Arkeoloji Tarihinde Bellek, Emek ve Yerel Topluluklar: Didyma 1925
Mustafa Kemal Baran
26 Temmuz 2024
Mustafa Kemal Baran, 2018 yılı Salt Araştırma Fonları’yla desteklenen ve sonrasında devam eden araştırmasını kaleme aldı. Berlin Devlet Müzeleri’nin 1924-1925 yıllarında Didyma Kutsal Alanı’nda yürüttüğü arkeolojik kazılara ait arşiv belgeleri üzerinden arkeoloji alanındaki tarihyazımında günlük kazı deneyimi ile yerel toplulukların konumunu ve bu tür araştırmaların güncel müzecilik ve kültürel miras pratikleri açısından önemini değerlendirdi.
Patlıcan, bamya, armut, salatalık… Küçük bir kâğıt parçasına hızlı ve eğreti şekilde yazılmış, bir mutfak alışveriş listesini andıran bu fişi, Antik Yunan ve Roma dönemlerinin önemli dinî merkezlerinden Didyma Kutsal Alanı’na bağlayan ne olabilir?
Genellikle keşif mitleri üzerinden şekillenen arkeolojiye dair geleneksel tarihyazımındaki eski dönem kazı anlatılarında önemli arkeolog ya da mimarlar öne çıkar. Fakat arkeolojinin mutfağında emek veren kişi ve gruplar kendilerine pek yer bulamazlar. Bu konuda arşivlerin sessizliğinin önemli bir payı olsa da belgelerin satır aralarında emek ve yerel toplulukların izini sürmeye olanak veren bazı örnekler de mevcut. Didyma Kutsal Alanı’nda gerçekleşmiş eski dönem arkeolojik kazıların Staatliche Museen zu Berlin’deki [Berlin Devlet Müzeleri] arşivinde çoğunluğu fatura ve fişlerden oluşan bir grup belge, 1924-1925 tarihli kazıların sosyal tarihine ışık tutuyor.
1925 yılında Didyma kazılarında kimlerin çalıştığı, bir kazıda ne yenip içildiği, yemeklerin nereden ve kim tarafından getirildiği gibi sorulara ilişkin ipuçları veren bu belgeler, arkeolojik kazıların ayrıca bir sosyal tarihi olduğunu, farklı grup ve kesimlerden insanların uzun süreler bir arada çalışarak antik yerleşimleri ve eserleri nasıl ortaya çıkardığını da gösteriyor.
Didyma Kutsal Alanı’nda Yapılan Arkeolojik Araştırmalar
Arşiv belgelerini incelemeden önce birkaç adım geri atıp Didyma Kutsal Alanı’nın tarihteki önemine ve neredeyse 150 yıllık arkeoloji geçmişine kısaca bakmak belgelerin bağlamını kavramaya yardımcı olacaktır.
Günümüzde Aydın’ın Didim ilçesinde yer alan Didyma Kutsal Alanı, Antik Yunan dönemi, Helenistik dönem ve Antik Roma döneminde önemli bir dinî merkez olarak işlev gösterir. Geç Antik dönem ile başlayan Hristiyanlaşma süreciyle birlikte bölgenin bir pagan dinî merkezi olarak önemini yitirmesi ve yüzyıllar içinde terk edilişi, yapı malzemelerinin başka işlevlerle kullanılması ve depremler gibi doğal afetler sonucunda harabe hâlini alır.
17. ve 18. yüzyıllarda Grand Tour seyahat geleneğiyle birlikte antik harabelere yönelik merakın artması sonucu seyyahların uğrak noktalarından biri hâline gelen Didyma’da, sistematik olarak nitelendirilebilecek ilk arkeolojik araştırmalar 19. yüzyılın sonuna doğru yapılır. Fransız arkeolog ve mimarlardan oluşan ekipler tarafından 1873 ve 1895-1896 yıllarında kısa süreli olarak kazılan kutsal alan, 1906’dan itibaren Berlin Devlet Müzeleri’nin Alman arkeolog Theodor Wiegand başkanlığındaki arkeolojik araştırmalarına ev sahipliği yapar.1
Alandaki araştırmalara Birinci Dünya Savaşı ve ardından Kurtuluş Savaşı nedeniyle ara verilse de 1924-1925 yıllarında devam edilir. Sonrasında sadece 1930 ve 1938’de arkeolojik araştırmaların yapıldığı Didyma Kutsal Alanı, 1962’den itibaren Alman Arkeoloji Enstitüsü’ne bağlı ekipler tarafından araştırılmaya başlanır. Bu çalışmalar, hâlen Alman ekipler öncülüğünde, Türkiye’den ve yurt dışından bilim insanlarının, öğrencilerin, yerel halkın katkı ve katılımıyla sürdürülmektedir.
