönemde bir başkent için gerekli altyapıdan yoksun olan Ankara’yı, rejimi temsil eder nitelikte inşa etmeyi amaçlamıştır. Ankara başta olmak üzere kentlerde uygulanan erken Cumhuriyet mimarisi, modernist ve modern olanı millîleştiren bir yaklaşıma sahiptir. Bu süreçte yükselen başkentin soyut, geometrik ve sade yapıları sağlıktan kültüre, eğitimden sosyal donatılara Cumhuriyet’in en sade ve açık temsillerini oluşturmuştur. Söz konusu yapılar, inşaat sektörünün yetersizliği, mevcut yapı stoku gibi nedenlerle dönemin uluslararası modern ve kanonik yapılarından farklılaşmaktadır. Ancak tüm bu kısıt ve engellere rağmen Cumhuriyet eliti için Ankara, mimarideki uluslararası modernizmin, reform ve değişimin simgelerinden biri olmuştur.2

Bu dönemdeki önemli bir diğer gelişme ise Cumhuriyet’in demiryolu projesi ile ulusal pazarın oluşturulması ve Anadolu kentlerinin birbirine bağlanmasıdır. Gerek yeni hatların inşa edilmesi gerekse mevcut ağların millîleştirilmesi ile genişleyen demiryolu ağı sayesinde ulusal pazar, yerel yerleşim merkezleri hariç büyük ölçüde entegre edilmeye çalışılmıştır.3 Demiryolu ağının gelişmesine rağmen bu dönemde toplumsal mobilizasyonun, kırdan kente toplu göçün kısıtlı olduğunu ve hatta mevcut iktidar tarafından pek de desteklenmediğini ilave etmek lazım. Hatta tam aksine, “yerinde toplumsal dönüşüm” arzusuyla tarımın ve köyün gelişimi için köylünün yerinde eğitimine öncelik verilmiştir.

Dönemin en önemli özelliklerinden biri de kentlerde yaşayan nüfusun niteliksel değişimidir. Osmanlı’dan Cumhuriyet’e on yıllık savaş süreci nüfusu sadece niceliksel olarak değil, niteliksel olarak da değiştirmiştir. Bugünkü Türkiye’nin sınırları içerisinde iki milyonluk nüfus kaybının olduğu düşünülmektedir.4 Diğer yandan tehcir ile Ermeni nüfus; gerek Kurtuluş Savaşı öncesi ve sırasında gerekse mübadele sonrasında Anadolu’daki Rum nüfus ülkeyi terk etmiştir. Rum ve Ermeni nüfusun kaybı aynı zamanda tarım, işçilik, zanaat, hizmetler ve finans gibi uzmanlık gerektiren bilgi ve becerinin de kaybı anlamına gelmektedir.5 Yeni kurulan Cumhuriyet’te nüfusun büyük çoğunluğu kırsalda ve küçük köylülük yapısı içinde yaşamaktadır. 1927 yılında gerçekleştirilen ilk sayıma göre toplam 13.648.270 olan nüfusun %75,8’i belde ve köylerde, %24,2’lik bölümü ise il ve ilçe merkezlerindedir.6

1923 ile 1950 yılları arasında kentler, beşerî sermayenin kaynağı ve özellikle askerî-bürokratik kadronun yetişmesi açısından kilit yerler olarak merkezî konumunu sürdürmüştür. Bu erken dönemde İstanbul, İzmir, Ankara, Adana ve Bursa’nın, eğitim ile ekonominin temel motoru olarak öne çıkan kentler olduğunu görmekteyiz. Bir yandan da bu kentlerdeki toplumsal yapı dönüşmektedir. Örneğin, kentlerde belediye hizmetlerinden bankacılığa dek pek çok hizmeti sağlayan yabancı sermaye çekilmiş; hizmetler alanında millîleştirme süreci başlamıştır. Yabancı sermaye kontrollü biçimde sanayi yatırımları ile gelmeye başlamış, ancak bu sefer sadece Batı ülkeleri değil Sovyetler Birliği de pazara girmiştir. Devlet bürokrasisi ve sanayi yakın bir iş birliği içindedir. Özellikle tüccar sınıf bu erken dönemde sanayiye yönelmiştir.7 Bu süreçte büyük kentler karar alma mekanizmaları, insan kaynağı ve uluslararası ağlara eklemlenmesi açısından Türkiye’nin geleceği için son derece önemli bir konuma sahiptir.

