Neredeymiş Bu Tatavla? 100 Yıllık Bir İnşa Hikâyesi
Salim Aykut Öztürk
16 Ekim 2023
Salim Aykut Öztürk, Salt Araştırma Fonları’nın onuncu yıl programı kapsamında yayımlanan yazısında, 2015’te desteklenen “Kurtuluş’ta Türkleşme, Kentsel Dönüşüm ve Mesken Biyografileri” başlıklı araştırmasını odağına alıyor. Araştırma bulgularından hareketle tarihî Tatavla semtinin kültürel, fiziki ve siyasi dönüşümünü irdelerken bir semtin nasıl yeniden üretildiğinin de izini sürüyor.
2015 yılının Aralık ayında Salt Araştırma Fonları kapsamında yürüttüğüm projemi sunarken bir araştırmacı olarak hayatımda bana yöneltilen en ilginç sorulardan biriyle karşılaştım: “Biz şimdi nerede yaşıyoruz? Kurtuluş’ta mı, yoksa Tatavla’da mı?” Bu soru—ve soruyu yönelten dinleyicinin kafasındaki karmaşa—sonraki yıllarda gitgide daha çok üzerine eğildiğim ve nihayetinde 2022 yılında I.B. Tauris tarafından basılan Mobility and Armenian Belonging in Turkey: Migratory Routes and the Meaning of the Local adlı kitabımda tartıştığım bir “antropolojik” araştırma konusu hâline geldi. İlerleyen paragraflarda bu süreci anlatmadan önce, 2015 yılında dinleyicime verdiğim cevabı burada da yinelemek istiyorum: “Bu soruya cevap vermek benim için sadece tarihsel bir olgunun doğruluğunu kanıtlamaktan ibaret değil, aslında bu politik bir karar.” İşte bu yüzden bir önceki cümlede araştırmamdan bahsederken “antropolojik” sözcüğünü vurguluyorum. Bir antropolog olarak kavramların, değerlerin ve bilginin yıllar içinde nasıl değişip dönüştüğünü—ve bunların zaman zaman kendi içlerinde nasıl çelişebileceğini—gösterebilmek benim temel görevim, ancak bunlardan hangisini günümüzde doğru kabul etmemiz gerektiğine dair bir karar vermek benim görevim değil. Bana göre bu karar, hakkında araştırma yaptığımız insanlara kalmış.
Hikâyeyi en başından anlatmak gerekirse: 2015 yılında araştırmam için Kurtuluş’taki apartman isimlerine bakarak bir sınıflandırma yaptım. Bu sınıflandırmayı yaparken de yıllar içinde apartman isimlendirmelerindeki eğilimleri ve değişimleri takip etmeye çalıştım. Bu sırada bir taraftan Şişli Belediyesi’nin çeşitli vergi kayıtlarına bakarken, bir taraftan da bu büyük semtte yaşayanlarla derin görüşmeler gerçekleştirdim. Kısacası araştırmamda hem arşiv niteliğindeki materyallerden hem de etnografik gözlemlerden faydalandım. Son olarak şunu belirtmeliyim ki semtin bütün mahalle ve sokaklarına değil, sadece Ergenekon Caddesi ile Kurtuluş Son Durak arasındaki birbirine dik ve paralel gelen sokaklara; tarihsel olarak İstanbul’un başka bir yerinde zorlukla karşılaşacağımız, bir mazgalı andıran şehir dokusuna odaklandım. Araştırmaya başladığımda amacım, tarihî Tatavla semtinin tarihsel gelişimini araştırmaktan ziyade İstanbul’daki çok katlı apartmanlaşmanın azınlık kültürleri üzerindeki etkisini anlamaktı.
Gerçekleştirdiğim araştırma neticesinde apartman isimlerini tasnifledim ve değişen apartman isimlendirmelerinden yola çıkarak İstanbul’daki azınlık kültürlerinin kendilerini dış dünyaya nasıl ifade ettiklerinin izini sürdüm. Burada apartman isimleri hakkında tek tek detay vermeyeceğim, çünkü okuyucuyla paylaşmak istediğim başka noktalar var. Yine de unutmamamız gereken temel nokta, Türkiye’de yer ve insan isimlendirmelerinin büyük bir politik alt metni olduğu olmalı: Türkleşmeyi hedef alan devlet politikaları—özellikle de araştırma konum olan Türkiyeli Ermeniler söz konusu olduğunda—sadece kişilerin kendilerini yahut çocuklarını nasıl isimlendirdiklerine değil, aynı zamanda genellikle aileler tarafından inşa edilen apartmanların nasıl isimlendirildiklerine de etki ediyor. Örneğin 6-7 Eylül Olayları’nın yaşandığı 1955 yılından sonra semtte hiçbir apartmana Hristiyan isim verilmemiş (hâlbuki önceki yıllarda bunun yaygın bir uygulama olduğunu görüyoruz).
