ÖZER KABAŞ ÖLMESİN
Sentez ve Montaj
Jale Nejdet Erzen
22 Temmuz 2023
Bu metin Kabaş’ın yayımlanmış yazılarından ve kendisiyle yapılan söyleşilerden derlenmiş Sentez ve Montaj* kitabının bir yorumu ve bunları okudukça, Özer Kabaş’ı anımsayıp katkılarını düşündükçe kaydettiklerimin özetidir. 29 Mayıs’ta Salt Galata’da anısına yapılan ve kalabalık bir izleyicinin bulunduğu toplantı** hepimizi duygulandırdı; birçok öğrencisi ve mesai arkadaşı övgülerle anılarını paylaştılar. Ekranda gördüğümüz Özer Kabaş fotoğrafları o güzel insanı biraz da olsa tekrar hayata getirdi. Orada yaptığım kısa konuşma bana bunları yazıya çevirmem gerektiğini düşündürdü.
Özer Kabaş’ı bir kez, bir an bile görenler onun bambaşka bir insan olduğunu sezerlerdi. Bugün artık onu göremesek de eminim Özer Kabaş giderek daha engin bir ruha kavuşuyor ve bedenselleşiyor. Zira anılar kültüre, öyküye, yazıya, efsaneye dönüştükçe; efsaneler ve öyküler müzikte, resimde, heykel ve mimari gibi kültürel olgularda bedenleştikçe, insandan arda kalan ruhun da tekrar bir şekilde beden bulduğuna inanıyorum. Kültür, insanlık ruhunun bedenleşmiş hâlidir.
Özer Kabaş bütün bir insan, bütün bir kültür adamı idi. Sanatçı, tiyatrocu, öğretmen, idealist, filmci, yazar, eleştirmen ve âşık idi. Onun aşkı, aşkları, bütün evreni, denizi, güzellikleri, ailesini ve insanlığı kapsıyor, ona her konuda sonsuz bir sorumluluk ve hafiflik veriyordu. Zira Özer her şeyi, iş ya da keyif olsun, sanki kanatları varmış gibi özgür ve mutlu yapardı. Bu yazımda onunla tekrar vedalaşırken varlığı ile tekrar bir diyalog kurmaya, onu tekrar yakından görmeye çalışacağım.
Özer’in yaratıcılığı, ruhuna, beden, duygu ve duyumlarına en yakın ifadeyi resimlerinde buluyordu; o yüzden ona resimlerinden başlayarak bakmak istiyorum. Özer’in de birçok yazısında dile getirdiği gibi resmin ve figürün 1970’lerden başlayarak geçersiz sayılması Türkiye sanatının önemli sorunlarından biri olmuştur. Güncel sanatın, Türkiye’deki tüm moda tercihleri gibi sorgusuz sualsiz ön plana çıkması, resim sanatını giderek unutulmaya ve arka plana itmiştir. Bir yazısında belirttiği gibi Özer film ve resmi yakın buluyordu; bu bakımdan resimleri yaşadıklarını ve önemsediklerini merceğe alan, onları film gibi yaşanan süreçler olarak temsil eden ifadelerdi.
Kabaş’ın resimleri dünya ile kurduğu duyumsal ilişkinin canlı temsilidir. Her bir taş, dalga, gücü ile görünen rüzgâr, erken Yunan mitolojisinde olduğu gibi tanrısal bir kimlik taşır. Deniz, denizciler, tekne ve amansız sular her an değişen, mücadele içinde bir Heraklit dünyasını dile getirir. Özer’in evreni sürekli hareket hâlindedir, akışkan bir zaman içinde her şey bilinmeze sürüklenir gibidir. Özer birçok resmini önceden kurduğu çizimlerden üretir, hatta bu çizimlerin bazıları kuru kalemle renklendirilmiştir ama bunlar tuvale geçince bambaşka bir gerçekle karşımıza çıkar; renklerin koyu tonlarla, yoğun kromalarla dışa vurulduğu bir dünya oluşur. Özer siyah beyaz çizimlerinde kendini dolaysız, âdeta bilinçaltı bir ivme ile ifade eder. Bu çizimler Özer Kabaş’ın en mükemmel işleridir şüphesiz.
Yine bir yazısında Özer resmi figüratif ya da soyut gibi ayırmanın sorununa değinmişti. Ancak Özer Kabaş’ın resimlerinde figür, ister insan ister hayvan ya da bitki olsun, onun benimsediği ve yaşamına kattığı varlıklar için duyduklarını ifade eder. Boğalar, sularla boğuşanlar, sürüklenen ağaçlar, kayalara tutunmaya çalışanlar akla Homeros destanından Ulis’in bir macerasında yüzerek kıyıya çıkma gayretini ve tanrılara seslenişini hatırlatır (Homer, Odiseus, 5.388-450). Özer’in denizleri de İonia’ya aitti ve denizcileri Ulis soyundandı.
Yine de Özer Kabaş’ın resimlerini Sentez ve Montaj kitabında okuduğumuz ilkeleri ve eleştirileri ışığında yorumlamak gerekir; zira resimleri, duygusal dışa vurmanın çok ötesinde üstlendiği bir sorumluluğun kendi sanatsal dilinde ifadesidir. Öncelikle, Türk Resminde Montaj yazısında eleştirdiği “sosyolojik ve tarihsel gerçeklerden kopuk bir soyutlama içinde Batı resminin yalnız biçimsel yenilikleri göz önüne alınarak” sürdürülen bir sanattan uzak kalabilmek onun için çok önemli idi. Buna karşın, kendisiyle yapılan bir söyleşide vurguladığı gibi “[t]oplumsal içerikli herhangi bir resmin ele alacağı konular büyük ustalık ister.” Bu bağlamda geçirdiği sıkıntıları saklamak istemediğini söylemiş, “[t]oplumsal eleştiri türünde öz ve biçim sorununu çözümleyebildiğim resimler daha sonraki resimler için anahtar oldu” demiştir.1 Özer Kabaş’ın resimlerine bu düşünceler açısından bakarsak, denizci ve deniz resimlerinde, balıkçıları konu alan tuvallerinde bir “üslup fetişizmi”ne gitmeden yalın ve dürüst bir anlatım yaratma gayretini görürüz. Bu resimlerden daha erken tarihli, fırçasını ve elini tümüyle serbest bıraktığı çizimlerine ve baskılarına baktığımızda, herhangi bir kısıtlama ve eleştirel sorgulama olmadan kendini ifade ettiğini görürüz. Bu bakımdan Özer Kabaş’ın resimleri, sözle ifade ettiği ilkelere yabancı düşmeme gayreti gösteren işlerdir. Bunların önemli biçimsel kararlar taşıdığı kuşkusuz. Özellikle deniz resimlerinde bakış açıları, teknenin hareketlerine uyar gibi farklı yüksekliklerden, farklı perspektiflerden verilir. Mekânlar insanların çevresinde sanki onların çekimine uğramış gibi daha dar; enginde, dalgalarda daha açık ve hareketlidir. Her ne kadar toplumsal bir gerçeklik taşıma gayreti içerse de birçok resimde fantastik varlıklar, chiaroscuro etkileri ile çarpılmış, sürreal görüntü kazanmış kişiler görürüz. Demek ki Özer Kabaş’ın resimleri engin bir heyecan ve düş dünyası ile toplumsal sorumluluklara yanıt vermeye çabalayan rasyonalizmin sentezidir. Kendisinin de ifade ettiği gibi, “Türkiye’deki deniz yaşamını ele alan, içinde yergi olmayan, başka bir ‘olumlama’ denemesi içindeyim. Zamanı geldikçe, eleştirel resimleri güçlendirmek için sevgimi de yaşatmanın gereğine inanıyorum. Bu zıtlığı bir arada yaşatmazsam yarına inanmak biraz zorlaşabilir.”2