Yeni Bir Perde Açıldı: “Seni Yeneceğim İstanbul” (1950-1980)

1950’ler, kırdan kente göç ile gecekondulaşmanın başladığı, nüfusun kentlerde yoğunlaştığı dönemdir. Sanayinin kümelendiği ve hizmetler bağlamında yaşam kalitesinin yükselmeye başladığı bir sürece girilen kentlerde yaşam; toplumsal hareketlilik, üniversiteler, gençlik hareketleri, sinematekler, parklar, gazinolar ile canlı bir görünüme sahiptir. Kent sokakları ise yoğun bir kitle siyaseti ile çalkalanmaktadır. Ulusal kalkınmacılık anlayışının hâkim olduğu bu dönemde özellikle büyük kentler Türkiye’deki yaşamın merkezi hâline gelmeye başlamıştır.

Türkiye, İkinci Dünya Savaşı’na girmese de savaş ekonomisi uygulamış; bu politikaların sonucunda gerek kentli gerekse de köylü kesim savaştan yorgun ve yıpranmış olarak çıkmıştır. Soğuk Savaş döneminde ise demokratik ve liberal Batı kanadının içinde yer almış; Avrupa’nın yeniden yapılandırılması için ABD’nin Avrupa ülkelerine sağladığı destekler kapsamında Marshall Yardımı’ndan faydalanmıştır. Bu dönemde tarımda traktörleşme, teknolojik atılım ve devlet desteklerinin artması ile önemli bir dönüşüm sürecine girilmiş; bu hızlı gelişme küçük köylülüğü ve aile işletmelerine dayalı kırsal iş gücünü çözülmeye bırakmıştır. Diğer yandan çocuklarının kentlerde daha iyi bir yaşama sahip olabileceğini düşünenlerin sayısı da artmaktadır.8 ABD yardımlarının etkisiyle otoyollarda gelişme kaydedilirken, kentlerde sanayi büyümektedir. Artık köylerini umutla terk edenler için son durak Haydarpaşa Garı’dır. 1950 ile 1980 yılları arasında otuz yaş altı on milyon kadın, erkek ve çocuk kent merkezlerine göç etmiştir. Bu dönemin başında il ve ilçelerde yaşayanların oranı %25 iken, 1980’de bu oran %53’e yükselmiştir.9 Bu rakamlar bize toplumsal hareketliliğin boyutu hakkında net bir fikir vermektedir.

Diğer taraftan, 1942’de uygulanan Varlık Vergisi ve ardından gelen 6-7 Eylül 1955 olayları, 1964 Kıbrıs Krizi ve 1974 Kıbrıs Çıkarması gibi olaylar kentlerdeki gayrimüslim nüfusun hızla ülkeyi terk etmesine sebep olmuştur. Gecekonduların ortaya çıkması, eski konakların yıkılıp apartmanlaşmanın hız kazanması ve büyük kentlerdeki mülk sahipliğinin el değiştirmesi bu dönemin belirleyici özellikleri arasındadır. Kentlerin eski sakinlerinin çoğu ülkeden ayrılırken, Anadolu’dan ikbal heyecanıyla dolu yeni bir nüfus büyük kentlere doğru yola çıkmaktadır.

