Saraydan Sonra, Otelden Önce: Çırağan'da 50 Yaz

Ozan Torun

29 Mayıs 2025

13 Şeref Stadı Havuzu’nun hayli kalabalık olduğu bir günde çekilmiş fotoğrafın renklendirilmiş hâli
Beşiktaş JK Müzesi
Şeref Stadı Havuzu’nun hayli kalabalık olduğu bir günde çekilmiş fotoğrafın renklendirilmiş hâli
Beşiktaş JK Müzesi
2023 yılı Salt Araştırma Fonları’yla desteklenen araştırmacılardan Ozan Torun, 1937’den 1986’ya İstanbul’da su sporları, yarışmalar, konserler ve yaz eğlencelerine ev sahipliği yapan Şeref Stadı Havuzu’nun toplumsal hafızadaki yerini belgeler ve tanıklıklar ışığında değerlendirdi.

Kentte bir mekân düşleyin; üstü açık, çevresi duvarlarla örülü. Bir yanında eski bir mektep, diğer yanında yanık bir sarayın kavruk kalıntıları…

Martıların cıyaklamalarıyla caddeden yükselen sesler birbirine karışıyor. Arada sırada burnunuza gelense denizin tuzlu ve rutubetli kokusu. Hani insana “akşama şöyle güzel bir balık mı yesem” diye düşündüren türden. Tabii yanında da iki kadeh rakı…

Yoksa… mektep, saray ve caddeden sonra bu mekânın dördüncü kenarında da deniz mi var? Tam üstüne bastınız! Boğaziçi’nin kıyısındasınız, üstelik mavi sularla aranızda hiçbir engel yok: İsterseniz sadece ayağınızı sokabilir ya da kendinize güveniyorsanız belki birazcık açılabilirsiniz de. Aman dikkat edin, sonra sizi Sarayburnu’nda aramayalım.

Peki bu mekânda ne yapılıyor, daha doğrusu burası ne işe yarıyor? İşte konumuz tam da bu. Bahsettiğimiz alan çok işe yarıyor, üstelik ihtiyaçlarınıza ve yaratıcılığınıza göre siz de yeni işlevler katabiliyorsunuz. Zira burası bir İstanbul sakini veya yolu bir nedenle İstanbul’a düşmüş biri olarak bizzat size de ait. Yani kamuya açık! Belki inanmayacaksınız, hem de ücretsiz! Öyleyse içeride olup biten hakkında birkaç örnek verelim; ama unutmayın, bunların bazılarına bilfiil katılabilir, bazılarını kenardan izleyebilirsiniz. Bir de altını çizmeli; mekân sıcak mevsimlerde daha hareketli ve eğlenceli olabilir, fakat kışın da geleni gideni bitmiyor. Yolunuz düşerse uğramadan geçmeyin.

Evvela eğer yüzme becerinizden eminseniz buyurun; kendinizi üstünde mazot, içinde denizanası olmayan şu berrak akıntıya bırakabilirsiniz. Yok, “ben çok iyi yüzemem” veya “Boğaz tehlikelidir” diyenlerdenseniz hiç üzülmeyin, içeride büyük bir havuz da var. Belirli günler sadece kadınların kullanımına açık, geri kalanında herkese. Ailenizle veya arkadaşlarınızla hem yüzüp hem de çene çalmaya gidebilirsiniz. Bu arada havuzda illa yüzmek zorunda da değilsiniz. Eğer su sporlarına meraklıysanız, yolunuz buraya düştüğünde kafanızı içeri uzatın, belki o sırada havuzda çalışan millî yüzücülerin veya sutopu oyuncularının idmanlarını izleyebilirsiniz. Şansınız varsa, resmî müsabakaları ve kırılması muhtemel yeni rekorları da.

Peki, oltanız yanınızda mı? Çok güzel Karagöz çıkıyor buralarda. Alttaki dehlizlerde yuvaları var. Kim bilir, belki başka kuzular da takılır oltanıza. Hadi oltanız yok diyelim ya da o gün şansınız yaver gitmedi. Acaba midye sever misiniz? Hani o kocaman olanlarından? Hemen bırakın kendinizi suya, nereye uzansanız hepsi afiyetle mideye inmeyi bekleyen kabuklular rıhtım taşlarına yapışmış sizi bekliyorlar. Aman dikkat! Demire yapışmış olanları değil, taştakileri toplayacaksınız. Buraya kadar tamam da, balıklarla midyeleri pişirmek için ta eve mi gideceksiniz? Hiç gerek yok, şöyle dönüp çevrenize bir bakın: Boş yağ tenekeleriyle sağa sola yayılmış çalı çırpıyı gördünüz mü? Hemen bir ateş yakın veya çevrenizdeki “mangal uzmanlarından” yardım isteyin. Tenekenin üstündeki balığınız birazdan nar gibi kızaracak; midyelerse tek tek açılmaya başladılar bile, hepsi birkaç dakika sonra yenmeye hazır! Bu arada unutmadan, tepedeki güneş içinizi yakabilir. Duvarın dibinde meşrubat ve soğuk bira da satıyorlar, eğer içeceğinizi yanınızda getirmediyseniz cüzi bir fiyata buradan alabilirsiniz. Yok artık! Evet, doğru tahmin ettiniz, bu mekâna dışarıdan yiyecek içecek de getirilebiliyor. Artık bir dahaki sefere unutmazsınız. Afiyet olsun!