Sentez ve Montaj:
Özer Kabaş’ın Sentez ve Montaj adlı kitapta toplanan, 1966-1997 arasında yazdığı metinler, onun sanata ve dünyaya yaklaşımının sözel ifadeleridir. Her ne kadar Kabaş tavrıyla, eğitmenliği ve birçok kolda sanatçılığı ile felsefesini gerçekleştirdiyse de bunu kalıcı ve daha yaygın bir ortamda duyurmak sorumluluğunu taşıyordu. Kabaş’ın yazıları, film ve resim yakınlığı gibi bazı açıklayıcı metinler dışında, Türkiye’de sanat ortamının sorunlarını ilgilendiriyordu ve onun bir sanat insanı ve öğretmen olarak duyduğu sorumlulukları seslendiriyordu. Zamanında ilk kez gündeme gelen bu sorunlar bugün de Türkiye sanatının dinmeyen problemleri. Bu bakımdan Kabaş’ın kitabının özellikle üniversitelerin sanat fakültelerinde okunması gerektiğine inanıyorum. Özer’in keskin analizleri sanat tarihini ve sanatın nasıl devindiğini çok iyi bilmesinden kaynaklanıyor. New Haven’da Yale Üniversitesi’nde geçirdiği öğrencilik yılları onu zamanın en ileri mimarlık ve sanat gelişimleri ile yakınlaştırmıştı. Josef Albers’in hocalığı ona modern ve deneyimsel bir eğitim sunarken, Louis Kahn’ın New Haven’da tasarladığı sanat galerisi ve Yale Center for British Art çok önemli koleksiyonlar içerdikleri gibi en ileri modern mimarlık örneklerini sunuyordu. Paul Rudolph’un sonradan yanan Mimarlık Fakültesi binası ise brutalist mimarinin en iyi örneklerindendi. Özer Kabaş aynı zamanda New York’ta film çalışmaları da yapıyor, bilgisini çok yönlü geliştiriyordu. Türkiye’deki sanat yaklaşımlarına karşı eleştirileri derin bir bilgi ve sahiplenme sonucudur; ne yazık ki Özer’in yazıları yaygın şekilde okunmamıştır.
1966 tarihli Resim-Görüntü-Sinema yazısının sonunda Özer sanatın en önemli rolünü, “üç boyutlu sihirbazlık denemeleriyle değil de değerli insancıl konuları […] seyirciye aktarabilmek” olarak özetliyor.3 Bu, Özer’in bütün yazılarında gündeme getirdiği ve sanatının temel ilkesini belirleyen sözdür. 1993 tarihli bir başka yazısında ise “resim sanatının gerçek omurgasının ve tarihsel misyonunun tutarlı bir hümanizma olduğunu” ileri sürer.4 Birçok yazısında farklı şekilde tekrarlanan bu inanç Özer Kabaş’ın resminin ana temasını oluşturur. Hatta popülizmi eleştirirken, bir ressamın kendisine resminin ne ifade ettiğini soran bir seyirciye açıklayıcı bir yanıt verebilmesi gerektiğini savunur. Bu aynı zamanda Özer Kabaş’ın, engin bilgisine karşın her zaman eşitlikçi bir ruha sahip olduğunu gösterir ve sanatın toplumdan uzaklaşmaması gerektiğini vurgular. Özer Kabaş sanat analizlerinde bilimsel bir derinlikle kültürel gelişmelerin politik, ekonomik ve yerel etkilerle nasıl şekillendiğini anlatır. Vasıf Kortun’un Sentez ve Montaj kitabında yazdığı giriş, Kabaş’ın bu dinamikleri nasıl yorumladığını çok iyi ifade ediyor: “Sanat pratiklerinin birbirlerine nasıl tesir ettiğine bakarken ‘yatay’ ve ‘dikey’ etkenleri ayrı ayrı ve ilişkisel olarak değerlendirir. Politika, elektronik haberleşme gibi dikey etkenlerin insanın fiziki ve sosyal çevresini ani ve sert değişikliklere uğrattığını anlatır.”5 Bu bağlamda Özer Kabaş’ın en çok vurguladığı eleştirisi Türkiye’nin kendi kültürel ve tarihsel verilerini yok sayması; Batı’dan “medyanın gücü ve ana akım baskılarıyla” hazır ve kolay modellerin Türkiye sanatını ve sanatçı olacak gençleri etkilemesidir. Özer Kabaş, Anadolu’da yaşayan mimar ve sanatçı adaylarının kendi kültürlerinden öğrenecekleri ve ilham alacakları çok şey olduğunu her zaman gündeme getirmiştir.
Özer Kabaş’ın resim ve film tarihi üzerine yazdıklarından öğrenilecek çok şey var. Figüratif ve figüratif olmayan resmin kabaca ayrı kategorilere konulamayacağını söylerken bir Mondrian ile Poussin’in, ya da Grünewald resimleri ile Eisenstein’ın Alexandre Nevsky filminin yakınlığını anımsatır. Resim ve film yakınlığı ise iki boyutlu yüzeyin problematikleri, derinlik ve perspektif sorunları ile ilgili olarak analiz edilir. Bütün bunları okuyunca birçok kişinin Özer Kabaş’ın öğretmenliğinde ve etkisiyle sanatçı olduğunu hatırlıyorum. İsim vermeyeceğim, ama Robert Kolej’de, Arnavutköy Kız Koleji’nde birçok kişi onun karizmasına ve sonsuz bilgisine, sanata duyduğu heyecana kapılarak sanatçı olmayı seçmiştir.
Sentez ve Montaj kitabındaki Özer Kabaş yazılarının çoğu, o zamanki kültür dünyamızın eleştirilerini kapsıyor. Bunlara olabildiğince değineceğim. Ama şunu vurgulamak gerekir ki Özer Kabaş bütün eleştirilerini samimiyetle ve serinkanlı nesnel analizlerle dile getirmiştir. Her zaman, fikirlerini sunarken, o denli açık ve iyimser, o denli serinkanlı olmuştur ki herkes farkına varmadan onun fikirlerine katılır. Her zaman gülümseyen yüzü, parlayan gözleri ve dünya ile sonsuz barışıklığı herkesi kendine çekmiştir.
Türkiye’de sanatın durumu ve gelişmesi ile ilgili analizler birkaç açıdan ele alınır. Öncelikle, Özer Kabaş Türkiye’deki gelişmeleri Batı ve hatta Çin ile kıyaslayarak irdeler. Bugün global anlamda sanatın sorunu, burjuva kültürünün egemen olmasıyla sanatçının toplumdan kopması ve sahte bir estetizm hevesinin gelişmesi ve galeri sanatının yaygınlaşmasıyla sanatın bir meta hâline gelmesidir. Artık sanat üzerinde sözü geçenler sanat tüccarlarıdır. Türkiye doğru adımları atmak için Batı sanatının tarihini bilmelidir, yoksa yüzeysel aktarımlar ancak toplumdan ve gerçeklerden kopuk bir sanat yaratacaktır. Kabaş, Türk resminde Empresyonizm’den Kübizm’e geçişi, köylü ve yerli temaları Kübist resim olarak ifade etmeyi bu tür yüzeysel gelişmeler olarak yorumlar. Batı’nın sanat dinamiklerini bilmeden ve yerel kültür imkânlarını sorgulamadan benimsenen üsluplar sahte olmaya mahkûmdur. 1971 tarihli Toplayıcılık ve Yayıcılık başlıklı yazısında, eleştirel bir bakış edinmeden gelişigüzel kültürel veriler toplamanın sanatçı yetiştirmek için yeterli olmadığından yakınır.