Ayrıca İkinci Dünya Savaşı sırasında Türkiye’nin uyguladığı savaş ekonomisi kentlerdeki yatırımları durdurmuş ve onları bakımsız bırakmıştır. Kente yeni gelenler nerede oturacaklardır? Sanayi mahallelerinin yakınında bulunan Osmanlı mülkiyet rejiminden miras boş kamu arazileri “gece konan evlerin” adresi olmuş;10 1950’leri takip eden on yıllar boyunca gecekondu mahalleleri büyük kentlerde hızla büyümeye başlamıştır. Gecekondular uzun bir süre kaçak yapılar olarak kalmış; ancak hemşehrilik ilişkileri sayesinde kamu bürokrasisine erişebilenler konut sorununu çözebilmişlerdir.11 Bu gecekondu mahalleleri zaman içerisinde formel sisteme dâhil olmuştur. Bu durumun sebebi de yoğun göç ile birlikte esas olarak 1950’de ivme kazanan çok partili siyasi sistemin yumuşak karnı olan popülist politikalardır. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra gelişen Türkiye ekonomisi sayesinde refah düzeyi artan kentlerde hızlı bir apartmanlaşma süreci başlamış; yükselen orta sınıf kentsel değişimin ana tetikleyicisi olmuştur. Eski konaklar, müstakil evler, sayfiyelerin alçak katlı binaları yavaş yavaş yüksek apartmanlara dönüşmüş ve kentlerdeki ilk siteler inşa edilmiştir.12

1960’lı yılların sonlarına doğru ekilebilir toprakların sonuna gelinmiş; aynı dönemde büyük kentlerin nüfusu %5’ten fazla büyümüştür. Oysa özellikle sanayideki iş imkânları aynı oranda geniş değildir.13 Bu dönemde kırdan kente göçenler hem formel hem de enformel sektörlerde çalışmışlardır. Özellikle hemşehrilik ağları sayesinde sanayide iş bulanlar olduğu gibi işportacılık ve seyyar satıcılık yapmak zorunda kalanlar da vardır. Bu açıdan kentte var olma mücadelesinde hemşehrilik bağları son derece önemli olmuştur. İlk kuşak kadın göçmenler içinse fabrikalar kadar kentlerde gelişen orta sınıf ailelerin ev içi hizmetleri en önemli çalışma alanlarındandır. 1960’lar ve 1970’lerde Türkiye’deki hızlı büyüme dalgası kentlere göçenlere geniş olanaklar sunsa da, 1970’lerin sonunda göçün hızı bu döneme özgü olarak yavaşlamıştır. Zira 1970’ler dünya ve Türkiye ekonomisinde bir durgunlaşma dönemidir ve bu durum kentleşmeye de yansımıştır. Hükümetlerin tarım destekleri, kentlerde daha da güçlü hissedilen enflasyon ve özellikle 1975-1980 yıllarında kentlerde artan siyasi şiddet kentleşmenin hızını bir nebze de olsa kesmiştir.14 Ancak 1980’lerde değişen siyasi ve ekonomik ortam ile göç de kentleşme de karakter değiştirerek yeniden ivme kazanacaktır.

Son olarak şunu da eklemek gerekir ki özellikle 1960’lardan itibaren kentte yaşamak ve kentlilik tüm dünyada olduğu gibi dönüşmeye başlamıştır. İkinci Dünya Savaşı’nın ardından bir nüfus patlaması yaşanmış ve 1914’ten beri bolluk içinde yetişen ilk kuşak olarak ortaya çıkan 68’liler, dünyanın farklı kentlerinde siyasetten kültüre her alanda daha fazla özgürlük ve demokrasi talebiyle sokakları işgal etmişlerdir. Bu dönemde uygulamaya koyulan merkezî sınavlar neticesinde üniversite bir buluşma alanı hâline gelmiştir. Kadınlar henüz eşit seviyede olmasa da artan oranda üniversite öğrenimine katılmaktadırlar. Artık sadece kentli üst ve orta sınıflar değil, kırsaldaki öğrenciler de giderek daha fazla sayıda olmak üzere üniversitelere kaydolmaktadır. Bir yandan özellikle 1960’larda kültür hayatı ve yayıncılık faaliyetleri canlanırken, diğer yandan on yılın sonlarına doğru gecekondu mahallelerinden dolmuşla işe gidenlerin sesini arabesk müzik duyurmaya başlar. Formel ağların yanı sıra 1961 Anayasası’nın da etkisiyle sendikal haklar kuvvetlenmiş; Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu (DİSK) gibi sendikal örgütler sayesinde, kente göçen ve sanayide çalışan yeni kentliler yeni toplumsal ağların içine girmişlerdir. 1970’lerde hüküm süren krizler ve siyasi çatışmalar ise kentleşmenin dahi hız kesmesine sebep olacaktır.