Diyelim yolunuz buraya kapalı ve soğuk bir havada düştü; deniz buz gibi, havuzun da suyu boşaltılmış. Üzülecek bir şey yok, çünkü içerideki ücretsiz aktiviteler bitmiyor. Kara Kartallar’ı bilir misiniz? Hani şu mekânın bulunduğu semtin top peşinde koşturan çocukları, üstlerine sadece siyah ve beyaz giyenler. Eğer doğru saatte geldiyseniz, onlar çamur deryası içinde idman yapmaya çalışırken kenardaki taşların üstüne oturup, köşedeki ocaktan çayınızı veya kahvenizi de alıp keyifle bu gençleri seyredebilir, hatta yanlarına gidip sohbet bile edebilirsiniz. Meraklanmayın, aranızda aşılmaz tel örgüler ya da size engel olacak güvenlik görevlileri yok. Burada herkes birbirine rahatça ulaşabiliyor.

İçeride kimi mi göreceksiniz? İşte o konu biraz ait olduğunuz kuşağa bağlı. Kim bilir, belki Hakkı’yı, belki Sabri’yi, belki Yusuf’u… Belki de Metin’le Ali’yi; çünkü Feyyaz genelde geç kalırmış, onu da artık çıkışta yakalarsınız. Ayrıca idmanların yazın da devam ettiğini hatırlatalım; sporcular çamur değil de bu defa toz toprak içinde koştururken yine onları izleme fırsatınız var. Üstelik bu defa yardımınızı da isteyebilirler. Nasıl mı? Elbette mayonuz yanınızdaysa; çünkü bir oraya bir buraya vurulan meşin topların bazıları ilk ters harekette denize kaçacak ve kenardaki mahir yüzücülerden biri suya atlayıp topu kurtarmaya çalışacak. Görelim bakalım, bu kutsal görev size de nasip olacak mı?

Gördüğünüz gibi bu kamusal mekânda yapılabilecek çok şey var: Arkadaşlarla buluşabilir, oyunlar oynayabilir, oynayanları seyredebilir, özgürce yüzebilir, karnınızı doyurabilir, arada sırada kafayı çekebilirsiniz. Hangisini seçeceğinize biraz mevsime, biraz da zevklerinize göre karar verin; bakın, onda da serbestsiniz. Son olarak bir bilgi daha verelim, malum günümüzde kişisel veriler iyice önemli hâle geldi. Bu mekânda kamera yok ama içeride bir aktiviteyle meşgulken hemen yukarıdaki yamaçtan sizi izleyen bir grup olacak. Kimler mi? Güllü Agop’u mu istersiniz, Hafız Burhan’ı mı, yoksa Nazife Güran’ı mı? Ah, o topa nasıl vurduğunuzu Refik Osman’ın ya da Baba Hüsnü’nün görmesi ne de hoş olurdu… Unutmadan, yine de mekânda eğlenirken hâl ve tavırlarınıza dikkat edin, çünkü sizi izleyen onca subayın arasında Yedi Sekiz Hasan Paşa da var. Aman dikkat, kazara kafanıza bir sopa inmesin, ne olur ne olmaz! Dilerseniz mekândan ayrılırken yanlarına uğrayıp seyircilerinize bir merhaba diyebilirsiniz, nasılsa uzun süredir oradalar…

Herhâlde bu kadar ipucu yeter. Acaba böyle bir mekânın ancak bir hayal ürünü ya da bir film platosu olabileceğini mi düşünüyorsunuz? Ya da neresi olduğunu hemen bildiniz mi? Yoksa bu sayılanlardan bazılarını burada yapanlardan mıydınız? Durun, şimdi yaşınız ortaya çıkacak!

Müdavimlerinin Jargonundan: “Şeref”

Bilenleri tebrik etmek, bilemeyenleri daha fazla merakta bırakmamak için doğrudan yanıtla başlayalım: Bahsettiğimiz yer, Çırağan sahilinde bugün üzerinde havalı bir otelin bulunduğu eski Şeref Stadı. Daha doğrusu stat, havuz, rıhtım ve çevresindeki donatılardan oluşan çok işlevli bir kompleks. 1933’te kapılarını açıp 1986’da dozerlerin altında kalan, üç kuşağa hizmet edip nice hatırasıyla artık belleklerde yaşayan bir mekân. Bu yazı, kapsamlı bir arşiv taramasına ve sözlü tarih görüşmelerine dayanan verilerle bugünün çocuklarına belki ütopik gelecek bu kamusal alanın hikâyesini, bizzat tanıklarının deneyimleriyle anlatmaya çalışıyor. Zira bu satırların yazarı da yaşı nedeniyle bu mekâna yetişemedi; ama dinlediklerinin yarattığı merak ve biraz da hüzün, müdavimlerinin “Şeref” dedikleri bu yerin sadece belleklerde değil, en azından sözcükler, sesler ve görüntülerle de erişilebilir bir yerlerde kalması gerektiğine inandırdı.

Doğal olarak anlatıma Çırağan Sarayı’yla başlayacak, sonra stadyum ve havuzdan söz edip hikâyeyi 1986’da sonlandıracağız. Ancak altını çizelim; bu araştırma, söz konusu mekân ve yapıların mimari özelliklerinden ziyade yerelde taşıdığı toplumsal ve kültürel anlamlara odaklı. Dolayısıyla aşağıda herhangi bir mimari akımdan, süsleme tekniğinden, peyzajdan, metrekarelerden bahsedilmeyecek. Bunların yerine, bir muhitin sakinlerinin metruk, yarı-metruk ve düzenlenmiş bir kamusal alanı kendi ihtiyaçları, zevkleri, ilişkileri çerçevesinde nasıl algıladıkları, kullandıkları ve korudukları bizzat kendi ifadelerine başvurarak anlatılmaya çalışılacak.

