Toplumsal Cinsiyet Bağlamında Kenti Yeniden Düşünmek: "Osmanlı İstanbul'unda Kadın Bani Yapıları Haritası"
27 Ekim 2017
SALT Araştırma ve Programlar’dan Can Gümüş, Osmanlı İstanbul’unda Kadın Bani Yapıları Haritası‘nın üretim süreci üzerine araştırmacılar Firuzan Melike Sümertaş ve Murat Tülek ile söyleşti.
SALT Galata’da 13 Eylül-26 Kasım tarihlerinde gerçekleştirilen İşveren Sergisi kapsamında hazırlanan harita, genellikle hanedana, yönetici elite ya da ulema hanelerine mensup; ekonomik ve yer yer siyasi iktidara sahip kadınlarca dört buçuk asır içerisinde inşa ettirilmiş çeşitli yapıları bir araya getiriyor.
Can Gümüş: Araştırma süreci nasıl başladı? İlk günden itibaren haritalama fikriniz var mıydı? En başında işin kapsamına dair hayal ettiğinizle, Osmanlı İstanbul’unda Kadın Bani Yapıları Haritası ne kadar örtüşüyor?
Firuzan Melike Sümertaş: Bu iş başından itibaren bir harita olarak kurgulandı. Ancak, bu haritanın büyüklüğü, kaç yapı içereceği, hangi katmanlardan oluşacağı, kaç farklı temsilinin olacağı süreç içerisinde belirlendi. Nihayetinde ikisi küçük biri büyük olmak üzere üç duvar rölyefi, bir basılı ve bir de Google Haritalar tabanlı çevrimiçi harita olmak üzere toplamda beş harita ortaya çıktı. Bu farklı tiplerin her birinin başka bir amaca hizmet etmesine dikkat edildi. Örneğin duvar rölyefleri sergi mekânında kadın baniler hakkındaki hacimli bilginin bir bakışta okunmasını sağlarken alıp gidebildiğiniz basılı harita ve arkasındaki fihrist bu yapılara dair daha detaylı bilgiye erişmenizi; çevrimiçi haritaysa bu yapıların noktasal koordinatlarını vererek kentteki konumlarına ulaşabilmenizi sağlıyor.
Haritanın içeriğine dair bir öngörümüz vardı. Kadın baniler benim daha önce de yüksek lisans yaparken çalıştığım, bir miktar araştırdığım bir konuydu. Bu derece geniş bir çerçevede yüzey taramasını daha önce yapmadığım için kapsamını sadece kabaca tahmin edebiliyordum. Araştırma sürecinde haritanın içeriği neredeyse tahminlerimizin iki katı kadar arttı. Bunda önemli bir etken coğrafi bilgi sistemlerinden faydalanmak oldu. İstanbul’un erken dönem haritalarındaki mekânsal koordinatların girilebilmesi ve kentin güncel haritalarındaki verilerle üst üste konabilmesi sayesinde bizim izini sürdüğümüz, artık mevcut olmayan pek çok yapının bugün kentin neresine denk düştüğünü anlamamız mümkün oldu. Sonuçta bir harita oluşturmaya çalıştığınızda, yapılar hakkında elinizde ne tür bir bilgi olursa olsun, kentte yerini bulamıyorsanız, orada bir temsil sorunu ortaya çıkıyor.
Murat Tülek: Birçok yapının yerini yaklaşık olarak biliyorduk, dolayısıyla haritada gösterip gösteremeyeceğimizden emin değildik. Tarihî haritaları inceleyerek birçok yapının tam yerini tespit edebildik. Yapıları nasıl bir haritada temsil edileceği sürecin başında belli değildi. Dokunmatik ekranda interaktif bir harita hazırlamak veya katmanları çeşitli renklerle bir duvar haritasında göstermek konuştuğumuz seçenekler arasındaydı. Haritayı bir rölyef haline getirmenin hem yapıların -özellikle su yollarının- İstanbul topoğrafyasıyla ilişkisini gösterebilmek açısından hem de görsel derinliği sağlayabilmek adına iyi bir yöntem olduğunu düşündüğümüzden süreç içerisinde ekip olarak bu yönde bir karar verdik.
C.G.: 28 Eylül’de Çiğdem Kafescioğlu ve Murat Güvenç’in katılımıyla düzenlenen söyleşide haritanın bitmiş bir üründen ziyade açık uçlu bir düşünme aracı olarak tasarlandığını ve yeni sorulara işaret etmesinin önemini tekrar vurguladınız. Örneğin, haritanın mevcut hâliyle gayrimüslim kadın banileri içermediğini biliyoruz. Aynı şekilde sadece belli bir sosyoekonomik kesimi temsil eden kadınlar tarafından inşa ettirilen yapıları barındırdığını da. Bu bir tercih miydi yoksa literatürün ve arşiv belgelerinin kısıtlarından ötürü mü böyle bir temsiliyet ortaya çıktı?
F.M.S.: Bu tespit, yani gerek haritanın bitmemiş bir ürün olması gerekse pek çok başka kadın profilini içermemesi aslında bizim de aşama kaydettikçe farkına vardığımız bir durum. Başlangıçta kadın eliyle yaptırılmış olmak dışında hiçbir kriter koymadan yürüttüğümüz yüzey taramasında bir süre sonra veri tabanımızda biriken tüm yapıların aslında -isimleri ve konumları itibarıyla- müslüman olarak bilinen kadınlara referans verdiğini fark ettik. Ben şu anda devam eden doktora çalışmamda Osmanlı gayrimüslim cemaatleri üzerine çalıştığım için o literatüre de bir nebze aşinayım. Ancak, hayırseverlik faaliyetleri açısından kadınlara yer veren çalışmalarda dahi inşa faaliyetlerine rastlamadım. Mesela, ünlü Galata Banker’i Yorgo Zarifi’nin eşi Eleni Zarifi’nin satın aldığı ve bağışladığı Büyükada Yetimhanesi gibi yapılara da aradığımız gibi bir “işveren” profilini tam olarak tespit edemediğimiz için yer veremedik. Elbette, sergi teması önemli bir girdi olarak çerçevemizi belirledi. Ancak, en temel sıkıntı kaynaklara erişim eksikliği. Kısmen bizim, kısmen de araştırma alanının… Bir başka kısıtlayıcı kriter de sergiye hazırlandığımız zaman dilimi içerisinde bir arşiv çalışması yapmamızın mümkün olmamasıydı. Bu nedenle sadece bu konuda yapılmış çalışmaları temel alan bir haritalama sürecinde, aslında bizim eksikliklerimizle alanın bu konudaki eksiklikleri örtüşmüş oldu.