Küresel Ağlara Eklemlenen Kentler (1980-2000)

2 Burak Kara Büyük Çamlıca Camii, İstanbul, 2020 (Fotoğraf: Burak Kara) <br /><br />
Büyük Çamlıca Camii, İstanbul, 2020 (Fotoğraf: Burak Kara)


1980’lerde dünya yeni bir devreye girer: Artık ideolojiler ve duvarlar yıkılmakta; teknoloji ve finans gibi sektörler yükselirken hizmetler alanı büyümekte, kentler ve kentler arası akışkanlıklar öne çıkmaktadır. Herkesin dilinde sihirli bir kavram vardır: “Küreselleşme”. Artık herkes neoliberalizmin üflediği rüzgârda, aynı denizde ve aynı gemidedir. Kentler küresel dünyanın en önemli sahnesi hâline gelmiştir.

Bu paradigma değişikliği nedeniyle 1980 sonrası kentleşme ve göç dinamikleri artarak devam eder. Türkiye de bahsi geçen gelişmelere ayak uydurur. 12 Eylül askerî darbesinin ardından uygulamaya koyulan yeni politikalar, ekonomiyi hızla dışa açarak özelleştirme ile serbestleşme süreçlerini başlatır. Bu dönemin bir diğer önemli özelliği de sanayinin kısmen de olsa yavaş yavaş büyük kentlerin merkezinden çeperine ya da Anadolu kentlerine doğru yayılmasıdır. İhracata dayalı ekonomi politikalarının uygulanması ile bu kentler önem kazanmaya başlamıştır. Kırdan kente doğru göç artmış, ancak bu göçün istikameti İstanbul, Ankara ve İzmir’in yanı sıra Antalya, Bursa, Denizli, Eskişehir gibi kentler olmuştur. Diğer yandan Konya, Kayseri, Gaziantep, Kahramanmaraş gibi Anadolu kentleri de ucuz emek ve ihracat pazarlarına yakınlık gibi faktörler sayesinde ulusal ve ulusötesi kurum ve ortaklarla iş birliğine geçen kentler arasına girmiştir.15

Türkiye’de 1970’lerde gerek ekonomik kriz gerekse de siyasi çatışma nedeniyle yavaşlayan göç, 1980’lerde baş gösteren Kürt sorunu ile hızlanmış ve etnik bir karaktere bürünmüştür. Ancak bu sefer göç sadece üç büyük kente değil; Adana, Mersin, Bursa ya da daha büyük bölge kentlerine doğru da hareket etmiştir. 2000’lere dek siyasi ve ekonomik istikrarsızlıklarla karşılaşılsa da kentleşme alanında yine yukarı doğru giden bir ivmeye tanıklık edilmiş; ilk kez 1980’lerin ortasında kentteki nüfus kırdakini geçmiştir. Diğer yandan göç dalgalarının hız kazanması, 1980’lerde sosyal refah politikalarının zayıflaması ve ulusal kalkınmacılık döneminin sonuna gelinmesi ile birlikte kente yeni göç edenleri barınmadan istihdama kadar daha kırılgan koşullar beklemektedir.

Kentlerde sanayi yerine hizmet, finans, turizm ve kültür sektörlerinin öne çıkması, Türkiye’deki kentleri ve özellikle bir küresel kent olmaya aday İstanbul’u etkilemiştir. Ayrıca 1990’larda farklı siyasi partilerin yönetime gelmesiyle kente dair kurgu ve tahayyüller de çeşitlilik göstermiştir.16 Büyük kentler, özellikle de İstanbul, bu dönemde daha önce hiç olmadığı kadar “arzu ve tüketim nesnesi” hâline gelmiştir. Gecekondu mahallelerinin dönüşümü, kent çeperlerinde yeni orta sınıflar için sitelerin inşa edilmesi, kent içindeki sanayinin yerini plazaların alması gibi gelişmelerin ardından, 1984 yılında dar gelirlilerin ev sahibi olmasını sağlamak üzere Toplu Konut İdaresi (TOKİ) kurulmuştur. 2000’lerde yeniden yapılandırılan kurum, kentleşmenin en temel ve dönüştürücü aktörlerinden birisi olmuştur. Bu gelişmelerden etkilenen Anadolu kentleri de özellikle küresel ekonomiye eklemlenme kapasitelerini geliştirerek öne çıkmaya başlamıştır. Kentlerin büyüme ve tüketim merkezlerine dönüşmesi süreci 2000’lerde daha kesin, yapısal ve kurumsal bir biçim alarak hızla devam edecek; 2023 yılında kentler siyasetin en kritik odak noktalarından birisi olarak karşımıza çıkacaktır.