Türkiye’de önemli sanatçılar ve geniş bir sanatçı potansiyeli vardır, ancak bunun yeni sanatçıların yetişmesi için yeterli olduğuna inanamayız. Zira sanatçılara yol gösterecek bir eleştiri mekanizması, kendi sanatını kıyaslayabileceği eserlerin bulunduğu müzeler yeterli sayıda yoktur. Her ne kadar bugün, Özer Kabaş’ın yazılarından yirmi beş, elli yıl sonra İstanbul’da birkaç modern sanat müzesi ve çağdaş işler sergileyen galeri açılmışsa da sanatçıyı geniş bir skala içinde eğitecek, geniş kapsamlı tarihi ve uluslararası örnekleri bulunan müze ve galeri yoktur. Kısacası, Özer Kabaş’ın yıllar önce sitem ettiği konular bugün hala geçerli. Özer Kabaş bu konuda Ortega y Gasset’in bir aforizmasından söz eder: “Çağdaş sanat eserlerini düzenli ve hiyerarşik bir biçimde değerlendirmeyen bir toplumun yarını Ortega y Gasset’in dediği gibi barbarlıktır.”6 Özer Kabaş için yalnızca modern sanat müzelerinin değil, halk sanatı müzelerinin de bulunmaması büyük bir eksikliktir.
Bir ülkenin kendi sanatlarını besleyebileceği en zengin kaynak halk sanatıdır. Özer Kabaş asırlarca Anadolu’nun çeşitli sanatlarıyla Batı’ya ilham verdiğini, bugün hâlâ Anadolu’daki halk sanatlarını Batılıların takdir edip baş tacı ettiklerini yazar. Elle boyanmış tütün arabaları, kilim ve halılar dünyanın en renkli sanat işleridir. Özer Kabaş’a göre Anadolu’daki renk zenginliği başka hiçbir yerde yoktur. Tütün arabalarının resmini çekerken halkın onun Türk olduğuna inanmadığını, bunlarla ancak Batılıların ilgilendiğini söylediklerini yazar. Bir ülkenin kendi halk sanatlarını bilmesi başka yerlerin sanatı, iklimi ve koşulları ile kıyaslaması yeni biçimlerin, yeni çeşitlerin ortaya çıkmasında rol oynayacaktır. “Halk sanatını sevmek […] Onun varoluş nedenlerine, doğa ilişkilerine eğilip orada yatan tüm sanatsal enerjiyi bugüne taşımak demektir.”7
Sanat Eğitimi
Bir eğitimci olarak Özer Kabaş’ın doğal olarak en yakın olduğu konu eğitim idi. İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisi’ne dâhil olduğu andan itibaren sanatçı yetiştirmenin bütün yönleri üzerine düşünmüş, öğrencileri ile aktif ve açık ilişkiler kurmuştur. Özer Kabaş’ı tanımam da bu ortamda oldu. Herhâlde Boyut dergisindeki yazılarımdan beni tanıyarak, Güzel Sanatlar Akademisi’nin öğrencilerine her ay modern sanat üzerinde konuşma vermem için beni davet etti. Ne yazık ki o vesile ile Özer’le neler konuştuğumu, neler paylaştığımı anımsamıyorum. Ama sanıyorum, idare ile arası çok iyi değildi ki okula her gittiğimde konuşma verdiğim oda giderek küçüldü, başlangıçta bütün öğrencilerin kalabalık bir şekilde dinlemeye geldikleri amfi sonunda merdiven altında gizli ve ancak birkaç öğrenci alan bir odaya dönüştü. Anladım ki idare Özer’in inisiyatiflerini kendi politikalarına ters buluyor; irdelemedim, zira eminim Özer’in bu konuda yeterince başı ağrıyordu.
Özer Kabaş’a göre genç sanatçılar yetiştirmenin en önemli koşulu, öğrencinin belirli kıyaslama imkânları veren bilgi donatımı ile kendi özgür kişiliğini bulması ve geliştirdiği yaklaşımında mutlu olabilmesi için başlangıçta ilham kaynağı olan örneklerden ve model olarak gördüğü hocalarından kopabilmesidir. Kişilik oluşturma, yaratma alanının her an yeniden üretilebilmesi demek. Özer Kabaş öğrencinin ve neticede sanatçının değişimlere ve yeni dinamiklere açık kalmasının önemini vurgular. Batı resminde, özellikle Amerika’da bazı sanatçıların piyasaya sürülen örneklerden etkilenerek kişiliklerini kaybettiklerini anlatırken, bizdeki sanat eğitimi “[…] sıvı bir zemin üzerinde değişip biçim değiştirerek hem bu değişimi sağlayan etkenleri saklı tutuyor hem de her nedense ‘eğitimle ilgili’ tartışmaya kendisini kapalı tutmayı başarıyor.”8
Birinci Dünya Savaşı’nın olumsuz etkileri sanat ve estetiğe karşı bir hareket yaratmış, “Kötü Sanat” ve “Kötü Resim”in doğmasına neden olmuştur. Özer Kabaş’a göre bu, resim eğitiminde kolaycılığı da desteklemiştir. Türkiye’de ise bunun etkileri daha vahimdir, zira estetik ve görsel algılama ile ilgili kitaplar dilimize çevrilmemiştir ve bin yıllık desen çizimi ile çıplak model lüzumsuz görülmeye başlanmıştır. Özer Kabaş insan bedenini çizmenin büyük bir öğreti olduğunu vurgulayarak insan bedeninin doğanın en “karmaşık ve yetkin” varlığı olarak çizene doğayı, derinliği ve ayrıntıları görebilme yetisi verdiğine inanır. Yurdumuzda çıplak modele karşı tutumun gizli bir gelenekçiliğe ve ikona yasaklarına bağlı olduğunu savunur. Özer Kabaş, 1998’de son sergisi üzerine konuşurken resimlerinin yanı sıra desenleri de sergilediğini ve desenin “bir şeyi tasvir etmek değil, biçim oluşturma meselesi” olduğunu vurgulamış, desenin bir meditasyon olduğunu ifade etmiştir.9 Sanat okullarımızda desen çoğunlukla gördüğünü yorumlamadan doğru kopyalamak olarak öğretilir. Hâlbuki çizenin kendini ve çevresini tanımasında, gördüğünü doğru algılamasında ve biçim oluşturmakta özgürlük kazanması için önemli bir eğitici olan desen pek az okulda bu şekilde uygulatılır. Bununla ilgili olarak, on yıldan beri Mehmet Güleryüz’ün Edirne’deki sanat lisesi öğrencilerine desenler yaptıkları “defter” projesi yürüttüğünü gündeme getirmek isterim. Mehmet Güleryüz, İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisi’nde Özer Kabaş ile farklı eğitim uygulayan idealist gençler arasındaydı. Bugün seksen yaşını geçmiş olan Mehmet Güleryüz’ün desenleri hâlâ özgün ve özgür yorumlar ve biçimlendirmeler olarak iftihar vesilemizdir.
