23 Kasım 2024
Türkiye'nin Uluslararası Sergilere Katılımı paneli çevrimiçi gerçekleştirilecek.

İstanbul Eindhoven
SALTVanAbbe
Modern Zamanlar

Sanatçı Biyografileri

Pierre Alechinsky
(1927, Brüksel)

Pierre Alechinsky’nin sanat kariyeri Brüksel’de, 1944-1948 yıllarında l’Ecole Nationale Supérieure d’Architecture et des Arts Decoratifs de la Cambre’da aldığı sanat eğitimiyle başladı. 1947’de ilk sergisini açtı ve Jeune Peintures Belge’in bir üyesi olarak resim yaptı. Bundan kısa bir süre sonra Christian Dotremont, Karel Appel ve Asger Jorn’un dâhil olduğu CoBrA (Kopenhag, Brüksel ve Amsterdam) hareketine katıldı ve grubun Paris’teki ilk sergisinde yer aldı. Eserleri arayışlarla zenginleşerek renk, form ve çizginin dışavurumsal imkânlarını zorladı. Alechinsky ayrıca Olivier Strebelle ve Reinhoud adlı heykeltıraşlarla Brüksel’deki CoBrA sanatçılarının buluşma mekânı Ateliers du Marais’yi oluşturdu.

Aynı dönemde Japon dergisi Bokubi’nin Paris muhabirliğini de üstlenen sanatçı Japon kaligrafisine tutkuyla bağlandı. 1955’te CoBrA’nın dağılmasından sonra da süren bu ilgi Japonya’ya taşınmasıyla sonuçlandı. Geleneksel Asya resim teknikleri ve estetiğini eserlerinde uygulamaya başlayan Alechinsky’nin resimlerinde çini mürekkebi, dekoratif frizler, çizgiye odaklanma ve biyomorfik imgeler belirgin bir biçimde ağırlık kazandı. 1956’da ise Calligraphie Japonaise adlı bir film yaptı.

1960’a gelindiğinde, Alechinsky ileride en ikonik olacak işlerini üretmekteydi. Central Park (1965’te başlandı), estetik duyarlılıklarını en iyi dile getiren eserlerinden biri olarak nitelenir; Last Day (1964) ise en anıtsal girişimlerindendir.


Hakkı Anlı

(1906, İstanbul-1991, İstanbul)



1932’de Güzel Sanatlar Akademisi Namık İsmail Atölyesi’nden mezun olan Hakkı Anlı, 1941’de D Grubu’nun sergisine resim verdi ve gruba üye oldu. 1947’de Paris’e giderek André Lhote Atölyesi’nde çalışma imkânı buldu; yaşamını Paris’te sürdürmeye başladı. Yurt dışındaki ilk kişisel sergisini 1958’de Paris’te, La Main Gauche’da açtı.


Fransa, İsviçre, İtalya, Yunanistan ve Yeni Zelanda’da karma sergilere katılan sanatçı, ayrıca çok sayıda kişisel sergi düzenledi. 1950’lerin sonlarına doğru yöneldiği soyut sanat anlayışı, 1970’lerden sonra figüratif soyut bir biçim aldı. Anlı, Türkiye’ye döndükten bir yıl sonra vefat etti.


Avni Arbaş

(1919, İstanbul-2003, İzmir)



Avni Arbaş, Cihat Burak ve Selim Turan’ın beraberinde asker ressamlardan Mehmet Ali Bey’in öğrencisi oldu. Dönemin akademi hocaları İbrahim Safi ile Naci Kalmukoğlu’nun atölyelerinde çalıştı. Daha sonra girdiği Güzel Sanatlar Akademisi’nde, İbrahim Çallı ve Léopold Lévy atölyelerinde resim yaptı.



Fransız hükümetinin verdiği bursla Paris’e giden sanatçı 1951’de İstanbul’daki Maya Galerisi’nde, 1953’te ise Paris’te Mahmut Makal’ın Bizim Köy adlı kitabından esinlenerek yaptığı eserleriyle ilk sergilerini açtı. 1977’de Türkiye’ye dönen Arbaş, bu dönemde ağırlıklı olarak Mustafa Kemal Atatürk portrelerinin yanı sıra “İstanbul” ve “Boğaz” konulu eserler üretti.


Yüksel Arslan
(1933, İstanbul)

Yüksel Arslan, 1953-1954 yıllarında İstanbul Üniversitesi Sanat Tarihi Bölümü’nde eğitim aldı. Suluboya, guaj ve pastel karışımı resimleriyle dikkat çekerek hocası Mazhar İpşiroğlu ve Sabahattin Eyüboğlu’nun girişimiyle 1955’te Maya Galerisi’nde ilk kişisel sergisini açtı. 1959’da İstanbul Alman Kültür Merkezi’nde düzenlenen sergisinden sonra Paris’te uluslararası bir sergiye davet edildi. İki yıl sonra Paris’e yerleşen sanatçı, 1962’de Raymond Cordier’nin galerisinde kişisel bir sergi düzenledi. Arslan, “art” (sanat) sözcüğüne bir takı ekleyerek yeni resimleri için bir isim buldu: “Arture”. 1969-1975 yıllarında eğildiği Marx ve Engels okumaları sonucu 1975’te Kapital’i resimledi. 1980’li yıllarda Etkiler ile Autoartures olarak isimlendirdiği resim dizisini gerçekleştirdi.

1967’de Türkiye’ye gelerek Ankara’da bir sergi açan sanatçının eserleri müstehcen olduğu gerekçesiyle toplatıldı ve hakkında soruşturma açıldı. Bunun üzerine aklanır aklanmaz Paris’e dönerek 2009’da açılan retrospektifine değin İstanbul’a dönmedi. Arslan hâlen Paris’te yaşamakta ve çalışmaktadır.


Ferruh Başağa
(1914, İstanbul-2010, İstanbul)

1936’da girdiği Güzel Sanatlar Akademisi Resim Bölümü’nde Nazmi Ziya ve Zeki Kocamemi ile çalıştı; Léopold Lévy’nin öğrencisi oldu. İlk sergisini İkinci Dünya Savaşı’nın hemen sonrasında İstanbul’da açtı. 1940’ta Müstakil Ressamlar Derneği’ne üye oldu. Başağa’nın kişisel sergileri, aralarında İstanbul, Ankara, Saraybosna ve New York’un da bulunduğu pek çok kentte devam etti.

1940’ların sonları itibariyle soyut çalışan sanatçı 1970’li yılların başlarında, daha sonraları mührü yerine geçecek geometrik soyuta yöneldi, vitray ve mozaikler yaptı. 1971’de Devlet Güzel Sanatlar Akademisi’nde öğretim görevlisi olarak vitray ve mozaik atölyesi kurdu.