Arşivlerin Söyledikleri ve Sessizliği
Didyma Kutsal Alanı gibi yüzyılı aşkın bir süredir uluslararası ekipler tarafından araştırma yapılan bir yerin arşivlerde izini sürmek oldukça zorlu bir süreci beraberinde getiriyor. Sadece 20. yüzyılın ilk yarısında Berlin Devlet Müzeleri tarafından yürütülen kazılara ait arşiv malzemesi bile Berlin’de birçok kuruma dağılmış durumda. Bu durumun nedenleri arasında kazılara ait arşiv malzemesinin yıllar içinde bilimsel ya da bilimsel olmayan, kişisel ya da kurumsal gibi kategorilere göre biraz da rastgele ayrılması, arşivlerin İkinci Dünya Savaşı sonucu Berlin’de yaşanan yıkımdan etkilenmesi, kazıların yıllar içinde farklı kurumlar tarafından yönetilmesi sayılabilir. Bir de arşivlerin Türkiye tarafı var. Kısıtlı sayıda da olsa, erken dönem kazıların izleri Cumhurbaşkanlığı Devlet Arşivleri’nde bulunabiliyor. Eskiden sınırlı sayıda araştırmacının erişebildiği, yakın zamanda Devlet Arşivleri’ne aktarılan ve sayısallaştırma süreci sonucu araştırmacıların kullanımına açılacak olan Müze-i Hümayun veya şimdiki adıyla İstanbul Arkeoloji Müzeleri Arşivi de daha fazla araştırmacıya ulaşarak Türkiye’de arkeoloji pratiğinin tarihine dair araştırmalara farklı bulgular ve anlatılar kazandırma potansiyeline sahip.
Berlin Devlet Müzeleri’ne bağlı arşivde bulunan ve yazıda bir örneği paylaşılan belgeler ise 1906-1913 ve ardından 1924-1925 yıllarında yapılan kazılara ait. İlk bakışta arkeoloji ile bağlantısı hemen kurulmayacak, çoğunlukla fiş ve faturalardan oluşan 370’i aşkın belge, 1925 yılında Didyma’da yapılan arkeolojik çalışmalar sırasında günlük kazı deneyimi ile ilgili önemli bilgiler sunuyor.
Belgeler üzerinden, kazı sırasında ne yenip içildiği, genel malzeme tedarikinin nasıl gerçekleştiği hakkında fikir sahibi olabiliyoruz. Günlük alışveriş için genelde yerel üreticiler ve kazı alanına en yakın merkez olan Söke tercih edilse de, İzmir ile yoğun bir alışveriş trafiği gözlemleyebiliyoruz. Hatta yakında kolay bulunamayan bazı özel yiyecek ve içeceklerin İstanbul’dan getirtildiğini de yine fiş ve faturalardan okuyabiliyoruz. Benzer şekilde, kazıda kullanılan bazı teknik malzemelerin Almanya’dan özel olarak getirtildiğini görüyoruz. Bu belgeler, dolaylı olarak dönemin Söke ve İzmir ticaret dünyasına dair görsel bir hafızayı da bize aktarıyor.
Bunların yanında, söz konusu belgeler kazı çalışmalarında rol almış bazı yerel aktörleri görmemize olanak sağlıyor. Bu aktörler, devlet kurumlarının yanı sıra Alman arkeoloji ekibiyle doğrudan veya dolaylı olarak çalışmış yerel halktan bireyler de olabiliyor. Arkeolojik çalışmaları belgeleyen arşivlerde, antik yerleşimler ile eserlerin detaylı çizim ve fotoğrafları, kazı süreci ve yönetimine ait günlükler, raporlar, yazışmalar bulunmasına rağmen, kazılarda görev alan ya da kazıların etrafında yaşayan insanların izine daha az rastlanıyor. Fotoğraflarda da görüldüğü gibi yerel halkın izleri, genellikle antik eserlerin yanında isimsiz olarak ölçek niyetine kullanıldıkları görsel malzemelerde ya da kazı işleyişine dair bazı belgelemelerdeki “çalışan insan” imgelerinde karşımıza çıkıyor.
