SALT Araştırma Fonları
Proje Özetleri
(Kasım 2013)
Bengü Aydın
Ressamlar Örneği Üzerinden Türkiye’de Modernlik ve “Milli Sanat” Tartışmalarına Bir Bakış
Türkiye’de tek parti döneminde “Hars İnkılabı”, özellikle Kemalizm’in iyice sağlamlaştırıldığı 1930’larda, rejim tarafından en önemli inkılap olarak kabul ediliyordu. Kültür inkılabı, geç kalındığı düşünülen medeniyeti bir an önce yakalamanın bir aracı olarak görülmekteydi. Bununla birlikte, ulus-devlet süreci yeni başlamış bir ülke olarak, ulusal benliğin kurulmasına yardım edecek öğeler aranmakta; aynı anda hem millî hem de modern olmanın formülleri tartışılmaktaydı. Köylünün medeniyet seviyesini yükseltecek bir terbiye aracı olarak görülen resim, kitaplar, duvarlar, devlet daireleri ve müzelerde millî inkılabın “tarihe nakledildiği” bir hafıza mekânı olarak işlevselleştiriliyor; yurt dışına öğrenime gönderilen ressamlar, millî sanat eserleri üretecek “vazifeli ressamlar” olarak değerlendiriliyordu. Bu çalışma, burjuvazinin olmadığı bir toplumda, sanat hamiliğini devletten bekleyen Türk ressamlarının rejimin “makbul vatandaşları” olmak yerine özerk bir konum geliştirip geliştiremediklerini araştırır. Çeşitli kültür programları aracılığıyla devletin resim alanıyla nasıl bir ilişki içerisine girdiğini ve bu ilişkinin ressamların üretimi ve sanatsal söylemine ne tür etkileri olduğunu anlamayı amaçlar.
Ege Berensel
Dinamo Mesken
Bu çoklu ekranlı video projesinde, Türkiye ve dünya futbol tarihinin adından dolayı kapatılmış; oyuncuları soruşturma, kovuşturma, yargılama ve işkencelere uğramış tek futbol kulübü olan Dinamo Mesken’in hikâyesi anlatılır. 1975’te, Bursa’nın “solcu semti” Mesken’de, Ertuğrulgazi Gençlik ve Spor Kulübü adıyla kurulan kulüp, Dinamo Mesken adını 70’li yılların Sovyetler’i ve Avrupa’da fırtına gibi esen Dinamo Kiev’den alır. Dinamo Kiev’in hızlı ve atak futbolunu kendi mahalle takımlarının oyununa çok benzeten taraftarlar, takımlarına destek vermek için gittikleri maçlarda “Dinamo Mesken” diye tezahürat yaparlar. Kısa bir süre sonra kulüp bu adla anılmaya başlanır. Bursa’da yoğunlukla emekçiler ve öğrencilerin yaşadığı ilk toplu konut merkezi niteliğindeki mahalle faşist saldırılara maruz kalır, takımın fotoğrafçısı hayatını kaybeder. 12 Eylül sonrası takım kapatılır, futbolcuları yargılanıp işkenceden geçer. “Solcu” olarak bilinen takımı destekleyen mahalleliye söz verilen tapular verilmez, evleri ellerinden alınır, mahalleden sürülürler. Mahalle sakinleri, yıllar sonra kulübü tekrar kurmak için bir araya gelirler.