Jean Bazaine
(1904, Paris-2001, Clamart)

Jean Bazaine, Academie Julian’da heykel, Sorbonne’da edebiyat ve felsefe öğrenimi gördü. 1930’larda Paris’te eserleri üzerine çalışmaktaydı. 1932’de Galerie Van Leer’de açtığı ilk kişisel sergisi sayesinde, kendine özgü renk kullanımı konusunda onu cesaretlendirecek olan Pierre Bonnard’la yakınlaştı. 1930’lar boyunca hem bir sanatçı hem de bir sanat kuramcısı olarak gelişimini sürdürdü; çeşitli dergilerde eleştirileri yayımlandı.

Bazaine “dejenere sanat”la ilgili olduğu gerekçesiyle Fransız ordusundan ihraç edilmesinin ardından 1941’de Paris’teki Galerie Braun’da, Nazi işgaline karşı çıkan Vignt Jeunes Peintures de Tradition Française adlı avangart resim sergisinin düzenlenmesine önayak oldu. Ayrıca, modern Fransız sanatından işler içeren gezici sergilerin uluslararası mekânlara taşınması için çaba gösterdi.

Kariyeri boyunca önemli vitray ve mozaikler üreten sanatçının aldığı başlıca siparişler arasında Saint-Severin Kilisesi vitrayı (1964-1969) ile Paris UNESCO binası (1960), Skissernes Museum Lund (1965) ve Metro-Cluny la Sorbonne (1985-1987) mozaikleri sayılabilir.


Nurullah Berk
(1906, İstanbul-1982, İstanbul)

Nurullah Berk, 1920-1924 yıllarında Sanayi-i Nefise Mektebi’nde, Hikmet Onat ve İbrahim Çallı atölyelerinde eğitim gördü. Mezun olduktan sonra Paris’e gitti ve Ernest Laurent Atölyesi’nde çalıştı. 1928’de Müstakil Ressamlar ve Heykeltıraşlar Birliği’nin, 1933’te ise uzun süre bünyesinde çalışmalar gerçekleştirdiği D Grubu’nun kurucuları arasında yer aldı. 1939’dan 1968’e dek Güzel Sanatlar Akademisi’nde eğitmenlik yapan Berk, 1962-1969 yıllarında İstanbul Resim ve Heykel Müzesi müdürlüğü görevinde bulundu.

Berk, öğrencilik yıllarından itibaren klasik akademik sanata karşı çıktı. André Lhote ve Fernand Léger’nin kütle-hacim ilişkisinden etkiyle geometrik biçimler kullandığı resimlerinden 1940’ların sonuna doğru uzaklaşarak iki boyutlu komposizyonlar üzerinde çalıştı. Bu çizgisel anlatımını Doğu sanatındaki minyatür ve elyazmalarından esinlendiği figürlerle birleştirdi. Bu işlerinin yanı sıra, 1960’ların sonunda girift bezeme ve arabesk kompozisyonlar yapmaya başladı.

1967 Paris Bienali’nde Onur Madalyası’na layık görülen sanatçı, ayrıca São Paulo ve Venedik bienallerine de katıldı.


Georges Braque
(1882, Argenteuil-1963, Paris)

Georges Braque’ın erken dönem üretiminde 1905 yılı itibariyle Fovizm’in etkileri görülür. Bu biçemdeki eserlerini Salon des Indépendants’ta sergileyen sanatçı, 1907’de Salon d’Automne’da açılan Cézanne retrospektifinden büyük ölçüde etkilendi. Meslektaşı Pablo Picasso’yla başlattığı Kübizm’in gelişimindeki biçemsel temelleri ortaya koymaya başladı. Braque’ın 1909-1914 yıllarındaki eserleri, boyada ve papier-collé (yapışkanlı kağıt) tekniğinde heyecan verici geometri ve perspektif deneyleri içerir.

Birinci Dünya Savaşı’nın ardından önceki soyutlamalarının çok daha sert unsurlarını bırakan sanatçı, daha canlı bir renk paletiyle çeşitli yüzey dokularını benimsedi. Her ne kadar sonunda figüre yeniden döndüyse de, eserlerinin her zaman karakteristik özelliğini oluşturmuş olan yapı vurgusunu sürdürdü.

Braque’ın işleri 1933’te Kunsthalle Basel’de düzenlenen bir retrospektif ve 1937 Carnegie International Pittsburgh’ta aldığı birincilik ödülüyle taçlandırıldı.


Marcel Broodthaers
(1924, Brüksel-1976, Köln)

Marcel Broodthaers’in işleri ağırlıklı olarak disiplinlerarası bir nitelik taşır ve etkileyici bir sanatsal dağarcığa dayanır. Nesnelerinin çoğunda görülen ussal doğa, bir şair olarak yer aldığı Groupe Surréaliste Révolutionnaire hissiyatını yansıtır. Sık sık ironik hatta alaycı bir tavırla üretmiş olan Broodthaers, kurumsal eleştiri yapan ilk sanatçı olarak nitelenebilir.

Broodthaers 1968’de, kendi evinde faaliyet gösteren ve sergi, yayın ve film gösterimleri için kullanılan bir kurum olan Musée d’Arte Moderne-Departments des Aigles’ta bir sergi açtı. Bu modern sanat müzesi daimi bir koleksiyonla sınırlandırılmamıştı; burada sanat eserleri, eser sandıkları, duvar yazıları ve film unsurlarının röprodüksiyonları sergilenmekteydi. Müze 1971’e kadar farklı mekânlarda yer aldı. Aynı yıl sanatçının “Finans Departmanı” iflas gerekçesiyle müzeyi satışa çıkarmak istedi, hatta bu olay Köln Sanat Fuarı kataloğunun kapağında duyuruldu.

Broodthaers’in katıldığı başlıca sergiler arasında Documenta V (1972) ve 1976 Venedik Bienali bulunur. Sanatçının ayrıca Minneapolis’teki Walker Art Center (1990), Brüksel’deki Palais des Beaux Arts (1990) ve Londra’daki Institute of Contemporary Art’ta (1992) kişisel sergileri düzenlenmiştir.


Jean Brusselmans
(1884, Brüksel-1953, Dilbeek)

Jean Brusselmans’ın Fovist tarzda ürettiği erken dönem eserleri ilk olarak 1921’de, Anvers’teki Galerie Breckpot’ta sergilendi. Ancak bu noktadan sonra sanatçının tekniği köklü bir değişime uğradı. Kendi bağımsız biçemini yaratmaya girişen Brusselmans düzlemleri yalınlaştırdı, sınırlı paletlerde temel renkler ve somut geometrik yapılar kullandı. Güçlü geometrilerle yumuşak renklerin hassas bir dengesi şeklinde sonuçlanan bu uygulama eserlerinin özgün yanını oluşturdu.