Yukarıda bahsi geçen belgeler ise bunların aksine, yerel aktörlerin elinden çıkan belgeler üzerinden onların isimlerini, el yazılarını, arşivlerin sessiz kaldığı unsurları bugüne aktarıyor. Örneğin bu fatura ve fişler sayesinde Kavasi Hüseyin Çavuş ile biraderi Ahmet’in Didyma kazılarında bekçi olarak ne zaman ve ne kadar maaş karşılığında çalıştığını öğrenebiliyoruz.
İlk bakışta arkeoloji ile doğrudan ilişkili görünmeyen bu tür belgelerin araştırılması, arşivlerde bazı rastlantısal fakat önemli keşiflere de önayak olabiliyor. Örneğin buluntu kaynak çalışmaları açısından büyük öneme sahip Didyma’ya ait Türkiye Cumhuriyeti tarafından verilmiş 1925 tarihli hafriyat ruhsatnamesi, söz konusu dosyada fiş ve faturaların arasında saklı kalmış olabiliyor.2
Peki bu belgeler ve sunduğu bilgiler, arkeoloji tarihi ile günümüz kültürel miras pratikleri için neden önemli?
Müzelerde Dekolonizasyon Girişimleri ve Arkeoloji Tarihi
Son dönemde, Avrupa ve genel olarak Batı’daki müzelerin koleksiyonlarının sömürgeci bağlamda olsun olmasın gözden geçirilmeye başlanması arkeoloji tarihini derinlemesine inceleyen araştırmaların yaygınlaşmasına ve çeşitlenmesine yol açtı.3 Buluntu kaynağı odaklı araştırma projeleri, eserlerin taşınması ve el değiştirmesine yoğunlaşsa da, bu eserlerin ortaya çıktıktan sonraki hayatlarını da araştırarak antik eserlerin uluslararası yolculuklarındaki aktörleri ortaya koymada önemli rol oynadı.
Türkiye’de arkeoloji tarihi; özellikle de Türkiye’de yabancı ekiplerin yürüttüğü kazıların tarihi, çoğunlukla ülkeden yurt dışına çıkarılan eserlerin akıbeti üzerinden toplumda ilgi görüyor. Dünya genelinde de benzer eğilimlerin olduğu söylenebilir. Son yıllarda, özellikle sömürgeci pratiklerle oluşturulmuş müze koleksiyonlarına dair araştırmalar ile arkeolojik buluntuların getirildikleri ülkelere iade edilmesi bu konuyu gündemde tutuyor. Didyma Kutsal Alanı’nda Berlin Devlet Müzeleri tarafından gerçekleştirilen kazılar da hâlen devam etmekte olan benzer bir araştırma projesinin odağında yer alıyor.4 Didyma ile birlikte yine Alman ekipler tarafından kazılmış Zincirli Höyük ve günümüzde Irak sınırları içinde yer alan Samarra kazılarındaki buluntuların Berlin’e getiriliş süreçlerini inceleyen proje, aynı zamanda söz konusu kazılarda görev alan yerel aktörler ve saha çalışması dinamikleriyle ilgili sorulara cevap arıyor. Yukarıda örneği verilen belgeler ve benzeri kaynaklar, bu tür projelerde anahtar rol üstlenmekte.