Büyüme ve Kalkınma, Merkezîleşme ve Yerellik Arasında Kentler (2002-2023)

3 Burak Kara İstanbul, 2020 (Fotoğraf: Burak Kara) <br /><br />
İstanbul, 2020 (Fotoğraf: Burak Kara)


2000’li yıllardaki kentleşme eğilimine baktığımızda fizik çevreden nüfusa, sosyal donatılardan çevreye dek hızlı ve çok boyutlu bir dönüşümün yaşandığını söyleyebiliriz.17 2007 yılında Birleşmiş Milletler İnsan Yerleşimleri Programı (BM-HABITAT) ve BM Nüfus Fonu 3,3 milyardan fazla insanın kentlerde yaşadığını, kent nüfusunun kır nüfusunu geçtiğini belirtmiştir: Dünya artık “kent çağı”nda yaşamaktadır.18 Nüfusun özellikle İstanbul, Ankara, İzmir, Bursa ve Adana gibi kentlerde yoğunlaştığı Türkiye’de ise kentleşmenin özellikle hükümet politikalarının bu alana odaklanması ile kabuk değiştirdiğini söylemek mümkün. 2000’ler, kentlerin ve yerelin önem kazandığı, siyasetin kentlerde belirlendiği, kentsel mekânların dönüşümünün en önemli politik müzakere ve çatışma konusu hâline geldiği dönemdir.

Neoliberal ekonomi politikaları ve küreselleşme gibi uluslararası dalgaların tüm dünyada kentleri daha da değerli bir meta ve arzu nesnesi hâline getirmesiyle birlikte 2000’lerin en önemli meselelerinden biri kentsel dönüşüm projeleridir. İlk kez Sulukule ile gündeme taşınan bu süreç, derin bir toplumsal değişime ve çatışmaya da yol açmaktadır. Nitekim merkezden ve özellikle TOKİ eliyle yürütülen bu projelerde, İstanbul ve Anadolu’nun pek çok yerinde bugün de görüldüğü üzere, gecekondu bölgeleri boşaltılmakta; kent yoksulları TOKİ üzerinden konut piyasasının içine çekilmekte ve alışık olmadıkları bir sosyal çevrede, kent merkezine uzak bir biçimde yaşamaktadır. Kent yoksullarına, depremde evi yıkılanlara veya evleri kentsel dönüşüme girmiş olanlara pek fazla seçenek bırakılmamaktadır. Bu dönemde hem afet hem de farklı zorunluluklardan dolayı ev sahibi olma sürecinin finansallaşmasına tanık olunmuştur.19

4 Mehmet Kacmaz Esenyurt, İstanbul, 2022 (Fotoğraf: Mehmet Kaçmaz)<br /><br />
Esenyurt, İstanbul, 2022 (Fotoğraf: Mehmet Kaçmaz)