Brusselmans’ın sanat kariyeri, 1930’da Compagnons de l’Art’a katılması ve 1933’te ilk retrospektifinin Brüksel’deki Palais des Beaux Arts’ta sergilenmesiyle zirveye ulaştı. Ancak İkinci Dünya Savaşı sırasında verimliliği hızla düşmeye başladı ve bu durum 1953’teki ölümüne dek böyle devam etti.


Cihat Burak
(1915, İstanbul-1994, İstanbul)

Cihat Burak, Güzel Sanatlar Akademisi’ndeki mimarlık eğitimini 1943’te tamamladı. 1952’de Birleşmiş Milletler bursu ile Fransa’ya gönderildi. Üç yıl boyunca Paris’te mimarlık ve resim eğitimi gördü. 1961’de Fransız hükümetinin bursuyla yeniden gittiği Paris’te kalarak resim çalışmalarına ağırlık verdi. 1965’te Türkiye’ye döndüğünde Özel Işık Mimarlık Okulu ile İstanbul Devlet Tatbiki Güzel Sanatlar Yüksek Okulu’nda resim dersleri verdi.

İlk kişisel sergisini 1957’de İstanbul Beyoğlu Şehir Galerisi’nde, Fransa’da yaptığı eserlerle açan sanatçının toplumsal çelişkiler ile yozlaşan değerleri eleştirel ve mizahi bir yaklaşımla yorumladığı, fantastik kurgulara sahip resimleri bulunmaktadır.

Eserleri arasında Yahya Kemal Beyatlı, Nazım Hikmet, Neyzen Tevfik, Eren Eyüboğlu ve Aliye Berger gibi kültür insanlarının resimleri ile “kedi” resimleri (son dönem) yer almaktadır. Mimarlığı geçinmek, resmi ise sevdiği için yaptığını belirten sanatçı, ayrıca metal baskı çalışmaları, porselen ve cam işleri ile pişmiş toprak heykelleri ve büstleri de yapmıştır.


Corneille
(1922, Liège-2010, Paris)

Rijksacademie van Beeldende Kunsten, Amsterdam mezunu Guillame Corneille van Beverloo (Corneille olarak anılır), 1948’de REFLEX ile Nederlandse Experimentele Groep’un kurucuları arasında yer aldı. Bundan kısa bir süre sonra CoBrA’nın kuruluşunda bulundu; bu bağlamda resim yaptı ve şiirleri yayımlandı. Sanatsal üretiminin erken dönemlerinde Miró ve Klee’den etkilendi. Sahra’ya yaptığı birkaç gezi ve o dönemde oluşturduğu Afrika sanatı koleksiyonu Corneille için büyük bir esin kaynağı oldu.

Corneille’in eserleri 1950’lerde, daha önce resimlerinde ulaşamamış olduğu biçemsel bir yaratıcılık düzeyini yakaladı. Renk kullanımı daha canlı, çizgileri daha dışavurumcu hâle geldi. Yaptığı geziler resimlerine kuşbakışı manzaralar ve yolculuklarında karşılaştığı bitki, hayvan ve kadınların yeniden ele alındığı canlı kompozisyonlar olarak yansıdı.


Adnan Çoker
(1927, İstanbul)

Adnan Çoker, 1944-1951 yıllarında Güzel Sanatlar Akademisi Zeki Kocamemi Atölyesi’nde çalıştı. 1955’te Milli Eğitim Bakanlığı bursuyla Paris’e gitti. André Lhote, Henri Goetz, Stanley William Hayter ve Emilio Vedova stüdyolarında resim yaptı. 1960’tan 1995’e dek İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisi’nde ders verdi.

1951-1955 yıllarında kaligrafik ve geometrik-soyut tarzda çalışan sanatçı, Paris’te bulunduğu yıllarda (1955-1960) Soyut Dışavurumculuk akımına ilgi duydu. Öğrencileriyle “Müzik Eşliğinde Resim Gösterileri” adı altında performanslar gerçekleştirdi. Daha sonraları şematik biçimler ve geometrik anlatıma yönelen Çoker, Osmanlı mimarisinde yer alan formları denge ve simetri kavramlarını da gözeterek yorumladı.


Robert Delaunay
(1885, Paris-1941, Montpellier)

Robert Delaunay sanatsal üretiminin ilk yıllarında Neo-Empresyonizm’in estetik tercihlerine bağlı kaldı ve Michael-Eugene Chevreul’ün renk kuramını inceledi. Eserleri sıklıkla Salon des Indépendants’ta sergilenen sanatçı, Jean Metzinger ve Henri Rousseau’yla arkadaş oldu.

1909 yılına gelindiğinde, kendisi için süreğen ve ikonik bir araştırma konusu olacak Eiffel Kulesi imgesinin ilk resmini yapmıştı. Ertesi yıl sanatsal çalışma arkadaşı Sonia Terk’le (Delaunay) evlendi. 1911’de iş nedeniyle gittiği Almanya’da Wassily Kandinsky’den, Heinrich Thannhauser’ın Moderne Galerie’sindeki efsanevi Der Blaue Reiter sergisi için davet aldı. Sonraki yıllarını İspanya’da geçirdi. Exposition Internationale des Arts Decoratifs’te ve Paris Dünya Fuarı sırasında Palais de l’Air’de eserlerini sergiledi. Son eserleri, Salon des Tuileries’teki heykel salonu için 1938’te yaptığı dekorlardır.


Nejad Melih Devrim
(1923, İstanbul-1995, Nowy Sącz)

Ressam Fahrelnissa Zeid’in oğlu olan Nejad Melih Devrim, 1941’de Güzel Sanatlar Akademisi’ne girerek Bedri Rahmi Eyüboğlu, Zeki Kocamemi, Nurullah Berk ve Léopold Lévy’nin öğrencisi oldu. Öğrencilik yıllarında Bizans mozaikleri, Osmanlı hat sanatı ve soyut İslam sanatlarına ilgi duydu. Yeniler Grubu’nun kurucu üyeleri arasında yer aldı.