1990’lardan itibaren, özellikle milliyetçilik ve ulus-devlet kavramlarının arkeolojiyle ilişkisini irdeleyen araştırmalarla birlikte arkeoloji tarihine duyulan ilgi artmaya başladı. Bunun kısmen Türkiye’ye de yansıması sonucu son 20-25 yıl içinde özellikle geç Osmanlı dönemi müzecilik ve arkeoloji tarihine yönelik önemli araştırmalar yapıldı.5 Salt Galata’da 2011 yılında düzenlenen Geçmişe Hücum sergisinin ardından yayımlanan aynı adlı kitap, Osmanlı İmparatorluğu’nda arkeoloji tarihine farklı vaka çalışmaları üzerinden bakan temel bir eser oldu.6 Özellikle arkeolojide emek kavramı, yerel toplulukların arkeolojiye katkısı ve arkeoloji algısı gibi konular son yıllarda Osmanlı dönemi odaklı akademik çalışmalarda kendine yer buldu.7
Geç Osmanlı döneminde, şu anki Türkiye sınırları içinde yapılmış arkeolojik araştırmaların çeşitliliği ve kazıları yöneten ülkelerin sayısı düşünüldüğünde, dünyanın birçok yerine yayılmış, farklı dillerde belgeler içeren arşivleri temel alarak yeni sorular ortaya atacak araştırmalara ihtiyaç var. Tarihsel bir çalışmanın ötesinde günümüz arkeoloji, müzecilik ve kültürel miras pratiklerine yönelik katkıları da göz önünde bulunduracak bu tip çalışmalar, şüphesiz arkeoloji tarihini keşif ve kurtarıcı mitleri üzerinden şekillenen anlatıdan daha katmanlı, daha çok sesli bir tarihsel anlatıya doğru yönlendirme potansiyeline sahip.
- - -
Mustafa Kemal Baran, Orta Doğu Teknik Üniversitesi’nde endüstriyel tasarım ve mimarlık tarihi, Oxford Üniversitesi’nde klasik arkeoloji eğitimi aldı. Doktora eğitimini Türkiye’de arkeoloji tarihi üzerine hazırladığı teziyle Koç Üniversitesi’nde tamamladı. Staatliche Museen zu Berlin-Koç Üniversitesi Anadolu Medeniyetleri Araştırma Merkezi’nin ortak projesinde doktora sonrası araştırmacı olarak çalışmalarını sürdürüyor.
Patlıcan, bamya, armut, salatalık… Küçük bir kâğıt parçasına hızlı ve eğreti şekilde yazılmış, bir mutfak alışveriş listesini andıran bu fişi, Antik Yunan ve Roma dönemlerinin önemli dinî merkezlerinden Didyma Kutsal Alanı’na bağlayan ne olabilir?
Genellikle keşif mitleri üzerinden şekillenen arkeolojiye dair geleneksel tarihyazımındaki eski dönem kazı anlatılarında önemli arkeolog ya da mimarlar öne çıkar. Fakat arkeolojinin mutfağında emek veren kişi ve gruplar kendilerine pek yer bulamazlar. Bu konuda arşivlerin sessizliğinin önemli bir payı olsa da belgelerin satır aralarında emek ve yerel toplulukların izini sürmeye olanak veren bazı örnekler de mevcut. Didyma Kutsal Alanı’nda gerçekleşmiş eski dönem arkeolojik kazıların Staatliche Museen zu Berlin’deki [Berlin Devlet Müzeleri] arşivinde çoğunluğu fatura ve fişlerden oluşan bir grup belge, 1924-1925 tarihli kazıların sosyal tarihine ışık tutuyor.
1925 yılında Didyma kazılarında kimlerin çalıştığı, bir kazıda ne yenip içildiği, yemeklerin nereden ve kim tarafından getirildiği gibi sorulara ilişkin ipuçları veren bu belgeler, arkeolojik kazıların ayrıca bir sosyal tarihi olduğunu, farklı grup ve kesimlerden insanların uzun süreler bir arada çalışarak antik yerleşimleri ve eserleri nasıl ortaya çıkardığını da gösteriyor.
Didyma Kutsal Alanı’nda Yapılan Arkeolojik Araştırmalar
Arşiv belgelerini incelemeden önce birkaç adım geri atıp Didyma Kutsal Alanı’nın tarihteki önemine ve neredeyse 150 yıllık arkeoloji geçmişine kısaca bakmak belgelerin bağlamını kavramaya yardımcı olacaktır.
Günümüzde Aydın’ın Didim ilçesinde yer alan Didyma Kutsal Alanı, Antik Yunan dönemi, Helenistik dönem ve Antik Roma döneminde önemli bir dinî merkez olarak işlev gösterir. Geç Antik dönem ile başlayan Hristiyanlaşma süreciyle birlikte bölgenin bir pagan dinî merkezi olarak önemini yitirmesi ve yüzyıllar içinde terk edilişi, yapı malzemelerinin başka işlevlerle kullanılması ve depremler gibi doğal afetler sonucunda harabe hâlini alır.