Saraylar, Konuklar ve Alevler

Bugün de aynı isimle anılan Çırağan, Beşiktaş ile Ortaköy arasında kalan küçük bir sahil semti. Sırtını Yıldız Korusu’na yaslamış, bir zamanlar Bebek’e kadar giden tramvayların geçtiği caddeye de kendi adını vermiş, az sayıda sakininin bu caddeyi dikine kesen iki-üç dik yokuştaki konutlarda yaşadığı mütevazı ama bir o kadar da cazibeli bir yerleşim alanı. Öyle ki, adını bile bu cazibesiyle ev sahipliği yaptığı, gece gündüz süren eğlencelerden almış. Hem de saray erkânının tam kadro katıldığı eğlenceler. Ne zaman mı? Tabii ki Lale Devri’nde.

1 Salt Fft323001 Ahmet Refik, “Çırağan Alemleri”, <i>Yedigün</i>, Sayı: 81, 26 Eylül 1934<br />
Salt Araştırma, Feridun Fazıl Tülbentçi Arşivi
Ahmet Refik, “Çırağan Alemleri”, Yedigün, Sayı: 81, 26 Eylül 1934
Salt Araştırma, Feridun Fazıl Tülbentçi Arşivi

Günümüzde Çırağan Sarayı’nın bulunduğu arazide bilinen ilk gösterişli yapının geçmişi 17. yüzyıla uzanır: Önce IV. Murad’ın kızına yaptırdığı yalı, sonra Nevşehirli Damat İbrahim Paşa’nın aynı yerde eşine yaptırdığı sahilsaray. III. Ahmed’den Abdülmecid’e tahta çıkan her sultan buradaki saray yavrusunu onartır, büyüttürür, genişlettirir ve yaz aylarında ziyadesiyle değerlendirir. Ta ki Dolmabahçe Sarayı tamamlanıp devlet organları tümüyle Beşiktaş’a taşınana kadar. 1850’lerde yavaş yavaş terk edilen sahilsaray, 1860’ta yıktırılır ve bugün bildiğimiz yeni saray yine Balyanlar’ın marifetiyle 1871’de tamamlanır.1 Çırağan Sarayı’nı yaptıran ve büyük hevesle taşınmasına rağmen rutubetli havasına alışamadığı için mecburen Dolmabahçe’ye dönen Abdülaziz’den sonra burayı kullanan diğer sultan V. Murad olur; ama tahttayken değil, üç aylık saltanatının ardından ölümüne dek geçen 28 yıllık mahrumiyet döneminde.2

2 Salt Ahistdiv00194016 <i>Souvenir de Constantinople</i> [Yadigâr-ı Konstantiniyye] adlı albüm içinde Çırağan Sarayı’nı ve Boğaziçi’ndeki konumunu gösteren bir çizim<br />
Salt Araştırma, Fotoğraf ve Kartpostal Arşivi
Souvenir de Constantinople [Yadigâr-ı Konstantiniyye] adlı albüm içinde Çırağan Sarayı’nı ve Boğaziçi’ndeki konumunu gösteren bir çizim
Salt Araştırma, Fotoğraf ve Kartpostal Arşivi

Meşrutiyet ile birlikte saray yeni rejimin en esaslı kurumlarından Meclis-i Mebûsan’a tahsis edilir ve mebuslar üst katta kendileri için düzenlenen salonlarda toplanmaya başlarlar. Bir sonraki konukları olacak turistlerin ancak 80 yıl sonra bir otele dönüştüğünde teşrif edebilecekleri yapı, 19 Ocak 1910 günü çatısından yükselen alevlere yenik düşer. Hem de sadece beş saat içinde.3

3 Salt Fft686008 Sarayın çatısından yükselen alevleri ve yangını söndürme çabalarını gösteren “Çırağan Sarayı’nda yangın” başlıklı bir gazete kupüründeki resim, 1910 <br />
Salt Araştırma, Feridun Fazıl Tülbentçi Arşivi
Sarayın çatısından yükselen alevleri ve yangını söndürme çabalarını gösteren “Çırağan Sarayı’nda yangın” başlıklı bir gazete kupüründeki resim, 1910
Salt Araştırma, Feridun Fazıl Tülbentçi Arşivi

Saraydan geriye dış duvarlarından başka hiçbir şey kalmaz. İmparatorluğun iktisadi açıdan hayli sıkıntılı olduğu bir dönemde hiçbir masraftan kaçınmadan, hatta Kırım Harbi sonrasında alınan dış borçlardan da yararlanarak inşa ettirilen şatafatlı ama kısa ömürlü bu yapının Cumhuriyet öncesindeki son konuklarıysa işgal yıllarında kışlalarını buraya kuran Fransız askerleri olur.4 Onlar da 1923’te “geldikleri gibi giderler” ve hikâyemiz burada başlar.

“Gül, Oyna, Koş! Spor Ne Hoş!”5

1923’te yeni bir ülke kurulur: Son döneminde iyice dışa bağımlı hâle gelmiş bir imparatorluğun içinden doğmuş, bir zamanların geniş topraklarından geriye kalabileni sahiplenmiş, tahtı kurtarma gayesini çoktan terk etmiş, onun yerine modern bir düzenle her şeye yeni bir sayfa açmaya çalışan fakir ama cesur bir ülke.

