Nasıl kurduk burayı: Neoliberal toplumda mimari üretim
ASLI CAN
23 Kasım 2015
“Her toplum ve her üretim tarzı kendi mekânını üretir”
Henri Lefebvre
Türkiye’nin tarihi boyunca yaşadığı en büyük ekonomik dönüşüme karşılık gelen 80’li yıllar, 24 Ocak 1980 kararları ile birlikte neoliberal politikaların hüküm sürmeye başlayarak kapitalizmi güçlendirmesi şeklinde telaffuz edilir. İthal ikameci politikalardan ihracata dayalı bir sanayi modeline geçiş olarak ifade edilebilecek bu kırılma, yalnızca üretim biçimleri ya da finansal istatistiklerde değil, kaçınılmaz olarak kentsel mekân ve inşaat pratiklerinde de kendini gösterir. Zira “yaşamı değiştirmek kenti değiştirmek, kenti değiştirmek de yaşamı değiştirmektir.”1
Devletin teftiş mekanizmalarının piyasayı terk etmesi ile neoliberal kapitalizm rahatça hareket edebileceği bir alan bulur. Bu alan hem üretim biçimleri ve ekonomik işleyişler bağlamında metaforik hem de kentsel dönüşüm düzeyinde okunduğunda fizikseldir. Neoliberal kapitalizm, kentsel mekânın üretilmesinde kendi politikalarını oluşturur. David Harvey, kentleşmenin, kapitalizmin tarihi boyunca sermaye ve emek fazlasını sağlayan kilit yöntemlerden biri olduğunu iddia eder. Özellikle yapısal krizleri çözme dinamiklerinin zayıfladığı dönemlerde mekân, kapitalizm için kriz çözücü araçlardan biri olarak değer kazanır. Bu sistemde kentler, kapitalizmin kendini temellendirdiği artı değeri yaratan mekânlardır ve sermaye sahipleri artı değeri üretmek için artı ürün üretmek zorundadırlar.
80’ler boyunca ve sonrası değerlendirmelerde konut politikası ya da Dalan kaynaklı kentsel dönüşümlerin üzerinden okunan bu artı ürün yaratma biçiminin, yabancı sermaye destekli büyük ölçekli özel fonksiyonlu yapılar tarafından değerlendirilmesinin de zaruri olduğu bir gerçektir. Bu yapılar değerlendirilirken, aynı ulus inşası serüvenlerinde olduğu gibi, devletin, bu kez yeni üretim biçimleriyle temsil edildiği gerçeğinin unutulmaması gerekir. Örneğin erken Cumhuriyet döneminde büyük ölçekli meclis, okul ve bakanlık yapıları üzerinden tanımlanan devlet, neoliberal kapitalizme geçişte kendisini ithal ettiği yeni fonksiyonların yapı biçimleri üzerinden okunur kılar: Havaalanı, alışveriş merkezi, banka binaları gibi. Siteler ve toplu konut üretimleri hem mecburiyet hem de kentsel mekân dönüşümünde yarattıkları etki sebebiyle bu biçimlere eklemlenir. Burada devlet müdahalesi ile sermaye piyasasının ikili bir bütünlük ifade ettiğini de gözden kaçırmamak gerekir.
Benzeri keskinlikle, 19. yüzyıl İngiltere’sinde , kentteki farklı fonksiyon ihtiyacının ortaya çıkması sonucu değişen silüetin, dönemsel bir geçişe işaret ettiği düşünüldüğünde, 80’lerin İstanbul silüetinde farklılaşan kentin, bölgesel fonksiyon dönüşümlerinin, morfolojik olarak büyüyen yapıların ve değişen işlevlerin ne kadar kritik olduğu daha iyi anlaşılabilir.
Bu bağlamlarda 80’ler inşaat faaliyetleri karşımıza birçok “ilk” prototip yapı biçimleri ortaya çıkarır. Örneğin, 24 Ocak kararlarının, yurtdışına çıkış sınırlamasını kaldırmasıyla artan hava trafiğinin çözümü, tasarımı Hayati Tabanlıoğlu’na ait olan, Yeşilköy Havaalanı’nın yeniden düzenlenmesi ve yeni ve büyük bir Dış Hatlar Terminali’nin inşası ile (bugünkü İç Hatlar Terminali) hayata geçer (1983).