Bu kadın baniler meselesi, pek çok başka yönüyle de eksiklikleri bulunan, araştırmaya açık bir alan. Aynı şekilde, kaynak kısıtlarından ötürü üzerine çalışılması zor bir alan. Aslında haritada temsil edilen pek çok isim ve yapıya konu üzerine yapılmış çalışmalardan faydalanarak ve mümkün olduğu takdirde yapı üzerindeki kitabeden baninin adını okuyarak yer verebiliyoruz. Bu açıdan yapıların kendileri dışında ilintili kaynak ve belge takibi ancak bazı durumlarda söz konusu olabiliyor. Örneğin, çoğunlukla hanedana mensup kadınlara ya da daha anıtsal yapılara dair belgeler devlet arşivlerinde bulunabildiğinden bugün onlar hakkında daha çok şey biliyoruz. Bu açıdan, yeni çalışmalar ve araştırmalar yapıldıkça, bu haritaya daha çok yapı eklendikçe kadın profili daha da genişleyebilir.
Bu noktada harita düzleminin bir başka getirisini de vurgulamak lazım diye düşünüyorum, o da haritanın temsil kapasitesi. Bir harita yaparken içeriğiniz belli bir yoğunluğun üzerine çıktığında haritanızı anlaşılır bir düzlemde tutabilmek adına eldeki bilgiyi de bir ölçüde farklı yapılar için eşitlemek durumunda kalıyorsunuz. Aksi takdirde haritanız sayfalarca lejand ile birlikte “okunması” gereken bir ürüne dönüşüyor. Ancak, yine bir sergi işi olması nedeniyle, bizim haritamızın “seyirlik” olması gerekiyordu. Bu da, temsilde sadeliği sağlayabilmek adına, bazen anıtsal ölçekte bir camiyle mesela iki metrelik bir sokak çeşmesinin haritada aynı şekilde temsil edilmesine neden oldu. Benzer bir temsiliyet metinler için de geçerli. Ancak, başta da söylediğimiz gibi bu bir yüzey taraması. Haritada araştırma süremiz ve tematik ve araştırma kısıtlarımız nedeniyle yer veremediğimiz yapılar ile birbirleriyle ilişkileri, temsil edilememiş kadın pozisyonlarını ve aralarındaki olası hiyerarşileri irdelemeyi sonraki adımlar olarak görüyoruz. Harita bu açıdan mevcut pek çok çalışmadan faydalanarak oluşturulmuş bir ara aşama, belki bir basamak.
C.G.: Yapıları harita düzlemine yerleştirirken sigorta haritaları, Alman Mavileri, hava fotoğrafları gibi çeşitli kaynaklardan faydalandığınızı biliyoruz. Bu süreci biraz detaylandırabilir misiniz? Bu kaynaklar arasında birebir örtüşme mi aradınız? Ya da çelişkili veriler fark ettiğinizde nasıl bir yöntem izlediniz?
M.T.: Kartografik kaynakları iki farklı katman için kullandık: 1913-1946 yıllarına tarihlenen kıyı çizgisini oluştururken ve yapıların yerlerini belirlerken.
Kıyı çizgisini oluştururken kıyı peyzajının 1927 yılına en yakın hâlini hazırlamayı amaçladık. Bu dönemde Salıpazarı’ndaki antrepolar, Haydarpaşa Limanı’nın büyük bir kısmı ile Tarihî Yarımada ve Boğaz’daki sahil yollarının çoğu henüz inşa edilmemişti. Dolayısıyla sahil şeridi ve kıyı çizgisi bugünkü görünümünden oldukça farklıydı. Bunun için geniş bir coğrafyaya yayılan ve ayrıntı düzeyi yüksek kaynaklardan yararlanmaya çalıştık. Haliç, Boğaz ve Marmara kıyılarının tamamını içeren üst ölçekli haritalar bu dönem için mevcut. Ancak, sergideki boyutta bir harita için yeterince ayrıntıya sahip değiller. Bu sebeple farklı kaynaklara başvurduk: Tarihî Yarımada, Haliç, Beyoğlu, Beşiktaş ve Üsküdar kıyıları için Alman Mavileri’ni; Kazlıçeşme ve Kadıköy kıyıları ile Boğaz hattı içinse 1946 hava fotoğraflarını kullandık. Bu iki kaynağın örtüştüğü bölgelerde de büyük farklılıkların olup olmadığını kontrol ettik. Eğer aynı bölge iki kaynakta farklı görünüyorsa, o farklılığın hangi dönemde gerçekleştiğini, dolayısıyla 1927’de o kıyı şeridinin nasıl göründüğünü tespit etmeye çalıştık.
Diğer konuysa yapıların tam yerlerinin tespit edilmesi. Haritada yer alan yapıların yaklaşık üçte biri günümüzde mevcut değil. Günümüzde mevcut olan yapıların tespiti görece daha kolay. Bunların bir kısmı oldukça bilinen (cami, hamam, külliye gibi) yapılar, bir kısmı daha az bilinen ve daha az görünürlüğe sahip yapılar. Bilinen yapıları güncel harita ve hava fotoğrafları aracılığıyla, daha az görünür olan yapılarıysa sokak fotoğraflarından -Google, Yandex ve İstanbul Büyük Şehir Belediyesi’nin sokak görünümlerini kullanarak- tespit etmeye çalıştık. Gerekli olduğu takdirdeyse tarihî haritalara başvurduk veya yapıların olduğu yerlere gittik. Örneğin, görece küçük bir yapı olan, Fındıklı’da oldukça dar ve merdivenli bir sokakta konumlanan Mihrişah Valide Sultan Çeşmesi’nin elimizde bir fotoğrafı vardı. Fakat, ne güncel haritalarda ne de sokak fotoğraflarında bu yapının tam yerini tespit edebildik. Bu gibi durumlarda tarihî haritalara başvurduk ama bunun da yetersiz kaldığı durumlar oldu. 1904-1906 yıllarında hazırlanan Goad Haritası’nda bu sokakta ismi belirtilmemiş ve birbirine yakın iki çeşme görünüyor. Aradığımız çeşmenin hangisi olduğunu anlayabilmek için çeşmenin bulunduğu sokağa gitmek gerekti. Benzer bir örneği Topkapı Mezarlığı’nda bulunan Bezmiâlem Valide Sultan Çeşmesi için de verebiliriz. Özgün hâli Yıldız’da inşa edilmiş olan çeşme, 1959’daki kentsel dönüşüm faaliyetlerinde taşındığı ve yarım metre önünden geçen tramvay yolu çeşmeyi neredeyse görünmez kıldığı için yerine gitmeden tespit etmek mümkün olmadı.
