80'lerin Feminist Adımları
İLHAN OZAN
2 Kasım 2015
“Nerden geldik buraya” sergisi paralel programı “Ele Güne Karşı Yapayalnız: 80’ler Türkiye Sinemasında Kadınların Özgürlüğü” kapsamında yazılmıştır.
SALT Beyoğlu ve SALT Galata’da gösterimde olan Nerden geldik buraya sergisini gezerken, serginin ana hatlarından birinin 12 Eylül darbesiyle bastırılan sol/sosyalist hareketin ardından savaş karşıtları, eşcinseller, çevreci ve yeşil hareket gibi farklı grupların hak mücadeleleri içinde nasıl ortaya çıktıkları olduğu görülüyor. Sergide 1980’ler boyunca bu grupların düzenledikleri eylemler, çıkardıkları yayınlar veya kimi yerlerde kendi aralarındaki toplantılar gibi çeşitli belgeler bu hareketlerin gelişim süreçlerini farklı derecelerde takip etme olanağı sağlıyor. Yeni muhalif hareketler olarak tanımlanabilecek bu hareketler arasındaysa kadın hareketi dönemin öne çıkan gruplarından. Sergide kadın hareketinin 1981’den itibaren bilinç yükseltme toplantıları olarak başlayıp, 1980’lerin sonuna gelindiğinde “radikal feministler” ve “sosyalist feministler” olarak kendi içlerinde ayrılmalarına kadarki gelişim sürecini takip etmek mümkün.
Sergide birçok arşiv malzemesi ve işlerin yanı sıra dönemin sinemasından Ömer Kavur’un Anayurt Oteli (1987), Erden Kıral’ın Hakkâri’de Bir Mevsim‘i (1983), Atıf Yılmaz’ın Aaahh Belinda’sı (1986) ve Şerif Gören’in On Kadın‘ı (1987) gibi örnekler de bulunuyor. Bu filmlerin işledikleri konular birbirinden farklı olmakla birlikte, filmler 1980 sonrası değişmekte olan toplumsal yapıya paralel olarak bireye odaklanırken sergide yer alan konulara farklı yönlerden bağlanıyor.
Serginin bu iki önemli parçası feminizm ve sinema, 3 Ekim Cumartesi günü SALT Galata’da düzenlenen “Ele Güne Karşı Yapayalnız: 80’ler Türkiye Sinemasında Kadınların Özgürlüğü” adlı atölyede bir arada düşünülerek tartışıldı. Atölyenin yürütücüğünü yapansa o dönemden bu yana feminist hareketin içinde bulunan Ayşe Düzkan’dı. Konu sergide yer alan filmler üzerinden değil, Bir Yudum Sevgi (1984), Adı Vasfiye (1985), Mine (1985) filmleriyle Duygu Asena’nın Kadının Adı Yok (1987) romanı üzerinden değerlendirildi. Bu örnekler üzerinden gitmek bir anlamda söz konusu tüm filmler dahilinde sinema alanındaki grup çalışmasına da dikkat çekmiş oldu.
Bu filmlerin kadrolarına bakıldığında serginin tümünde var olan bir özellik, bu dönemde insanların küçük gruplar halinde bir araya gelerek ortak üretimlere imza atmaları, bir kez daha görülüyor. Bu birliktelikler bir eylem etrafında gerçekleşebildiği gibi sinemadaki bu örneklere benzer şekilde sanatsal üretimlerde de kendini gösteriyor. Örneğin, Mine‘nin yapımcıları arasında olan Ömer Kavur sergide gösterilen Anayurt Oteli’nin yönetmeni olarak karşımıza çıkıyor. Mine’nin başrol oyuncusu Türkan Şoray yine sergide yer alan On Kadın filminde oynuyor. Barış Pirhasan Aaah Belinda ve Adı Vasfiye‘nin senaristliğini yaparken, Macit Koper’i Anayurt Oteli ve Aaah Belinda‘da izliyoruz. Diğer grupların birliktelikleri gibi sinema çevresindeki bu birliktelik de, bu kişilerin hayata bakışlarıyla söz konusu dönemde kendine özgü bir yerde durur.