İnşaat ekonomisinin güçlenmesi ile dönüşen kentlerde hızla açılan üniversiteler, değişen sosyal çevre ve toplumsal hayat da bu dönemin belirleyici dinamikleri arasında yer almıştır. Karşılaşılan temel sorunlardan birisi de kentlerin hızlı biçimde büyümesine karşın, kentlere has katılımcı ve özgürlükçü havanın değil, aksine muhafazakâr kimliğin ağır basmasıdır.20 Başta toplumsal cinsiyet olmak üzere kapsayıcı ve yaratıcı politikaların yeterince benimsenmemesi, yaşam kalitesi ve sürdürülebilirlik bakımından önemli sorunlar yaratmaktadır. Bugün kentleşme ve orta sınıflaşma hız kazansa da yaşam kalitesi ve sürdürülebilirlik için elzem olan değerlerin aynı derecede benimsendiğini söylemek oldukça zor. Örneğin, kadınların kent yaşamına katılımının gerek toplumsal cinsiyet gerekse de yerel yönetimlerin hizmet kalitesi bakımından yeterli olup olmadığı tartışma konusudur. Kırılgan grupların; göçmenlerin, yaşlıların kent hakkına ne derece eriştiği, ihtiyaçlarının ne kadar dinlendiği de soru işaretidir. Sivil toplumun yer aldığı kent konseyleri bugün Türkiye’nin her tarafında ihtiyaçların karşılanmasına yönelik olarak çalışmalar yürütmektedir. Ancak her kentte aktif olduklarını söylemek pek mümkün değildir. Yaşam tarzı konusunda gözlenen hoşgörü eksikliği bilhassa Anadolu kentleri için önemli bir noktadır. Üniversiteden yeni mezun gençler kadar beyaz yakalılar da özellikle Anadolu kentlerinde kalmayı tercih etmemekte; neticede üretimin omurgasını oluşturan yaratıcı sektörler atıl kalmaktadır.

Anadolu kentleri 2000’ler boyunca göç almaya devam etmiş olsa da, göçün koşulları önceki kuşaklardan farklılaşmıştır. Gerek toplumsal kutuplaşma gerekse kentlerdeki hızlı dönüşüm süreci, kente yeni gelenleri doğrudan enformel sektörlere hapseden, çok daha kırılgan koşullar yaratmaktadır. Diğer yandan aşırı merkezîleşme ve kentlere dair önemli kararların hükümet tarafından alınması, yerelleşmenin, katılımcılığın ve kent hakkının önünde önemli bir engel olarak durmaktadır. Bu bağlamda özellikle merkezden verilen kararlarla uygulanan kentsel dönüşüm projeleri, kadim Anadolu kentlerinin kültürel hafızasını da tehdit etmektedir. Gerek mahalle kültürü gerekse tarihî doku kimi kentlerde yok olmakta; hatta bazı projeler yerel halkın eleştiri ve itirazlarına rağmen devam etmektedir. Yeni banliyöler ve siteler, alt ve üst geçitler, büyük marketler, alışveriş merkezleri ve tüketime dayalı kamusal hayat, kentlerdeki dayanışma kültürünü olumsuz biçimde derinden etkilemektedir. Aynı zamanda bu alanlar, Türkiye’de toplum ile siyasi aktörlerin en çok karşı karşıya geldiği yerler hâline gelmiştir.

Cumhuriyet’in Yüzüncü Yılında Kentler

Cumhuriyet kurulduğu sırada Birinci Dünya Savaşı yeni bitmiştir ve ikincisinin başlamasına on altı yıl vardır. Türkiye, son derece tekinsiz ve kırılgan bir uluslararası düzende ulusal egemenliğe dayanan ve kendi kendine yeten bir ülke olmayı başarmıştır. Bugün Cumhuriyet’in yüzüncü yılını idrak ederken yine dünyanın tekinsiz bir evresindeyiz. Belki topyekûn savaşlar yok, ancak bölgesel savaşlar, enerji krizleri, aşırı kutuplaşma, bilgi kirliliği, iklim krizi gibi tehditlerle karşı karşıyayız. Türkiye için de son derece karmaşık bir süreç olacağı şüphesiz. Küresel tehditlerle birlikte neoliberalleşme, aşırı merkezîleşme ve kutuplaşma kıskacı altındaki Türkiye’nin bu sorunları, kentleri ve kentlerdeki gündelik hayatı, yaşam kalitesini doğrudan etkilemektedir. Diğer taraftan kentlerdeki büyüme ya da kentlerin yönetimi siyasi iktidarların ikbali anlamına gelmektedir. Katılımcılık tüm dünyada en önemli yönetim ilkelerinden birisi olarak benimsenirken Türkiye’de sivil toplum inisiyatiflerinin zayıfladığı, öneri ve eleştirilere kulak verilmediği, hatta “kent hakkı”na dair sözlerin sakıncalı bulunabildiği bir döneme girilmiştir. Üstelik, özellikle son yirmi beş yılda ivme kazanan kentleşme ile yapı stokunun sürekli artması, trafiğin kilitlenmesi, hizmetlerin zayıflaması, yeşil alanların erimesi de afet, salgın ve iklim değişikliği riskinin yanında yeni zorluklara işaret etmektedir. Nüfusun kümelendiği kentlerde, siyasi cereyanların etkisiyle toplum olma hissiyatının erozyona uğraması ve cemaatlere bölünen kent yaşamının izlerinin sıklaşması, sorunların bir başka dikkat çekici boyutudur. Son yüz senede köylülük çözülmüşse de kentliliğin ve hatta yurttaşlığın inşası oldukça sorunlu bir biçimde seyretmiştir.