Bugüne ulaşamayan yapıların büyük bir kısmı çeşitli dönemlerde gerçekleştirilen imar faaliyetleri sırasında yıkılmış. Bunları konumlandırabilmek için genellikle Goad, Pervititch ve Suat Nirven haritaları gibi sigorta haritalarından faydalandık. Yapıların yazılı kaynaklarda belirtilen adres tariflerini, GIS ortamında koordinatlanmış bu haritalarda arayarak tespit ettik. Fakat, bu haritalar İstanbul’un her semtini içermiyor. Böyle durumlarda İstanbul Büyükşehir Belediyesi Atatürk Kitaplığı’nın arşivinde bulunan yangın ve istikamet haritalarına başvurduk. Örnek olarak bugüne ulaşamayan fakat geçmişte Beşiktaş’ta Sinanpaşa Mescidi Sokak’ta bulunduğunu tespit ettiğimiz Mihrişah Valide Sultan Çeşmesi’ni verebiliriz. Çeşmenin kitabesi aynı sokakta konumlanan bir apartmanın girişine taşınmış. 20. yüzyılın başında bu bölge için yapılmış herhangi bir sigorta haritası da yok. Ancak, biraz daha araştırdığımızda bu bölge için 1872-73 yıllarında yapılmış bir yangın haritası bulduk ve yapının tam yerini tespit edebildik.
C.G.: Haritada belli yapıların belli bölgelerde kümelenmesi ya da birtakım yapı tiplerinin belli dönemlere ait olması gibi bir durum söz konusu mu?
F.M.S.: Bu açılardan bizim de dikkatimizi çeken, İstanbul tarihine dair genel bilgilerimizle örtüşen bazı çıkarımlar yapmak mümkün. Örneğin su yolları ve çeşmeler ağırlıklı olarak 18. yüzyıl ve sonrasına tarihleniyor. Külliyeler ağırlıklı olarak 17. yüzyıla kadar karşımıza çıkarken, 18 ve 19. yüzyıllarda çoğunlukla tekil yapılara rastlanıyor. Konutlar, özellikle de sahil sarayları, 18. yüzyıldan sonra görülüyor. Araştırmamızda temel aldığımız kaynakların İstanbul tarihi çalışırken de faydalandığımız kaynaklar olduğu düşünülürse bu kesişimler şaşırtıcı bulunmayabilir. Ancak, Tarihî Yarımada ve Beyoğlu civarındaki su yollarının padişahlar tarafından yaptırılmış ve tamir edilmiş olması nedeniyle kadınların yaptırdığı su yollarının ağırlıklı olarak Üsküdar’da toplandığını görüyoruz. Bunun gibi kadınların rolünü daha net okumamızı sağlayacak bazı çıkarımlar yapmak da mümkün oldu.
M.T.: Kadın banilerin yaptırdığı su yollarının Üsküdar’da yoğunlaşması bana hâlen epey ilginç geliyor. Çiğdem Hoca’nın [Kafescioğlu] söyleşide belirttiği gibi kadın banilerin yaptırdığı su yollarını, erkek banilerin yaptırdığı su yollarıyla beraber görmek ve karşılaştırmak, konuyu biraz daha açmamızı veya farklı sorular sormamızı sağlayabilir. Bu haritayı açık uçlu bir düşünme aracı olarak görebilmek, haritada tespit edilebilen bu tarz yoğunlaşmalar veya farklılıklar üzerine yeni sorular sorabilmekle mümkün.
C.G.: Su yollarını konumlandırırken nasıl bir yöntem izlediniz?
M.T.: Su yollarını tespit ederken Kazım Çeçen’in çalışmalarından faydalandık. Çeçen’in İstanbul’un farklı bölgelerindeki su yolları üzerine çalışmalarında, su yollarının kentteki dağılımını gösteren haritalar yer alıyor. Çeçen, arşivlerde bulunan belgeleri daha anlaşılır kılacak şekilde sokak haritaları üzerine işlemiş. Biz de Çeçen’in bu haritalarını GIS ortamında koordinatlayarak kendi altlığımıza ekleyebildik.
C.G.: Haritada 1927 yılı sokak örüntüsünü kullandığınıza dair bir not var. Böyle bir altlık ile çalışmanın yapıları konumlandırırken ne gibi imkân ve kısıtları oldu?
M.T.: 1927 yılı sokak örüntüsü Kadir Has Üniversitesi, İstanbul Çalışmaları Merkezi’nde benim de içinde bulunduğum bir ekip tarafından bir proje için hazırlandı. Bu proje Erol Ölçer’in 2015 tarihli Hane’lerden Numaralı Ev’lere: Osman Nuri Ergin’den 1927 İstanbul’u Bina ve Arazi Cetvelleri1 adlı kitabı ana kaynak olarak alıyor. Ölçer’in hazırladığı bu kitap, 1927’de yapılan nüfus sayımına hazırlık çalışmaları sırasında Osman Nuri Ergin’in başında bulunduğu Numerotaj Heyeti’nin oluşturduğu “Bina ve Arazi Cetvelleri”ni içeriyor ve İstanbul’un 90 mıntıkasındaki yaklaşık 6800 sokağın fonksiyon, yapı cinsi ve kat adeti profillerini gösteriyor. Proje, bu cetvellerin haritalanması üzerine. Sokak örüntüsü de bu sokakların -yine Osman Nuri Ergin tarafından hazırlanan 1934 Şehir Rehberi ve diğer kartografik kaynakların yardımıyla- tek tek bulunarak GIS ortamında çizilmesiyle oluşturuldu.
Sergide yer alan haritada bu altlığı kullanmamızın en önemli sebeplerinden biri İstanbul sokaklarını bu ölçekte ve ayrıntı düzeyinde gösteren başka bir altlık olmaması. Altlık doğu batı aksında Yeşilköy’den Bostancı’ya, kuzey güney aksındaysa Adalar’dan Rumeli Kavağı’na kadar uzanıyor. Geç Osmanlı veya Erken Cumhuriyet dönemlerine tarihlenen Goad, Pervititch, Alman Mavileri veya Ayverdi haritaları gibi kartografik kaynaklar bu kadar geniş bir coğrafyaya yayılmıyor. 1918 yılına tarihlenen Necip Bey haritaları gibi bu kapsamda başka kaynaklar da var. Ancak, bunlar da sokakları istediğimiz ölçek ve ayrıntı düzeyinde gösterebileceğimiz şekilde hazırlanmamış. Dolayısıyla kullandığımız bu altlık, hem tarihî merkezdeki hem de -Boğaz hattı veya Erenköy gibi- o dönem çeperde kalan bölgelerdeki yapıları içeren bir harita yapmak için oldukça uygun.