Eray Çaylı
“Şimdiki Geçmiş” ve Kültürel Miras: Mekân, Hafıza, Temsil
Bu proje, aynı mekânda buluşan farklı kültürel miras türleri arasındaki ilişkileri inceler. Araştırma, üç vaka üzerinden kurgulanır: İstanbul Türk İslam Eserleri Müzesi, Ankara Ulucanlar Cezaevi Müzesi ve Diyarbakır İçkale’deki bir grup bina. Söz konusu yapıların, araştırma için önemli üç ortak yanı bulunur: Öncelikle, yapım tarihleri ve mimari özellikleri bakımından “konvansiyonel” anlamda miras niteliğine sahipler. İkincisi, tanıklık ettikleri katliam, işkence, infaz gibi toplumların hafızasında yer eden, ancak tartışmakta zorlanılan tarihsel süreçler ve bu süreçlerin günümüzdeki toplumsal yankıları, bu yapıların difficult (zorlu, belalı, çetin) miras olarak değerlendirilmesini de gündeme getirir. Son olarak, üçü de, ilk iki maddede belirtilen özelliklerinden dolayı ya da bu özelliklerine rağmen müze işlevi kazandırılmış, bir diğer deyişle çeşitli geçmiş temsillerine ev sahipliği yapan mekânlardır. Bu projede, son maddenin işaret ettiği “konvansiyonel” ve “zorlu” miras arasındaki gerilimlerin, insanların söz konusu mekânlar aracılığıyla geçmişle kurduğu ilişki üzerindeki etkileri araştırılır.
İdil Çetin
Devlet ve İmgeleri: Türkiye’de Fotoğraflardaki Geçmişi Anımsamak
Görünürlük siyasî bir meselededir; neyin görünür kılındığı, politik bir karar alma sürecinin sonucudur. Devlet, görünür kıldığı görsel materyaller vasıtasıyla bu süreçte kendi payına düşeni yapar. Devletin kendini kurgulama sürecinin en yoğun yaşandığı Cumhuriyet’in ilk yılları, görsel malzemelerin, özellikle de fotoğrafların üretimi açısından bir bolluğa şahit olmuştur. Hem ideal bir Türk’ün nasıl olacağını (nasıl giyinmesi, hangi faaliyetlerde bulunması, nerede yaşaması vb. gerektiğini) gösteren hem de geleceğe yönelik görsel bir bellek olması planlanan bu fotoğraflarda, toplumun pek çok farklı kesiminden gruplara ve ülkenin modernleştirilmesi sürecinin belgelerine rastlamak mümkündür. Bu çalışma kapsamında, devletin bu açıdan zengin bir içeriğe sahip görsel repertuarından yalnızca Atatürk fotoğraflarına odaklanılır. Bunun sebebi, bu fotoğrafların Cumhuriyet tarihi boyunca sürekli dolaşımda tutulması ve görünür kılınması ve Atatürk’ün Türkiye tarihi boyunca -içeriği farklı biçimlerde doldurulsa da- ortak bir gösteren olmayı sürdürmesidir. Pek çok yerde karşımıza çıkmalarından ötürü birçoğunun içeriği ezbere bilinen söz konusu fotoğrafların teknik bir üretim sürecinin sonucu olduğu hatırda tutularak, araştırma kapsamında bu malzemelerin tarihselleştirilmesi ve kuramsallaştırılmasına çalışılacaktır.
Özge Sade
Katılımcı Tasarım Açısından Çanakkale Arkeoloji Müzesi ve Troya Müzesi
Her ne kadar tasarımı 70’lerde gerçekleştirilmiş olan Çanakkale Arkeoloji Müzesi yapısı ile şu an yapılmakta olan Troya Müzesi projesi birbirinden çok farklı görünse de, bu iki yapıyı birbirine bağlayan önemli bir fikir vardır: tasarımda katılımcılık. Bu iki yapının tam olarak birer katılımcı tasarım örneği olduğu söylenemez, ama bu fikre olan yakınlıkları konunun üzerine gidilmesi için bir fırsat yaratır. Katılımcı tasarım, ilk olarak 60’lı yıllarda, hemen hemen tüm dünyada medenî hakların talebi ve kitlelerin mobilizasyonuna bağlı olarak ortaya çıkmış ve Türkiye’de de etkisini göstermiştir. Parçalı plan yapısı, insan ölçeği ve doğal çevre ile kurduğu ilişkiler açısından Çanakkale Arkeoloji Müzesi, 60’lı yılların demokratik fikirlerini yansıtır. Bir kadın mimar tarafından tasarlanmış olması da manidardır. Troya Müzesi ise, küreselleşme ve farklılıkların temsilinin öne çıktığı, daha kompleks ve kapsayıcı bir katılımcı kültürel miras yönetimi projesinin parçasıdır. Çanakkale Arkeoloji Müzesi ve Troya Müzesi’ni karşılaştırmalı olarak inceleyen bu çalışma, 60’lardan bugüne Troya’nın tarihsel anlatıdaki yerini sorgulamayı ve katılımcı kültürel miras yönetiminin, homojen ve taraflı olan merkezî tarih yazımını altüst etme potansiyeline dikkat çekmeyi amaçlar.