1946’da Paris’e yerleşti; Salon de Mai ve Salon de Réalités Nouvelles sergilerine katıldı. 1950’de Hartung, Soulages ve de Staël gibi sanatçıların eserlerinin sergilendiği Paris’teki Galerie Lydia Conti’de kişisel sergisi açıldı. Aynı yıl sanatçı, Leo Castelli’nin eserlerini New York’ta sergilemek üzere seçtiği “Paris Okulu” ressamları arasında yer aldı. Tristan Tzara ve Paul Eluard’ın şiir kitaplarını desenledi. Bu sırada sürdürdüğü ve Fransa’nın yanı sıra İngiltere, İtalya, İspanya, Hollanda, Amerika, Orta Asya ve Sovyetler Birliği’ni de kapsayan sanat seyahatlerine 1985’te son vererek Polonya’nın güneyindeki Nowy Sącz kentinde inzivaya çekildi.


Abidin Dino
(1913, İstanbul-1993, Paris)

Abidin Dino, Robert Kolej’de başladığı öğrenimini sanata duyduğu ilgi nedeniyle yarıda bıraktı. Resimlediği ilk kitap, Nazım Hikmet’in Sesini Kaybeden Şehir’i oldu. 1933’te, ressamlar Nurullah Berk, Cemal Tollu, Zeki Faik İzer, Elif Naci ve heykeltıraş Zühtü Müritoğlu ile Türkiye’nin ilk avangard resim grubu olan D Grubu kurdu. 1934’te Sergay Yutkeviç’in daveti üzerine sinema eğitimi almak için Leningrad’a gitti. Dekoratör ve ressam olarak Yutkeviç’in çalışmalarına katıldı ve yine Yutkeviç’in yönettiği Madenciler adlı filmde çalışma imkânı buldu.

İkinci Dünya Savaşı sonrası ilk önce Londra’ya, ardından da Paris’e geçen Dino, 1939’da Türkiye’ye döndükten sonra arkadaşlarıyla Yeniler Grubu’nu kurdu. Çizgi ve desenlerin ön plana çıktığı resimlerinde işçi ve köylü tiplerini özgün bir üslupla işleyen sanatçı, siyasi nedenler yüzünden farklı bölgelere sürgüne gönderildikten sonra 1952’de ülkeyi terk ederek İtalya’ya, sonrasında ise Paris’e yerleşti. Paris’te Pablo Picasso, Tristan Tzara ve Jean Lodz’un da aralarında bulunduğu pek çok sanatçıyla ilişkilerini sürdürdü.

Fransa Plastik Sanatlar Birliği onursal başkanlığı ve New York Dünya Sanat Sergisi danışmanlığı gibi görevlerde bulunan Dino, Fransa yıllarında Amerika, Hollanda, Cezayir, İsviçre ve Sovyetler Birliği’nde sergiler açtı.


Victor Dolphijn
(1909, Diest-1992, Anvers)

Victor Dolphijn’nin geleneksel resim teknikleri Academie van Gent’te tanınmış bir profesör olmasını sağladı. Sanatçı, akademik dünyada daha biçemsel yaklaşımların geçerlilik kazandığı bir dönemde, klasik tasvirde sağlam bir temel sahibi olmayı öne çıkarmasıyla bilinir. Dolphijn ayrıca 1962’de, gerçekçiliği vurgulayan neo-klasik Antwerpse School’u kurmuş ve idaresinde bulunmuştur.

Sanatçının eserlerindeki ana tema natürmortlar ve portrelerdi. Cesur, ciddi ve yalın özelliklere sahip bu resimler, sıklıkla sıradan insanın soylu deneyimlerini konu ediniyordu. Kontrollü ve doğal tonlara ağırlık veren bir paletle yaptığı resimler, kendisinden önce gelen 17. yüzyıl ressamlarına bir selam niteliğindeydi.

Dolphijn’in eserleri günümüzde, Anvers’teki Kraliyet Güzel Sanatlar Müzesi’nde bulunmaktadır.


Raoul Dufy
(1877, Le Havre-1953, Forcalquier)

Raoul Dufy’nin sanatı, henüz daha l’Ecole Nationale Superieure des Beaux Arts’tan mezun olduğu dönemde olumlu eleştiriler almaya başladı. Sanatçı kariyerinin başında Berthe Weill ve Maurice Denis’nin desteğini gördü. Normandiya manzaraları yapan bir ressam olarak Monet ve Pissaro’nun eserlerinden ilham alıyordu. Bu sanatçıların ortak yanı olan çevre tasviri, Dufy’nin sosyal ve kutlama sahneleri için sürekli bir esin kaynağı oldu.

1905’te bir başka sanatçı, geri dönülmez bir şekilde Dufy’nin perspektifini biçimlendirdi. Salon des Indépendents’ta gördüğü 1904 tarihli Matisse tablosu Luxe, Calme et Volupte, renk duygusunu tamamen değiştirdi. Plaj sahneleri ve natürmortları bu noktadan sonra bir renk saflığına ulaşmaya çalıştı ve Fovist coşkuları nedeniyle ün kazandı.

Dufy’nin eserleri 20. yüzyılın ortalarında düzenli olarak yıllık Salon des Tuileries sergilerinde yer alarak ona Time dergisinde “modern tarzın büyükbabası” unvanını kazandırdı.


Edgar Fernhout
(1912, Bergen-1974, Bergen)

Edgar Fernhout’un Amsterdam’da geçirdiği 1945-1956 yılları, sanatçının üretiminde kişisel yenilik arayışında olduğu bir dönemi temsil eder. Fernhout, çoğunlukla natürmort ve portrelerden oluşan ilk eserlerinde akademik temsil geleneklerine bağlı kaldı. Ancak İkinci Dünya Savaşı sonrası yaptığı eserlerde soyut nitelikler geliştirdi. Bergen, De Vlerken’e taşındığı 1956’da natüralist tasvirlerini bırakıp daha serbest ve yorumlayıcı manzaralar yapmaya başladı. Bu gelişmeyi sağlayan en önemli unsur sanatçının sadeleştirme ve ışığa verdiği önemdi.

Fernhout kariyerinin daha sonraki döneminde Atelier 63’te ders vermeye başladı. Renk paletinin daha karanlık ve daha kısıtlı hâle gelmesi de bu döneme rastlar. Bu sayede eserlerinde kesişen şekillerin dinamik ve çoğu zaman monokromatik ilişkisi açığa çıkmaktadır.


Leo Gestel
(1881, Woerden-1941, Hilversum)

Leo Gestel’in erken dönem eserleri Kübist, Dışavurumcu ve Fütürist yaklaşımların incelemesi niteliğindedir. 1913’e gelindiğinde sanatçı, Hollanda modernizminin öncülerinden biri olarak tanınmıştı. Aynı dönemde Berlin’deki Erster Deutscher Herbstsalon’dan sergi teklifi aldı. Uluslararası kariyeri Paris avangardıyla anlayış birliğinde olmasını sağladı.