Atölyede değerlendirilen filmlerde ilk göze çarpan, üçünün de yönetmenliğini Atıf Yılmaz’ın yapması ve dönemin en güçlü muhalif hareketlerinden olan kadın hareketinin bu filmlere yansımış olması. Yılmaz’ın kadın filmleri olarak da bilinen bu filmlerinin konuları, kadınların toplumsal baskı içinde yeni bir hayat kurma çabasını gösterirken, filmlerde işlenen kadının bireysel varoluşu dönemin Yeşilçam sinema anlayışına göre radikal bir çıkış olur. Bu filmlerin başrollerindeyse dönemin önde gelen kadın oyuncuları ve bir anlamda ideal kadın temsilleri olan Hale Soygazi (Bir Yudum Sevgi), Türkan Şoray (Mine) ve Müjde Ar (Adı Vasfiye) oynar.
Bu filmlerde kadının özgürlüğü anlatımı bir yanda kadının toplum içindeki baskılardan kurtulup kendi hayatını kurabilmesini, öte yandan arzuları ve cinselliği gibi bireysel varoluşa dair konuları içerir. Fakat bu durum, atölyede yapıldığı gibi, filmlere daha yakından eleştirel olarak bakıldığında değişebiliyor. Mesela filmlerde farklı kadın karakterler tasvir edilmekle birlikte kadınların çoğunlukla arzularıyla özdeşleştirilmesi ve arzularının peşinde cinselliği yaşaması; kimi durumlarda erkeklerin kadınların yeni hayat kurmasında çekim noktası olması; erkeklerin farklı kadınlarla ilişkilerinde erkeklerin farklı ihtiyaçlarını karşılar bir durumda görünmesi bu yönde tartışılabilecek noktalardan bazıları. Dolayısıyla dönemin sinema anlatımında kadının toplumsal rolü içinde sıkışmışlığını, kimlik arayışını anlatan özgürleşme hikâyelerine rağmen bugün bakıldığında farklı bir değerlendirme yapılması mümkün, ki atölye çalışmasında da benzer bir yaklaşım izlendi.
Dolayısıyla bu fimlerde kadınlar üzerindeki toplumsal baskılar ve özgürleşme çabaları anlatılırken aynı zamanda siyaseten hatalı olarak ifade edilebilecek örnekler bulunuyor. Bu noktada soru bu filmlerin bugün ne anlam ifade edebileceği. Kuşkusuz gerek sinemada gerekse başka alanlarda yapılmış çalışmaları geriye dönerek eleştirel olarak incelemek önemli. Fakat söz konusu üretimleri, bu durumda filmleri, yapıldıkları dönem içerisinde konumlandırmak döneme dair anlayışı derinleştirirken üretimlerin daha doğru bir değerlendirmesinin de yapılmasına olanak sağlar. Bu açıdan yaklaşıldığında sergi benzer bir bağlamın yakalanması adına önemli belge ve kayıtlar sunuyor.
Bunlardan birisi SALT Beyoğlu’nda 2. katta yer alan “Feminist Adımlar”. 1987-1988 yıllarında kadın hareketinin düzenlediği üç eylemin video kayıtlarından oluşan “Feminist Adımlar”, kadın hareketinin dönemin en güçlü muhalif damarlarından olduğunun göstergelerinden. İlk feminist eylem dayağa ve aile içi şiddete karşı o dönemki feminist gruplardan Kadın Çevresi’nin girişimiyle 17 Mayıs 1987’de Kadıköy Yoğurtçu Partkı’nda “Dayağa Karşı Dayanışma Yürüyüşü” adıyla yapılır. Eylemi tetikleyense Çankırı’da eşinden dayak yiyen bir kadının açtığı boşanma davasında, hakimin “kadının karnından sıpayı, sırtından sopayı eksik etmeyeceksin” ifadesi olur. 12 Eylül’ün ardından yasal izinle yapılan ilk yürüyüş olma özelliğini taşıyan bu eylemde, kadın hareketinin birkaç yıl öncesinde yapılan bilinç yükseltme toplantılarından sonra ne kadar büyüdüğü ve organize olduğu görülüyor.