17. ve 18. yüzyıllarda Grand Tour seyahat geleneğiyle birlikte antik harabelere yönelik merakın artması sonucu seyyahların uğrak noktalarından biri hâline gelen Didyma’da, sistematik olarak nitelendirilebilecek ilk arkeolojik araştırmalar 19. yüzyılın sonuna doğru yapılır. Fransız arkeolog ve mimarlardan oluşan ekipler tarafından 1873 ve 1895-1896 yıllarında kısa süreli olarak kazılan kutsal alan, 1906’dan itibaren Berlin Devlet Müzeleri’nin Alman arkeolog Theodor Wiegand başkanlığındaki arkeolojik araştırmalarına ev sahipliği yapar.1
Alandaki araştırmalara Birinci Dünya Savaşı ve ardından Kurtuluş Savaşı nedeniyle ara verilse de 1924-1925 yıllarında devam edilir. Sonrasında sadece 1930 ve 1938’de arkeolojik araştırmaların yapıldığı Didyma Kutsal Alanı, 1962’den itibaren Alman Arkeoloji Enstitüsü’ne bağlı ekipler tarafından araştırılmaya başlanır. Bu çalışmalar, hâlen Alman ekipler öncülüğünde, Türkiye’den ve yurt dışından bilim insanlarının, öğrencilerin, yerel halkın katkı ve katılımıyla sürdürülmektedir.
Arşivlerin Söyledikleri ve Sessizliği
Didyma Kutsal Alanı gibi yüzyılı aşkın bir süredir uluslararası ekipler tarafından araştırma yapılan bir yerin arşivlerde izini sürmek oldukça zorlu bir süreci beraberinde getiriyor. Sadece 20. yüzyılın ilk yarısında Berlin Devlet Müzeleri tarafından yürütülen kazılara ait arşiv malzemesi bile Berlin’de birçok kuruma dağılmış durumda. Bu durumun nedenleri arasında kazılara ait arşiv malzemesinin yıllar içinde bilimsel ya da bilimsel olmayan, kişisel ya da kurumsal gibi kategorilere göre biraz da rastgele ayrılması, arşivlerin İkinci Dünya Savaşı sonucu Berlin’de yaşanan yıkımdan etkilenmesi, kazıların yıllar içinde farklı kurumlar tarafından yönetilmesi sayılabilir. Bir de arşivlerin Türkiye tarafı var. Kısıtlı sayıda da olsa, erken dönem kazıların izleri Cumhurbaşkanlığı Devlet Arşivleri’nde bulunabiliyor. Eskiden sınırlı sayıda araştırmacının erişebildiği, yakın zamanda Devlet Arşivleri’ne aktarılan ve sayısallaştırma süreci sonucu araştırmacıların kullanımına açılacak olan Müze-i Hümayun veya şimdiki adıyla İstanbul Arkeoloji Müzeleri Arşivi de daha fazla araştırmacıya ulaşarak Türkiye’de arkeoloji pratiğinin tarihine dair araştırmalara farklı bulgular ve anlatılar kazandırma potansiyeline sahip.
Berlin Devlet Müzeleri’ne bağlı arşivde bulunan ve yazıda bir örneği paylaşılan belgeler ise 1906-1913 ve ardından 1924-1925 yıllarında yapılan kazılara ait. İlk bakışta arkeoloji ile bağlantısı hemen kurulmayacak, çoğunlukla fiş ve faturalardan oluşan 370’i aşkın belge, 1925 yılında Didyma’da yapılan arkeolojik çalışmalar sırasında günlük kazı deneyimi ile ilgili önemli bilgiler sunuyor.
Belgeler üzerinden, kazı sırasında ne yenip içildiği, genel malzeme tedarikinin nasıl gerçekleştiği hakkında fikir sahibi olabiliyoruz. Günlük alışveriş için genelde yerel üreticiler ve kazı alanına en yakın merkez olan Söke tercih edilse de, İzmir ile yoğun bir alışveriş trafiği gözlemleyebiliyoruz. Hatta yakında kolay bulunamayan bazı özel yiyecek ve içeceklerin İstanbul’dan getirtildiğini de yine fiş ve faturalardan okuyabiliyoruz. Benzer şekilde, kazıda kullanılan bazı teknik malzemelerin Almanya’dan özel olarak getirtildiğini görüyoruz. Bu belgeler, dolaylı olarak dönemin Söke ve İzmir ticaret dünyasına dair görsel bir hafızayı da bize aktarıyor.