Sanayileşme yarışında geride kalmış, borçlarını ödeyememiş, yerli burjuvazisi gelişmemiş bir ülkede iktisadi sıkıntıları çözmeden beşerî kalkınmayı sağlamak kolay iş değil; tabii çözüm bekleyen bunca sorunu bir önem sıralamasına sokmak da. Bu nedenle kurucu kadro bir yanda savunduğu ekonomi politikasını inşa etmeye çalışırken, aynı zamanda eğitime, sanata ve spora da ehemmiyet göstermeye ve radikal adımlar atmaya çabalar. Ne de olsa eğitim devletin ideolojik aygıtlarından biridir ve eğer toplum beklenen yönde “eğitilirse” kalkınma programındaki diğer taşların da yerlerine oturması kolaylaşacak, öngörülen plan sağlam temellerle daha uzun ömürlü olacaktır. Kadro, eğitimin sadece okul sıralarında olmayacağının farkındadır. Gençlik dışarı çıkmalı, kız-erkek birlikte spor yapmalı, sağlam kafalar için sağlam vücutlara sahip olmalıdır. İyi de nerede?

Cumhuriyet rejimine imparatorluktan ne derli toplu bir stadyum ne de bir hipodrom kalmıştır. Levantenlerin kendi aralarında at koşturdukları birkaç yarış sahası, gayrimüslimlere ait bazı okul bahçeleri, İttihatçıların düzenlediği fakat daha ziyade askerî talimlere uygun az sayıda meydanlık alan, bir de eski başkentin merkezinde kışladan bozma bir top sahası. Hepsi bu! İyi kötü spor yapılabilecek bu alanlarda sporcular ve seyirciler için gerekli altyapının, yeterli malzemenin ve konfor olanaklarının bulunmadığını söylemeye ihtiyaç olmasa gerek.

Biraz katastrofik bir manzara oldu galiba. Öyleyse içimize su serpmek için tüm bu olumsuzlukların altından nasıl kalkılmaya çalışıldığına bakmak üzere iki savaş arası döneme gidelim.

Devlet 1924 itibarıyla hem toplumsal gelişimi sağlamak hem de toplumu denetleyebilmek için spor alanında önemli adımlar atmaya başlar. Bir yanda asırlara uzanan geleneklerden sıyrılıp Batılı görünüme sahip yurttaşlar yetişmesi, diğer yanda ulusun kısa süre önce cephede gösterdiği başarının bu defa uluslararası müsabakalara taşınması gereklidir. Bunun için kadın-erkek herkesin bir arada spor yapabileceği, bedenin bilimsel yöntemlerle disiplin altına alınabileceği, sporun fizik ve zihin sağlığı için faydasının benimseneceği kamusal alanlara ihtiyaç vardır. 1920’lerin siyasi çalkantıları içinde büyük yatırımlara girişmek henüz mümkün olmasa da en azından Taksim Stadı, Veliefendi Hipodromu, İttihat ve Cebeci sahaları gibi mevcut derme çatma alanlar elden geçirilir; başta Balkanlar olmak üzere Avrupa ülkeleriyle müsabakalar düzenlenir ve en önemlisi büyük fedakarlıklarla Olimpiyat Oyunları’na gidilir. Bunlardan sonuncusu, iki rejimin spora ve beden gelişimine verdiği önemi ortaya koyan çarpıcı bir örnek olabilir: Osmanlılar 1908’de ve 1912’de düzenlenen Olimpiyatlar’dan ilkine bir, ikincisine iki sporcuyla katılmış; buna karşın Cumhuriyet hem 1924 hem 1928 Olimpiyatları’na farklı dallarda yarışacak yirmiden fazla sporcudan oluşan kafileler göndermiştir.6

4 2 Türk Millî Kafilesi’nin 1924 Paris Olimpiyat Oyunları’nda çekilmiş bir fotoğrafı<br />
Comité National Olympique et Sportif Français
Türk Millî Kafilesi’nin 1924 Paris Olimpiyat Oyunları’nda çekilmiş bir fotoğrafı
Comité National Olympique et Sportif Français

5 5 Türk Millî Futbol Takımı’nın 1928 Amsterdam Olimpiyat Oyunları’nda Mısır’la yapacağı maç öncesinde çekilmiş bir fotoğrafı<br />
Türkiye Millî Olimpiyat Komitesi Arşivi<br />
Türk Millî Futbol Takımı’nın 1928 Amsterdam Olimpiyat Oyunları’nda Mısır’la yapacağı maç öncesinde çekilmiş bir fotoğrafı
Türkiye Millî Olimpiyat Komitesi Arşivi

Onların Stadı Varsa, Bizim de Olmalı

1930’lara gelindiğinde Avrupa’da milliyetçi rüzgârlar güçlenmeye başlar. 1936 Berlin Olimpiyatları’yla arşa çıkacak siyasal rekabetin de gösterdiği gibi, düz bir zemin ve çevresine yerleştirilmiş oturaklardan ibaret sahalar sportif faaliyetler için yeterli olsa da, güç ve gurur gösterileri için gerekli ihtişamı karşılamaz. Öyleyse oyun alanının ölçüleri aynı kalacak ama dört yanında kitleleri ağırlayacak tribünlere, rejimi kutsallaştıracak sembollere ve askerî törenler düzenlenecek geniş parkurlara sahip görkemli tesisler yapmak gerekir. İlk tuğlalar elbette başkentte döşenir ve 19 Mayıs Spor Kompleksi iki yıllık çalışma sonunda 1936’da açılır. Aynı dönemde İstanbul da benzeri bir tesise ihtiyaç duymakta, kamuoyu bu konuyu tartışmaktadır.

Kentin köklü kulüplerinden Galatasaray SK rakiplerini Taksim Stadı’nda ağırlarken, Fenerbahçe SK 1929’da Millî Emlak’tan kiralayıp kendi ismini verdiği eski İttihat Sahası’nı kullanmaktadır. Bu iki kulüpten önce kurulmuş Beşiktaş JK’nınsa Akaretler’deki derme çatma arazisinden başka bir sahası yoktur.