Bu altlığın kısıtlarından birini Murat Güvenç söyleşide vurgulamıştı. 1927 yılını temel alan bu altlık Osmanlı Devleti’nin yıkıldığı ve Cumhuriyet’in kurulduğu bir döneme tarihleniyor. Bu tarihte Tarihî Yarımada ve Beyoğlu’nda büyük yangınlar sonrasında yapılan yeni parselasyon planlarıyla “grid sistem” olarak adlandırabileceğimiz, daha düzenli sokak yapıları oluşturulmuş. Dolayısıyla bu sokak örüntüsü kadın baniler bu yapıları yaptırırken şehrin nasıl bir sokak örüntüsüne sahip olduğunu değil, bu dönemin bitişinin hemen sonrasında nasıl bir sokak örüntüsüne sahip olduğunu gösteriyor. Bu, haritayı okumaya çalışırken aklımızın kenarında tutmamız gereken önemli bir nokta. Ancak, bu haritayı GIS ortamında hazırlamamızın en büyük faydası, yapıları istediğimiz herhangi bir altlıkla beraber haritalamamıza olanak sağlaması. Genel olarak GIS’in ve yeni haritalama tekniklerinin en büyük imkânlarından birinin bu olduğunu söyleyebiliriz.
C.G.: Bu harita mekânın toplumsal cinsiyet, din, etnisite ve sınıfla ilişkilenmesine dair ne söylüyor? Özel alan ile kamusal mekân ilişkisini değerlendirirken bize nasıl bir kuramsal araç sağlıyor?
F.M.S.: Harita, tanımı gereği kente toplumsal cinsiyet perspektifinden bakıyor. Özellikle kadınların kent mekânında bıraktığı izleri takip ederken -kadının kapalı kapılar ardında, gözlerden uzak yaşadığı varsayımının aksine- kentin meydanlarında, sokaklarında inşa ettirdikleri yapılar aracılığıyla varlık gösterdiğinin; görünürlük ve hatta kalıcılık kazandığının altını çiziyor. Bu açıdan haritanın kadın mekânını özelden kamusala taşıyan bir okuma yapmayı mümkün kıldığını söyleyebiliriz.
Din ve sınıf konularındaysa daha önce de bahsettiğim açıkları çok aleni. Ancak, tanıtım metninde de söylemeye çalıştığımız gibi harita içerdikleri kadar içermedikleri hakkında da söz söyleme eğiliminde. O nedenle bu kadınların kimlikleri aracılığıyla hem sınıfsal hem de, Osmanlı dönemi terminolojisi ile tarif edecek olursak, millet bazında bir perspektifi de “yokluklar” üzerinden sorgulatıyor. Bu kadar “üst sınıf” ve “maddi iz” üzerine kurulu bir harita, “sıradan bir aileye mensup bir kadının izini kent mekânında yapılı çevre üzerinden nasıl takip edebiliriz”i, bir yöntem olarak değil ama bir soru olarak düşündürtüyor.
C.G.: Osmanlı tarih yazımında birtakım tarihçilerin, özellikle Hürrem Sultan ile başlayan süreci işaret ederek, “kadınlar saltanatı” olarak adlandırdığı bir dönem var. Böyle bir dönemselleştirmeyi banilik bağlamında anlamlı buluyor musunuz?
F.M.S.: “Kadınlar saltanatı” terimi Osmanlı Devleti için biraz olumsuz açılımları olan bir kavramsallaştırma. Ağırlıklı olarak “çöküş” paradigması ile bağlantılı dile getirilen, çocuk yaştaki padişahların, annelerinin güdümünde hatta bazen anneleri eliyle devlet yönetmesinin Osmanlı Devleti’nin sonunu getirdiğini öne süren bir çerçeve. Tabii ki kadınların, özellikle saray kadınlarının, iktidarla doğrudan ilişkili olduklarını bugün pek çok çalışma sayesinde biliyoruz. Ancak, şüphesiz ki, Osmanlı Devleti’nin siyasi dönüşümlerinin ardında sadece kadınların olduğunu ileri sürmek, pek çok başka etmeni göz ardı etmek anlamına geliyor. Osmanlı tarih yazımına getirilen yeni yaklaşımlar, bu “çöküş” tezinin yerine başka türlü okumalar öneren çalışmalar bu tür toptancı kabulleri reddediyor. Dolayısıyla kadınların iktidar ile ilişkisini de bir genelleme yerine açılımlarıyla incelemeyi öneriyor. Bu çerçevede banilik yönünden bakmak, iktidarın niteliklerini, sınırlarını anlamak açısından bize daha somut bir çerçeve sunuyor.
C.G.: Haritadaki yapıların bir kısmı SALT Araştırma Ali Saim Ülgen Arşivi’nde yer alan belgelerle sergi mekânında ayrıntılandırılıyor. Araştırma sürecinde Ali Saim Ülgen Arşivi’yle nasıl ilişkilendiniz?
F.M.S.: Bu aslında yine sürecin tüm diğer ürünleri gibi yine ihtiyaçtan ortaya çıktı diyebiliriz. İstanbul’un pek çok yapısında olduğu gibi bu haritayı oluşturan yapıların her birinin bir tür kendi hayat hikâyesi var. Arşiv belgeleri, fotoğraflar bize bu hikâyelerden kısa kesitler sunabilir diye sergi hazırlıkları sırasında özellikle Murat’la çalışırken sıklıkla konuşuyorduk. Bu noktada gündeme SALT Araştırma, Ali Saim Ülgen Arşivi geldi. Ülgen, Türkiye’de koruma ve belgeleme konusunda bir dönemin önde gelen isimlerinden. O nedenle arşivinde, bizim haritamızda yer alan pek çok yapıya dair fotoğraf, çizim, eskiz gibi belgeler bulunuyor. Biz de bu haritada bazı yapılar hakkında detaylı bilgi vereceksek, bu arşivden faydalanabileceğimizi düşündük. Zira onun belgelediği dönem, yapıların pek çoğu için ağır ve kalıcı müdahalelerin yapıldığı 1950’lerin hemen öncesi.
C.G.: Sosyal bilimciler veri görselleştirme yöntemlerine giderek daha çok ilgi duyuyor. Haritalamak da bunlardan bir tanesi. Sosyal bilimlerin özellikle de tarih disiplininin bu göreceli yeni merakı hakkında ne düşünüyorsunuz? Her şeyi görselleştirmemiz mümkün mü? Haritalamak neyi temsil edebiliyor, neyi edemiyor?
F.M.S.: Görselleştirme özellikle bizim haritamız gibi kent mekânı üzerine çalışmalarda çok önemli. Çalışmanın bazen sizin bile fark edemediğiniz sonuçlarını ve olası yeni sorularını daha doğru ve kolaylıkla anlatabilmenizi sağlıyor. Ancak, tabii ki, bir düzlem üzerinde, belli bir temsil araçlarıyla oluşturulduğu için pek çok farklı veriyi bazen ortak temsil adına indirgemek durumunda kalabiliyorsunuz. Mesela biz de bu sergide kadınların kim olduğunu tarif ederken “haneden-dışı” gibi çok genel bir kategori kullanmak zorunda kaldık. Ancak, yine de bu tür temsiller üzerine yürütülen tartışmalar bile sizi konunun derinliklerine inmeye zorluyor. O açıdan haritalandırma, hem üretim sürecinde hem de sonuç ürününde oldukça verimli bir çalışma oluyor.