Bu kısa yazının başlığındaki “inşa” sözcüğünü tam da yukarıda bahsettiğim nedenlerle iki şekilde kullanıyorum. İlk anlamıyla, bir semtin fiziksel yapısını ve dönüşümünü vurguluyorum. Günümüzde Tatavla hakkında çıkan birçok popüler yayında 1929 yangınından bahsedilir. Ancak yangın günümüzde Kurtuluş olarak geçen—ve benim araştırmayı gerçekleştirdiğim—bölgenin kalbini pek etkilemiyor. Zaten o zamanlar mahallenin mazgal yapısı ve binalar yeni yeni kuruluyor. Örneğin dereler bile henüz ıslah edilmemiş durumda. Aslında günümüzde Şişli Belediyesi sınırları içinde kalan bütün bu bölgenin fiziksel dönüşümü sadece yangınla ilintili değil; sonraki yıllarda İstanbul’u hedef alacak kitlesel göç de semtin genişlemesine neden oluyor. Burada unutulmaması gereken bir başka unsur da söz konusu göçün kendi içerisinde çok katmanlı olduğu, zira semte gelen ilk göçmenler kırsaldan göç eden Müslüman Türkler değil. Bir tarafta 1940’lar, 1950’ler ve hatta 1960’larda Anadolu’da bir şekilde yaşamayı başarmış çeşitli Müslüman olmayan grupları görüyoruz (ki içlerinde anadili Türkçe, Kürtçe ve Ermenice olan Ermeniler çoğunlukta). Diğer tarafta ise İstanbul’un başka semtlerinde yaşayan Hristiyan nüfusun buraya göç ettiğini görüyoruz. Gerek gitgide boşalan eski mahallelerde azınlık konumuna düşme endişesi gerekse Kurtuluş’un (ve genel olarak Şişli’nin) sunduğu modern hayat vaadi bu insanlar için itici güç oluyor. Bu yüzden yangın ve sonrasındaki göç hareketleri semtte çok katlı apartman inşasını hızlandıran iki ana etken olarak düşünülebilir.
İkinci anlamıyla “inşa” sözcüğünden bahsederken ise kimlik inşasını vurgulamak istiyorum—ki okuyucunun da doğrudan anlayacağı üzere bu iki anlamı birbirinden ayırmaya çalışmak biraz beyhude bir çaba. Öncelikle 1929 yangınından hemen sonra semtin adının Kurtuluş olarak değiştirilmesi ve sözünü ettiğim mazgal şehir dokusundaki neredeyse bütün sokak isimlerinin Türkçeleştirilmesi elbette ki rastlantı değil. Yanmış semt yeniden inşa sürecine girmeden önce Türkleştirme politikalarından payını alıyor. Ancak yukarıda da bahsettiğim nedenlerden ötürü takip eden yıllarda semtin Hristiyan nüfusu azalmıyor. Tam tersine, semt dış çeperlerine doğru genişledikçe buradaki Hristiyan nüfus—Türkiye’nin geri kalanına zıt bir örnek teşkil ederek—gitgide artıyor, ta ki 1964 yılında Rumların tehcir edilmesine kadar. 1960’lı yılların ortasından itibaren semt, Rumların çoğunlukta olduğu bir bölgeden Anadolulu Hristiyanların, özellikle de Ermenilerin çoğunlukta olduğu bir bölgeye doğru dönüşüyor.