6 1 Beşiktaşlıların Şeref Stadı açılana kadar kullandıkları, Akaretler sıra evleri arasında kalan ve adını hemen yanındaki 56. Mektep’ten alan 56. Mektep Bahçesi ya da 56 Sahası’nın havadan görünümü<br />
Fotoğraf: Hilmi Şahenk, 1959<br />
Beşiktaşlıların Şeref Stadı açılana kadar kullandıkları, Akaretler sıra evleri arasında kalan ve adını hemen yanındaki 56. Mektep’ten alan 56. Mektep Bahçesi ya da 56 Sahası’nın havadan görünümü
Fotoğraf: Hilmi Şahenk, 1959

Bunun üzerine kulübün futbol şubesinin kurucusu, ilk kaptanı ve teknik direktörü olan, aynı zamanda uluslararası statüde hakemlik de yapan Ahmet Şerafettin (kısaca Şeref) Bey, sarayın metruk bahçesini bir stada dönüştürme niyetiyle gözüne kestirir. İlerleyen hastalığına rağmen bu arsayı kulübe kazandırabilmek için İstanbul-Ankara arasında gider gelir, bir dizi bürokratik engeli aşar ve sonunda başarır: 13 Temmuz 1932 tarihli Bakanlar Kurulu kararıyla Çırağan Sarayı bahçesi bir stat inşa etmek üzere Beşiktaş JK’ya bırakılır.

7 2 Çırağan Sarayı’nın metruk bahçesinin bir stat inşa edilip sportif amaçla kullanılması için Beşiktaş JK’ya kiralandığını bildiren 13 Temmuz 1932 tarihli Bakanlar Kurulu Kararı <br />
Devlet Arşivleri Başkanlığı, 30-18-1-2; Kararlar Daire Başkanlığı, 30-52-3, 148-37<br />
Çırağan Sarayı’nın metruk bahçesinin bir stat inşa edilip sportif amaçla kullanılması için Beşiktaş JK’ya kiralandığını bildiren 13 Temmuz 1932 tarihli Bakanlar Kurulu Kararı
Devlet Arşivleri Başkanlığı, 30-18-1-2; Kararlar Daire Başkanlığı, 30-52-3, 148-37

Yarım asırdan uzun süre sadece Beşiktaşlıların değil, tüm İstanbulluların yararlanacakları metruk bir arazinin çok işlevli bir spor ve rekreasyon alanına dönüşmesini sağlayan Şeref Bey 13 Haziran 1933’te hayata gözlerini yumar. Sevenleri onu son yolculuğuna isminin verildiği bu stattaki törenle uğurlar.7

8 Edited Şeref Bey’in cenaze merasimine ilişkin bir gazete haberi, <i>Cumhuriyet</i>, 15 Haziran 1933
Şeref Bey’in cenaze merasimine ilişkin bir gazete haberi, Cumhuriyet, 15 Haziran 1933

Bir Stattan Fazlası

Beşiktaşlı sporcuların da bilfiil inşaatında çalıştıkları stat, 1933’te hizmete girer ve İnönü Stadyumu’nun açılacağı 1947’ye kadar yalnızca Beşiktaş JK idmanlarına değil, pek çok ulusal ve uluslararası karşılaşmaya ev sahipliği yapar. 1930’larda beden gelişimine verilen önem neredeyse tüm Olimpik dallardaki yatırımlarda kendini göstermeye başlarken Halkevleri’nden okullara, belediyelerden federasyonlara kadar pek çok kurum sporcu yetiştirme, turnuva ve gösteri düzenleme konusunda âdeta birbiriyle yarışır hâldedir.

Dönemin önemli bir gösteri âdetiyse sağlıklı bedenlerin teşhiri ve senkronize hareketlerden oluşan törenlerdir. Ulusal bayramlarda askerlerin yanında her yaştan öğrencinin de etkin rol aldığı bu gösterilerin stadyum gibi alanlarda gerçekleşmesi tercih edilir. İşte Şeref Stadı’nın imdadına yetiştiği ihtiyaçlardan biri daha! Ortaköy, Çırağan, Vişnezade, hatta Yıldız ve Arnavutköy’deki okullar yıllarca 23 Nisan ve 19 Mayıs kutlamalarını bu statta gerçekleştirir. Beşiktaş Köyiçi’ndeki Büyük Esma Sultan İlkokulu’nda okuyan Rengigül Ural, tören hazırlıklarını şöyle hatırlıyor:

“Bir defa birkaç ay evvelinden hazırlanılırdı. İşte özel kıyafetler oluyor, öğretmen de bunu ya alabilecek ya da annesinin dikebileceği kişileri seçiyor, zaten az kişi var. […] Anneler de çağırılırdı okula, herkes mandolinini alır, üstümüz başımız ona göre yapılırdı. Büyük Esma Sultan İlkokulu’ndan biz toplu hâlde yürüye yürüye giderdik. O ince uzun bir yol, zaten insan fazla yok, araba yok ama öğretmenlerimiz, müdürler ve başka okullardan gelenler de olurdu. Önce okullarımızda prova yapardık, bahçede, sonra bizi oraya götürürlerdi, annelerimiz babalarımız da gelirdi tabii.”8

9 Edited Şeref Stadı’nda düzenlenen 1938 yılı 19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramı gösterilerinde çekilmiş iki fotoğrafın yer aldığı gazete kupürü, <i>Cumhuriyet</i>, 20 Mayıs 1938
Şeref Stadı’nda düzenlenen 1938 yılı 19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramı gösterilerinde çekilmiş iki fotoğrafın yer aldığı gazete kupürü, Cumhuriyet, 20 Mayıs 1938