Cumhuriyet’in en önemli birikimi ise sürdürülebilir ve yaşanabilir kentler konusunda bilgi ve tecrübeye sahip kuşakların yetişmesidir. Kent bilimciler, mimarlar, şehir plancıları, kent tarihçileri, sosyologlar, sivil toplum kuruluşları ve yerel yönetimlerde çalışanlar gibi çok farklı meslek gruplarından insanlar kent ile artık onun ayrılmaz parçası hâline gelen kırda nasıl ortak değerler ve sürdürülebilir bir yaşam kurulacağı konusunda bilgi ve vizyon sahibidir. Cumhuriyet’in ikinci yüzyılında bu birikimin hayata geçirilmesi dileğiyle.

KAYNAKÇA:
Arat, Yeşim ve Şevket Pamuk. Turkey Between Democrcy and Authorianism. Cambridge: Cambridge University Press, 2019.
Batuman, Bülent. “Ekolojik mimarlık mümkün”. 1+1 Express, 8 Ekim 2021.
Bartu Candan, Ayfer ve Cenk Özbay. Yeni İstanbul Çalışmaları: Sınırlar, Mücadeleler, Açılımlar. İstanbul: Metis, 2014.
Bozdoğan, Sibel. Modernizm ve Ulusun İnşası. İstanbul: Metis, 2008.
Buğra, Ayşe. Kapitalizm, Yoksulluk ve Türkiye’de Sosyal Politika. İstanbul: İletişim Yayınları, 2008.
Doğru, Havva Ezgi. Çılgın Projelerin Ötesinde: TOKİ, Devlet ve Sermaye. İstanbul: İletişim Yayınları, 2021.
Genç, Fırat, Çağlar Keyder, Fuat Keyman ve Ayşe Köse Badur. Kentlerin Türkiyesi: İmkânlar, Sınırlar ve Çatışmalar. İstanbul: İletişim Yayınları, 2021.
Keleş, Ruşen. Kentleşme Politikası. Ankara: İmge Kitabevi, 2021.
Keyder, Çağlar. Türkiye’de Devlet ve Sınıflar. İstanbul: İletişim Yayınları, 2005.
Keyder, Çağlar (ed.). İstanbul Küresel ile Yerel Arasında. İstanbul: Metis, 2009.
Keyman, Fuat ve Ayşe Köse Badur. Kürt Sorunu: Yerel Dinamikler ve Çatışma Çözümü. İstanbul: Ayrıntı Yayınları, 2019.
Keyman, Fuat ve Berrin Koyuncu Lorasdağı. Sekiz Kentin Hikâyesi: Türkiye’de Yeni Yerellik ve Yeni Orta Sınıflar. İstanbul: Metis, 2020.
Köse Badur, Ayşe (ed.). Salgın, İklim, Toplum: Nasıl bir Dünyada Yaşayacağız?. İstanbul: Metis, 2022.
Pamuk, Şevket. Türkiye’nin 200 Yıllık İktisadi Tarihi. İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2016.
Sivil Toplumla İlişkiler Genel Müdürlüğü. “Kalkınma Ajansları”. https://www.siviltoplum.gov.tr/bilgimerkezi/kalkinma-ajanslari
Tezel, Yahya. Cumhuriyet Döneminin İktisadi Tarihi (1923-1950), İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2015.
Vo, Hung. “Brief for GSDR – Revisiting the Urban Age Declaration”, 2016. https://sustainabledevelopment.un.org