Serbest piyasa ekonomisinin meydana getirdiği ithalat artışı, yeni tüketim mallarının, sınırsız bir çeşitlilikle ülkeye girmesini sağlar. Bunun sonucunda Türkiye’nin modern anlamdaki ilk alışveriş merkezi olan Galleria’nın yapımı gündeme gelir. Galleria, Turgut Özal’ın girişimiyle mimar Hayati Tabanlıoğlu tarafından 1981-1986 yılları arasında tasarlanır; Barbaros Ticaret Merkezi, Yat Limanı, Holiday Inn Crowne Plaza ve Regatta Çarşısı gibi bileşenlerden oluşan Ataköy Turizm Kompleksi projesinin bir parçası olarak 1988’de açılır. Türkiye’nin 80’li yıllarda yaşadığı değişimin önemli bir öznesi olarak kabul edilen bina, 1989’da Tabanlıoğlu’na ICSC (Alışveriş Merkezleri Uluslararası Konseyi) En İyi Mimari Tasarım Ödülü’nü kazandırır ve açıldığı günden beri gündelik hayatın en önemli unsurlarından birine dönüşür. Şişli’de bulunan ve mimar Utarit İzgi tarafından tasarlanan Nova Baran Plaza, hem konut hem de alışveriş merkezi fonksiyonuyla, günümüz plazalarının ilk örneklerinden sayılmakla birlikte, 80’lerin alışveriş merkezi ihtiyacının bir diğer yansıması olarak kabul edilebilir.
Artık dünya kenti olarak tanıtılmaya başlanan İstanbul’un turistik anlamda potansiyelini arttırması, karşılığını Holiday Inn Crowne Plaza gibi büyük ölçekli otellerde bulur. Paranın hızlı dönüşümü ve işlenmesi, Garanti Bankası Genel Merkezi, Türkiye İş Bankası kuleleri ve benzeri banka binalarının yüksek yapı morfolojisinde kendilerini, özellikle büyümekte olan ve yeni finans aksı olarak kabul edilen Büyükdere Caddesi çevresinde göstermeleri üzerinden tariflenir. Yine 80’lerle özdeşleşmiş bir diğer yapı türü olarak iş merkezleri (Mecidiyeköy İş Merkezi, Maya İş Merkezi gibi) kent içinde önemli yerler kaplar hale gelir. Yeni küçük ya da büyük ticari girişimler bu yapıların içinde kendilerini mekânsal olarak var ederler.
Konut dönüşümlerinin ve büyük ölçekli kentsel dönüşümlerin yanı sıra 80’ler, ortaya çıkan yeni yapı fonksiyonları ile değişen morfolojiler üzerinden de kritik anlamda değerlendirilebilir. Zira dönemdeki inşaat faaliyetlerini yalnızca konut üzerinden okumak, eksik bir değerlendirmeye yol açacaktır. Kapitalist toplumlarda devlet ve sermaye kendini mekânlar üzerinden yeniden ve yeniden inşa eder. Bu durum İstanbul’u, dünyadaki benzeri metropollere benzetmiştir. Bu şekilde günümüze kadar ulaşan değişim, sermaye müdahalelerinin vahşileşmesi ile, ivmesi artarak devam etmektedir.
Henri Lefebvre
Türkiye’nin tarihi boyunca yaşadığı en büyük ekonomik dönüşüme karşılık gelen 80’li yıllar, 24 Ocak 1980 kararları ile birlikte neoliberal politikaların hüküm sürmeye başlayarak kapitalizmi güçlendirmesi şeklinde telaffuz edilir. İthal ikameci politikalardan ihracata dayalı bir sanayi modeline geçiş olarak ifade edilebilecek bu kırılma, yalnızca üretim biçimleri ya da finansal istatistiklerde değil, kaçınılmaz olarak kentsel mekân ve inşaat pratiklerinde de kendini gösterir. Zira “yaşamı değiştirmek kenti değiştirmek, kenti değiştirmek de yaşamı değiştirmektir.”1
Devletin teftiş mekanizmalarının piyasayı terk etmesi ile neoliberal kapitalizm rahatça hareket edebileceği bir alan bulur. Bu alan hem üretim biçimleri ve ekonomik işleyişler bağlamında metaforik hem de kentsel dönüşüm düzeyinde okunduğunda fizikseldir. Neoliberal kapitalizm, kentsel mekânın üretilmesinde kendi politikalarını oluşturur. David Harvey, kentleşmenin, kapitalizmin tarihi boyunca sermaye ve emek fazlasını sağlayan kilit yöntemlerden biri olduğunu iddia eder. Özellikle yapısal krizleri çözme dinamiklerinin zayıfladığı dönemlerde mekân, kapitalizm için kriz çözücü araçlardan biri olarak değer kazanır. Bu sistemde kentler, kapitalizmin kendini temellendirdiği artı değeri yaratan mekânlardır ve sermaye sahipleri artı değeri üretmek için artı ürün üretmek zorundadırlar.
80’ler boyunca ve sonrası değerlendirmelerde konut politikası ya da Dalan kaynaklı kentsel dönüşümlerin üzerinden okunan bu artı ürün yaratma biçiminin, yabancı sermaye destekli büyük ölçekli özel fonksiyonlu yapılar tarafından değerlendirilmesinin de zaruri olduğu bir gerçektir. Bu yapılar değerlendirilirken, aynı ulus inşası serüvenlerinde olduğu gibi, devletin, bu kez yeni üretim biçimleriyle temsil edildiği gerçeğinin unutulmaması gerekir. Örneğin erken Cumhuriyet döneminde büyük ölçekli meclis, okul ve bakanlık yapıları üzerinden tanımlanan devlet, neoliberal kapitalizme geçişte kendisini ithal ettiği yeni fonksiyonların yapı biçimleri üzerinden okunur kılar: Havaalanı, alışveriş merkezi, banka binaları gibi. Siteler ve toplu konut üretimleri hem mecburiyet hem de kentsel mekân dönüşümünde yarattıkları etki sebebiyle bu biçimlere eklemlenir. Burada devlet müdahalesi ile sermaye piyasasının ikili bir bütünlük ifade ettiğini de gözden kaçırmamak gerekir.