Su sporları bu dönemde önem verilen dallar arasındadır. Moda’da ve Büyükdere’de denizin içine kurulmuş havuzlarda yüzme ve sutopu, açık sulardaysa yelken ve kürek çalışmaları sürerken Avrupa yakasının güneyinde bir havuz ihtiyacı gündeme gelir ve en uygun alan olarak yine bizim mekân seçilir. 2 Ekim 1937’de stadın yanında hizmete giren Şeref Stadı Havuzu özellikle 1940’larda kentin önemli müsabakalarına ev sahipliği yapar. Basının da yakın ilgi gösterdiği havuzdaki yarışlar, rekorlar, ödüller yıllarca gazete sayfalarından düşmez. Bu arada havuzun sporcular için ideal koşulları sağladığı düşünülmemeli. Çocukluk ve gençlik yıllarında burada yüzen millî sporcu Faika Kalafat, havuzla ilgili şu bilgileri veriyor:

“Kulvar taşları çok yüksekti, havuzun içindeki suysa çok alçaktı. Dolayısıyla, rahmetli antrenörümüz İbrahim Sezer—o da Yüzme İhtisas’tan yetişmedir—uyarırdı, ‘bellere dikkat’ diye. Çok depar yaparsanız, bel gider. ‘Bellere dikkat’, yani ‘karnını içeri çek, dik tut, suya düz yapış’ şeklinde. Vardığınız duvarı görmezsiniz, yani hissederek, ‘geldim mi duvara’ diye dönüş yaparsınız.”9

10 Edited Şeref Stadı Havuzu’nun İstanbul Valisi ve Belediye Başkanı Muhittin Üstündağ’ın da katıldığı törenle hizmete girdiğini ve ilk müsabakaların yapıldığını bildiren bir gazete kupürü, <i>Cumhuriyet</i>, 3 Ekim 1937
Şeref Stadı Havuzu’nun İstanbul Valisi ve Belediye Başkanı Muhittin Üstündağ’ın da katıldığı törenle hizmete girdiğini ve ilk müsabakaların yapıldığını bildiren bir gazete kupürü, Cumhuriyet, 3 Ekim 1937

11 1939 yazında Şeref Stadı Havuzu’nda düzenlenen yüzme teşvik müsabakalarının sonuçlarını içeren bir gazete kupürü, <i>Haber</i>, 10 Temmuz 1939
1939 yazında Şeref Stadı Havuzu’nda düzenlenen yüzme teşvik müsabakalarının sonuçlarını içeren bir gazete kupürü, Haber, 10 Temmuz 1939

Havuzun su sporları açısından etkinliği ve şöhreti 1950’li yıllarda gerilemeye başlar. Bu değişimde sportif faaliyetlerin daha derli toplu bir tesis olan Ortaköy’deki Lido’ya kaymasının ve futbolun tahakkümünün artmasının payı vardır. Sporcular Çırağan’da yarışmayı sürdürseler de burası artık bir halk plajına evrilmeye başlamış ve civarda yaşayan halkın yaz eğlencelerinin favori mekânına dönüşmüştür. Burada sözü, ikisi de 1957’de doğmuş ve çocuklukları bu havuzda geçmiş iki Ortaköylüye, Haçik Gökçeoğlu ile Aret Taşçıoğlu’na bırakalım:

“O zamanlar Şeref Stadı’nda yüzme havuzu yapılmıştı, Ortaköy’ün en büyük lüksüydü. Oraya giderdik. Sabahtan öğleye kadar bayanlar, öğleden sonra herkese açık. Kapısı tam kemerin yanındaydı, ufacık bir kapıdan girerdik. Orada konserler olurdu, orkestralar gelirdi. Beşiktaş devamlı antrenman yapardı, hem futbolcuları izlerdik hem de konser veren sanatçıları.”10

12 Salt Tasuh3907001 Çırağan Sarayı’nın dış duvarları ile Şeref Stadı Havuzu’nun boş hâlini ve çevresindeki tribünleri gösteren bir fotoğraf<br />
Salt Araştırma, Ali Saim Ülgen Arşivi<br />
Çırağan Sarayı’nın dış duvarları ile Şeref Stadı Havuzu’nun boş hâlini ve çevresindeki tribünleri gösteren bir fotoğraf
Salt Araştırma, Ali Saim Ülgen Arşivi

14 Şeref Stadı Havuzu’nda konser veya “havuz güzeli yarışması” düzenlenen bir günde çekilmiş, orkestra ile işletmeci Bahriyeli Hasan’ın da göründüğü bir fotoğraf<br />
Beşiktaş JK Müzesi<br />
Şeref Stadı Havuzu’nda konser veya “havuz güzeli yarışması” düzenlenen bir günde çekilmiş, orkestra ile işletmeci Bahriyeli Hasan’ın da göründüğü bir fotoğraf
Beşiktaş JK Müzesi

Beşiktaş’ın eski balıkçılarından Ferruh Ötleş ise hem havuzun bazı çalışanlarını anımsıyor hem de havuza girmeye gittikleri günlerde izledikleri Beşiktaşlı futbolcuları:

“Havuzda mesela Ahmet ağabeyimiz vardı, Bahriyeli Hasan çalıştırırdı havuzu, o da iyi bir ağabeyimizdi. Mesela kapıda ‘Gandi Burhan’ vardı, bilet keserdi. ‘Kıvırcık’ vardı, ismi aklıma gelmiyor ama lakabı Kıvırcık’tı. Turnike vardı, bildiğiniz eski turnikeler, onlar kapıda bilet keserlerdi. Küçük bir gişemiz vardı, camından biletini alıp içeri girerdin. Havuzun girişi ayrıydı, Şeref Stadı’nın girişi ayrıydı. Beşiktaş’ın antrenmanlarını seyreder, arada biz de top oynardık […] Sezon açılışları da orada olurdu.”11

Ucuz giriş bileti, konserler, havuzbaşı eğlenceleri, yarışmalar, içten ve samimi bir ortam derken Şeref Stadı Havuzu’nun her zaman konforlu, bakımlı ve sıhhi bir yer olduğu düşünülmesin. Kentte nüfus arttıkça pek çok mekân gibi havuzun da gitgide kalabalıklaştığını, kirlendiğini ve bazı çevrelerin burayı pek tercih etmemeye başladığını hatırlatmak gerekir.