Juan Gris
(1887, Madrid-1927, Boulogne-sur-Seine)

Madrid’deki Escuela de Artes y Manufacturas’ta teknik çizim eğitimi alan Juan Gris, daha sonra Jose Maria Carbonero’nun öğrencisi olarak resim yapmaya başladı. 1906’da Paris’e taşınması ve aralarında Matisse, Braque ve Léger’nin de bulunduğu etkin bir sanatçı grubuyla tanışmasının ardından eserleri deneysel bir nitelik kazandı.

Sanatçının ilk üretimleri Paris dergilerine gönderdiği illüstrasyonlarla sınırlıydı, ancak 1910’a gelindiğinde artık Kübist biçemde çok yönlü incelemeler yapar olmuştu. Gris, Kübist eserlerin alametifarikası olan parçalanmış düzlemleri benimsedi, ama çağdaşları arasında pek ender olarak görülen lirik ve duygusal bir renk yaklaşımı kullandı.

Yaşamının büyük bir kısmını Fransa’da geçirmiş olan Amerikalı yazar, şair ve sanat koleksiyoncusu Gertrude Stein, Gris hakkında “Picasso’nun yeryüzünden bile isteye sileceği yegâne kişi” nitelemesini kullanmıştı.


Hans Hartung
(1904, Leipzig-1989, Antibes)

Almanya’da sanat ve sanat tarihi eğitimi alan Hans Hartung kariyerinin büyük bölümünü Paris’te geçirdi. 1926’da Dresden’deki Internationale Kunst Ausstellung’ta sergilenen modern Fransız eserlerini gördükten sonra Paris’te yaşamaya karar vermişti.

Hartung ilk kişisel sergisini 1931’de Dresden’deki Galerie Heinrich Kühl’de açtı. Sanatçının erken dönem eserlerinde kaligrafiye yönelik bir ilgi göze çarpar; 1932-1934 yıllarındaki soyutlamalarının odağında da bu unsur vardır. El hareketleri ve grafik niteliklerin ön planda olduğu üretiminin diğer karakteristik özellikleri,
çizgiyi kullanarak oluşturduğu karanlık ve dokulu formlardır. Hartung’un soyutlamaları gözlem geleneğini reddeder ve resimlerinde, uygulamanın fizikselliği ve dinamik düzenlemeler aracılığıyla anlık deneyimin gerilimini yansıtır.

İkinci Dünya Savaşı’nda Fransız Yabancı Lejyonu’ndaki görevi nedeniyle sanatsal üretimine ara vermek zorunda kalan Hartung, 1960’ta eserlerinin sergilendiği Venedik Bienali’nde Uluslararası Büyük Ödül’e layık görülmüştür.


Zeki Faik İzer
(1905, İstanbul-1988, İstanbul)

1923’te Sanayi-i Nefise Mektebi’ne giren Zeki Faik İzer, Hikmet Onat ve İbrahim Çallı atölyelerinde eğitim gördükten sonra 1928’de Paris’e gitti. André Lhote ve Emile-Othon Friesz atölyelerinde resim, güzel sanatlar yüksekokulunda fresk ve seramik çalıştı. Aynı zamanda D Grubu’nun kurucuları arasında yer aldı ve 1934’te ikinci kez Paris’e giderek iki yıl daha orada kaldı.

1937’de Güzel Sanatlar Akademisi fotoğraf atölyesini kurdu. İlk kişisel sergisini Oygar Galerisi’nde açan İzer, 1948-1952 yıllarında Güzel Sanatlar Akademisi Müdürlüğü ve Resim Bölümü Başkanlığı yaptı. 1951’de Türk Sanat Tarihi Enstitüsü’nü kurdu. Çeşitli dergilerde sanat üzerine yazıları yayımlandı.

İlk yıllarda hocası Çallı’nın etkisiyle İzlenimcilik’i deneyen sanatçı, bir süre gerçekçi ve doğaya bağlı çalıştı. Paris’teki öğrencilik yıllarında Kübizm ve Ekspresyonizm etkilerini sanatında ölçülü bir biçimde uyguladı. Romantikleri inceledi. 1960’lardan sonra müzik ve resimde ritm ilişkisini öne çıkaran lirik soyutlamalara yöneldi. Resimde desen yapısından çok piktüral ve içsel olanı önemsedi.


İlhan Koman
(1921, Edirne-1986, Stockholm)

İlhan Koman, 1946’da heykel eğitimini tamamladığı Güzel Sanatlar Akademisi’nde Rudolf Belling’in öğrencisi oldu. Mezuniyetinin hemen ardından devlet bursu ile Paris’e gitti. Burada Julian ve La Grande Chaumière akademileri ile École du Louvre’un derslerini takip etti; Salon de Réalités Nouvelles sergilerine katıldı. 1948’de Paris’te ilk kişisel sergisini açtı. Fransa dönüşü Güzel Sanatlar Akademisi’nde öğretim üyesi oldu. Aynı yıllarda, Anıtkabir’in proje yarışmasında birinci oldu ve doğu frizindeki rölyefleri gerçekleştirdi. 1955’te, arkadaşları mimar Tarık Carım ve heykeltıraş Ali Hadi Bara ile Grup Espas’ı kurdu.

Akademide sürdürdüğü görevinden ayrılarak İsveç’e yerleşen Koman, orada da heykel dersleri vermeye devam etti. Heykelleri birçok ülkede ödüllendirilen sanatçı Türkiye, Almanya, Fransa, İtalya, Belçika ve İsveç olmak üzere farklı ülkelerde sergiler açtı.


Herman Kruyder
(1881, Lage Vuursche-1935, Amsterdam)

Herman Kruyder’in erken dönem üretimi vitray ve çiçek desenli suluboyalarla başladı, ancak Birinci Dünya Savaşı sonrasında içeriği ve yaklaşımı yenilendi. Kruyder natürmortlarının konularını savaş dönemi deneyimlerine hitap edecek daha belgesel türden imgelerle değiştirdi. Boyanın daha dışavurumcu bir biçimde uygulanmasını gerektiren bu dönemdeki eserlerinde Dışavurumculuk ve Kübizm tekniklerini kullandı.

1918’de Haarlem’deki J.H. Dubois’da açtığı ilk kişisel sergisiyle Hollanda ve çevresinde tanınmaya başlayan sanatçının eserleri, Hollanda’nın çeşitli yerlerindeki kamuya açık koleksiyonlarda, özellikle de Stedelijk Museum Amsterdam ve Van Abbemuseum’da bulunmaktadır.