Özge Serin ve Brian Karl
Sabit Olmayan Zeminlerde Yürümek: İstanbul’daki Gayrimüslim Mezarlıkları
Bu deneysel belgesel, gayrimüslim mezarlıklarını, doğa ve tarihin diyalektik düğümünde ortaya çıkan bir imge olarak betimleyerek anımsama ve unutma arasındaki gerilimli bölgelere yoğunlaşır. Anımsama ve unutmanın birbirlerini hangi koşullarda nasıl tetikledikleri, besledikleri ve belirlediklerini araştırır. Doğayla tarihin iç içe geçmesinden ötürü, tarihsel kaydın kalıcılığı, siyasal şiddetten kaynaklı kopuşlarla işaretlenmiş doğal çürümenin geçiçiliğinde başkalaşarak belirir. Belgesel, gayrimüslim mezarlıklarını anımsama, yas tutma, umut etme ve hayal kurma gibi birçok sembolik eylemi muhafaza eden bir mekân olarak temsil eder. Öte yandan, bu belgesel, gayrimüslim mezarlıklarını cemaatlerin geçmiş ve geleceğe ilişkin kişisel ve kolektif anlatı üretiminin kökensel mekânı olarak değerlendirmektense, kendilerine özgü bir yaşamsallığa sahip sıradışı bir uzamsal-zamansal bakış açısı olarak önerir. Böylece, mezarlık duvarlarının dışındaki hayata bu tekil perspektiften bakarak, gayrimüslim mezarlıklarının Türkiye’deki sosyal ve siyasî olaylarla ilişkisini ele almayı amaçlar.
Ressamlar Örneği Üzerinden Türkiye’de Modernlik ve “Milli Sanat” Tartışmalarına Bir Bakış
Türkiye’de tek parti döneminde “Hars İnkılabı”, özellikle Kemalizm’in iyice sağlamlaştırıldığı 1930’larda, rejim tarafından en önemli inkılap olarak kabul ediliyordu. Kültür inkılabı, geç kalındığı düşünülen medeniyeti bir an önce yakalamanın bir aracı olarak görülmekteydi. Bununla birlikte, ulus-devlet süreci yeni başlamış bir ülke olarak, ulusal benliğin kurulmasına yardım edecek öğeler aranmakta; aynı anda hem millî hem de modern olmanın formülleri tartışılmaktaydı. Köylünün medeniyet seviyesini yükseltecek bir terbiye aracı olarak görülen resim, kitaplar, duvarlar, devlet daireleri ve müzelerde millî inkılabın “tarihe nakledildiği” bir hafıza mekânı olarak işlevselleştiriliyor; yurt dışına öğrenime gönderilen ressamlar, millî sanat eserleri üretecek “vazifeli ressamlar” olarak değerlendiriliyordu. Bu çalışma, burjuvazinin olmadığı bir toplumda, sanat hamiliğini devletten bekleyen Türk ressamlarının rejimin “makbul vatandaşları” olmak yerine özerk bir konum geliştirip geliştiremediklerini araştırır. Çeşitli kültür programları aracılığıyla devletin resim alanıyla nasıl bir ilişki içerisine girdiğini ve bu ilişkinin ressamların üretimi ve sanatsal söylemine ne tür etkileri olduğunu anlamayı amaçlar.