Bunu takiben 4 Ekim 1987’de “Dayağa Karşı Dayanışma” kampanyası kapsamında Kariye Müzesi’nde bir başka eylem düzenlenir. Bu eylemin yine ayırıcı özelliğiyse ilk defa bir eylemin şenlik olarak düzenlenmesi olur. Sergi, 1980 sonrası farklı grupların birlikteliklerinin yanı sıra, kitlesel yürüyüşler dışında yeni eylem modelleri arayışının izini sürerken, Kariye Şenlikleri olarak da bilinen bu eylem bunun en iyi örneklerinden biri olarak kendini gösteriyor. “Feminist Adımlar”daki bir diğer videoysa 8 Mart 1988 Dünya Kadınlar Günü’nde İstanbul Reklamevi’nde gerçekleştirilen “Geçici Modern Kadın Müzesi” adlı etkinliğe ait. Yine yaratıcı bir eylem yöntemi olan bu etkinlikte kadınların gündelik hayatlarında yer alan nesneler kullanılarak bir sergi yapılır ve bu sergi görünmeyen kadın emeğine vurgu yaparken gizli yaşanmak durumunda bırakılan kadınlık hallerine dikkat çeker.
1987-1988 yıllarında gerçekleşen bu üç eylem sergideki kadın hareketine dair diğer belgelerle birlikte atölyede tartışılan filmlerden belki ayrı bir yerde ama bir arada durur. Filmlerin yapım tarihleri bu eylemlerin öncesi ve sonrasına denk gelirken, bu kesişme kuşkusuz Atıf Yılmaz’ı kadın sorunları ve özgürlüğüyle ilgili film yapmaya yönlendiren ortamı sağlamıştır. Dolayısıyla birey sinemasının öne çıktığı ve kadın hareketinin yeşermekte olduğu bu dönemde Yılmaz’ın filmlerini diğer toplumsal dinamiklerle bir arada düşünmek bu filmleri daha iyi anlama olanağı sunuyor.
SALT Beyoğlu ve SALT Galata’da gösterimde olan Nerden geldik buraya sergisini gezerken, serginin ana hatlarından birinin 12 Eylül darbesiyle bastırılan sol/sosyalist hareketin ardından savaş karşıtları, eşcinseller, çevreci ve yeşil hareket gibi farklı grupların hak mücadeleleri içinde nasıl ortaya çıktıkları olduğu görülüyor. Sergide 1980’ler boyunca bu grupların düzenledikleri eylemler, çıkardıkları yayınlar veya kimi yerlerde kendi aralarındaki toplantılar gibi çeşitli belgeler bu hareketlerin gelişim süreçlerini farklı derecelerde takip etme olanağı sağlıyor. Yeni muhalif hareketler olarak tanımlanabilecek bu hareketler arasındaysa kadın hareketi dönemin öne çıkan gruplarından. Sergide kadın hareketinin 1981’den itibaren bilinç yükseltme toplantıları olarak başlayıp, 1980’lerin sonuna gelindiğinde “radikal feministler” ve “sosyalist feministler” olarak kendi içlerinde ayrılmalarına kadarki gelişim sürecini takip etmek mümkün.
Sergide birçok arşiv malzemesi ve işlerin yanı sıra dönemin sinemasından Ömer Kavur’un Anayurt Oteli (1987), Erden Kıral’ın Hakkâri’de Bir Mevsim‘i (1983), Atıf Yılmaz’ın Aaahh Belinda’sı (1986) ve Şerif Gören’in On Kadın‘ı (1987) gibi örnekler de bulunuyor. Bu filmlerin işledikleri konular birbirinden farklı olmakla birlikte, filmler 1980 sonrası değişmekte olan toplumsal yapıya paralel olarak bireye odaklanırken sergide yer alan konulara farklı yönlerden bağlanıyor.