SALT Galata’da 13 Eylül-26 Kasım tarihlerinde gerçekleştirilen İşveren Sergisi kapsamında hazırlanan harita, genellikle hanedana, yönetici elite ya da ulema hanelerine mensup; ekonomik ve yer yer siyasi iktidara sahip kadınlarca dört buçuk asır içerisinde inşa ettirilmiş çeşitli yapıları bir araya getiriyor.
Can Gümüş: Araştırma süreci nasıl başladı? İlk günden itibaren haritalama fikriniz var mıydı? En başında işin kapsamına dair hayal ettiğinizle, Osmanlı İstanbul’unda Kadın Bani Yapıları Haritası ne kadar örtüşüyor?
Firuzan Melike Sümertaş: Bu iş başından itibaren bir harita olarak kurgulandı. Ancak, bu haritanın büyüklüğü, kaç yapı içereceği, hangi katmanlardan oluşacağı, kaç farklı temsilinin olacağı süreç içerisinde belirlendi. Nihayetinde ikisi küçük biri büyük olmak üzere üç duvar rölyefi, bir basılı ve bir de Google Haritalar tabanlı çevrimiçi harita olmak üzere toplamda beş harita ortaya çıktı. Bu farklı tiplerin her birinin başka bir amaca hizmet etmesine dikkat edildi. Örneğin duvar rölyefleri sergi mekânında kadın baniler hakkındaki hacimli bilginin bir bakışta okunmasını sağlarken alıp gidebildiğiniz basılı harita ve arkasındaki fihrist bu yapılara dair daha detaylı bilgiye erişmenizi; çevrimiçi haritaysa bu yapıların noktasal koordinatlarını vererek kentteki konumlarına ulaşabilmenizi sağlıyor.
Haritanın içeriğine dair bir öngörümüz vardı. Kadın baniler benim daha önce de yüksek lisans yaparken çalıştığım, bir miktar araştırdığım bir konuydu. Bu derece geniş bir çerçevede yüzey taramasını daha önce yapmadığım için kapsamını sadece kabaca tahmin edebiliyordum. Araştırma sürecinde haritanın içeriği neredeyse tahminlerimizin iki katı kadar arttı. Bunda önemli bir etken coğrafi bilgi sistemlerinden faydalanmak oldu. İstanbul’un erken dönem haritalarındaki mekânsal koordinatların girilebilmesi ve kentin güncel haritalarındaki verilerle üst üste konabilmesi sayesinde bizim izini sürdüğümüz, artık mevcut olmayan pek çok yapının bugün kentin neresine denk düştüğünü anlamamız mümkün oldu. Sonuçta bir harita oluşturmaya çalıştığınızda, yapılar hakkında elinizde ne tür bir bilgi olursa olsun, kentte yerini bulamıyorsanız, orada bir temsil sorunu ortaya çıkıyor.
Murat Tülek: Birçok yapının yerini yaklaşık olarak biliyorduk, dolayısıyla haritada gösterip gösteremeyeceğimizden emin değildik. Tarihî haritaları inceleyerek birçok yapının tam yerini tespit edebildik. Yapıları nasıl bir haritada temsil edileceği sürecin başında belli değildi. Dokunmatik ekranda interaktif bir harita hazırlamak veya katmanları çeşitli renklerle bir duvar haritasında göstermek konuştuğumuz seçenekler arasındaydı. Haritayı bir rölyef haline getirmenin hem yapıların -özellikle su yollarının- İstanbul topoğrafyasıyla ilişkisini gösterebilmek açısından hem de görsel derinliği sağlayabilmek adına iyi bir yöntem olduğunu düşündüğümüzden süreç içerisinde ekip olarak bu yönde bir karar verdik.
C.G.: 28 Eylül’de Çiğdem Kafescioğlu ve Murat Güvenç’in katılımıyla düzenlenen söyleşide haritanın bitmiş bir üründen ziyade açık uçlu bir düşünme aracı olarak tasarlandığını ve yeni sorulara işaret etmesinin önemini tekrar vurguladınız. Örneğin, haritanın mevcut hâliyle gayrimüslim kadın banileri içermediğini biliyoruz. Aynı şekilde sadece belli bir sosyoekonomik kesimi temsil eden kadınlar tarafından inşa ettirilen yapıları barındırdığını da. Bu bir tercih miydi yoksa literatürün ve arşiv belgelerinin kısıtlarından ötürü mü böyle bir temsiliyet ortaya çıktı?
F.M.S.: Bu tespit, yani gerek haritanın bitmemiş bir ürün olması gerekse pek çok başka kadın profilini içermemesi aslında bizim de aşama kaydettikçe farkına vardığımız bir durum. Başlangıçta kadın eliyle yaptırılmış olmak dışında hiçbir kriter koymadan yürüttüğümüz yüzey taramasında bir süre sonra veri tabanımızda biriken tüm yapıların aslında -isimleri ve konumları itibarıyla- müslüman olarak bilinen kadınlara referans verdiğini fark ettik. Ben şu anda devam eden doktora çalışmamda Osmanlı gayrimüslim cemaatleri üzerine çalıştığım için o literatüre de bir nebze aşinayım. Ancak, hayırseverlik faaliyetleri açısından kadınlara yer veren çalışmalarda dahi inşa faaliyetlerine rastlamadım. Mesela, ünlü Galata Banker’i Yorgo Zarifi’nin eşi Eleni Zarifi’nin satın aldığı ve bağışladığı Büyükada Yetimhanesi gibi yapılara da aradığımız gibi bir “işveren” profilini tam olarak tespit edemediğimiz için yer veremedik. Elbette, sergi teması önemli bir girdi olarak çerçevemizi belirledi. Ancak, en temel sıkıntı kaynaklara erişim eksikliği. Kısmen bizim, kısmen de araştırma alanının… Bir başka kısıtlayıcı kriter de sergiye hazırlandığımız zaman dilimi içerisinde bir arşiv çalışması yapmamızın mümkün olmamasıydı. Bu nedenle sadece bu konuda yapılmış çalışmaları temel alan bir haritalama sürecinde, aslında bizim eksikliklerimizle alanın bu konudaki eksiklikleri örtüşmüş oldu.