Özer Kabaş, Türk sanat ortamının sorunlarını sahiplenmiş, kendi bilgi ve deneyimlerini bu yolda katkı sağlayacak şekilde birçok yayında dile getirmiştir. Özer Kabaş gücünün ve imkânlarının yettiği her konuda katkı sağlamaya çalışmıştır. Yazıları dışında eğitimciliği de çevresindekilere örnek olmuş; öğrencileri ile kurduğu açık, samimi ve yol gösterici ilişki birçok kişinin sanatı sevmesine, sanatçılığı seçmesine neden olmuştur. Yazının başında belirttiğim gibi Özer Kabaş hemen her sanat kolu ile ilgilenmekle kalmamış, tiyatro ve film konusunda önder olmuş, tiyatro ve film dernekleri, festivalleri, jüri ve ödülleri oluşturmuştur. Kendisi için yapılan anma toplantısında, Mayıs 2023’te film arkadaşlarından Hasan Gürdal onun sayılamayacak kadar yoğun film çalışmalarını dile getirmiştir. Bir süre İstanbul’da yaşayan Amerikalı yazar James Baldwin adına I. Hisar Kısa Film Yarışması’nda (1967) ödül verilmesini sağlayan yine Özer Kabaş’tır.
Özer Kabaş aynı zamanda 1990’larda İstanbul Sanat Fuarı seçici kurulunda çalışmıştır. O yıllarda Sanat Fuarı’nın önemli bir sanat olayı olduğunu anımsıyorum. Kendisiyle jürilerde birlikte çalışan Kıymet Giray, Özer Kabaş’ın her zaman serinkanlılıkla ve ciddi muhakemelerle düşüncelerini kolayca kabul ettirdiğini hatırlıyor ve hiçbir zaman hiddet veya kızgınlık göstermeden herkesi inandırdığından söz ediyor.
Özer Kabaş ile çalışan ve onu hatırlayan herkes, onun aynı zamanda bazen muzip ama çoğunlukla neşeli ve aktif bir kişi olduğunu söylüyor. Özer Kabaş, herkesin danıştığı ama hiçbir zaman mütevazılığı bırakmayan biriydi. Bugün fotoğraflarına baktığımda onun ne kadar güzel, insana huzur veren biri olduğunu anımsıyorum.
Bu arada Özer Kabaş’ın unutulmaması gereken bir yönü de Urart ile ilgili çalışmaları. Kardeşleri ile kurdukları Urart Sanat Atölyesi, Van’daki Urart medeniyetinin takılarından esinlenerek modern takılar üretip sergiliyordu. Bu takıların tasarımları Özer’e aitti. Ancak birkaç yıl sonra Akademi’deki eğitmenliği vaktini tamamen almaya başlayınca bu tasarımları sürdüremedi. Urart Atölyesi bir sanat galerisi olarak kaldı ve Özer Kabaş ile ilgisi sürmedi.
Özer Kabaş’ın sanat sevgisi ve heyecanı aynı zamanda başka sanatçılar için yazdıklarında da belli olur. Onların sanatını en içten şekilde anlamaya ve anlatmaya her zaman hazırdı. Ali Teoman Germaner için yazdığı, Aloş için Doku, Dokun ve Form metninde onun fantastik çizimlerinden, daha sonra onların heykele ve baskıya dönüşümünden söz ederken, atölye paylaştığı meslektaşının yaratma eyleminde “desen, rölyef ve heykel üçlüsünün” önemini ve Temel Sanat Eğitimi dersinde öğrencilere doku ile ilgili uyarıcı ve hayal gücünü geliştirici problemler sunduğunu anlatır. Aloş’u bize hem eğitici hem de kendini sürekli aşmaya çalışan bir sanatçı olarak tanıtır.10
Çok genç yaşta kaybettiğimiz Altan Gürman için yazdıkları Türk sanat metinleri içinde en açıklayıcı ve bu yenilikçi sanatçının işlerini en iyi anlatan olmuştur.11 Özer Kabaş, Altan Gürman’ın her yönüyle radikal bir çıkış yaptığını ve tasarım bazlı bir resim geliştirdiğini vurgulayarak, “net bir toplumsal eleştiri ve faşizmin, baskının, yasakların yarattığı mekânsal kuraklığı en iyi duyuran biçimler”i yarattığını yazar.12 Altan Gürman, Özer Kabaş ile atölye paylaşmış ve Temel Sanat Eğitimi dersinde de yaratıcı yöntemler kullanmıştır. Bu nedenle Kabaş onun eğiticiliğinde ve sanatçılığında benzer nitelikler bulur: “İki boyutlu işlerini üç boyutlu montajlarla zenginleştirmeyi hiçbir ressamın kolay kıvıramayacağı bir rahatlıkla başardı” der.13
Özer Kabaş daha birçok ressam ve heykel sanatçısı için övgüler, açıklamalar yazdı ama kendi işlerine gelince sadece amaçlarını, karşılaştığı sorunları, zorlukları büyük alçakgönüllülükle ve açıklıkla anlattı. Türk sanatçıları ve sanatı yanında Batı sanatı, hatta Çin sanatı hakkında açıklamalar yaparak eleştirilerinin geniş bir tarih bilgisinden kaynaklandığını ve nesnel analizlere dayandığını gösterdi. Hiçbir eleştiri yazısında kişileri ve kurumları hedef almadı. Sanatımız ve kültürümüz ile ele aldığı sorunlar derin bir nesnel analiz sonucudur ve bugün de geçerlidir.
Özer Kabaş bugün ülkemizin özellikle gereksinimi olduğu, cesur, yaratıcı, hep doğru konuşan ve çağdaşlık için savaş veren biriydi. Ona özlemimiz dinmeyecek ve onu unutmayacağız.
*Salt’ın 2022’de erişime sunduğu Sentez ve Montaj: Özer Kabaş Yazıları adlı e-yayın, 2023’te basılı kitap olarak da yayımlandı.
**Oya Başak, Jale Erzen, Hasan Gürdal ve Vasıf Kortun’un katılımıyla Salt Galata’da gerçekleştirilen söyleşinin kaydı Salt’ın YouTube kanalında izlenebilir.
- - -
Prof. Dr. Jale Erzen, ressam ve sanat tarihçisi. Hâlen ODTÜ Mimarlık Bölümü’nde yarı zamanlı öğretim üyesidir. Türkiye’den sanatçılar, modern sanat, estetik, Osmanlı mimarisi, çevre estetiği ve mimarlık üzerine çeşitli mecralarda yayımlanmış makale ve kitapları bulunmaktadır.
Özer Kabaş’ı bir kez, bir an bile görenler onun bambaşka bir insan olduğunu sezerlerdi. Bugün artık onu göremesek de eminim Özer Kabaş giderek daha engin bir ruha kavuşuyor ve bedenselleşiyor. Zira anılar kültüre, öyküye, yazıya, efsaneye dönüştükçe; efsaneler ve öyküler müzikte, resimde, heykel ve mimari gibi kültürel olgularda bedenleştikçe, insandan arda kalan ruhun da tekrar bir şekilde beden bulduğuna inanıyorum. Kültür, insanlık ruhunun bedenleşmiş hâlidir.