- - -


Ayşe Köse Badur, İstanbul Politikalar Merkezi’nde (İPM) Kentleşme ve Yerel Yönetişim Koordinatörü olarak görev yapmaktadır. Lisansını İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde, yüksek lisans ve doktora çalışmalarını geç Osmanlı ve erken Cumhuriyet dönemleri üzerine Boğaziçi Üniversitesi Atatürk Enstitüsü’nde tamamlamıştır. Boğaziçi Üniversitesi Atatürk Enstitüsü’nde öğretim görevlisi olan Badur, modern Türkiye tarihi ve İstanbul tarihi üzerine dersler vermektedir. Editörlüğünü yaptığı yayınlar arasında Salgın, İklim, Toplum (Metis, 2022); yayımlanmış kitapları arasında Kentlerin Türkiyesi: İmkânlar, Sınırlar ve Çatışmalar (Çağlar Keyder, Fuat Keyman ve Fırat Genç ile birlikte; İletişim Yayınları, 2020), Kürt Sorunu: Yerel Dinamikler ve Çatışma Çözümü (Fuat Keyman ile birlikte; Ayrıntı Yayınları, 2019) ve 68’in Kadınları (haz.) (Doğan Kitap, 2010) yer almaktadır.
  • 1.
  • 2.
    Sibel Bozdoğan, Modernizm ve Ulusun İnşası, İstanbul: Metis Yayınları, 2008, ss. 18-24.
  • 3.
    Şevket Pamuk, Türkiye'nin 200 Yıllık İktisadi Tarihi, İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2016, s. 180.
  • 4.
    A.g.e., s. 173.
  • 5.
    Çağlar Keyder, Türkiye'de Devlet ve Sınıflar, İstanbul: İletişim Yayınları, 2005, ss. 112-114.
  • 6.
  • 7.
    Yahya S. Tezel, Cumhuriyet Döneminin İktisadi Tarihi (1923-1950), İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2015, ss. 551-63.
  • 8.
    Pamuk, a.g.e., s. 231.
  • 9.
    Fırat Genç, Çağlar Keyder, Fuat Keyman ve Ayşe Köse Badur, Kentlerin Türkiyesi: İmkânlar, Sınırlar ve Çatışmalar, İstanbul: İletişim Yayınları, 2021, s. 58.
  • 10.
    A.g.e., s. 59.
  • 11.
    Ayşe Buğra, Kapitalizm, Yoksulluk ve Türkiye'de Sosyal Politika, İstanbul: İletişim Yayınları, 2008, ss. 16-17.
  • 12.
    Genç, vd., a.g.e., s. 54.
  • 13.
    Pamuk, a.g.e., ss. 245-246.
  • 14.
    Ruşen Keleş, Kentleşme Politikası, Ankara: İmge Kitabevi, 2021, s. 78.
  • 15.
    Yeşim Arat ve Şevket Pamuk, Turkey Between Democracy and Authoritarianism, Cambridge: Cambridge University Press, 2019, s. 36.
  • 16.
    Çağlar Keyder (ed.), İstanbul Küresel ile Yerel Arasında, İstanbul: Metis, 2009, s. 37.
  • 17.
    Ayfer Bartu Candan ve Cenk Özbay, Yeni İstanbul Çalışmaları: Sınırlar, Mücadeleler, Açılımlar, İstanbul: Metis, 2014, s. 11.
  • 18.
    Hung Vo, "Brief for GSDR – Revisiting the Urban Age Declaration", 2016, https://sustainabledevelopment.un.org.
  • 19.
    Bülent Batuman, Emek Erez ile söyleşi, "Ekolojik mimarlık mümkün", 1+1 Express, 8 Ekim 2021, https://birartibir.org/ekolojik-mimarlik-mumkun/.
  • 20.
    Fuat Keyman ve Berrin Koyuncu Lorasdağı, Sekiz Kentin Hikâyesi: Türkiye'de Yeni Yerellik ve Yeni Orta Sınıflar, İstanbul: Metis, 2020, ss. 29-30.
PAYLAŞ