Ger Lataster
(1920, Schaesberg-2012, Amsterdam)

Gerard (Ger) Lataster erken dönem eserlerini Fovist bir etkiyle üretti. Ancak İkinci Dünya Savaşı sonrasında yarattığı en dinamik eserler renk alanı ve form arayışlarının daha da soyutlanmış hâlidir. Sanatçının kompozisyonları cesur ana renkleri kullanır ve boyayı girdaplı formlarda ateşli ve dışavurumcu bir biçimde uygular.


Fernand Léger
(1881, Argentan-1955, Gif-sur-Yvette)

Fernand Léger (Joseph Fernand Henri Léger) aslen mimarlık eğitimi aldı. Cézanne’ın 1907’de Salon d’Automne’da düzenlenen retrospektifinden etkilenerek sanatsal üretimine geometriye duyduğu ilginin yanı sıra çizim vurgusu katmaya başladı. Bu retrospektiften iki yıl sonra Montparnasse’a yerleşti ve avangart çevrelerle yakın ilişkiler kurdu. Bu dönemde eleştirmenlerin “Tübizm” olarak adlandırdığı, sıklıkla silindirik formlara yer veren kişisel Kübizm’ini geliştirdi.

Sanatçının 1910 itibariyle Section d’Or’a katılımıyla zenginleşen eserleri giderek daha soyut bir hâle geldi. Bu dönüşüm 1912’de Paris’teki Galerie Kahnweiler’de açılan ilk kişisel sergisiyle taçlandırıldı.

Endüstriyel nesnelere ilgi duymaya başlayan Léger, bazı eserlerinde anahtar ve borulara yer verdi. İkinci Dünya Savaşı’nda bu merakını ABD’ye taşıdı; burada, doğada rastlanan endüstriyel atıkların yarattığı karşıtlıktan ilham aldı. 1945’te Fransa’ya döndüğünde üretimi artık konuyu değil, tümüyle nesneyi vurgulamaktaydı.

1960’ta Biot, Alpes-Maritimes’ta (Fransa) sanatçının onuruna Musée Fernand Léger adlı bir müze açılmıştır.


El Lissitzky
(1890, Pochinok-1941, Moskova)

El Lissitzky Sovyetler Birliği’nde resmî olarak propaganda çalışmaları yapmak ve sergi sunumları hazırlamakla görevliydi. Ancak tüm Rus avangardı tarafından, Kazimir Malevich’le Süprematizm’in ilerlemesi için yaptığı çalışmalarla tanındı. Grafik biçemi ve geometri vurgusuyla ütopik ve sosyalist bir toplum için yeni bir görsel dil geliştirmeye çalıştı; bu üretimi, kendisinden sonra gelen Bauhaus sanatçıları ve Konstrüktivistler’e katkı sundu.

Lissitzky Mayıs 1919’da Vitebisk’te yer alan, Chagall ve Malevich’le tanıştığı sanat okulunda grafik sanatlar, baskı ve mimarlık dersleri vermeye başladı. Bundan kısa bir süre sonra Proun olarak adlandırdığı, resimle mimariyi birleştirme arzusuna yönelik eserler yaptı. Bu eserler, daha önce ortaya konmuş Süprematizm ilkelerini yeni uzamsal ve perspektif kullanan unsurlarla buluşturdu.

Moskova, Berlin ve İsviçre arasında gidip gelen sanatçı, sonunda SSCB’ye dönerek çalışmalarını Toplumsal Gerçekçilik bağlamında sürdürdü.


André Marchand
(1907, Aix-en-Provence-1997)

André Marchand Yeni Paris Ekolü ressamlarından ve Salon de Mai’nin kurucu üyelerindendi. Resmî bir eğitim almayan Marchand’ın resim çalışmaları gençlik yıllarında, Sainte-Victoire Dağı’nı betimlediği suluboyaları ve Louvre’a ziyaretlerle başladı. 1932’ye gelindiğinde eserleri Salon d’Automne ve Salon des Indépendents’ta sergilenmeye başlayan sanatçı Forces Nouvelles üyesi oldu.

Marchand’ın doğa sevgisi eserlerinin en önemli yanını oluşturur. Resimlerinde sıklıkla işlediği Provence kırları ve Bourgogne ormanları, sanatçının canlı çizgisinin zengin devinimiyle yorumlanır. Son dönem eserlerindeyse 1967’te yaptığı Guatemala ve Meksika gezilerinin kromatik etkileri vardır; bunlarda parlaklık ve canlılıkta belirgin bir artış göze çarpmaktadır.


Fikret Mualla
(1903, İstanbul-1967, Reillanne)

Galatasaray Lisesi’nde öğrenciyken mühendislik eğitimi için İsviçre’ye gönderilen Fikret Mualla, resme merakından dolayı sanat eğitimi almak için Almanya’ya geçti; Akademie der Bildenden Künste München’da afiş ve desinatörlük, ardından Akademie der Künste, Berlin’de resim eğitimi aldı. 1927’de Türkiye’ye dönmeden önce farklı Avrupa ülkelerinde bulundu.

Sanatçı, İstanbul’da geçirdiği yıllarda Şehir Tiyatrosu’nda sahnelenen Lüküs Hayat, Deli Dolu, Saz Caz gibi operetlerin kostümlerini çizdi. Yeni Adam dergisinin yazılarını resimledi, aynı dergi için dönemin sanatçılarının portre desenleri ve karikatürlerini yaptı. Nazım Hikmet’in Varan 3 adlı şiir kitabı ile Benerci Kendini Nasıl Öldürdü? adlı oyununu resimledi. Abidin Dino’nun ricası üzerine, 1939 Uluslararası New York Fuarı’ndaki Türk Pavyonu için İstanbul konulu resimler yaptı. Babasının vefatından sonra Paris’e taşındı.

Uzun yıllar Paris’te bohem bir hayat süren Mualla, bu dönemin izlerini taşıyan sayısız resim yapmıştır.


Mübin Orhon
(1924, İstanbul-1981, Paris)

Mübin Orhon 1947’de Ankara Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden mezun olduktan sonra ekonomi okumak üzere Fransa’ya gitti. Paris’teki ilk yıllarında Académie de la Grande Chaumière’de desen çalıştı. 1950-1953 yıllarında Salon de Réalités Nouvelles ve 1956-1957 yıllarında Salon de Mai sergilerine katıldı. İlk kişisel sergisini 1956’da, kentin avangard galerilerinden Iris Clert’te açtı.

1964’te askerliğini yapmak üzere Türkiye’ye gelen sanatçı İstanbul’da yaşadı ve sergilerine burada devam etti. 1973’te Fransa’ya döndükten sonra resimlerindeki soyut anlayışı bırakmadıysa da, radikal bir değişiklikle tek bir formdan oluşan yalın resimler yapmaya başladı. Paris, Brüksel, Washington, Londra ve İstanbul’da pek çok kişisel sergi açtı ve dünyanın çeşitli şehirlerinde karma sergilere katıldı.