Ege Berensel
Dinamo Mesken
Bu çoklu ekranlı video projesinde, Türkiye ve dünya futbol tarihinin adından dolayı kapatılmış; oyuncuları soruşturma, kovuşturma, yargılama ve işkencelere uğramış tek futbol kulübü olan Dinamo Mesken’in hikâyesi anlatılır. 1975’te, Bursa’nın “solcu semti” Mesken’de, Ertuğrulgazi Gençlik ve Spor Kulübü adıyla kurulan kulüp, Dinamo Mesken adını 70’li yılların Sovyetler’i ve Avrupa’da fırtına gibi esen Dinamo Kiev’den alır. Dinamo Kiev’in hızlı ve atak futbolunu kendi mahalle takımlarının oyununa çok benzeten taraftarlar, takımlarına destek vermek için gittikleri maçlarda “Dinamo Mesken” diye tezahürat yaparlar. Kısa bir süre sonra kulüp bu adla anılmaya başlanır. Bursa’da yoğunlukla emekçiler ve öğrencilerin yaşadığı ilk toplu konut merkezi niteliğindeki mahalle faşist saldırılara maruz kalır, takımın fotoğrafçısı hayatını kaybeder. 12 Eylül sonrası takım kapatılır, futbolcuları yargılanıp işkenceden geçer. “Solcu” olarak bilinen takımı destekleyen mahalleliye söz verilen tapular verilmez, evleri ellerinden alınır, mahalleden sürülürler. Mahalle sakinleri, yıllar sonra kulübü tekrar kurmak için bir araya gelirler.
Eray Çaylı
“Şimdiki Geçmiş” ve Kültürel Miras: Mekân, Hafıza, Temsil
Bu proje, aynı mekânda buluşan farklı kültürel miras türleri arasındaki ilişkileri inceler. Araştırma, üç vaka üzerinden kurgulanır: İstanbul Türk İslam Eserleri Müzesi, Ankara Ulucanlar Cezaevi Müzesi ve Diyarbakır İçkale’deki bir grup bina. Söz konusu yapıların, araştırma için önemli üç ortak yanı bulunur: Öncelikle, yapım tarihleri ve mimari özellikleri bakımından “konvansiyonel” anlamda miras niteliğine sahipler. İkincisi, tanıklık ettikleri katliam, işkence, infaz gibi toplumların hafızasında yer eden, ancak tartışmakta zorlanılan tarihsel süreçler ve bu süreçlerin günümüzdeki toplumsal yankıları, bu yapıların difficult (zorlu, belalı, çetin) miras olarak değerlendirilmesini de gündeme getirir. Son olarak, üçü de, ilk iki maddede belirtilen özelliklerinden dolayı ya da bu özelliklerine rağmen müze işlevi kazandırılmış, bir diğer deyişle çeşitli geçmiş temsillerine ev sahipliği yapan mekânlardır. Bu projede, son maddenin işaret ettiği “konvansiyonel” ve “zorlu” miras arasındaki gerilimlerin, insanların söz konusu mekânlar aracılığıyla geçmişle kurduğu ilişki üzerindeki etkileri araştırılır.
İdil Çetin
Devlet ve İmgeleri: Türkiye’de Fotoğraflardaki Geçmişi Anımsamak
Görünürlük siyasî bir meselededir; neyin görünür kılındığı, politik bir karar alma sürecinin sonucudur. Devlet, görünür kıldığı görsel materyaller vasıtasıyla bu süreçte kendi payına düşeni yapar. Devletin kendini kurgulama sürecinin en yoğun yaşandığı Cumhuriyet’in ilk yılları, görsel malzemelerin, özellikle de fotoğrafların üretimi açısından bir bolluğa şahit olmuştur. Hem ideal bir Türk’ün nasıl olacağını (nasıl giyinmesi, hangi faaliyetlerde bulunması, nerede yaşaması vb. gerektiğini) gösteren hem de geleceğe yönelik görsel bir bellek olması planlanan bu fotoğraflarda, toplumun pek çok farklı kesiminden gruplara ve ülkenin modernleştirilmesi sürecinin belgelerine rastlamak mümkündür. Bu çalışma kapsamında, devletin bu açıdan zengin bir içeriğe sahip görsel repertuarından yalnızca Atatürk fotoğraflarına odaklanılır. Bunun sebebi, bu fotoğrafların Cumhuriyet tarihi boyunca sürekli dolaşımda tutulması ve görünür kılınması ve Atatürk’ün Türkiye tarihi boyunca -içeriği farklı biçimlerde doldurulsa da- ortak bir gösteren olmayı sürdürmesidir. Pek çok yerde karşımıza çıkmalarından ötürü birçoğunun içeriği ezbere bilinen söz konusu fotoğrafların teknik bir üretim sürecinin sonucu olduğu hatırda tutularak, araştırma kapsamında bu malzemelerin tarihselleştirilmesi ve kuramsallaştırılmasına çalışılacaktır.