Günümüzde Kurtuluş, idari anlamda resmî varlığı olmayan bir semt. Ancak yinelemek gerekirse, tarihsel olarak bakıldığında Kurtuluş semti aslında Tatavla’nın dışına doğru da bir hayli genişlemiş. Örneğin, Kurtuluş ismi gündelik hayatta İstanbullular arasında Feriköy yahut Pangaltı gibi başka muhitlerin yerine geçecek şekilde kullanılmaya başlanmış. Bu noktada temel gözlemim, Tatavla’nın kendine özgü tarihi ile kültürel ve fiziki birikiminin, Pangaltı ve Feriköy gibi aslında kendi içlerinde farklı tarihleri olan muhitlere yansıtıldığı yönünde. Kısacası Tatavla, tarihsel olarak Tatavla’dan kopuk ve kendine özgü mirasları olan başka semtler üzerinden yeniden üretiliyor. Bu üretilme şekillerini sokaklardaki sprey boyalı sloganlarda gözlemliyoruz. Bu sloganlar yıl boyunca silinip yeniden yazılırken 19 Ocak Hrant Dink anma törenlerinde doruğa ulaşıyor. Özellikle Ocak ayının ikinci yarısında semtin pek çok noktasında Türkleştirme (ve Türkçeleştirme) politikalarını eleştiren ve protesto eden duvar yazılarının teker teker ortaya çıktığını görüyoruz.
Buradaki temel nokta, Tatavla isminin ve kimliğinin politik olarak hem Türkiye toplumunda hem de İstanbul’un bu belirli köşesinde ne kadar karşılığı olup olmadığını anlamak. Kurtuluş artık Hristiyanların çoğunlukta olduğu bir semt değilse de tarihsel bağlamı ve devlet politikalarına sistematik olarak maruz kalışı nedeniyle hâlâ bir azınlık semti. O yüzden Tatavla isminin, yüz yıl öncesinde yaşayanların nezdinde Tatavla olmayan sokaklarda ve muhitlerde de yaşatılması yanlış bir uygulamadan ziyade toplumsal taleplerin kentsel mekân üzerinden ne şekillerde dile getirildiğine dair bir örnek olarak anlaşılmalı.
Umarım günümüz İstanbul’unda geçen bu isimlendirme hikâyesi gelecekte şehrin belleğini ve kimliğini ne şekillerde koruyabileceğimiz konusunda bize fikirler verir. Bu araştırmanın gerçekleşmesini mümkün kılan Salt’a ve özellikle Lorans Tanatar Baruh ile Sibel Bozdağan’a teşekkür ediyorum.
- - -
Salim Aykut Öztürk, doktorasını UCL Antropoloji Bölümü’nden 2020 yılında aldı. Türkiye’nin yanı sıra Gürcistan, Ermenistan, Hindistan, Batı Şeria ve İsrail ile Batı Afrika’da araştırmalara katıldı. İlk kitabı Mobility and Armenian Belonging in Contemporary Turkey, 2023 yılında I.B. Tauris tarafından basıldı. Hâlen Kopenhag’da yaşıyor ve ders vermeye devam ediyor.
2015 yılının Aralık ayında Salt Araştırma Fonları kapsamında yürüttüğüm projemi sunarken bir araştırmacı olarak hayatımda bana yöneltilen en ilginç sorulardan biriyle karşılaştım: “Biz şimdi nerede yaşıyoruz? Kurtuluş’ta mı, yoksa Tatavla’da mı?” Bu soru—ve soruyu yönelten dinleyicinin kafasındaki karmaşa—sonraki yıllarda gitgide daha çok üzerine eğildiğim ve nihayetinde 2022 yılında I.B. Tauris tarafından basılan Mobility and Armenian Belonging in Turkey: Migratory Routes and the Meaning of the Local adlı kitabımda tartıştığım bir “antropolojik” araştırma konusu hâline geldi. İlerleyen paragraflarda bu süreci anlatmadan önce, 2015 yılında dinleyicime verdiğim cevabı burada da yinelemek istiyorum: “Bu soruya cevap vermek benim için sadece tarihsel bir olgunun doğruluğunu kanıtlamaktan ibaret değil, aslında bu politik bir karar.” İşte bu yüzden bir önceki cümlede araştırmamdan bahsederken “antropolojik” sözcüğünü vurguluyorum. Bir antropolog olarak kavramların, değerlerin ve bilginin yıllar içinde nasıl değişip dönüştüğünü—ve bunların zaman zaman kendi içlerinde nasıl çelişebileceğini—gösterebilmek benim temel görevim, ancak bunlardan hangisini günümüzde doğru kabul etmemiz gerektiğine dair bir karar vermek benim görevim değil. Bana göre bu karar, hakkında araştırma yaptığımız insanlara kalmış.