Özer Kabaş bütün bir insan, bütün bir kültür adamı idi. Sanatçı, tiyatrocu, öğretmen, idealist, filmci, yazar, eleştirmen ve âşık idi. Onun aşkı, aşkları, bütün evreni, denizi, güzellikleri, ailesini ve insanlığı kapsıyor, ona her konuda sonsuz bir sorumluluk ve hafiflik veriyordu. Zira Özer her şeyi, iş ya da keyif olsun, sanki kanatları varmış gibi özgür ve mutlu yapardı. Bu yazımda onunla tekrar vedalaşırken varlığı ile tekrar bir diyalog kurmaya, onu tekrar yakından görmeye çalışacağım.
Özer’in yaratıcılığı, ruhuna, beden, duygu ve duyumlarına en yakın ifadeyi resimlerinde buluyordu; o yüzden ona resimlerinden başlayarak bakmak istiyorum. Özer’in de birçok yazısında dile getirdiği gibi resmin ve figürün 1970’lerden başlayarak geçersiz sayılması Türkiye sanatının önemli sorunlarından biri olmuştur. Güncel sanatın, Türkiye’deki tüm moda tercihleri gibi sorgusuz sualsiz ön plana çıkması, resim sanatını giderek unutulmaya ve arka plana itmiştir. Bir yazısında belirttiği gibi Özer film ve resmi yakın buluyordu; bu bakımdan resimleri yaşadıklarını ve önemsediklerini merceğe alan, onları film gibi yaşanan süreçler olarak temsil eden ifadelerdi.
Kabaş’ın resimleri dünya ile kurduğu duyumsal ilişkinin canlı temsilidir. Her bir taş, dalga, gücü ile görünen rüzgâr, erken Yunan mitolojisinde olduğu gibi tanrısal bir kimlik taşır. Deniz, denizciler, tekne ve amansız sular her an değişen, mücadele içinde bir Heraklit dünyasını dile getirir. Özer’in evreni sürekli hareket hâlindedir, akışkan bir zaman içinde her şey bilinmeze sürüklenir gibidir. Özer birçok resmini önceden kurduğu çizimlerden üretir, hatta bu çizimlerin bazıları kuru kalemle renklendirilmiştir ama bunlar tuvale geçince bambaşka bir gerçekle karşımıza çıkar; renklerin koyu tonlarla, yoğun kromalarla dışa vurulduğu bir dünya oluşur. Özer siyah beyaz çizimlerinde kendini dolaysız, âdeta bilinçaltı bir ivme ile ifade eder. Bu çizimler Özer Kabaş’ın en mükemmel işleridir şüphesiz.
Yine bir yazısında Özer resmi figüratif ya da soyut gibi ayırmanın sorununa değinmişti. Ancak Özer Kabaş’ın resimlerinde figür, ister insan ister hayvan ya da bitki olsun, onun benimsediği ve yaşamına kattığı varlıklar için duyduklarını ifade eder. Boğalar, sularla boğuşanlar, sürüklenen ağaçlar, kayalara tutunmaya çalışanlar akla Homeros destanından Ulis’in bir macerasında yüzerek kıyıya çıkma gayretini ve tanrılara seslenişini hatırlatır (Homer, Odiseus, 5.388-450). Özer’in denizleri de İonia’ya aitti ve denizcileri Ulis soyundandı.
Yine de Özer Kabaş’ın resimlerini Sentez ve Montaj kitabında okuduğumuz ilkeleri ve eleştirileri ışığında yorumlamak gerekir; zira resimleri, duygusal dışa vurmanın çok ötesinde üstlendiği bir sorumluluğun kendi sanatsal dilinde ifadesidir. Öncelikle, Türk Resminde Montaj yazısında eleştirdiği “sosyolojik ve tarihsel gerçeklerden kopuk bir soyutlama içinde Batı resminin yalnız biçimsel yenilikleri göz önüne alınarak” sürdürülen bir sanattan uzak kalabilmek onun için çok önemli idi. Buna karşın, kendisiyle yapılan bir söyleşide vurguladığı gibi “[t]oplumsal içerikli herhangi bir resmin ele alacağı konular büyük ustalık ister.” Bu bağlamda geçirdiği sıkıntıları saklamak istemediğini söylemiş, “[t]oplumsal eleştiri türünde öz ve biçim sorununu çözümleyebildiğim resimler daha sonraki resimler için anahtar oldu” demiştir.1 Özer Kabaş’ın resimlerine bu düşünceler açısından bakarsak, denizci ve deniz resimlerinde, balıkçıları konu alan tuvallerinde bir “üslup fetişizmi”ne gitmeden yalın ve dürüst bir anlatım yaratma gayretini görürüz. Bu resimlerden daha erken tarihli, fırçasını ve elini tümüyle serbest bıraktığı çizimlerine ve baskılarına baktığımızda, herhangi bir kısıtlama ve eleştirel sorgulama olmadan kendini ifade ettiğini görürüz. Bu bakımdan Özer Kabaş’ın resimleri, sözle ifade ettiği ilkelere yabancı düşmeme gayreti gösteren işlerdir. Bunların önemli biçimsel kararlar taşıdığı kuşkusuz. Özellikle deniz resimlerinde bakış açıları, teknenin hareketlerine uyar gibi farklı yüksekliklerden, farklı perspektiflerden verilir. Mekânlar insanların çevresinde sanki onların çekimine uğramış gibi daha dar; enginde, dalgalarda daha açık ve hareketlidir. Her ne kadar toplumsal bir gerçeklik taşıma gayreti içerse de birçok resimde fantastik varlıklar, chiaroscuro etkileri ile çarpılmış, sürreal görüntü kazanmış kişiler görürüz. Demek ki Özer Kabaş’ın resimleri engin bir heyecan ve düş dünyası ile toplumsal sorumluluklara yanıt vermeye çabalayan rasyonalizmin sentezidir. Kendisinin de ifade ettiği gibi, “Türkiye’deki deniz yaşamını ele alan, içinde yergi olmayan, başka bir ‘olumlama’ denemesi içindeyim. Zamanı geldikçe, eleştirel resimleri güçlendirmek için sevgimi de yaşatmanın gereğine inanıyorum. Bu zıtlığı bir arada yaşatmazsam yarına inanmak biraz zorlaşabilir.”2
Sentez ve Montaj:
Özer Kabaş’ın Sentez ve Montaj adlı kitapta toplanan, 1966-1997 arasında yazdığı metinler, onun sanata ve dünyaya yaklaşımının sözel ifadeleridir. Her ne kadar Kabaş tavrıyla, eğitmenliği ve birçok kolda sanatçılığı ile felsefesini gerçekleştirdiyse de bunu kalıcı ve daha yaygın bir ortamda duyurmak sorumluluğunu taşıyordu. Kabaş’ın yazıları, film ve resim yakınlığı gibi bazı açıklayıcı metinler dışında, Türkiye’de sanat ortamının sorunlarını ilgilendiriyordu ve onun bir sanat insanı ve öğretmen olarak duyduğu sorumlulukları seslendiriyordu. Zamanında ilk kez gündeme gelen bu sorunlar bugün de Türkiye sanatının dinmeyen problemleri. Bu bakımdan Kabaş’ın kitabının özellikle üniversitelerin sanat fakültelerinde okunması gerektiğine inanıyorum. Özer’in keskin analizleri sanat tarihini ve sanatın nasıl devindiğini çok iyi bilmesinden kaynaklanıyor. New Haven’da Yale Üniversitesi’nde geçirdiği öğrencilik yılları onu zamanın en ileri mimarlık ve sanat gelişimleri ile yakınlaştırmıştı. Josef Albers’in hocalığı ona modern ve deneyimsel bir eğitim sunarken, Louis Kahn’ın New Haven’da tasarladığı sanat galerisi ve Yale Center for British Art çok önemli koleksiyonlar içerdikleri gibi en ileri modern mimarlık örneklerini sunuyordu. Paul Rudolph’un sonradan yanan Mimarlık Fakültesi binası ise brutalist mimarinin en iyi örneklerindendi. Özer Kabaş aynı zamanda New York’ta film çalışmaları da yapıyor, bilgisini çok yönlü geliştiriyordu. Türkiye’deki sanat yaklaşımlarına karşı eleştirileri derin bir bilgi ve sahiplenme sonucudur; ne yazık ki Özer’in yazıları yaygın şekilde okunmamıştır.