Serginin bu iki önemli parçası feminizm ve sinema, 3 Ekim Cumartesi günü SALT Galata’da düzenlenen “Ele Güne Karşı Yapayalnız: 80’ler Türkiye Sinemasında Kadınların Özgürlüğü” adlı atölyede bir arada düşünülerek tartışıldı. Atölyenin yürütücüğünü yapansa o dönemden bu yana feminist hareketin içinde bulunan Ayşe Düzkan’dı. Konu sergide yer alan filmler üzerinden değil, Bir Yudum Sevgi (1984), Adı Vasfiye (1985), Mine (1985) filmleriyle Duygu Asena’nın Kadının Adı Yok (1987) romanı üzerinden değerlendirildi. Bu örnekler üzerinden gitmek bir anlamda söz konusu tüm filmler dahilinde sinema alanındaki grup çalışmasına da dikkat çekmiş oldu.
Bu filmlerin kadrolarına bakıldığında serginin tümünde var olan bir özellik, bu dönemde insanların küçük gruplar halinde bir araya gelerek ortak üretimlere imza atmaları, bir kez daha görülüyor. Bu birliktelikler bir eylem etrafında gerçekleşebildiği gibi sinemadaki bu örneklere benzer şekilde sanatsal üretimlerde de kendini gösteriyor. Örneğin, Mine‘nin yapımcıları arasında olan Ömer Kavur sergide gösterilen Anayurt Oteli’nin yönetmeni olarak karşımıza çıkıyor. Mine’nin başrol oyuncusu Türkan Şoray yine sergide yer alan On Kadın filminde oynuyor. Barış Pirhasan Aaah Belinda ve Adı Vasfiye‘nin senaristliğini yaparken, Macit Koper’i Anayurt Oteli ve Aaah Belinda‘da izliyoruz. Diğer grupların birliktelikleri gibi sinema çevresindeki bu birliktelik de, bu kişilerin hayata bakışlarıyla söz konusu dönemde kendine özgü bir yerde durur.
Atölyede değerlendirilen filmlerde ilk göze çarpan, üçünün de yönetmenliğini Atıf Yılmaz’ın yapması ve dönemin en güçlü muhalif hareketlerinden olan kadın hareketinin bu filmlere yansımış olması. Yılmaz’ın kadın filmleri olarak da bilinen bu filmlerinin konuları, kadınların toplumsal baskı içinde yeni bir hayat kurma çabasını gösterirken, filmlerde işlenen kadının bireysel varoluşu dönemin Yeşilçam sinema anlayışına göre radikal bir çıkış olur. Bu filmlerin başrollerindeyse dönemin önde gelen kadın oyuncuları ve bir anlamda ideal kadın temsilleri olan Hale Soygazi (Bir Yudum Sevgi), Türkan Şoray (Mine) ve Müjde Ar (Adı Vasfiye) oynar.
Bu filmlerde kadının özgürlüğü anlatımı bir yanda kadının toplum içindeki baskılardan kurtulup kendi hayatını kurabilmesini, öte yandan arzuları ve cinselliği gibi bireysel varoluşa dair konuları içerir. Fakat bu durum, atölyede yapıldığı gibi, filmlere daha yakından eleştirel olarak bakıldığında değişebiliyor. Mesela filmlerde farklı kadın karakterler tasvir edilmekle birlikte kadınların çoğunlukla arzularıyla özdeşleştirilmesi ve arzularının peşinde cinselliği yaşaması; kimi durumlarda erkeklerin kadınların yeni hayat kurmasında çekim noktası olması; erkeklerin farklı kadınlarla ilişkilerinde erkeklerin farklı ihtiyaçlarını karşılar bir durumda görünmesi bu yönde tartışılabilecek noktalardan bazıları. Dolayısıyla dönemin sinema anlatımında kadının toplumsal rolü içinde sıkışmışlığını, kimlik arayışını anlatan özgürleşme hikâyelerine rağmen bugün bakıldığında farklı bir değerlendirme yapılması mümkün, ki atölye çalışmasında da benzer bir yaklaşım izlendi.