Hikâyeyi en başından anlatmak gerekirse: 2015 yılında araştırmam için Kurtuluş’taki apartman isimlerine bakarak bir sınıflandırma yaptım. Bu sınıflandırmayı yaparken de yıllar içinde apartman isimlendirmelerindeki eğilimleri ve değişimleri takip etmeye çalıştım. Bu sırada bir taraftan Şişli Belediyesi’nin çeşitli vergi kayıtlarına bakarken, bir taraftan da bu büyük semtte yaşayanlarla derin görüşmeler gerçekleştirdim. Kısacası araştırmamda hem arşiv niteliğindeki materyallerden hem de etnografik gözlemlerden faydalandım. Son olarak şunu belirtmeliyim ki semtin bütün mahalle ve sokaklarına değil, sadece Ergenekon Caddesi ile Kurtuluş Son Durak arasındaki birbirine dik ve paralel gelen sokaklara; tarihsel olarak İstanbul’un başka bir yerinde zorlukla karşılaşacağımız, bir mazgalı andıran şehir dokusuna odaklandım. Araştırmaya başladığımda amacım, tarihî Tatavla semtinin tarihsel gelişimini araştırmaktan ziyade İstanbul’daki çok katlı apartmanlaşmanın azınlık kültürleri üzerindeki etkisini anlamaktı.
Gerçekleştirdiğim araştırma neticesinde apartman isimlerini tasnifledim ve değişen apartman isimlendirmelerinden yola çıkarak İstanbul’daki azınlık kültürlerinin kendilerini dış dünyaya nasıl ifade ettiklerinin izini sürdüm. Burada apartman isimleri hakkında tek tek detay vermeyeceğim, çünkü okuyucuyla paylaşmak istediğim başka noktalar var. Yine de unutmamamız gereken temel nokta, Türkiye’de yer ve insan isimlendirmelerinin büyük bir politik alt metni olduğu olmalı: Türkleşmeyi hedef alan devlet politikaları—özellikle de araştırma konum olan Türkiyeli Ermeniler söz konusu olduğunda—sadece kişilerin kendilerini yahut çocuklarını nasıl isimlendirdiklerine değil, aynı zamanda genellikle aileler tarafından inşa edilen apartmanların nasıl isimlendirildiklerine de etki ediyor. Örneğin 6-7 Eylül Olayları’nın yaşandığı 1955 yılından sonra semtte hiçbir apartmana Hristiyan isim verilmemiş (hâlbuki önceki yıllarda bunun yaygın bir uygulama olduğunu görüyoruz).
Bu kısa yazının başlığındaki “inşa” sözcüğünü tam da yukarıda bahsettiğim nedenlerle iki şekilde kullanıyorum. İlk anlamıyla, bir semtin fiziksel yapısını ve dönüşümünü vurguluyorum. Günümüzde Tatavla hakkında çıkan birçok popüler yayında 1929 yangınından bahsedilir. Ancak yangın günümüzde Kurtuluş olarak geçen—ve benim araştırmayı gerçekleştirdiğim—bölgenin kalbini pek etkilemiyor. Zaten o zamanlar mahallenin mazgal yapısı ve binalar yeni yeni kuruluyor. Örneğin dereler bile henüz ıslah edilmemiş durumda. Aslında günümüzde Şişli Belediyesi sınırları içinde kalan bütün bu bölgenin fiziksel dönüşümü sadece yangınla ilintili değil; sonraki yıllarda İstanbul’u hedef alacak kitlesel göç de semtin genişlemesine neden oluyor. Burada unutulmaması gereken bir başka unsur da söz konusu göçün kendi içerisinde çok katmanlı olduğu, zira semte gelen ilk göçmenler kırsaldan göç eden Müslüman Türkler değil. Bir tarafta 1940’lar, 1950’ler ve hatta 1960’larda Anadolu’da bir şekilde yaşamayı başarmış çeşitli Müslüman olmayan grupları görüyoruz (ki içlerinde anadili Türkçe, Kürtçe ve Ermenice olan Ermeniler çoğunlukta). Diğer tarafta ise İstanbul’un başka semtlerinde yaşayan Hristiyan nüfusun buraya göç ettiğini görüyoruz. Gerek gitgide boşalan eski mahallelerde azınlık konumuna düşme endişesi gerekse Kurtuluş’un (ve genel olarak Şişli’nin) sunduğu modern hayat vaadi bu insanlar için itici güç oluyor. Bu yüzden yangın ve sonrasındaki göç hareketleri semtte çok katlı apartman inşasını hızlandıran iki ana etken olarak düşünülebilir.
