Ian Wilson
(1940, Durban doğumlu. Edinburgh’ta yaşıyor ve çalışıyor.)
“O: Tamamen ifadeye, yani düşüncelere, dile ve söze odaklanmak üzere heykeli bıraktınız; neden? W: Son yaptığım heykel, beyaz tebeşirle yere çizilmiş bir çemberdi. Onun hakkında konuşmak, o çemberi çizmekten daha
ilginçti. O: Niye? W: Çünkü asıl heyecan verici olan, onun bir çember olması ve bir çember hakkında da konuşulabilir olmasıydı.”
Achille Bonito Oliva’nın 1972’de Ian Wilson’la yaptığı söyleşiden bir pasaj
Ian Wilson, konuşulan dile bir sanat biçimi olarak ilgi duyar. İşlerini önce “sözlü iletişim”, ilerleyen zamanlarda da “tartışma” olarak tanımlar. Wilson, Circle on the Floor [Yerdeki Çember] ve Circle on the Wall [Duvardaki Çember] adlı son fiziki işlerini 1968’in başlarında üretti. Neredeyse hiçbir maddeselliği bulunmayan bu işler, sırasıyla tebeşir ve kara kalemle çizilmiş çemberlerdir. Bunlar, Wilson’ın titiz direktifleri doğrultusunda, herhangi bir sergide sunulmak üzere yeniden üretilebilir.
Başlangıçta, sokakta ve kimi sergilerde rastladığı sözcüklerden esinlenen Wilson, odağını “bir sanat biçimi olarak sözlü iletişime” yöneltti. Bu, izleyicinin aktif katılımını içeren performans sanatı kavramıyla tezat oluşturuyordu. Wilson bu tartışmaların esas boyutlarını, Section adlı bir dizi sanatçı kitabında özetledi. 1960’lı yıllarda fiziki bir nesne üretimi (ve dolayısıyla yaratımı) olmaksızın bir kavram geliştirebileceğini fark etti. Sanatın maddesellikten arındırılmasına ilişkin Avrupa’da yaygınlaşan anlayış çerçevesinde, bunu başarmanın bir yolu olarak dile yöneldi. Wilson bu yaklaşımını, Conceptual Art (1984) başlıklı metinde şöyle açıkladı: “Dil, biçimden en yoksun ifade aracıdır. Dilin, kavramları fiziki ya da görsel referanslar olmaksızın tanımlayabilme gücü, bizi ileri bir soyutlama hâline taşır.”
Konuşulan sözün geçicilik özelliğini muhafaza etmeyi önemseyen Wilson’ın işleri, talep ettiği şekilde hiçbir zaman görüntü ya da ses olarak kayda alınmadı. Bu nedenle sanatçının işlerinin izini sürmek, dokümantasyon bağlamında dahi oldukça güçtür. Bu işler neredeyse arkeolojik ya da jeolojik bir bulgu gibi işlev görür: Sınırlı ipuçlarından ne olup bittiğini ortaya çıkarmak amacıyla incelenen nesnelerden oluşur.
“O: Tamamen ifadeye, yani düşüncelere, dile ve söze odaklanmak üzere heykeli bıraktınız; neden? W: Son yaptığım heykel, beyaz tebeşirle yere çizilmiş bir çemberdi. Onun hakkında konuşmak, o çemberi çizmekten daha
ilginçti. O: Niye? W: Çünkü asıl heyecan verici olan, onun bir çember olması ve bir çember hakkında da konuşulabilir olmasıydı.”
Achille Bonito Oliva’nın 1972’de Ian Wilson’la yaptığı söyleşiden bir pasaj
Ian Wilson, konuşulan dile bir sanat biçimi olarak ilgi duyar. İşlerini önce “sözlü iletişim”, ilerleyen zamanlarda da “tartışma” olarak tanımlar. Wilson, Circle on the Floor [Yerdeki Çember] ve Circle on the Wall [Duvardaki Çember] adlı son fiziki işlerini 1968’in başlarında üretti. Neredeyse hiçbir maddeselliği bulunmayan bu işler, sırasıyla tebeşir ve kara kalemle çizilmiş çemberlerdir. Bunlar, Wilson’ın titiz direktifleri doğrultusunda, herhangi bir sergide sunulmak üzere yeniden üretilebilir.
Başlangıçta, sokakta ve kimi sergilerde rastladığı sözcüklerden esinlenen Wilson, odağını “bir sanat biçimi olarak sözlü iletişime” yöneltti. Bu, izleyicinin aktif katılımını içeren performans sanatı kavramıyla tezat oluşturuyordu. Wilson bu tartışmaların esas boyutlarını, Section adlı bir dizi sanatçı kitabında özetledi. 1960’lı yıllarda fiziki bir nesne üretimi (ve dolayısıyla yaratımı) olmaksızın bir kavram geliştirebileceğini fark etti. Sanatın maddesellikten arındırılmasına ilişkin Avrupa’da yaygınlaşan anlayış çerçevesinde, bunu başarmanın bir yolu olarak dile yöneldi. Wilson bu yaklaşımını, Conceptual Art (1984) başlıklı metinde şöyle açıkladı: “Dil, biçimden en yoksun ifade aracıdır. Dilin, kavramları fiziki ya da görsel referanslar olmaksızın tanımlayabilme gücü, bizi ileri bir soyutlama hâline taşır.”
Konuşulan sözün geçicilik özelliğini muhafaza etmeyi önemseyen Wilson’ın işleri, talep ettiği şekilde hiçbir zaman görüntü ya da ses olarak kayda alınmadı. Bu nedenle sanatçının işlerinin izini sürmek, dokümantasyon bağlamında dahi oldukça güçtür. Bu işler neredeyse arkeolojik ya da jeolojik bir bulgu gibi işlev görür: Sınırlı ipuçlarından ne olup bittiğini ortaya çıkarmak amacıyla incelenen nesnelerden oluşur.