Benzeri keskinlikle, 19. yüzyıl İngiltere’sinde , kentteki farklı fonksiyon ihtiyacının ortaya çıkması sonucu değişen silüetin, dönemsel bir geçişe işaret ettiği düşünüldüğünde, 80’lerin İstanbul silüetinde farklılaşan kentin, bölgesel fonksiyon dönüşümlerinin, morfolojik olarak büyüyen yapıların ve değişen işlevlerin ne kadar kritik olduğu daha iyi anlaşılabilir.
Bu bağlamlarda 80’ler inşaat faaliyetleri karşımıza birçok “ilk” prototip yapı biçimleri ortaya çıkarır. Örneğin, 24 Ocak kararlarının, yurtdışına çıkış sınırlamasını kaldırmasıyla artan hava trafiğinin çözümü, tasarımı Hayati Tabanlıoğlu’na ait olan, Yeşilköy Havaalanı’nın yeniden düzenlenmesi ve yeni ve büyük bir Dış Hatlar Terminali’nin inşası ile (bugünkü İç Hatlar Terminali) hayata geçer (1983).
Serbest piyasa ekonomisinin meydana getirdiği ithalat artışı, yeni tüketim mallarının, sınırsız bir çeşitlilikle ülkeye girmesini sağlar. Bunun sonucunda Türkiye’nin modern anlamdaki ilk alışveriş merkezi olan Galleria’nın yapımı gündeme gelir. Galleria, Turgut Özal’ın girişimiyle mimar Hayati Tabanlıoğlu tarafından 1981-1986 yılları arasında tasarlanır; Barbaros Ticaret Merkezi, Yat Limanı, Holiday Inn Crowne Plaza ve Regatta Çarşısı gibi bileşenlerden oluşan Ataköy Turizm Kompleksi projesinin bir parçası olarak 1988’de açılır. Türkiye’nin 80’li yıllarda yaşadığı değişimin önemli bir öznesi olarak kabul edilen bina, 1989’da Tabanlıoğlu’na ICSC (Alışveriş Merkezleri Uluslararası Konseyi) En İyi Mimari Tasarım Ödülü’nü kazandırır ve açıldığı günden beri gündelik hayatın en önemli unsurlarından birine dönüşür. Şişli’de bulunan ve mimar Utarit İzgi tarafından tasarlanan Nova Baran Plaza, hem konut hem de alışveriş merkezi fonksiyonuyla, günümüz plazalarının ilk örneklerinden sayılmakla birlikte, 80’lerin alışveriş merkezi ihtiyacının bir diğer yansıması olarak kabul edilebilir.
Artık dünya kenti olarak tanıtılmaya başlanan İstanbul’un turistik anlamda potansiyelini arttırması, karşılığını Holiday Inn Crowne Plaza gibi büyük ölçekli otellerde bulur. Paranın hızlı dönüşümü ve işlenmesi, Garanti Bankası Genel Merkezi, Türkiye İş Bankası kuleleri ve benzeri banka binalarının yüksek yapı morfolojisinde kendilerini, özellikle büyümekte olan ve yeni finans aksı olarak kabul edilen Büyükdere Caddesi çevresinde göstermeleri üzerinden tariflenir. Yine 80’lerle özdeşleşmiş bir diğer yapı türü olarak iş merkezleri (Mecidiyeköy İş Merkezi, Maya İş Merkezi gibi) kent içinde önemli yerler kaplar hale gelir. Yeni küçük ya da büyük ticari girişimler bu yapıların içinde kendilerini mekânsal olarak var ederler.
Konut dönüşümlerinin ve büyük ölçekli kentsel dönüşümlerin yanı sıra 80’ler, ortaya çıkan yeni yapı fonksiyonları ile değişen morfolojiler üzerinden de kritik anlamda değerlendirilebilir. Zira dönemdeki inşaat faaliyetlerini yalnızca konut üzerinden okumak, eksik bir değerlendirmeye yol açacaktır. Kapitalist toplumlarda devlet ve sermaye kendini mekânlar üzerinden yeniden ve yeniden inşa eder. Bu durum İstanbul’u, dünyadaki benzeri metropollere benzetmiştir. Bu şekilde günümüze kadar ulaşan değişim, sermaye müdahalelerinin vahşileşmesi ile, ivmesi artarak devam etmektedir.
- 1.Örgen Uğurlu, "Neoliberal Politikalar Ekseninde Türkiye'de Kentsel Mekânın Yeniden Üretimi," Türk Tabipler Birliği Meslek Sağlık ve Güvenlik Dergisi Ocak-Şubat-Mart (2013)