Pieter Ouborg
(1893, Dordrecht-1956, The Hague)

Pieter Ouborg kariyerinin ilk yıllarını, Birinci Dünya Savaşı’nda orduya katılmamak için Hollanda Doğu Hint Adaları’nda öğretmenlik yaparak geçirdi. Savaştan sonra Lahey’de çizim ve sanat tarihi dersleri vermeyi sürdürdü. Kendi kendini yetiştirmiş bir sanatçı olan Ouborg ağırlıklı olarak manzara resmi üzerinde çalıştı, ancak Gerçeküstücü röprodüksiyonlarla karşılaştıktan sonra konularını değiştirdi. “Mavi Dönemi” (1930-1940) boyunca Doğu Hint maskeleri ve kuklaları üretti; İkinci Dünya Savaşı sırasındaysa CoBrA etkisi altına girdi. 1945 sonrası eserlerinde dramatik ve çok daha coşkulu bir renk kullanımı görülür.

1950’de Jacob Maris ödülüne layık görülen sanatçının işleri Stedelijk Museum Amsterdam ve Gemeentemuseum’da sergilenmiştir.


Pablo Picasso
(1881, Málaga-1973, Mougins)

Pablo Picasso 14 yaşında Barselona’daki güzel sanatlar okulu La Lonja’da, 16 yaşında ise Madrid’deki Academia Real de San Fernando’da eğitim almaya başladı. 1904’te Paris’e yerleşti.

Kübizm’in öncülerinden Picasso ile meslektaşı Georges Braque, perspektifin dile getiriliş biçimini yeniden yaratmayı amaçlıyordu. Yaklaşımlarının temelinde parçalanmış ve geometrik bir sunumla, çalışılan yüzeyin iki boyutluluğunun incelenmesi vardı. 1907’ye gelindiğinde Picasso, Mavi ve Pembe dönemlerindeki üretimini belirleyen geleneksel yaklaşımları reddetmiş ve kendini Kübizm’i araştırmaya adamıştı. Bu biçemdeki tablolarının en ünlüleri arasında 20. yüzyılın en saygın eserlerinden sayılan Les Demoiselles d’Avignon (1907) ve Guernica (1937) vardır.

Sanatçının onuruna 1963’te Barselona’da Museu Picasso adlı bir müze açılmış, bunu başka Picasso müze ve vakıfları izlemiştir.


Serge Poliakoff
(1906, Moskova-1969, Paris)

Serge Poliakoff 1917’deki Rus Devrimi’nden kaçtıktan sonra yıllarca İstanbul, Sofya, Belgrad ve Berlin arasında gidip geldi. 1923’te Paris’e yerleşerek Académie de la Grande Chaumière ve Academie Frochot’da öğrenim gördü.

1945’e gelindiğinde sanatçının soyut resimleri Paris’teki Galerie Niveau’da sergilenmişti. Sonraki 10 yıl içerisinde figüratif resmi bıraktı ve giderek artan bir biçimde renk alanlarını araştırmaya yöneldi. Bu dönemdeki ilk eserleri toprak tonlarındaki renk şemalarına dayanır, oysa sonraki kompozisyonları daha cesur ve kontrastlıdır.

Poliakoff’un, Robert-Sonia Delaunay gibi isimler ve Grenoble’daki Musée des Beaux-Arts ve Musée du Luxembourg gibi kurumlarla yakınlığı vardı. Eserleri 1950’ler boyunca birçok önemli kurumun takdirini topladı ve çeşitli uluslararası sergilerde yer aldı. Sanatçı kariyerinin zirvesindeyken 1962 Venedik Bienali’nde resimlerine bir oda ayrılmıştı.


Selim Turan
(1915, İstanbul-1994, Paris)

Selim Turan 1938’de Güzel Sanatlar Akademisi’ni bitirdikten sonra çeşitli ilkokullarda resim öğretmeni olarak çalıştı. 1940’ta Yeniler Grubu’nun kurucuları arasında yer aldı. Sonraki yıl Halkevleri aracılığıyla düzenlenen yurt gezilerine katıldı; bu gezilerin 10. yıl sergisinde birincilik ödülü aldı.

İzlenimci ve kübik peyzaj ile toplumsal içerikli çalışmalar yapan, sonraları ise soyut resme yönelen sanatçı 1947’de Fransız hükümetinin verdiği bursla Paris’e gitti. Paul Ranson (1953-1955) ve Henri Goetz (1976-1983) akademilerinde ders verdi; bu dönemde ayrıca mermer heykeller yaptı.

Eserleri Fransa ve Türkiye’de birçok özel koleksiyonda bulunan sanatçı, aynı zamanda kamu binalarına özel işler üretmiştir.


Theo van Doesburg
(1883, Utrecht-1931, Davos)

Hollandalı ressam, mimar, tasarımcı ve yazar Theo van Doesburg’un henüz 1912’de birçok yazısı yayımlamıştı. İşlerini kimi zaman kendi ismiyle, kimi zaman da farklı isimler altında imzalamaktaydı; bir Dadaist şair olarak I.K. Bonset, bir Fütürist olarak Aldo Camini mahlaslarını kullandı. 1916’da sanatçı dernekleri De Anderen ve De Sphinx’in kuruluşunda yer aldı. Buralarda benzer fikirlere sahip ve De stijl’a bağlı Bart van der Leck gibi sanatçılar ve J. J. P. Oud gibi mimarlarla tanıştı.

1920-1921 yıllarında mimar Cornelis de Boer için Drachten kasabasında çalışmalar yapan sanatçı, bir tarafında orta sınıf konutlar diğer tarafında da ziraat okulu olan bir sokak için üretilmiş renk düzenleriyle iç ve dış mekânları bağlantılandırdı. Bu dönemde ayrıca artan şekilde Dada faaliyetlerine katıldı. 1920 ortalarında, bir atölyeli ev yapma tasarımı sırasında resimden mimariye yöneldi. Sanatçı ayrıca, ölümünden kısa bir süre önce Art concret adlı derginin ilk ve tek sayısını yayımladı.


Geer van Velde
(1898, Lisse-1977, Cachan)

Geer van Velde’nin erken dönem kariyeri, 1925’e dek çıraklık yaptığı Lahey’deki tasarım şirketi Schaijk & Eduard Kramers’in desteğiyle ilerledi. Bu tarihte Paris’e taşınan sanatçı burada Samuel Beckett ve Peggy Guggenheim gibi ileride işlerini destekleyecek önemli kültür insanlarıyla tanışma fırsatı buldu.