1966 tarihli Resim-Görüntü-Sinema yazısının sonunda Özer sanatın en önemli rolünü, “üç boyutlu sihirbazlık denemeleriyle değil de değerli insancıl konuları […] seyirciye aktarabilmek” olarak özetliyor.3 Bu, Özer’in bütün yazılarında gündeme getirdiği ve sanatının temel ilkesini belirleyen sözdür. 1993 tarihli bir başka yazısında ise “resim sanatının gerçek omurgasının ve tarihsel misyonunun tutarlı bir hümanizma olduğunu” ileri sürer.4 Birçok yazısında farklı şekilde tekrarlanan bu inanç Özer Kabaş’ın resminin ana temasını oluşturur. Hatta popülizmi eleştirirken, bir ressamın kendisine resminin ne ifade ettiğini soran bir seyirciye açıklayıcı bir yanıt verebilmesi gerektiğini savunur. Bu aynı zamanda Özer Kabaş’ın, engin bilgisine karşın her zaman eşitlikçi bir ruha sahip olduğunu gösterir ve sanatın toplumdan uzaklaşmaması gerektiğini vurgular. Özer Kabaş sanat analizlerinde bilimsel bir derinlikle kültürel gelişmelerin politik, ekonomik ve yerel etkilerle nasıl şekillendiğini anlatır. Vasıf Kortun’un Sentez ve Montaj kitabında yazdığı giriş, Kabaş’ın bu dinamikleri nasıl yorumladığını çok iyi ifade ediyor: “Sanat pratiklerinin birbirlerine nasıl tesir ettiğine bakarken ‘yatay’ ve ‘dikey’ etkenleri ayrı ayrı ve ilişkisel olarak değerlendirir. Politika, elektronik haberleşme gibi dikey etkenlerin insanın fiziki ve sosyal çevresini ani ve sert değişikliklere uğrattığını anlatır.”5 Bu bağlamda Özer Kabaş’ın en çok vurguladığı eleştirisi Türkiye’nin kendi kültürel ve tarihsel verilerini yok sayması; Batı’dan “medyanın gücü ve ana akım baskılarıyla” hazır ve kolay modellerin Türkiye sanatını ve sanatçı olacak gençleri etkilemesidir. Özer Kabaş, Anadolu’da yaşayan mimar ve sanatçı adaylarının kendi kültürlerinden öğrenecekleri ve ilham alacakları çok şey olduğunu her zaman gündeme getirmiştir.
Özer Kabaş’ın resim ve film tarihi üzerine yazdıklarından öğrenilecek çok şey var. Figüratif ve figüratif olmayan resmin kabaca ayrı kategorilere konulamayacağını söylerken bir Mondrian ile Poussin’in, ya da Grünewald resimleri ile Eisenstein’ın Alexandre Nevsky filminin yakınlığını anımsatır. Resim ve film yakınlığı ise iki boyutlu yüzeyin problematikleri, derinlik ve perspektif sorunları ile ilgili olarak analiz edilir. Bütün bunları okuyunca birçok kişinin Özer Kabaş’ın öğretmenliğinde ve etkisiyle sanatçı olduğunu hatırlıyorum. İsim vermeyeceğim, ama Robert Kolej’de, Arnavutköy Kız Koleji’nde birçok kişi onun karizmasına ve sonsuz bilgisine, sanata duyduğu heyecana kapılarak sanatçı olmayı seçmiştir.
Sentez ve Montaj kitabındaki Özer Kabaş yazılarının çoğu, o zamanki kültür dünyamızın eleştirilerini kapsıyor. Bunlara olabildiğince değineceğim. Ama şunu vurgulamak gerekir ki Özer Kabaş bütün eleştirilerini samimiyetle ve serinkanlı nesnel analizlerle dile getirmiştir. Her zaman, fikirlerini sunarken, o denli açık ve iyimser, o denli serinkanlı olmuştur ki herkes farkına varmadan onun fikirlerine katılır. Her zaman gülümseyen yüzü, parlayan gözleri ve dünya ile sonsuz barışıklığı herkesi kendine çekmiştir.
Türkiye’de sanatın durumu ve gelişmesi ile ilgili analizler birkaç açıdan ele alınır. Öncelikle, Özer Kabaş Türkiye’deki gelişmeleri Batı ve hatta Çin ile kıyaslayarak irdeler. Bugün global anlamda sanatın sorunu, burjuva kültürünün egemen olmasıyla sanatçının toplumdan kopması ve sahte bir estetizm hevesinin gelişmesi ve galeri sanatının yaygınlaşmasıyla sanatın bir meta hâline gelmesidir. Artık sanat üzerinde sözü geçenler sanat tüccarlarıdır. Türkiye doğru adımları atmak için Batı sanatının tarihini bilmelidir, yoksa yüzeysel aktarımlar ancak toplumdan ve gerçeklerden kopuk bir sanat yaratacaktır. Kabaş, Türk resminde Empresyonizm’den Kübizm’e geçişi, köylü ve yerli temaları Kübist resim olarak ifade etmeyi bu tür yüzeysel gelişmeler olarak yorumlar. Batı’nın sanat dinamiklerini bilmeden ve yerel kültür imkânlarını sorgulamadan benimsenen üsluplar sahte olmaya mahkûmdur. 1971 tarihli Toplayıcılık ve Yayıcılık başlıklı yazısında, eleştirel bir bakış edinmeden gelişigüzel kültürel veriler toplamanın sanatçı yetiştirmek için yeterli olmadığından yakınır.
Türkiye’de önemli sanatçılar ve geniş bir sanatçı potansiyeli vardır, ancak bunun yeni sanatçıların yetişmesi için yeterli olduğuna inanamayız. Zira sanatçılara yol gösterecek bir eleştiri mekanizması, kendi sanatını kıyaslayabileceği eserlerin bulunduğu müzeler yeterli sayıda yoktur. Her ne kadar bugün, Özer Kabaş’ın yazılarından yirmi beş, elli yıl sonra İstanbul’da birkaç modern sanat müzesi ve çağdaş işler sergileyen galeri açılmışsa da sanatçıyı geniş bir skala içinde eğitecek, geniş kapsamlı tarihi ve uluslararası örnekleri bulunan müze ve galeri yoktur. Kısacası, Özer Kabaş’ın yıllar önce sitem ettiği konular bugün hala geçerli. Özer Kabaş bu konuda Ortega y Gasset’in bir aforizmasından söz eder: “Çağdaş sanat eserlerini düzenli ve hiyerarşik bir biçimde değerlendirmeyen bir toplumun yarını Ortega y Gasset’in dediği gibi barbarlıktır.”6 Özer Kabaş için yalnızca modern sanat müzelerinin değil, halk sanatı müzelerinin de bulunmaması büyük bir eksikliktir.