Bu kadın baniler meselesi, pek çok başka yönüyle de eksiklikleri bulunan, araştırmaya açık bir alan. Aynı şekilde, kaynak kısıtlarından ötürü üzerine çalışılması zor bir alan. Aslında haritada temsil edilen pek çok isim ve yapıya konu üzerine yapılmış çalışmalardan faydalanarak ve mümkün olduğu takdirde yapı üzerindeki kitabeden baninin adını okuyarak yer verebiliyoruz. Bu açıdan yapıların kendileri dışında ilintili kaynak ve belge takibi ancak bazı durumlarda söz konusu olabiliyor. Örneğin, çoğunlukla hanedana mensup kadınlara ya da daha anıtsal yapılara dair belgeler devlet arşivlerinde bulunabildiğinden bugün onlar hakkında daha çok şey biliyoruz. Bu açıdan, yeni çalışmalar ve araştırmalar yapıldıkça, bu haritaya daha çok yapı eklendikçe kadın profili daha da genişleyebilir.
Bu noktada harita düzleminin bir başka getirisini de vurgulamak lazım diye düşünüyorum, o da haritanın temsil kapasitesi. Bir harita yaparken içeriğiniz belli bir yoğunluğun üzerine çıktığında haritanızı anlaşılır bir düzlemde tutabilmek adına eldeki bilgiyi de bir ölçüde farklı yapılar için eşitlemek durumunda kalıyorsunuz. Aksi takdirde haritanız sayfalarca lejand ile birlikte “okunması” gereken bir ürüne dönüşüyor. Ancak, yine bir sergi işi olması nedeniyle, bizim haritamızın “seyirlik” olması gerekiyordu. Bu da, temsilde sadeliği sağlayabilmek adına, bazen anıtsal ölçekte bir camiyle mesela iki metrelik bir sokak çeşmesinin haritada aynı şekilde temsil edilmesine neden oldu. Benzer bir temsiliyet metinler için de geçerli. Ancak, başta da söylediğimiz gibi bu bir yüzey taraması. Haritada araştırma süremiz ve tematik ve araştırma kısıtlarımız nedeniyle yer veremediğimiz yapılar ile birbirleriyle ilişkileri, temsil edilememiş kadın pozisyonlarını ve aralarındaki olası hiyerarşileri irdelemeyi sonraki adımlar olarak görüyoruz. Harita bu açıdan mevcut pek çok çalışmadan faydalanarak oluşturulmuş bir ara aşama, belki bir basamak.
C.G.: Yapıları harita düzlemine yerleştirirken sigorta haritaları, Alman Mavileri, hava fotoğrafları gibi çeşitli kaynaklardan faydalandığınızı biliyoruz. Bu süreci biraz detaylandırabilir misiniz? Bu kaynaklar arasında birebir örtüşme mi aradınız? Ya da çelişkili veriler fark ettiğinizde nasıl bir yöntem izlediniz?
M.T.: Kartografik kaynakları iki farklı katman için kullandık: 1913-1946 yıllarına tarihlenen kıyı çizgisini oluştururken ve yapıların yerlerini belirlerken.
Kıyı çizgisini oluştururken kıyı peyzajının 1927 yılına en yakın hâlini hazırlamayı amaçladık. Bu dönemde Salıpazarı’ndaki antrepolar, Haydarpaşa Limanı’nın büyük bir kısmı ile Tarihî Yarımada ve Boğaz’daki sahil yollarının çoğu henüz inşa edilmemişti. Dolayısıyla sahil şeridi ve kıyı çizgisi bugünkü görünümünden oldukça farklıydı. Bunun için geniş bir coğrafyaya yayılan ve ayrıntı düzeyi yüksek kaynaklardan yararlanmaya çalıştık. Haliç, Boğaz ve Marmara kıyılarının tamamını içeren üst ölçekli haritalar bu dönem için mevcut. Ancak, sergideki boyutta bir harita için yeterince ayrıntıya sahip değiller. Bu sebeple farklı kaynaklara başvurduk: Tarihî Yarımada, Haliç, Beyoğlu, Beşiktaş ve Üsküdar kıyıları için Alman Mavileri’ni; Kazlıçeşme ve Kadıköy kıyıları ile Boğaz hattı içinse 1946 hava fotoğraflarını kullandık. Bu iki kaynağın örtüştüğü bölgelerde de büyük farklılıkların olup olmadığını kontrol ettik. Eğer aynı bölge iki kaynakta farklı görünüyorsa, o farklılığın hangi dönemde gerçekleştiğini, dolayısıyla 1927’de o kıyı şeridinin nasıl göründüğünü tespit etmeye çalıştık.
Diğer konuysa yapıların tam yerlerinin tespit edilmesi. Haritada yer alan yapıların yaklaşık üçte biri günümüzde mevcut değil. Günümüzde mevcut olan yapıların tespiti görece daha kolay. Bunların bir kısmı oldukça bilinen (cami, hamam, külliye gibi) yapılar, bir kısmı daha az bilinen ve daha az görünürlüğe sahip yapılar. Bilinen yapıları güncel harita ve hava fotoğrafları aracılığıyla, daha az görünür olan yapılarıysa sokak fotoğraflarından -Google, Yandex ve İstanbul Büyük Şehir Belediyesi’nin sokak görünümlerini kullanarak- tespit etmeye çalıştık. Gerekli olduğu takdirdeyse tarihî haritalara başvurduk veya yapıların olduğu yerlere gittik. Örneğin, görece küçük bir yapı olan, Fındıklı’da oldukça dar ve merdivenli bir sokakta konumlanan Mihrişah Valide Sultan Çeşmesi’nin elimizde bir fotoğrafı vardı. Fakat, ne güncel haritalarda ne de sokak fotoğraflarında bu yapının tam yerini tespit edebildik. Bu gibi durumlarda tarihî haritalara başvurduk ama bunun da yetersiz kaldığı durumlar oldu. 1904-1906 yıllarında hazırlanan Goad Haritası’nda bu sokakta ismi belirtilmemiş ve birbirine yakın iki çeşme görünüyor. Aradığımız çeşmenin hangisi olduğunu anlayabilmek için çeşmenin bulunduğu sokağa gitmek gerekti. Benzer bir örneği Topkapı Mezarlığı’nda bulunan Bezmiâlem Valide Sultan Çeşmesi için de verebiliriz. Özgün hâli Yıldız’da inşa edilmiş olan çeşme, 1959’daki kentsel dönüşüm faaliyetlerinde taşındığı ve yarım metre önünden geçen tramvay yolu çeşmeyi neredeyse görünmez kıldığı için yerine gitmeden tespit etmek mümkün olmadı.