Özge Sade
Katılımcı Tasarım Açısından Çanakkale Arkeoloji Müzesi ve Troya Müzesi
Her ne kadar tasarımı 70’lerde gerçekleştirilmiş olan Çanakkale Arkeoloji Müzesi yapısı ile şu an yapılmakta olan Troya Müzesi projesi birbirinden çok farklı görünse de, bu iki yapıyı birbirine bağlayan önemli bir fikir vardır: tasarımda katılımcılık. Bu iki yapının tam olarak birer katılımcı tasarım örneği olduğu söylenemez, ama bu fikre olan yakınlıkları konunun üzerine gidilmesi için bir fırsat yaratır. Katılımcı tasarım, ilk olarak 60’lı yıllarda, hemen hemen tüm dünyada medenî hakların talebi ve kitlelerin mobilizasyonuna bağlı olarak ortaya çıkmış ve Türkiye’de de etkisini göstermiştir. Parçalı plan yapısı, insan ölçeği ve doğal çevre ile kurduğu ilişkiler açısından Çanakkale Arkeoloji Müzesi, 60’lı yılların demokratik fikirlerini yansıtır. Bir kadın mimar tarafından tasarlanmış olması da manidardır. Troya Müzesi ise, küreselleşme ve farklılıkların temsilinin öne çıktığı, daha kompleks ve kapsayıcı bir katılımcı kültürel miras yönetimi projesinin parçasıdır. Çanakkale Arkeoloji Müzesi ve Troya Müzesi’ni karşılaştırmalı olarak inceleyen bu çalışma, 60’lardan bugüne Troya’nın tarihsel anlatıdaki yerini sorgulamayı ve katılımcı kültürel miras yönetiminin, homojen ve taraflı olan merkezî tarih yazımını altüst etme potansiyeline dikkat çekmeyi amaçlar.
Özge Serin ve Brian Karl
Sabit Olmayan Zeminlerde Yürümek: İstanbul’daki Gayrimüslim Mezarlıkları
Bu deneysel belgesel, gayrimüslim mezarlıklarını, doğa ve tarihin diyalektik düğümünde ortaya çıkan bir imge olarak betimleyerek anımsama ve unutma arasındaki gerilimli bölgelere yoğunlaşır. Anımsama ve unutmanın birbirlerini hangi koşullarda nasıl tetikledikleri, besledikleri ve belirlediklerini araştırır. Doğayla tarihin iç içe geçmesinden ötürü, tarihsel kaydın kalıcılığı, siyasal şiddetten kaynaklı kopuşlarla işaretlenmiş doğal çürümenin geçiçiliğinde başkalaşarak belirir. Belgesel, gayrimüslim mezarlıklarını anımsama, yas tutma, umut etme ve hayal kurma gibi birçok sembolik eylemi muhafaza eden bir mekân olarak temsil eder. Öte yandan, bu belgesel, gayrimüslim mezarlıklarını cemaatlerin geçmiş ve geleceğe ilişkin kişisel ve kolektif anlatı üretiminin kökensel mekânı olarak değerlendirmektense, kendilerine özgü bir yaşamsallığa sahip sıradışı bir uzamsal-zamansal bakış açısı olarak önerir. Böylece, mezarlık duvarlarının dışındaki hayata bu tekil perspektiften bakarak, gayrimüslim mezarlıklarının Türkiye’deki sosyal ve siyasî olaylarla ilişkisini ele almayı amaçlar.