Bir ülkenin kendi sanatlarını besleyebileceği en zengin kaynak halk sanatıdır. Özer Kabaş asırlarca Anadolu’nun çeşitli sanatlarıyla Batı’ya ilham verdiğini, bugün hâlâ Anadolu’daki halk sanatlarını Batılıların takdir edip baş tacı ettiklerini yazar. Elle boyanmış tütün arabaları, kilim ve halılar dünyanın en renkli sanat işleridir. Özer Kabaş’a göre Anadolu’daki renk zenginliği başka hiçbir yerde yoktur. Tütün arabalarının resmini çekerken halkın onun Türk olduğuna inanmadığını, bunlarla ancak Batılıların ilgilendiğini söylediklerini yazar. Bir ülkenin kendi halk sanatlarını bilmesi başka yerlerin sanatı, iklimi ve koşulları ile kıyaslaması yeni biçimlerin, yeni çeşitlerin ortaya çıkmasında rol oynayacaktır. “Halk sanatını sevmek […] Onun varoluş nedenlerine, doğa ilişkilerine eğilip orada yatan tüm sanatsal enerjiyi bugüne taşımak demektir.”7
Sanat Eğitimi
Bir eğitimci olarak Özer Kabaş’ın doğal olarak en yakın olduğu konu eğitim idi. İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisi’ne dâhil olduğu andan itibaren sanatçı yetiştirmenin bütün yönleri üzerine düşünmüş, öğrencileri ile aktif ve açık ilişkiler kurmuştur. Özer Kabaş’ı tanımam da bu ortamda oldu. Herhâlde Boyut dergisindeki yazılarımdan beni tanıyarak, Güzel Sanatlar Akademisi’nin öğrencilerine her ay modern sanat üzerinde konuşma vermem için beni davet etti. Ne yazık ki o vesile ile Özer’le neler konuştuğumu, neler paylaştığımı anımsamıyorum. Ama sanıyorum, idare ile arası çok iyi değildi ki okula her gittiğimde konuşma verdiğim oda giderek küçüldü, başlangıçta bütün öğrencilerin kalabalık bir şekilde dinlemeye geldikleri amfi sonunda merdiven altında gizli ve ancak birkaç öğrenci alan bir odaya dönüştü. Anladım ki idare Özer’in inisiyatiflerini kendi politikalarına ters buluyor; irdelemedim, zira eminim Özer’in bu konuda yeterince başı ağrıyordu.
Özer Kabaş’a göre genç sanatçılar yetiştirmenin en önemli koşulu, öğrencinin belirli kıyaslama imkânları veren bilgi donatımı ile kendi özgür kişiliğini bulması ve geliştirdiği yaklaşımında mutlu olabilmesi için başlangıçta ilham kaynağı olan örneklerden ve model olarak gördüğü hocalarından kopabilmesidir. Kişilik oluşturma, yaratma alanının her an yeniden üretilebilmesi demek. Özer Kabaş öğrencinin ve neticede sanatçının değişimlere ve yeni dinamiklere açık kalmasının önemini vurgular. Batı resminde, özellikle Amerika’da bazı sanatçıların piyasaya sürülen örneklerden etkilenerek kişiliklerini kaybettiklerini anlatırken, bizdeki sanat eğitimi “[…] sıvı bir zemin üzerinde değişip biçim değiştirerek hem bu değişimi sağlayan etkenleri saklı tutuyor hem de her nedense ‘eğitimle ilgili’ tartışmaya kendisini kapalı tutmayı başarıyor.”8
Birinci Dünya Savaşı’nın olumsuz etkileri sanat ve estetiğe karşı bir hareket yaratmış, “Kötü Sanat” ve “Kötü Resim”in doğmasına neden olmuştur. Özer Kabaş’a göre bu, resim eğitiminde kolaycılığı da desteklemiştir. Türkiye’de ise bunun etkileri daha vahimdir, zira estetik ve görsel algılama ile ilgili kitaplar dilimize çevrilmemiştir ve bin yıllık desen çizimi ile çıplak model lüzumsuz görülmeye başlanmıştır. Özer Kabaş insan bedenini çizmenin büyük bir öğreti olduğunu vurgulayarak insan bedeninin doğanın en “karmaşık ve yetkin” varlığı olarak çizene doğayı, derinliği ve ayrıntıları görebilme yetisi verdiğine inanır. Yurdumuzda çıplak modele karşı tutumun gizli bir gelenekçiliğe ve ikona yasaklarına bağlı olduğunu savunur. Özer Kabaş, 1998’de son sergisi üzerine konuşurken resimlerinin yanı sıra desenleri de sergilediğini ve desenin “bir şeyi tasvir etmek değil, biçim oluşturma meselesi” olduğunu vurgulamış, desenin bir meditasyon olduğunu ifade etmiştir.9 Sanat okullarımızda desen çoğunlukla gördüğünü yorumlamadan doğru kopyalamak olarak öğretilir. Hâlbuki çizenin kendini ve çevresini tanımasında, gördüğünü doğru algılamasında ve biçim oluşturmakta özgürlük kazanması için önemli bir eğitici olan desen pek az okulda bu şekilde uygulatılır. Bununla ilgili olarak, on yıldan beri Mehmet Güleryüz’ün Edirne’deki sanat lisesi öğrencilerine desenler yaptıkları “defter” projesi yürüttüğünü gündeme getirmek isterim. Mehmet Güleryüz, İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisi’nde Özer Kabaş ile farklı eğitim uygulayan idealist gençler arasındaydı. Bugün seksen yaşını geçmiş olan Mehmet Güleryüz’ün desenleri hâlâ özgün ve özgür yorumlar ve biçimlendirmeler olarak iftihar vesilemizdir.
Özer Kabaş, Türk sanat ortamının sorunlarını sahiplenmiş, kendi bilgi ve deneyimlerini bu yolda katkı sağlayacak şekilde birçok yayında dile getirmiştir. Özer Kabaş gücünün ve imkânlarının yettiği her konuda katkı sağlamaya çalışmıştır. Yazıları dışında eğitimciliği de çevresindekilere örnek olmuş; öğrencileri ile kurduğu açık, samimi ve yol gösterici ilişki birçok kişinin sanatı sevmesine, sanatçılığı seçmesine neden olmuştur. Yazının başında belirttiğim gibi Özer Kabaş hemen her sanat kolu ile ilgilenmekle kalmamış, tiyatro ve film konusunda önder olmuş, tiyatro ve film dernekleri, festivalleri, jüri ve ödülleri oluşturmuştur. Kendisi için yapılan anma toplantısında, Mayıs 2023’te film arkadaşlarından Hasan Gürdal onun sayılamayacak kadar yoğun film çalışmalarını dile getirmiştir. Bir süre İstanbul’da yaşayan Amerikalı yazar James Baldwin adına I. Hisar Kısa Film Yarışması’nda (1967) ödül verilmesini sağlayan yine Özer Kabaş’tır.