Bunların yanında, söz konusu belgeler kazı çalışmalarında rol almış bazı yerel aktörleri görmemize olanak sağlıyor. Bu aktörler, devlet kurumlarının yanı sıra Alman arkeoloji ekibiyle doğrudan veya dolaylı olarak çalışmış yerel halktan bireyler de olabiliyor. Arkeolojik çalışmaları belgeleyen arşivlerde, antik yerleşimler ile eserlerin detaylı çizim ve fotoğrafları, kazı süreci ve yönetimine ait günlükler, raporlar, yazışmalar bulunmasına rağmen, kazılarda görev alan ya da kazıların etrafında yaşayan insanların izine daha az rastlanıyor. Fotoğraflarda da görüldüğü gibi yerel halkın izleri, genellikle antik eserlerin yanında isimsiz olarak ölçek niyetine kullanıldıkları görsel malzemelerde ya da kazı işleyişine dair bazı belgelemelerdeki “çalışan insan” imgelerinde karşımıza çıkıyor.
Yukarıda bahsi geçen belgeler ise bunların aksine, yerel aktörlerin elinden çıkan belgeler üzerinden onların isimlerini, el yazılarını, arşivlerin sessiz kaldığı unsurları bugüne aktarıyor. Örneğin bu fatura ve fişler sayesinde Kavasi Hüseyin Çavuş ile biraderi Ahmet’in Didyma kazılarında bekçi olarak ne zaman ve ne kadar maaş karşılığında çalıştığını öğrenebiliyoruz.
İlk bakışta arkeoloji ile doğrudan ilişkili görünmeyen bu tür belgelerin araştırılması, arşivlerde bazı rastlantısal fakat önemli keşiflere de önayak olabiliyor. Örneğin buluntu kaynak çalışmaları açısından büyük öneme sahip Didyma’ya ait Türkiye Cumhuriyeti tarafından verilmiş 1925 tarihli hafriyat ruhsatnamesi, söz konusu dosyada fiş ve faturaların arasında saklı kalmış olabiliyor.2
Peki bu belgeler ve sunduğu bilgiler, arkeoloji tarihi ile günümüz kültürel miras pratikleri için neden önemli?
Müzelerde Dekolonizasyon Girişimleri ve Arkeoloji Tarihi
Son dönemde, Avrupa ve genel olarak Batı’daki müzelerin koleksiyonlarının sömürgeci bağlamda olsun olmasın gözden geçirilmeye başlanması arkeoloji tarihini derinlemesine inceleyen araştırmaların yaygınlaşmasına ve çeşitlenmesine yol açtı.3 Buluntu kaynağı odaklı araştırma projeleri, eserlerin taşınması ve el değiştirmesine yoğunlaşsa da, bu eserlerin ortaya çıktıktan sonraki hayatlarını da araştırarak antik eserlerin uluslararası yolculuklarındaki aktörleri ortaya koymada önemli rol oynadı.
Türkiye’de arkeoloji tarihi; özellikle de Türkiye’de yabancı ekiplerin yürüttüğü kazıların tarihi, çoğunlukla ülkeden yurt dışına çıkarılan eserlerin akıbeti üzerinden toplumda ilgi görüyor. Dünya genelinde de benzer eğilimlerin olduğu söylenebilir. Son yıllarda, özellikle sömürgeci pratiklerle oluşturulmuş müze koleksiyonlarına dair araştırmalar ile arkeolojik buluntuların getirildikleri ülkelere iade edilmesi bu konuyu gündemde tutuyor. Didyma Kutsal Alanı’nda Berlin Devlet Müzeleri tarafından gerçekleştirilen kazılar da hâlen devam etmekte olan benzer bir araştırma projesinin odağında yer alıyor.4 Didyma ile birlikte yine Alman ekipler tarafından kazılmış Zincirli Höyük ve günümüzde Irak sınırları içinde yer alan Samarra kazılarındaki buluntuların Berlin’e getiriliş süreçlerini inceleyen proje, aynı zamanda söz konusu kazılarda görev alan yerel aktörler ve saha çalışması dinamikleriyle ilgili sorulara cevap arıyor. Yukarıda örneği verilen belgeler ve benzeri kaynaklar, bu tür projelerde anahtar rol üstlenmekte.