İkinci anlamıyla “inşa” sözcüğünden bahsederken ise kimlik inşasını vurgulamak istiyorum—ki okuyucunun da doğrudan anlayacağı üzere bu iki anlamı birbirinden ayırmaya çalışmak biraz beyhude bir çaba. Öncelikle 1929 yangınından hemen sonra semtin adının Kurtuluş olarak değiştirilmesi ve sözünü ettiğim mazgal şehir dokusundaki neredeyse bütün sokak isimlerinin Türkçeleştirilmesi elbette ki rastlantı değil. Yanmış semt yeniden inşa sürecine girmeden önce Türkleştirme politikalarından payını alıyor. Ancak yukarıda da bahsettiğim nedenlerden ötürü takip eden yıllarda semtin Hristiyan nüfusu azalmıyor. Tam tersine, semt dış çeperlerine doğru genişledikçe buradaki Hristiyan nüfus—Türkiye’nin geri kalanına zıt bir örnek teşkil ederek—gitgide artıyor, ta ki 1964 yılında Rumların tehcir edilmesine kadar. 1960’lı yılların ortasından itibaren semt, Rumların çoğunlukta olduğu bir bölgeden Anadolulu Hristiyanların, özellikle de Ermenilerin çoğunlukta olduğu bir bölgeye doğru dönüşüyor.
Günümüzde Kurtuluş, idari anlamda resmî varlığı olmayan bir semt. Ancak yinelemek gerekirse, tarihsel olarak bakıldığında Kurtuluş semti aslında Tatavla’nın dışına doğru da bir hayli genişlemiş. Örneğin, Kurtuluş ismi gündelik hayatta İstanbullular arasında Feriköy yahut Pangaltı gibi başka muhitlerin yerine geçecek şekilde kullanılmaya başlanmış. Bu noktada temel gözlemim, Tatavla’nın kendine özgü tarihi ile kültürel ve fiziki birikiminin, Pangaltı ve Feriköy gibi aslında kendi içlerinde farklı tarihleri olan muhitlere yansıtıldığı yönünde. Kısacası Tatavla, tarihsel olarak Tatavla’dan kopuk ve kendine özgü mirasları olan başka semtler üzerinden yeniden üretiliyor. Bu üretilme şekillerini sokaklardaki sprey boyalı sloganlarda gözlemliyoruz. Bu sloganlar yıl boyunca silinip yeniden yazılırken 19 Ocak Hrant Dink anma törenlerinde doruğa ulaşıyor. Özellikle Ocak ayının ikinci yarısında semtin pek çok noktasında Türkleştirme (ve Türkçeleştirme) politikalarını eleştiren ve protesto eden duvar yazılarının teker teker ortaya çıktığını görüyoruz.
Buradaki temel nokta, Tatavla isminin ve kimliğinin politik olarak hem Türkiye toplumunda hem de İstanbul’un bu belirli köşesinde ne kadar karşılığı olup olmadığını anlamak. Kurtuluş artık Hristiyanların çoğunlukta olduğu bir semt değilse de tarihsel bağlamı ve devlet politikalarına sistematik olarak maruz kalışı nedeniyle hâlâ bir azınlık semti. O yüzden Tatavla isminin, yüz yıl öncesinde yaşayanların nezdinde Tatavla olmayan sokaklarda ve muhitlerde de yaşatılması yanlış bir uygulamadan ziyade toplumsal taleplerin kentsel mekân üzerinden ne şekillerde dile getirildiğine dair bir örnek olarak anlaşılmalı.
Umarım günümüz İstanbul’unda geçen bu isimlendirme hikâyesi gelecekte şehrin belleğini ve kimliğini ne şekillerde koruyabileceğimiz konusunda bize fikirler verir. Bu araştırmanın gerçekleşmesini mümkün kılan Salt’a ve özellikle Lorans Tanatar Baruh ile Sibel Bozdağan’a teşekkür ediyorum.
Salim Aykut Öztürk, doktorasını UCL Antropoloji Bölümü’nden 2020 yılında aldı. Türkiye’nin yanı sıra Gürcistan, Ermenistan, Hindistan, Batı Şeria ve İsrail ile Batı Afrika’da araştırmalara katıldı. İlk kitabı Mobility and Armenian Belonging in Contemporary Turkey, 2023 yılında I.B. Tauris tarafından basıldı. Hâlen Kopenhag’da yaşıyor ve ders vermeye devam ediyor.