Usta Yüzücüler, Yaman Avcılar

Tabii iki adım ötede pırıl pırıl Boğaz suları varken Çırağan’a gelen herkes havuza girmiyor. Belleklerden aktarılan tasvire göre, stadın denize bakan duvarının dibi yaz aylarında konuklarına bir plajı aratmayan olanaklar sunarmış: Denizde atılan kulaçların ardından buz gibi biralar yudumlanır, toplanan midyelerle tutulan balıklar teneke üstünde pişirilir, rüzgâr yoksa iskambil oynanır, o sırada denize bir top kaçtıysa peşinden suya atlanır… Âdeta bir sayfiye!

15 Şeref Stadı’nın yanındaki Çırağan Sarayı kalıntıları, sırtını yasladığı Yıldız Korusu, Yahya Efendi Mezarlığı ve deniz tarafındaki sahiliyle birlikte havadan görünümü<br />
Fotoğraf: Hilmi Şahenk, 1959<br />
Şeref Stadı’nın yanındaki Çırağan Sarayı kalıntıları, sırtını yasladığı Yıldız Korusu, Yahya Efendi Mezarlığı ve deniz tarafındaki sahiliyle birlikte havadan görünümü
Fotoğraf: Hilmi Şahenk, 1959


Beşiktaş’ın suyla haşır neşir büyümüş çocukları Şeref Stadı sahilinde hem yüzme öğrenilecek hem de uzmanlaştıkça terfi edilecek alanları da tarif ediyorlar. 1951’de Köyiçi’nde doğan Süha Karamanoğlu, Çırağan’da yüzme öğrenmek için en ideal yerin “kaygan taş” olduğunu söylüyor:

“‘Kaygan taş’ diye bir taşımız vardı. Orası yüzme eğitiminin ilk yapıldığı yerdi, çünkü kaygan taşla su aynı seviyedeydi. Hiçbir yüksekliği olmadığı için oradan kaydığınız veya düştüğünüz zaman hemen elinizle tutunabilirdiniz, bir güvenceydi. Zaten ağabeyler de vardı orada. Dikkat ederler, yüzme bilmeyen kişi atladığı zaman mutlaka tutunmasını sağlarlar veya atlayıp çekerlerdi.”12

Aynı öğrenme alanının isminin “üçgen” olduğunu hatırlatan Müjdat Yetkiner de bunun yüzme tecrübesinde ve mahallelilik ilişkilerinde önemli bir aşama olduğunu belirtiyor:

“Çırağan’da yüzmeyi ‘üçgende’ öğrenirsin. Beşiktaş’ın çocukları üçgeni iyi bilir. Üçgenden sonra betona gidersin. Yüzmeyi öğrendikten sonra, o betonun altından midye çıkarırdık, büyükler midye çıkarttırırdı bize. Oranın müdavimleri vardı, ‘piizci’ büyük ağabeyleri vardı. […] Tenekeleri bilir misiniz, yağ tenekelerini? Yağ tenekelerinin bir bölümünü keser, incir dallarının arkasına saklardık. Dört tane taşın içine ateşi yakardık, delik açardık tenekelere, üstünde midyeleri pişirirdik. Zaten midye pişmeye başladığı zaman kendiliğinden açılırdı.”13

16 Şeref Stadı’nın Boğaziçi’ne bakan uzun sahil şeridinin havadan görünümü<br />
Fotoğraf: Hilmi Şahenk, 1959<br />
Şeref Stadı’nın Boğaziçi’ne bakan uzun sahil şeridinin havadan görünümü
Fotoğraf: Hilmi Şahenk, 1959

17 Şeref Stadı’nın Boğaziçi’ne bakan sahili ve köşede soğuk bira satışı yapılan büfenin kısmi görünümü<br />
Beşiktaş JK Müzesi<br />
Şeref Stadı’nın Boğaziçi’ne bakan sahili ve köşede soğuk bira satışı yapılan büfenin kısmi görünümü
Beşiktaş JK Müzesi


Gördüğünüz gibi denizinden havuzuna, töreninden idmanına, midyesinden birasına pek çok alternatifi sunan bir mekân bahsettiğimiz. Tıpkı on yıl boyunca formasını giydiği takımıyla defalarca buranın tozunu yutmuş Zekeriya Alp’in özetlediği gibi:

“Bizim Şeref Stadı’ndaki antrenmanlarımızı onlarca değil yüzlerce insan seyrederdi. Bazen çok basit antrenman maçlarında bile o kalabalığı görebilirdin. Hele yaza rastlıyorsa, adam Şeref Stadı’na geliyor, denize giriyor, denizden çıkıyor, antrenmanı izliyor, maçı izliyor, böylesine bir konfor var mı? Hiçbir yerde yok, dünyanın hiçbir yerinde böyle bir konfor yok!”14

Evet, gerçekten de artık böyle bir konfor yok!