1990’lardan itibaren, özellikle milliyetçilik ve ulus-devlet kavramlarının arkeolojiyle ilişkisini irdeleyen araştırmalarla birlikte arkeoloji tarihine duyulan ilgi artmaya başladı. Bunun kısmen Türkiye’ye de yansıması sonucu son 20-25 yıl içinde özellikle geç Osmanlı dönemi müzecilik ve arkeoloji tarihine yönelik önemli araştırmalar yapıldı.5 Salt Galata’da 2011 yılında düzenlenen Geçmişe Hücum sergisinin ardından yayımlanan aynı adlı kitap, Osmanlı İmparatorluğu’nda arkeoloji tarihine farklı vaka çalışmaları üzerinden bakan temel bir eser oldu.6 Özellikle arkeolojide emek kavramı, yerel toplulukların arkeolojiye katkısı ve arkeoloji algısı gibi konular son yıllarda Osmanlı dönemi odaklı akademik çalışmalarda kendine yer buldu.7
Geç Osmanlı döneminde, şu anki Türkiye sınırları içinde yapılmış arkeolojik araştırmaların çeşitliliği ve kazıları yöneten ülkelerin sayısı düşünüldüğünde, dünyanın birçok yerine yayılmış, farklı dillerde belgeler içeren arşivleri temel alarak yeni sorular ortaya atacak araştırmalara ihtiyaç var. Tarihsel bir çalışmanın ötesinde günümüz arkeoloji, müzecilik ve kültürel miras pratiklerine yönelik katkıları da göz önünde bulunduracak bu tip çalışmalar, şüphesiz arkeoloji tarihini keşif ve kurtarıcı mitleri üzerinden şekillenen anlatıdan daha katmanlı, daha çok sesli bir tarihsel anlatıya doğru yönlendirme potansiyeline sahip.
Mustafa Kemal Baran, Orta Doğu Teknik Üniversitesi’nde endüstriyel tasarım ve mimarlık tarihi, Oxford Üniversitesi’nde klasik arkeoloji eğitimi aldı. Doktora eğitimini Türkiye’de arkeoloji tarihi üzerine hazırladığı teziyle Koç Üniversitesi’nde tamamladı. Staatliche Museen zu Berlin-Koç Üniversitesi Anadolu Medeniyetleri Araştırma Merkezi’nin ortak projesinde doktora sonrası araştırmacı olarak çalışmalarını sürdürüyor.
- 1.Ulf Weber, Das Apollonheiligtum von Didyma: Dargestellt an Seiner Forschungsgeschichte von Der Renaissance Bis Zur Gegenwart, Darmstadt: wbg Academic, 2020.
- 2.Staatliche Museen zu Berlin, Zentralarchiv (SMB-ZA), I/ANT, Didy 95.
- 3.Son yıllarda bu konuda yayımlanmış bazı araştırmalar için bkz. Dan Hicks, The Brutish Museums: The Benin Bronzes, Colonial Violence and Cultural Restitution, London: Pluto Press, 2020; Bénédicte Savoy, Africa's Struggle for Its Art: History of a Postcolonial Defeat, çev. Susanne Meyer-Abich, Princeton: Princeton University Press, 2022.
- 4.
- 5.Wendy M. K. Shaw, Possessors and Possessed: Museums, Archaeology, and the Visualization of History in the Late Ottoman Empire, Berkeley: University of California Press, 2003.
- 6.Zainab Bahrani, Zeynep Çelik ve Edhem Eldem (ed.), Scramble for the Past: A Story of Archaeology in the Ottoman Empire, 1753-1914, İstanbul: Salt, 2011.
- 7.Zeynep Çelik, About Antiquities: Politics of Archaeology in the Ottoman Empire, Austin: University of Texas Press, 2016; Artemis Papatheodorou, "Antiquities in Exile: Ottoman Greek Refugees' Trauma and Ionian Antiquities", New Perspectives on Turkey, Vol: 70, 2024, ss. 71–88; Yağmur Heffron ve Filiz Tütüncü Çağlar, "A Partnership of Unequals: Historicising Labour Relations Between Local and Foreign Archaeologists in Türkiye through Ottoman Comparanda", Bulletin of the History of Archaeology, Vol: 34, No: 1, 2024.