Van Velde’nin görsel dili ağırlıklı olarak mimarlık ve ışığın bir sonucudur; eserleri genellikle daha yumuşak ve monokromatik derinlikler içinde kaybolan geometrik formlar yaratır. Üretimi olgunlaştıkça, Fransa’nın Akdeniz kıyısına yerleşmesinin verdiği esinle bağlantılı şekilde daha saf bir atmosfer duygusu yansıtmaya başlamıştır.

Sanatçının bilinirliği, 1938’de Peggy Guggenheim’ın Londra’daki galerisinde sergilendikten sonra daha da arttı. Eserleri Lahey’deki Gemeentemuseum ile Amsterdam’daki Stedelijk Museum’da sergilendi.


Hendrik Nicolaas Werkman
(1882, Leens-1945, Allardsoog)

Hendrik Nicolaas Werkman’ın eserleri baskı geleneğini araştırır. Sanatçının Groningen’deki bağımsız yayınevinde üretilen en eski işleri, De Plough adlı sanatçı grubu aracılığıyla hazırladığı poster ve kataloglardı. 1923-1926 yıllarından sonra The Next Call adlı, deneysel kolaj ve tipografiler içeren kendi uluslararası avangart dergisini yayımladı.

Eserleri arasında belki de en tanınanları, gizli De Blauwe Schuit yayınevinde yaptığı renkli baskılardır. Bunlar her ne kadar parlak renkler taşısa da direnişin ifadesidir. Baal Shem Tov efsanesinden Hasidik sahneler sunan bu işler, Naziler’in Groningen’i işgaline karşı cesur ifadeler içerir.

İkinci Dünya Savaşı öncesinde Werkman’ın bir grup eseri Amsterdam’daki Stedelijk Museum tarafından satın alınmıştır. Büyük miktarda eseriyse şehrin işgalden kurtulmasının hemen ardından çıkan yangında yok olmuştur.


Theo Wolvecamp
(1925, Hengelo-1992, Amsterdam)

Theo Wolvecamp, Nederlandse Experimentele Groep ile uluslararası CoBrA hareketinin Hollanda grubunun kurucularındandı. Kuruluşun hemen ardından ürettiği eserlerde koyu renk şemaları ve impasto teknikleri görülüyordu. Kullandığı imgeler, genellikle koyu konturlardan çıkan düşsel yaratıklar gibi fantastik figüratif unsurlardan oluşuyordu. Wolvecamp bu dönemde eserlerini düzenli olarak REFLEX grubunun aynı adlı dergisiyle CoBrA yayınları ve META’da yayımladı. Ancak 1940’ların sonunda şehirde esin bulamaz oldu ve resimlerini yapmak için doğduğu kırsal bölgeye döndü.

Wolvecamp’ın eserlerinin önemli bir kısmı kendi eleştirisinden kurtulamadı, bu nedenle de çağdaşlarının eserlerine göre daha seyrek olarak sergilendi.


Andrzej Wróblewski
(1927, Vilnius-1957, Tatry)

Andrzej Wróblewski’nin erken dönem resim kariyeri Almanlar’ın Polonya’yı işgal etmesiyle kesintiye uğradı, ama sanatçı üretimi ve eğitimine yeraltında devam etti. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Krakow’a yerleşerek kendini sanatsal çalışmalara ve Polonya avangardına verdi. Burada çalışma arkadaşlarıyla, o dönemde akademik çevrelerde baskın olan modern Fransız biçemleri ve Kapist (renkçi) etkilere karşı, kişinin kendini eğitmesine dayalı bir grup kurdu. Wróblewski’nin eserleri 1948’de Krakow’da düzenlenen bir modern sanat sergisinde yer aldı; sanatçı burada sergilenen “idam serisi”nde savaş dönemi travmalarını açıkça dile getirdi.

Wróblewski’nin üretimi, Alman işgaliyle yağlıboya ve guaj kullanarak gerçekleştirdiği figüratif yüzleşmeler şeklinde ilerledi. Bu eserlerin çoğunda insan bedeninin deforme edildiği, bireyselliğinden koparıldığı ve yok edildiği görülür. Sanatçının imgeleri arasında sık sık başsız bedene rastlanır. İlerleyen yıllarda ise biçemi Toplumsal Gerçekçilik özellikleri göstermeye başlayarak ev ve aileye özel bir vurgu yapmıştır.


Ossip Zadkine
(1890, Vitebsk-1967, Paris)

Ossip Zadkine Londra’daki öğreniminin ardından 1910’da Paris’e yerleşti. Erken dönem heykelleri, onun Kübist akımıyla özdeşleştiğini gösterir; sanatçı bu yöndeki çalışmalarını 1925’e kadar sürdürdü.

Zadkine’in esin kaynakları arasında “primitif” sanatın yanı sıra Birinci Dünya Savaşı’nda cephede sedye taşıyıcısı olarak edindiği deneyimler de vardı. Ayrıca, Paris’te tanıştığı Picasso ve Modigliani biçem ve heykel alanlarındaki araştırmalarına önemli bir destek sağladı.

Dışavurumcu geometrik formlardan oluşan heykelleri Zadkine’e büyük ün kazandırdı. 1920’lere gelindiğinde pek çok kurum sanatçının işlerini satın almaya uğraşıyordu. Zadkine en tanınmış eserlerini ise İkinci Dünya Savaşı sonrasında üretti. Rotterdam’ın 1940’ta Almanlar tarafından yerle bir edilişinin anıtı olan bronzdan, köşeli De Verwoeste Stad (1953) heykeli de bunlar arasında yer aldı.


Fahrelnissa Zeid
(1901, İstanbul-1991, Amman)

Fahrelnissa Zeid, aralarında yazar Cevat Şakir Kabaağaçlı ve gravür sanatçısı Aliye Berger’in de bulunduğu sanatçı bir aileden gelmektedir. İşgal yıllarında Sanayi-i Nefise Mektebi’nin ilk kadın öğrencileri arasında yer alan Zeid, resim öğrenimini 1928’de Paris’te, Académie Ranson Stalbach ve Roger Bissière atölyesinde; 1929-1930 yıllarında ise Türkiye’de, Güzel Sanatlar Akademisi Namık İsmail Atölyesi’nde sürdürdü.

Eşinin görevi nedeniyle Türkiye’den ayrılan sanatçı, resim kariyerine Avrupa’nın çeşitli kentlerinde devam etti. İlk kişisel sergisini İstanbul’da kendi evinde açtı. Bu ilk sergiyi Paris, Londra, New York, Brüksel gibi kentlerde açtığı birçok sergi izledi.
PAYLAŞ
TAKVİME EKLE