18 Şeref Stadı’nın tribünlerinden Beşiktaş JK futbolcularının antrenmanını izleyenlerin fotoğrafı<br />
Beşiktaş JK Müzesi<br />
Şeref Stadı’nın tribünlerinden Beşiktaş JK futbolcularının antrenmanını izleyenlerin fotoğrafı
Beşiktaş JK Müzesi

19 Şeref Stadı’nda Beşiktaş JK futbolcularının antrenmanını mayolarıyla izleyenlerin fotoğrafı<br />
Beşiktaş JK Müzesi<br />
Şeref Stadı’nda Beşiktaş JK futbolcularının antrenmanını mayolarıyla izleyenlerin fotoğrafı
Beşiktaş JK Müzesi

20 Şeref Stadı’nda Beşiktaş JK futbolcularının antrenman maçını izleyenlerin fotoğrafı<br />
Beşiktaş JK Müzesi<br />
Şeref Stadı’nda Beşiktaş JK futbolcularının antrenman maçını izleyenlerin fotoğrafı
Beşiktaş JK Müzesi


Odalarımız, Süitlerimiz, Sauna ve Buhar Odası: Hemen Rezervasyon Yapın!

Tanıklarının kâh özlemle kâh gururla anlattıkları bu mekânın akıbetini biliyorsunuz. Şayet bilmiyorsanız, bir gün kalkıp Çırağan’a gidebilir ve oradaki bir yetkiliye top sahasını, havuzu, sahil şeridini görmek istediğinizi söyleyebilirsiniz. Bir ihtimal ne demek istediğinizi anlarsa belki yardımcı olmak isteyecek, ama elinden pek bir şey gelmeyecektir. Eğer size şaşkın gözlerle bakar ve diyalog burada kesilirse fazla üstünde durmayın, belki lobide bir tur atmanıza izin verirler.

Unutmadan; onca değişime rağmen bu mekânı yukarıdaki yamaçtan izleyenler hâlâ oradalar. Tabii bu hikâyenin ortaya çıkmasını sağlayan Şeref Bey de:

“Beni Çırağan Sarayı’nın bahçesindeki Beşiktaş stadına nâzır olan Yahya Efendi Mezarlığı’na gömünüz. Ruhum oradan her an arkadaşlarımı görsün.”
13 Haziran 1933

- - -


Ozan Torun, Yeditepe Üniversitesi’nde sosyal antropoloji, Galatasaray Üniversitesi’nde sosyoloji okudu; doktorasını Türkiye’de at yarışlarının etnografik tarihi üzerine yazdığı teziyle Yıldız Teknik Üniversitesi’nde tamamladı. 19. ve 20. yüzyıl kent belleği ile spor tarihi üzerine araştırmalarını sürdüren Torun, hâlen Vehbi Koç Vakfı Sadberk Hanım Müzesi’nde çalışmaktadır.
  • 1.
    Ali Saim Ülgen, Çırağan Sarayı'nı Sarkis ve Hagop Balyan'ın inşa ettiğine dair not. Salt Araştırma, Ali Saim Ülgen Arşivi, TASUDOC1186.
  • 2.
    Edhem Eldem, "Saray Hapishane Olunca: V. Murad ve Ailesi Çırağan Sarayı'nda", Voyvoda Caddesi Toplantıları 2003-2004, Osmanlı Bankası Arşiv ve Araştırma Merkezi, 19 Mart 2003. Salt Araştırma, Osmanlı Bankası Arşiv ve Araştırma Merkezi (OBAAM) Arşivi, ECOBARCE017.
  • 3.
    Selda Kalfazade, "Çırağan Sahilsarayı", TDV İslam Ansiklopedisi, Cilt: 8, İstanbul: MEB Yayınları, 1993, ss. 304-306.
  • 4.
    Selman Can, Belgelerle Çırağan Sarayı, Ankara: T.C. Kültür Bakanlığı Yayınları, 1999, s. 53.
  • 5.
    Sözleri Orhan Seyfi Orhon tarafından yazılan ve Yeni Türk mecmuasının Haziran 1933 tarihli 9. sayısında yayımlanan "Spor Marşı" adlı eserin ilk dizesi.
  • 6.
    Efdal As, "İktidar-Spor Kurumları İlişkileri Bağlamında İki Dünya Savaşı Arasında Türkiye Cumhuriyeti'nin Katıldığı Olimpiyatlar (1924 Paris, 1928 Amsterdam, 1936 Berlin)", Cumhuriyet Tarihi Araştırmaları Dergisi, Sayı: 24, 2016, ss. 156-204.
  • 7.
    "Merhum Şeref dün binlerce sporcunun gözyaşları arasında defnedildi", Cumhuriyet, 15 Haziran 1933.
  • 8.
    Rengigül Ural ile yapılan sözlü tarih görüşmesi, 15 Haziran 2021
  • 9.
    Faika Kalafat ile yapılan sözlü tarih görüşmesi, 24 Mayıs 2021.
  • 10.
    Haçik Gökçeoğlu ve Aret Taşçıoğlu ile yapılan sözlü tarih görüşmesi, 25 Mart 2021.
  • 11.
    Ferruh Ötleş ile yapılan sözlü tarih görüşmesi, 2 Temmuz 2022.
  • 12.
    Süha Karamanoğlu ile yapılan sözlü tarih görüşmesi, 17 Eylül 2021.
  • 13.
    Müjdat Yetkiner ile yapılan sözlü tarih görüşmesi, 2 Nisan 2021.
  • 14.
    Zekeriya Alp ile yapılan sözlü tarih görüşmesi, 17 Şubat 2022.
PAYLAŞ