Bugüne ulaşamayan yapıların büyük bir kısmı çeşitli dönemlerde gerçekleştirilen imar faaliyetleri sırasında yıkılmış. Bunları konumlandırabilmek için genellikle Goad, Pervititch ve Suat Nirven haritaları gibi sigorta haritalarından faydalandık. Yapıların yazılı kaynaklarda belirtilen adres tariflerini, GIS ortamında koordinatlanmış bu haritalarda arayarak tespit ettik. Fakat, bu haritalar İstanbul’un her semtini içermiyor. Böyle durumlarda İstanbul Büyükşehir Belediyesi Atatürk Kitaplığı’nın arşivinde bulunan yangın ve istikamet haritalarına başvurduk. Örnek olarak bugüne ulaşamayan fakat geçmişte Beşiktaş’ta Sinanpaşa Mescidi Sokak’ta bulunduğunu tespit ettiğimiz Mihrişah Valide Sultan Çeşmesi’ni verebiliriz. Çeşmenin kitabesi aynı sokakta konumlanan bir apartmanın girişine taşınmış. 20. yüzyılın başında bu bölge için yapılmış herhangi bir sigorta haritası da yok. Ancak, biraz daha araştırdığımızda bu bölge için 1872-73 yıllarında yapılmış bir yangın haritası bulduk ve yapının tam yerini tespit edebildik.
C.G.: Haritada belli yapıların belli bölgelerde kümelenmesi ya da birtakım yapı tiplerinin belli dönemlere ait olması gibi bir durum söz konusu mu?
F.M.S.: Bu açılardan bizim de dikkatimizi çeken, İstanbul tarihine dair genel bilgilerimizle örtüşen bazı çıkarımlar yapmak mümkün. Örneğin su yolları ve çeşmeler ağırlıklı olarak 18. yüzyıl ve sonrasına tarihleniyor. Külliyeler ağırlıklı olarak 17. yüzyıla kadar karşımıza çıkarken, 18 ve 19. yüzyıllarda çoğunlukla tekil yapılara rastlanıyor. Konutlar, özellikle de sahil sarayları, 18. yüzyıldan sonra görülüyor. Araştırmamızda temel aldığımız kaynakların İstanbul tarihi çalışırken de faydalandığımız kaynaklar olduğu düşünülürse bu kesişimler şaşırtıcı bulunmayabilir. Ancak, Tarihî Yarımada ve Beyoğlu civarındaki su yollarının padişahlar tarafından yaptırılmış ve tamir edilmiş olması nedeniyle kadınların yaptırdığı su yollarının ağırlıklı olarak Üsküdar’da toplandığını görüyoruz. Bunun gibi kadınların rolünü daha net okumamızı sağlayacak bazı çıkarımlar yapmak da mümkün oldu.
M.T.: Kadın banilerin yaptırdığı su yollarının Üsküdar’da yoğunlaşması bana hâlen epey ilginç geliyor. Çiğdem Hoca’nın [Kafescioğlu] söyleşide belirttiği gibi kadın banilerin yaptırdığı su yollarını, erkek banilerin yaptırdığı su yollarıyla beraber görmek ve karşılaştırmak, konuyu biraz daha açmamızı veya farklı sorular sormamızı sağlayabilir. Bu haritayı açık uçlu bir düşünme aracı olarak görebilmek, haritada tespit edilebilen bu tarz yoğunlaşmalar veya farklılıklar üzerine yeni sorular sorabilmekle mümkün.
C.G.: Su yollarını konumlandırırken nasıl bir yöntem izlediniz?
M.T.: Su yollarını tespit ederken Kazım Çeçen’in çalışmalarından faydalandık. Çeçen’in İstanbul’un farklı bölgelerindeki su yolları üzerine çalışmalarında, su yollarının kentteki dağılımını gösteren haritalar yer alıyor. Çeçen, arşivlerde bulunan belgeleri daha anlaşılır kılacak şekilde sokak haritaları üzerine işlemiş. Biz de Çeçen’in bu haritalarını GIS ortamında koordinatlayarak kendi altlığımıza ekleyebildik.
C.G.: Haritada 1927 yılı sokak örüntüsünü kullandığınıza dair bir not var. Böyle bir altlık ile çalışmanın yapıları konumlandırırken ne gibi imkân ve kısıtları oldu?
M.T.: 1927 yılı sokak örüntüsü Kadir Has Üniversitesi, İstanbul Çalışmaları Merkezi’nde benim de içinde bulunduğum bir ekip tarafından bir proje için hazırlandı. Bu proje Erol Ölçer’in 2015 tarihli Hane’lerden Numaralı Ev’lere: Osman Nuri Ergin’den 1927 İstanbul’u Bina ve Arazi Cetvelleri1 adlı kitabı ana kaynak olarak alıyor. Ölçer’in hazırladığı bu kitap, 1927’de yapılan nüfus sayımına hazırlık çalışmaları sırasında Osman Nuri Ergin’in başında bulunduğu Numerotaj Heyeti’nin oluşturduğu “Bina ve Arazi Cetvelleri”ni içeriyor ve İstanbul’un 90 mıntıkasındaki yaklaşık 6800 sokağın fonksiyon, yapı cinsi ve kat adeti profillerini gösteriyor. Proje, bu cetvellerin haritalanması üzerine. Sokak örüntüsü de bu sokakların -yine Osman Nuri Ergin tarafından hazırlanan 1934 Şehir Rehberi ve diğer kartografik kaynakların yardımıyla- tek tek bulunarak GIS ortamında çizilmesiyle oluşturuldu.
Sergide yer alan haritada bu altlığı kullanmamızın en önemli sebeplerinden biri İstanbul sokaklarını bu ölçekte ve ayrıntı düzeyinde gösteren başka bir altlık olmaması. Altlık doğu batı aksında Yeşilköy’den Bostancı’ya, kuzey güney aksındaysa Adalar’dan Rumeli Kavağı’na kadar uzanıyor. Geç Osmanlı veya Erken Cumhuriyet dönemlerine tarihlenen Goad, Pervititch, Alman Mavileri veya Ayverdi haritaları gibi kartografik kaynaklar bu kadar geniş bir coğrafyaya yayılmıyor. 1918 yılına tarihlenen Necip Bey haritaları gibi bu kapsamda başka kaynaklar da var. Ancak, bunlar da sokakları istediğimiz ölçek ve ayrıntı düzeyinde gösterebileceğimiz şekilde hazırlanmamış. Dolayısıyla kullandığımız bu altlık, hem tarihî merkezdeki hem de -Boğaz hattı veya Erenköy gibi- o dönem çeperde kalan bölgelerdeki yapıları içeren bir harita yapmak için oldukça uygun.
Bu altlığın kısıtlarından birini Murat Güvenç söyleşide vurgulamıştı. 1927 yılını temel alan bu altlık Osmanlı Devleti’nin yıkıldığı ve Cumhuriyet’in kurulduğu bir döneme tarihleniyor. Bu tarihte Tarihî Yarımada ve Beyoğlu’nda büyük yangınlar sonrasında yapılan yeni parselasyon planlarıyla “grid sistem” olarak adlandırabileceğimiz, daha düzenli sokak yapıları oluşturulmuş. Dolayısıyla bu sokak örüntüsü kadın baniler bu yapıları yaptırırken şehrin nasıl bir sokak örüntüsüne sahip olduğunu değil, bu dönemin bitişinin hemen sonrasında nasıl bir sokak örüntüsüne sahip olduğunu gösteriyor. Bu, haritayı okumaya çalışırken aklımızın kenarında tutmamız gereken önemli bir nokta. Ancak, bu haritayı GIS ortamında hazırlamamızın en büyük faydası, yapıları istediğimiz herhangi bir altlıkla beraber haritalamamıza olanak sağlaması. Genel olarak GIS’in ve yeni haritalama tekniklerinin en büyük imkânlarından birinin bu olduğunu söyleyebiliriz.