Dolayısıyla bu fimlerde kadınlar üzerindeki toplumsal baskılar ve özgürleşme çabaları anlatılırken aynı zamanda siyaseten hatalı olarak ifade edilebilecek örnekler bulunuyor. Bu noktada soru bu filmlerin bugün ne anlam ifade edebileceği. Kuşkusuz gerek sinemada gerekse başka alanlarda yapılmış çalışmaları geriye dönerek eleştirel olarak incelemek önemli. Fakat söz konusu üretimleri, bu durumda filmleri, yapıldıkları dönem içerisinde konumlandırmak döneme dair anlayışı derinleştirirken üretimlerin daha doğru bir değerlendirmesinin de yapılmasına olanak sağlar. Bu açıdan yaklaşıldığında sergi benzer bir bağlamın yakalanması adına önemli belge ve kayıtlar sunuyor.
Bunlardan birisi SALT Beyoğlu’nda 2. katta yer alan “Feminist Adımlar”. 1987-1988 yıllarında kadın hareketinin düzenlediği üç eylemin video kayıtlarından oluşan “Feminist Adımlar”, kadın hareketinin dönemin en güçlü muhalif damarlarından olduğunun göstergelerinden. İlk feminist eylem dayağa ve aile içi şiddete karşı o dönemki feminist gruplardan Kadın Çevresi’nin girişimiyle 17 Mayıs 1987’de Kadıköy Yoğurtçu Partkı’nda “Dayağa Karşı Dayanışma Yürüyüşü” adıyla yapılır. Eylemi tetikleyense Çankırı’da eşinden dayak yiyen bir kadının açtığı boşanma davasında, hakimin “kadının karnından sıpayı, sırtından sopayı eksik etmeyeceksin” ifadesi olur. 12 Eylül’ün ardından yasal izinle yapılan ilk yürüyüş olma özelliğini taşıyan bu eylemde, kadın hareketinin birkaç yıl öncesinde yapılan bilinç yükseltme toplantılarından sonra ne kadar büyüdüğü ve organize olduğu görülüyor.
Bunu takiben 4 Ekim 1987’de “Dayağa Karşı Dayanışma” kampanyası kapsamında Kariye Müzesi’nde bir başka eylem düzenlenir. Bu eylemin yine ayırıcı özelliğiyse ilk defa bir eylemin şenlik olarak düzenlenmesi olur. Sergi, 1980 sonrası farklı grupların birlikteliklerinin yanı sıra, kitlesel yürüyüşler dışında yeni eylem modelleri arayışının izini sürerken, Kariye Şenlikleri olarak da bilinen bu eylem bunun en iyi örneklerinden biri olarak kendini gösteriyor. “Feminist Adımlar”daki bir diğer videoysa 8 Mart 1988 Dünya Kadınlar Günü’nde İstanbul Reklamevi’nde gerçekleştirilen “Geçici Modern Kadın Müzesi” adlı etkinliğe ait. Yine yaratıcı bir eylem yöntemi olan bu etkinlikte kadınların gündelik hayatlarında yer alan nesneler kullanılarak bir sergi yapılır ve bu sergi görünmeyen kadın emeğine vurgu yaparken gizli yaşanmak durumunda bırakılan kadınlık hallerine dikkat çeker.
1987-1988 yıllarında gerçekleşen bu üç eylem sergideki kadın hareketine dair diğer belgelerle birlikte atölyede tartışılan filmlerden belki ayrı bir yerde ama bir arada durur. Filmlerin yapım tarihleri bu eylemlerin öncesi ve sonrasına denk gelirken, bu kesişme kuşkusuz Atıf Yılmaz’ı kadın sorunları ve özgürlüğüyle ilgili film yapmaya yönlendiren ortamı sağlamıştır. Dolayısıyla birey sinemasının öne çıktığı ve kadın hareketinin yeşermekte olduğu bu dönemde Yılmaz’ın filmlerini diğer toplumsal dinamiklerle bir arada düşünmek bu filmleri daha iyi anlama olanağı sunuyor.