Özer Kabaş aynı zamanda 1990’larda İstanbul Sanat Fuarı seçici kurulunda çalışmıştır. O yıllarda Sanat Fuarı’nın önemli bir sanat olayı olduğunu anımsıyorum. Kendisiyle jürilerde birlikte çalışan Kıymet Giray, Özer Kabaş’ın her zaman serinkanlılıkla ve ciddi muhakemelerle düşüncelerini kolayca kabul ettirdiğini hatırlıyor ve hiçbir zaman hiddet veya kızgınlık göstermeden herkesi inandırdığından söz ediyor.
Özer Kabaş ile çalışan ve onu hatırlayan herkes, onun aynı zamanda bazen muzip ama çoğunlukla neşeli ve aktif bir kişi olduğunu söylüyor. Özer Kabaş, herkesin danıştığı ama hiçbir zaman mütevazılığı bırakmayan biriydi. Bugün fotoğraflarına baktığımda onun ne kadar güzel, insana huzur veren biri olduğunu anımsıyorum.
Bu arada Özer Kabaş’ın unutulmaması gereken bir yönü de Urart ile ilgili çalışmaları. Kardeşleri ile kurdukları Urart Sanat Atölyesi, Van’daki Urart medeniyetinin takılarından esinlenerek modern takılar üretip sergiliyordu. Bu takıların tasarımları Özer’e aitti. Ancak birkaç yıl sonra Akademi’deki eğitmenliği vaktini tamamen almaya başlayınca bu tasarımları sürdüremedi. Urart Atölyesi bir sanat galerisi olarak kaldı ve Özer Kabaş ile ilgisi sürmedi.
Özer Kabaş’ın sanat sevgisi ve heyecanı aynı zamanda başka sanatçılar için yazdıklarında da belli olur. Onların sanatını en içten şekilde anlamaya ve anlatmaya her zaman hazırdı. Ali Teoman Germaner için yazdığı, Aloş için Doku, Dokun ve Form metninde onun fantastik çizimlerinden, daha sonra onların heykele ve baskıya dönüşümünden söz ederken, atölye paylaştığı meslektaşının yaratma eyleminde “desen, rölyef ve heykel üçlüsünün” önemini ve Temel Sanat Eğitimi dersinde öğrencilere doku ile ilgili uyarıcı ve hayal gücünü geliştirici problemler sunduğunu anlatır. Aloş’u bize hem eğitici hem de kendini sürekli aşmaya çalışan bir sanatçı olarak tanıtır.10
Çok genç yaşta kaybettiğimiz Altan Gürman için yazdıkları Türk sanat metinleri içinde en açıklayıcı ve bu yenilikçi sanatçının işlerini en iyi anlatan olmuştur.11 Özer Kabaş, Altan Gürman’ın her yönüyle radikal bir çıkış yaptığını ve tasarım bazlı bir resim geliştirdiğini vurgulayarak, “net bir toplumsal eleştiri ve faşizmin, baskının, yasakların yarattığı mekânsal kuraklığı en iyi duyuran biçimler”i yarattığını yazar.12 Altan Gürman, Özer Kabaş ile atölye paylaşmış ve Temel Sanat Eğitimi dersinde de yaratıcı yöntemler kullanmıştır. Bu nedenle Kabaş onun eğiticiliğinde ve sanatçılığında benzer nitelikler bulur: “İki boyutlu işlerini üç boyutlu montajlarla zenginleştirmeyi hiçbir ressamın kolay kıvıramayacağı bir rahatlıkla başardı” der.13
Özer Kabaş daha birçok ressam ve heykel sanatçısı için övgüler, açıklamalar yazdı ama kendi işlerine gelince sadece amaçlarını, karşılaştığı sorunları, zorlukları büyük alçakgönüllülükle ve açıklıkla anlattı. Türk sanatçıları ve sanatı yanında Batı sanatı, hatta Çin sanatı hakkında açıklamalar yaparak eleştirilerinin geniş bir tarih bilgisinden kaynaklandığını ve nesnel analizlere dayandığını gösterdi. Hiçbir eleştiri yazısında kişileri ve kurumları hedef almadı. Sanatımız ve kültürümüz ile ele aldığı sorunlar derin bir nesnel analiz sonucudur ve bugün de geçerlidir.
Özer Kabaş bugün ülkemizin özellikle gereksinimi olduğu, cesur, yaratıcı, hep doğru konuşan ve çağdaşlık için savaş veren biriydi. Ona özlemimiz dinmeyecek ve onu unutmayacağız.
*Salt’ın 2022’de erişime sunduğu Sentez ve Montaj: Özer Kabaş Yazıları adlı e-yayın, 2023’te basılı kitap olarak da yayımlandı.
**Oya Başak, Jale Erzen, Hasan Gürdal ve Vasıf Kortun’un katılımıyla Salt Galata’da gerçekleştirilen söyleşinin kaydı Salt’ın YouTube kanalında izlenebilir.
Prof. Dr. Jale Erzen, ressam ve sanat tarihçisi. Hâlen ODTÜ Mimarlık Bölümü’nde yarı zamanlı öğretim üyesidir. Türkiye’den sanatçılar, modern sanat, estetik, Osmanlı mimarisi, çevre estetiği ve mimarlık üzerine çeşitli mecralarda yayımlanmış makale ve kitapları bulunmaktadır.
- 1."Özer Kabaş'la Bir Söyleşi", Sentez ve Montaj: Özer Kabaş Yazıları, İstanbul: Salt, 2022, s. 102.
- 2.A.g.e., s. 103.
- 3.Özer Kabaş, "Resim-Görüntü-Sinema", Sentez ve Montaj, s. 19.
- 4."Ressam Özer Kabaş ve Sanata Bakış", Sentez ve Montaj, s. 230.
- 5.Vasıf Kortun, "Yale'den Gelen Adam: Özer Kabaş Yazıları", Sentez ve Montaj, s. 10.
- 6.Özer Kabaş, "Kültür Erozyonu", Sentez ve Montaj, s. 44.
- 7.Özer Kabaş, "Folklor ve Plastik Sanatlar Arasında Dinamik İlişkiler", Sentez ve Montaj, s. 74.
- 8.Özer Kabaş, "Resim Eğitiminde 'Good Art', 'Bad Art', 'Anti Art' (1)", Sentez ve Montaj, s. 191.
- 9."Özer Kabaş'la Son Sergisi Üzerine: 'Desen Meditasyondur'", Sentez ve Montaj, s. 303.
- 10.Özer Kabaş, "Aloş İçin Doku, Dokun ve Form", Sentez ve Montaj, ss. 210-219.
- 11.Özer Kabaş, "Önceki Hafta Yitirdiğimiz Altan Gürman, Öncü ve Devrimci Resim Anlayışının Öncülerindendi", Sentez ve Montaj, ss. 91-95; "Altan Gürman İçin ve 'Bürokrat' Resmi", Sentez ve Montaj, ss. 118-122.
- 12."Önceki Hafta Yitirdiğimiz Altan Gürman, Öncü ve Devrimci Resim Anlayışının Öncülerindendi", Sentez ve Montaj, s. 94.
- 13."Altan Gürman İçin ve 'Bürokrat' Resmi", Sentez ve Montaj, s. 119.