C.G.: Bu harita mekânın toplumsal cinsiyet, din, etnisite ve sınıfla ilişkilenmesine dair ne söylüyor? Özel alan ile kamusal mekân ilişkisini değerlendirirken bize nasıl bir kuramsal araç sağlıyor?
F.M.S.: Harita, tanımı gereği kente toplumsal cinsiyet perspektifinden bakıyor. Özellikle kadınların kent mekânında bıraktığı izleri takip ederken -kadının kapalı kapılar ardında, gözlerden uzak yaşadığı varsayımının aksine- kentin meydanlarında, sokaklarında inşa ettirdikleri yapılar aracılığıyla varlık gösterdiğinin; görünürlük ve hatta kalıcılık kazandığının altını çiziyor. Bu açıdan haritanın kadın mekânını özelden kamusala taşıyan bir okuma yapmayı mümkün kıldığını söyleyebiliriz.
Din ve sınıf konularındaysa daha önce de bahsettiğim açıkları çok aleni. Ancak, tanıtım metninde de söylemeye çalıştığımız gibi harita içerdikleri kadar içermedikleri hakkında da söz söyleme eğiliminde. O nedenle bu kadınların kimlikleri aracılığıyla hem sınıfsal hem de, Osmanlı dönemi terminolojisi ile tarif edecek olursak, millet bazında bir perspektifi de “yokluklar” üzerinden sorgulatıyor. Bu kadar “üst sınıf” ve “maddi iz” üzerine kurulu bir harita, “sıradan bir aileye mensup bir kadının izini kent mekânında yapılı çevre üzerinden nasıl takip edebiliriz”i, bir yöntem olarak değil ama bir soru olarak düşündürtüyor.
C.G.: Osmanlı tarih yazımında birtakım tarihçilerin, özellikle Hürrem Sultan ile başlayan süreci işaret ederek, “kadınlar saltanatı” olarak adlandırdığı bir dönem var. Böyle bir dönemselleştirmeyi banilik bağlamında anlamlı buluyor musunuz?
F.M.S.: “Kadınlar saltanatı” terimi Osmanlı Devleti için biraz olumsuz açılımları olan bir kavramsallaştırma. Ağırlıklı olarak “çöküş” paradigması ile bağlantılı dile getirilen, çocuk yaştaki padişahların, annelerinin güdümünde hatta bazen anneleri eliyle devlet yönetmesinin Osmanlı Devleti’nin sonunu getirdiğini öne süren bir çerçeve. Tabii ki kadınların, özellikle saray kadınlarının, iktidarla doğrudan ilişkili olduklarını bugün pek çok çalışma sayesinde biliyoruz. Ancak, şüphesiz ki, Osmanlı Devleti’nin siyasi dönüşümlerinin ardında sadece kadınların olduğunu ileri sürmek, pek çok başka etmeni göz ardı etmek anlamına geliyor. Osmanlı tarih yazımına getirilen yeni yaklaşımlar, bu “çöküş” tezinin yerine başka türlü okumalar öneren çalışmalar bu tür toptancı kabulleri reddediyor. Dolayısıyla kadınların iktidar ile ilişkisini de bir genelleme yerine açılımlarıyla incelemeyi öneriyor. Bu çerçevede banilik yönünden bakmak, iktidarın niteliklerini, sınırlarını anlamak açısından bize daha somut bir çerçeve sunuyor.
C.G.: Haritadaki yapıların bir kısmı SALT Araştırma Ali Saim Ülgen Arşivi’nde yer alan belgelerle sergi mekânında ayrıntılandırılıyor. Araştırma sürecinde Ali Saim Ülgen Arşivi’yle nasıl ilişkilendiniz?
F.M.S.: Bu aslında yine sürecin tüm diğer ürünleri gibi yine ihtiyaçtan ortaya çıktı diyebiliriz. İstanbul’un pek çok yapısında olduğu gibi bu haritayı oluşturan yapıların her birinin bir tür kendi hayat hikâyesi var. Arşiv belgeleri, fotoğraflar bize bu hikâyelerden kısa kesitler sunabilir diye sergi hazırlıkları sırasında özellikle Murat’la çalışırken sıklıkla konuşuyorduk. Bu noktada gündeme SALT Araştırma, Ali Saim Ülgen Arşivi geldi. Ülgen, Türkiye’de koruma ve belgeleme konusunda bir dönemin önde gelen isimlerinden. O nedenle arşivinde, bizim haritamızda yer alan pek çok yapıya dair fotoğraf, çizim, eskiz gibi belgeler bulunuyor. Biz de bu haritada bazı yapılar hakkında detaylı bilgi vereceksek, bu arşivden faydalanabileceğimizi düşündük. Zira onun belgelediği dönem, yapıların pek çoğu için ağır ve kalıcı müdahalelerin yapıldığı 1950’lerin hemen öncesi.
C.G.: Sosyal bilimciler veri görselleştirme yöntemlerine giderek daha çok ilgi duyuyor. Haritalamak da bunlardan bir tanesi. Sosyal bilimlerin özellikle de tarih disiplininin bu göreceli yeni merakı hakkında ne düşünüyorsunuz? Her şeyi görselleştirmemiz mümkün mü? Haritalamak neyi temsil edebiliyor, neyi edemiyor?
F.M.S.: Görselleştirme özellikle bizim haritamız gibi kent mekânı üzerine çalışmalarda çok önemli. Çalışmanın bazen sizin bile fark edemediğiniz sonuçlarını ve olası yeni sorularını daha doğru ve kolaylıkla anlatabilmenizi sağlıyor. Ancak, tabii ki, bir düzlem üzerinde, belli bir temsil araçlarıyla oluşturulduğu için pek çok farklı veriyi bazen ortak temsil adına indirgemek durumunda kalabiliyorsunuz. Mesela biz de bu sergide kadınların kim olduğunu tarif ederken “haneden-dışı” gibi çok genel bir kategori kullanmak zorunda kaldık. Ancak, yine de bu tür temsiller üzerine yürütülen tartışmalar bile sizi konunun derinliklerine inmeye zorluyor. O açıdan haritalandırma, hem üretim sürecinde hem de sonuç ürününde oldukça verimli bir çalışma oluyor.
- 1.İstanbul: Zeytinburnu Belediyesi Kültür Yayınları, 2015